önce arkadaşların ölmüştü birer birer
üç yaşında beş yaşında arkadaşların
kiminin burnu kesilmişti şehit baban gibi
kiminin kulakları
sen şaşırmıştın
aklın karışık gözlerin dolu doluydu
dağları koparmak istiyordun bir yandan
dağıtmak istiyordun sokakları
ablanı götürdüklerini gördün daha sonra
anasız, babasız kalan ablanı
öyle çaresizdi ki
öyle öksüz
gözlerin yanıyordu ağlamaktan
başın dönüyordu
üzüntüden bitkin düşmüştü bütün kuşlar
öyle çaresizdin ki
ağaçlar üşümüştü
yıldızların ışığı sönüyordu ağlamaktan
sen kır çiçekleri gibi küçüktün
belki vakitsiz ağlayan çocuklardan küçüktün
fakat anlamıştın kendini parçalayan bulutlar gibi
anlamıştın götürdüklerini
lanetli kavmin pis yataklarına
kolundan tutup sürükledikleri an
nasıl da yırtıyordu çığlıkları gökyüzünü
nasıl boyunlarını bükmüştü çiçekler
kaynayan acılarını durduramıyordu denizler
ve güneş saklanmıştı utancından
fakat insanların kalpleri değişmiyordu
yine televizyonlarını seyrediyorlardı nedense
yine çerezlerini yiyorlardı
bazıları aynaların karşısında
kokular sürünüyor
şarkılar söylüyordu sıkılmadan
ablan ölemediğine ağlıyordu yalnız
insanların olunmaz sükutuna
ümitle parlıyordu yine de yaş kalmayan gözleri
her şeye rağmen parlıyordu
başını çevirip sana baktığında
ve seni görebildikçe hayal meyal
ela renginin enginliği ışıldıyordu
İbrahim camiini görmüştün en son gözlerinde
kan yazısında son ezanı görmüştün
Şatilla ‘dan kalan yetimlerin en küçüğü
sana bakıyordu dünyayı alıp bir avucuna
intikam çağını müjdeliyordu
elleriyle, minik dudaklarıyla
ablan bakıyordu daha sonra uzaklardan
hala kanatlanmadın mı özgür kuşlar gibi Ammar
hala şehit olmadın mı diyordu...