Zıtlıklar İçinden Çıkarılan Denge
Prof.Dr. Ömer ARİFAĞAOĞLU
* Kan dolaşımında vazifeli damarların düz kaslarına, oksijenin farklı şekillerde tesir etmesinin bazı hikmetleri…
* Yeni doğan bebeklerin kanlarındaki yüksek oksijen nispetinin, damarlarda daraltıcı tesirlere yol açmasının bazı önemli hikmetleri…
* Vücudumuzda zıtlıklar vasıtasıyla kurulan harika dengenin ne kadar farkındayız?
İnsan vücudundaki fonksiyonlarda denge, çok sayıda zıtlık kullanılarak devam ettirilir. Bu zıtlıklar, vücudumuzdaki bazı kimyevî maddelerin tesirlerinde açıkça görülür. Meselâ büyük ve küçük kan dolaşımında vazifeli damarların düz kaslarına, oksijen farklı şekillerde (zıt) tesir eder. Kalbden büyük kan dolaşımına pompalanan oksijen açısından zengin kan, bütün organ ve dokulara oksijen taşımada vazifelidir. Bir dokuda oksijen miktarının azalması, büyük dolaşımda vazifeli damarların düz kaslarında gevşemeye sebep olur. Bu kasların gevşemesi neticesi, damar çapı artırılarak damar genişlemesi ortaya çıkarılır. Damar genişlemesi, dokuya akan kan miktarında artışa sebep olur. Damarlarda kanın akış hızı, damar yarıçapının dördüncü kuvvetiyle doğru orantılıdır. Açarsak, damar çapı 2 kat artarsa akan kan miktarı 16 kat, damar çapı 4 kat artarsa 256 kat yükselir. Kan akımının artması ile dokunun azalan oksijen yoğunluğu normale getirilmiş olur. Büyük dolaşım damarlarında dokuya sürekli ve yeterli oksijen sağlanması son derece hayatî bir öneme sahiptir. Oksijen fazlalığı ise, aksine damarları daraltmaktadır. Burada gâye, oksijeni bol olan dokulara daha fazla ve gereksiz kan akımını önleyerek, kanın oksijen bakımından fakir dokulara yönlenmesine yardımcı olmaktır. Eğer bütün dokularda oksijen ihtiyacı azalmışsa, bütün dokulardaki damarlar daraltılır. Bu durumda kalbin çalışması azaltılarak boşuna enerji harcanmaması ve vücudun dinlenmeye geçmesi sağlanır. Bu durum ekseriya uykuda ve istirahat durumlarında ortaya çıkar.
Oksijenin farklı düz kaslardaki tesirleri neden zıttır?
Yeni doğan bebeklerin kanındaki yüksek oksijen nispetinin, damarlarda daraltıcı tesirlere yol açmasının önemli hikmetleri vardır. Doğumdan önce bebek, akciğerleriyle nefes almadığından, oksijenlenmek üzere bu organlara çok fazla kan gitmesinin bir faydası yoktur ve bundan dolayı akciğerlere ancak beslenmelerine yetecek kadar kan sevk edilir. Dolayısıyla kalbden akciğer atardamarına pompalanan kan, akciğerlere gönderilmediği için, doğumdan hemen sonra kapanacak olan yedek bir damarla ana atardamara (aorta) geçer. Doğumdan sonra kapanan ve tamamen kaybolan bu damar, bebekte temiz kanla kirli kanın karışmasına sebep olur. Ancak bu durum bebekte bir problem oluşturmaz; çünkü bu karışık kan, doğrudan plâsentaya gönderilerek temizlenmektedir. Ancak doğumdan sonra bu damar, bebeğin ilk nefes almasıyla birlikte tamamen kapanır. Doğumdan önce oksijeni az olan kanı taşıyan damar, ilk nefesle birlikte yüksek oksijenli kanla tanışır. Yüksek oksijen miktarı bu damarın tamamen kapanmasına ve yok olmasına sebep olur. Eğer damar, doğumla birlikte kapanmazsa, temiz kan kirli kana karışır ve bu durum kalb yetmezliğine sebep olur. Tedavi için ameliyatla bu damar bağlanır.
