Biz O'na hiç arkamızı dönmedik, ama Aşk ısrarla yüzümüze bakmıyordu...
Satırlarca gözyaşı biriktirmeyi aşktan sanıyorduk.
Kader aciz oyunlar kuruyor, yine de her oyunda kazanan oluyordu.
Kaç iklim gömdük bir yağmura?
Sağanaklar bizi bir türlü bulmuyordu.
Yitip gitmek üzereydik, Aşk inatla yüzümüze bakmıyordu.
Ve senin gözbebeklerinden ışığını çalmıştı eylül,
belki de küskünlüğü bundandı haziranın. Bilmiyorduk...
Dizlerimizin yaralarından, düşlerimizin yaralarını sarmaya vaktimiz olmadı bizim.
Hep aşka kalkıp, yüzsüzlüğüne düşüyorduk.
Usanmayı hatırlamıyorduk. Hep 1olmak için aldık nefesi,
oysa ikimizin gökyüzü farklıydı.
Senin gecen, benim sabahımı sevmezdi,
bende senin gecene yüzgörümlüğü yıldızlar çizmekten yorulmuştum.
Gel zaman-Git zamanlar hiç bitmezdi,
fakat biz ne gelebiliyor ne de gidebiliyorduk.
Yerimizde saymayı aşktan sanıyorduk,
Aşk yüzümüze bakmıyordu..
Şakası yoktu, hiçbir zamanda olmadı.
Ne zaman zorlasak, intiharları diziyordu sıra sıra aramıza,
birinden kurtulsak diğerinde ölüyorduk.
Gazetelerin 3. sayfa haberlerine bile yazılmıyordu adımız,
oysa biz ölmeyi de Aşktan sayıyorduk...
Aklı beş karış havada şehirlerimiz vardı bizim,
Seni alsa beni hep dışarıda unutuyordu sokakları.
Ve inan yalnızlık ikimize de hiç yakışmıyordu.
Ne zaman en masum gülüşün belirse yüzünde,
Aklın kız kulesine bakan o bankta oturuyordu.
Ve ben ne zaman yanına gelsem, o bank hep boş oluyordu.
İstanbul bizi aldatıyordu,
biz sayısız denklem kurup yine de bu aldanışa doğru cevabı veriyorduk.
Ama yanlışımız çoktu ve tabi ki yanlışların çokluğunda doğrunun bir hükmü kalmıyordu. İstanbul bizi aldatıyordu...
Biz Kız Kulesi'ne hiç gitmiyorduk..
Belki de sen hiç gülmüyordun, ben farketmiyordum.
Fena aldanıyorduk...
Ezeliydi düşmanlığımız. Ateşle barut misali.
Sen yandıkça ben kül olabiliyorken,
ben yanarken sen ateş olmayı seçiyordun ve düşmanlığımız bitmiyordu bir türlü.
Kendimizi yakmayı Aşktan sayıyorduk biz,
fakat o yüzümüze hiç bakmıyordu..
Ne zaman gözlerini ayırsan gözlerimden,
silahlarını kuşanıp dilinin ucundaki sözcüklerde pusuya yatıyordu..
ben vuruluyordum, masal kanıyordu, sen bilmiyordun....
Hiç unutmuyorum... Yağmurlu bir gecede, siyah elbisesiyle gelmişti bu masal.
Ayak bileğini burkmuştu
ve hafifçe topallıyordu.
Ağır aksak yaşamlarımıza topal bir çizgi çizmişti farketmeden.
Fahişeydi ruhu.
Bana giyinir sana soyunurdu..
Sen şefkatinle sahip olurdun ona, o şehvetiyle senin olurdu.
Hiçbir zaman "bizim" olmazdı.
Bunun hırsıyla her seferinde kendinden geçer, başka başka isimler fısıldardı kulağına.
Sevişmekten yorgun düşünce benim yüzüme saklardı,
aklamaya çalıştığı bedenini.
Ve senin cebinde biriktirmişti ihanetleri.
Sen gözlerime bakamazdın, ben de kırıklarım batmasın diye gözlerimi hiç kapatmazdım.
Yavaş yavaş elini eteğini çekti hayat, kavak yelleri yerini poyrazlara bıraktı. Uykularımız huzursuzdu, kırılıp dökülmelerimizin mecazi anlamı kalmamıştı ve tabiri caizimiz hala kayıptı. Sen susmuştun, ben avaz avaz koynundaydım kelimelerin. Tarifsizliği Aşktan sayıyorduk, bölük bölcük tutunuyorduk kıyılarına ama O ısrarla yüzümüze bakmıyordu...
Biz O'na arkamızı hiç dönmedik oysa...
Yüzümüz birbirine haramdı
[FLASH]http://www.main-board.net/atesilter/swf/139.swf[/FLASH]