Yedinci Osmanlı sultanıdır.
Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in iltifâtına mazhar olmuştur. O, sultanlığının yanısıra dîn ve fen ilimlerini de ikmâl etmiş bir âlim, aynı zamanda ince rûhlu bir şâir ve derin bir gönle sahip, derviş rûhlu hassas bir insandı.
1451 yılında Osmanlı tahtına oturdu. 1453 yılında İstanbul Fâtihi oldu. 1481 yılında vefât etti. Cenâze namazı Şeyh Ebu’l-Vefâ Hazretleri tarafından kıldırıldı. İnşâ ettirdiği Fâtih Câmî’nin kıble tarafındaki türbesine defnolundu.
Otuz yıllık saltanatı müddeti içerisinde i’lâ-yı kelimetullâh yolundaki üstün gayretleriyle iki imparatorluk, dört krallık ve onbir prenslik ortadan kaldırmıştır. Babasından 880.000 km∑ olarak aldığı vatan topraklarını 2.214.000 km∑’ye çıkarmıştır.
Daha küçük yaşlardan itibaren titiz bir eğitimden geçen Fâtih, gönül eğitimini Akşemseddîn -kuddise sirruh- Hazretleri’nin mânevî terbiyesinde ikmâl etmiştir. Bu terbiyenin başlayışı şöyle olmuştur:
Hacı Bayrâm-ı Velî, Sultan II. Murâd’ı ziyarete gelmişti. Yanında talebesi ve mânevî evlâdı Akşemseddîn de vardı. Sultan Murâd Han, bu mübârek zâtın feyzinden oğlu Şehzâde Mehmed’in istifâde etmesini istedi. Her cengâver sultan gibi Murâd Han da İstanbul’un fethini hayâl ediyordu.
Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri’ne:
“–Acep İstanbul’un fethi kime müyesser olacak?” diye sorunca, O da:
“–Feth-i mübîni görmek şu şehzâde ile Akşemseddîn’e nasîb olacak!” cevabını verdi.
Bu açık kerâmet ile duygulanan Murâd Han, oğlunu Akşemseddîn’in terbiyesine vermek için Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri’nden izin istedi. Bu vesile ile Akşemseddîn, Şehzâde Mehmed’in mânevî terbiyesini üzerine alarak, O’nu feth-i mübîne mânen hazırladı.
Bu hazırlıkta diğer hocaların rolleri de son derece müessir olmuştur.
Birgün hocası Molla Gürânî, Şehzâde Mehmed’in gece yarısı odasının ışığını yanık olarak gördü. Merak etti.
Yanına girdi:
“–Şehzâdem niye uyumadın?” dedi.
O da:
“–Hocam, mütâlaa ediyordum..” karşılığını verdi.
Hocası sordu:
“–Hangi dersi mütâlaa ediyordun?”
Fâtih cevap vermeyip sustu.
Hocası çalıştığı dersi merak edip O’nun masası üzerindeki yığınla evrâkı karıştırdı. Hepsi İstanbul’un müstakbel fetih projeleri idi. O, fethin nasıl gerçekleşebileceğini plânlıyordu. Hocası:
“–Bunlar nedir evlâdım?” deyince Fâtih, içinde gizlediği sırrı açıklamak zorunda kaldı. Hocasına:
“–Hocam! Sır olarak kalması şartıyla nicedir uykusuz kalıp da yaptığım çalışmaların ne olduğunu söyleyebilirim.” dedi.
Hocasının mütebessim bir çehre ile başını salladığını görünce devam etti:
“–Hocam! Bu iş nicedir içimi yakıp kavurmaktadır. Düşünüyorum ki, tâ sahâbe-i kirâmdan beri defalarca muhâsara edilen ve mübârek ashâbın kanları ile sulanmış bulunan şu Kostantiniyye şehri niçin fethedilemiyor?.. O beldeyi fethetmenin yolu nedir? İşte bu yüzden uykularım kaçıyor, sabahlara kadar plânlar yapıyorum…”
Bu kavruk ifâdeleri dinleyen Hocası, küçük Fâtih’i son derece takdîr etti. Ayrıca O’nun bu işi başarabilmesi için gerekli haslet, meziyet ve seviyeye bir an evvel ulaşabilmesi yolunda da şu yön verici nasîhatte bulundu:
“–Evlâdım! Bu büyük zafere nâil olmanı cân ü gönülden arzu ederim. Lâkin ben, senin câhil bir sultan olmanı değil, âlim, ehl-i kalb ve firâset sahibi bir hükümdar olmanı isterim.
Zaten Kostantiniyye şehrinin mutlakâ fethedileceğini kaç asır evvelden âhırzaman Peygamberi Muhammed Mustafâ -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz:
«Kostantiniyye elbette fethedilecektir! Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir!..” buyurarak bildirmişlerdir.
Bu itibarla Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in medhederek müjdelediği o büyük şanlı fetih, mutlakâ ki âlim, âdil, dirâyetli ve daha birçok üstün meziyetlere sahip bir kumandan tarafından gerçekleştirilecektir.
Dolayısıyla senin, maddî ve mânevî her türlü eğitimini tekmîl ettikten sonra o büyük fethe seferber olman, rûhumun en büyük emelidir…”
Küçük Şehzâde, hocasının gönlünden taşan bu samîmî nasîhatlerindeki nükteleri kavrayarak, yıllar yılı bunlardan mânevî bir kuvvet aldı. Hedeflenen dirâyet ve kemâlâta ulaşabilmek için gece gündüz gayret etti.
Nitekim çok erken yaşlarda “feth-i mübîn” ile zihnen son derece meşgûl olup âdetâ bu mes’elede fânî olan Şehzâde, ilim yolundaki gayretini de eksiltmeyerek kısa zamanda Arapça, Farsça, Latince, Sırpça ve Yunanca’yı öğrendi.
Eğitimini gördüğü zâhirî ve bâtınî ilimlerle hem kendi nefsî hayatını, hem de devlet işlerini düzene koydu. Fen ve teknik bilgileriyle de savaşlarda kullanacağı harp âletlerini tekâmül ettirdi. Projesi kendisine âid olan ilk havan topunu döktürerek İstanbul’un fethinde kullandığı meşhurdur.
Târihle meşgul olarak; “Beyliklerin ve devletlerin, meydana gelişi, inkişâfı ve nihayet târih sahnesinden yok olmalarının sebep ve netîceleri..” üzerinde îmâl-i fikrederek kendine has bir târih felsefesine sahip oldu.
Osman Nuri Topbas-Tarihten günümüze İbret ışıkları kitabından
devam edecek..