Kalbden küçük dolaşıma pompalanan oksijen açısından fakir, ancak karbondioksit bakımından zengin kan akciğerlerimize sevk edilir. Havadaki oksijen, akciğerlerimizde kana geçer ve oksijen açısından zengin hâle gelen kan, kalbe ve oradan da büyük dolaşımla bütün organlarımıza ulaştırılır. Küçük kan dolaşımında oksijenin damar düz kaslarına tesiri, büyük dolaşımdakinin tam zıddıdır. Akciğerlerde oksijen miktarındaki azalma, damar düz kaslarında gevşeme yerine kasılmaya, dolayısıyla daralmaya sebep olur. Damar çapı akan kan miktarında çok önemli bir faktör olduğundan, çapta 2 kat azalma, akan kan miktarında 16 kat; 4 kat azalma ise 256 kat azalma ile neticelenir. Büyük dolaşımda damarları genişleten oksijen azalması, küçük dolaşımda niçin daralmaya sebep olmaktadır? Bu durumun kanın oksijenlenmesine faydası nedir? Sebebi bilinmeyen mekanizma ile akciğerlerde oksijeni az olan bölgelere giden kan miktarı bu şekilde azaltılmakta ve kan daha bol oksijenli alveollere doğru yönlendirilmektedir. Bunu hayattan bir misâlle açıklayalım: 300 milyon odalı bir gökdelen düşünelim. İnsanlar bu odalardan ihtiyaçlarını temin etsinler. Bazı odalarda ihtiyaç maddeleri tükendiğinde o odaların bulunduğu katlara asansörlerin ulaşması engellensin. Bu küçük düzenlemeyle, insanların ihtiyaç maddelerinin bulunduğu odalara otomatik olarak yönlendirilmesi sağlanarak, muazzam miktarda zaman ve enerji tasarrufu gerçekleştirilir. Bu misâle benzer şekilde akciğerlerde yaklaşık 300.000.000 hava keseciği (alveol) bulunmaktadır. Herhangi bir sebeple bunlardan bir kısmı oksijeni bol hava ile doldurulmadığında, kanın oksijence fakir alveollere gelmesi engellenir. Alveollerin oksijeni bol hava ile doluluk nispetlerine göre, akciğere gönderilen kanın sevkiyatı düzenlenir. Âzamî tasarruf prensibine uygun olarak, akciğerlerdeki kanın âzamî oksijenlenmesi sağlanarak kalbe geri gönderilir. Oksijenin farklı damarlarda birbirine zıt, ancak faydalı ve hayatî tesirlere yol açması tesadüfen ortaya çıkmış olamaz. Burada her an ve her şeyde mutlak hâkimiyeti olan Yaratıcı çok açık bir şekilde kendisini bize tanıtmaktadır.
Adrenalinin farklı dokularda birbirine zıt tesirlere yol açmasının hikmetleri
Böbrek üstü bezinden salgılattırılan bir hormon olan adrenalin, ayrıca sempatik sinir uçlarından da sinyal taşıyıcı kimyevî bir madde olarak salgılanır. Böbrek üstü bezinden salgılanan adrenalin, bazı istisnalar hâriç, damar çeperlerini daraltmak için damar düz kaslarında kasılmaya sebep olur. Damarlardaki bu daralma, tansiyonun yükselmesine yol açar. Kanama veya başka bir sebeple anî tansiyon düşüklüğünde, salgılanan adrenalin tansiyonu yükseltir. Çünkü tansiyon düştüğünde beyne kan akışı azalır. Buna bağlı olarak önce baş dönmesi ve sersemlik hissi, ardından da bayılma ortaya çıkar. Eğer düşük tansiyon devam ederse beyin ölümü başlar. Bu açıdan adrenaline, ağır kanamalarda sebepler plânında hayat kurtarıcı bir hormon olarak vazife gördürülmektedir.
Adrenalinle ağır kanamalarda tansiyonun yükseltilmesine vesile olmak için damarlarda daralma oluşturulurken, kalb ve beyin damarları bu daralmadan muaf tutulur. Çünkü bu iki hayatî organda damarların daralması, bu organlara giden kan akımının iyice azalması demektir. Dolaşım sistemi kapalı borular sistemi olduğundan, aynı adrenalin bütün vücut organlarında damarları daraltıp onlara çok az kan gönderilmesine vesile olurken, kanın beyin ve kalbe doğru yönlendirilmesine de sebep olmaktadır. Hattâ adrenalin kalb damarlarında genişlemeye sebep olmakta ve kalbe kan akımı artırılmaktadır. Peki, aynı madde iki farklı organda nasıl birbirine tam zıt tesirler ortaya çıkarabilmektedir? Adrenalinin tesiri, damarlarda bulunan reseptörlerine (alıcılarına) göre değişmektedir. Adrenalin ile reseptörleri arasındaki işleyiş farklı kilitler ile maymuncuk şeklindeki anahtar gibidir, yani adrenalin maymuncuk, reseptörleri de farklı kilitler sayılabilir. Kalb ve beyin dışındaki organların damarlarında adrenalinin daraltmada vazifeli alfa reseptörlerinin sayısı fazladır ve bu reseptöre bağlandığında daralma ortaya çıkmaktadır. Ancak kalb damarlarında adrenalinin genişletmede vazifeli beta reseptörlerinin sayısı daha fazla olacak şekilde programlandığından, burada daralmanın aksine genişleme ortaya çıkmaktadır.
Adrenalinin zıt tesirleri, istirahatta ve kanama durumlarında ortaya çıkmaktadır. İstirahatta ve kanama durumunda kaslara giden kan akımı azaltılmaktadır. Egzersizde ise kaslara giden kan akımının artırılmasına ihtiyaç vardır. Hattâ egzersizde kan, kas dışı organlardan çekilip kaslara sevk edilir. Meselâ sindirim organlarının kan akımı azaltılır ve oraya gönderilen kan, kaslara gönderilerek buradaki kan akımı artırılır. Egzersiz esnasında sempatik sinir sistemi aktif hâle getirilir ve böbrek üstü bezinden fazla miktarda adrenalin salgılatılır. Adrenalin diğer organların damarlarında bulunan alfa reseptörlerini uyararak onlarda daralmanın oluşmasına, dolayısıyla damarlara gelen kan akımının azaltılmasına sebep olur. Yaratıcımız çok hayatî fonksiyonlar yüklediği kalb ve beynimizi kan akımı kısıtlamasından sürekli muaf tuttuğu için, bu iki organın damarlarındaki hücre zarlarına, daraltmada vazifeli alfa değil, genişletmede vazifeli beta reseptörleri çok fazla miktarda sentez ettirilmektedir. Ancak kaslardaki damarlarda adrenalin bu duruma zıt bir tesir gösterir. Çünkü egzersizle dokulardan salgılatılan ve damarları genişletmede vazifeli ilâve maddelerin devreye girmesiyle, adrenalin, damarlarda daralmaya değil, genişlemeye ve kas dokusunda kan akımının artırılmasına sebep olur. Adrenalin, solunum yollarındaki düz kaslarda daralmaya değil genişlemeye; dolayısıyla kanın daha iyi oksijenlenmesine vesile olur. Kanama durumunda dokulara sevk edilen kan akımı azaltıldığından, dokuların oksijenlenmesinde de azalmalar olur. Kanama durumunda, sistemi korumak üzere adrenalinle çoğunlukla bütün vücuttaki damarlar daraltılırken, solunum yollarındaki düz kaslar bu daralmadan muaf tutulur. Kanama durumunda, adrenalin solunum yollarının genişletilmesine yol açarak, akciğerlere gönderilen daha az kanın, daha fazla oksijenlenmesi sağlanır. Böylece kan kaybıyla ortaya çıkan oksijen yetersizliği telâfi edilir.
Yüce Yaratıcı aynı ortak maddenin bağlanabildiği farklı reseptörler yaratarak, farklı, hattâ birbirine zıt tesirler oluşmasına imkân vermektedir. Alfa ve beta reseptörlerinin alfa1, alfa2, beta1 ve beta2 gibi alt grupları da vardır. Hattâ alfa1A gibi daha alt reseptör gruplarına da ayırmak mümkün olmaktadır. Tek bir madde olan adrenalinin, farklı reseptörlere bağlanarak birçok farklı vazifeler üstlenmesi bir tasarruf prensibidir. Böyle olmasaydı, her reseptör veya her vazife için ayrı bir maddenin vücutta var olması, bu durumda da her madde için ayrı bir iç salgı bezi yaratılması gerekirdi. Burada zikredilen maymuncuk-kilit münasebeti gibi birçok mükemmel mekanizmanın tesadüfen veya evrimleşerek ortaya çıkması hiç mümkün olabilir mi?! Kim evinin kapısındaki kilit ve anahtarın kendi kendine veya tesadüfen meydana geldiğini iddia edebilir ki?!.
Reseptörlerdeki bu çeşitlilik, hastalıkların tedavisinde çok farklı ilâcın sentezine imkân vermektedir. Meselâ bir ilâç düşünün ki, sadece alfa1 reseptörüne bağlanarak adrenalin benzeri tesir gösterebiliyor, ancak alfa2 yahut beta reseptörlerine bağlanmadığı için adrenalinin diğer reseptörleri üzerinden olan tesirlerini göstermiyor. Tam tersine adrenalinin tesirlerini engellemek gerektiğinde, ilâç sadece adrenalinin bir reseptörü üzerinden olan tesirlerini engellerken, diğer tesirler devam ettirilebiliyor. Meselâ kalb hastalıklarında sık kullanılan ‘beta bloker’ isimli ilâçlar, adrenalinin sadece beta reseptörleri üzerinden olan tesirlerini bloke edip ortadan kaldırırken, alfa üzerinden olan tesirlerine engel olmamaktadır. Aksi takdirde kaş yaparken göz çıkarma gibi menfî durumlarla karşı karşıya kalacaktık. Tedavideki bu seçicilik, Yaratıcı’nın ‘Şâfî’ isminin âşikâr bir tecellisidir. O, yaratırken tedavi imkânlarını da yaratılış mu’cizesinin içine derc etmiştir. İnsana düşen vazife ise, organların yapı ve fonksiyon bütünlüğü içindeki sırlı güzellik ve hikmetleri deşifre ederken, aynı zamanda şifa yollarını da ortaya çıkarmak ve böylece iki kanatlı tefekkürî bir ibadet yapmaktır.
[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/330/2334.mp3[/SES]
Prof.Dr. Ömer ARİFAĞAOĞLU
* Kan dolaşımında vazifeli damarların düz kaslarına, oksijenin farklı şekillerde tesir etmesinin bazı hikmetleri…
* Yeni doğan bebeklerin kanlarındaki yüksek oksijen nispetinin, damarlarda daraltıcı tesirlere yol açmasının bazı önemli hikmetleri…
* Vücudumuzda zıtlıklar vasıtasıyla kurulan harika dengenin ne kadar farkındayız?
İnsan vücudundaki fonksiyonlarda denge, çok sayıda zıtlık kullanılarak devam ettirilir. Bu zıtlıklar, vücudumuzdaki bazı kimyevî maddelerin tesirlerinde açıkça görülür. Meselâ büyük ve küçük kan dolaşımında vazifeli damarların düz kaslarına, oksijen farklı şekillerde (zıt) tesir eder. Kalbden büyük kan dolaşımına pompalanan oksijen açısından zengin kan, bütün organ ve dokulara oksijen taşımada vazifelidir. Bir dokuda oksijen miktarının azalması, büyük dolaşımda vazifeli damarların düz kaslarında gevşemeye sebep olur. Bu kasların gevşemesi neticesi, damar çapı artırılarak damar genişlemesi ortaya çıkarılır. Damar genişlemesi, dokuya akan kan miktarında artışa sebep olur. Damarlarda kanın akış hızı, damar yarıçapının dördüncü kuvvetiyle doğru orantılıdır. Açarsak, damar çapı 2 kat artarsa akan kan miktarı 16 kat, damar çapı 4 kat artarsa 256 kat yükselir. Kan akımının artması ile dokunun azalan oksijen yoğunluğu normale getirilmiş olur. Büyük dolaşım damarlarında dokuya sürekli ve yeterli oksijen sağlanması son derece hayatî bir öneme sahiptir. Oksijen fazlalığı ise, aksine damarları daraltmaktadır. Burada gâye, oksijeni bol olan dokulara daha fazla ve gereksiz kan akımını önleyerek, kanın oksijen bakımından fakir dokulara yönlenmesine yardımcı olmaktır. Eğer bütün dokularda oksijen ihtiyacı azalmışsa, bütün dokulardaki damarlar daraltılır. Bu durumda kalbin çalışması azaltılarak boşuna enerji harcanmaması ve vücudun dinlenmeye geçmesi sağlanır. Bu durum ekseriya uykuda ve istirahat durumlarında ortaya çıkar.
Oksijenin farklı düz kaslardaki tesirleri neden zıttır?
Yeni doğan bebeklerin kanındaki yüksek oksijen nispetinin, damarlarda daraltıcı tesirlere yol açmasının önemli hikmetleri vardır. Doğumdan önce bebek, akciğerleriyle nefes almadığından, oksijenlenmek üzere bu organlara çok fazla kan gitmesinin bir faydası yoktur ve bundan dolayı akciğerlere ancak beslenmelerine yetecek kadar kan sevk edilir. Dolayısıyla kalbden akciğer atardamarına pompalanan kan, akciğerlere gönderilmediği için, doğumdan hemen sonra kapanacak olan yedek bir damarla ana atardamara (aorta) geçer. Doğumdan sonra kapanan ve tamamen kaybolan bu damar, bebekte temiz kanla kirli kanın karışmasına sebep olur. Ancak bu durum bebekte bir problem oluşturmaz; çünkü bu karışık kan, doğrudan plâsentaya gönderilerek temizlenmektedir. Ancak doğumdan sonra bu damar, bebeğin ilk nefes almasıyla birlikte tamamen kapanır. Doğumdan önce oksijeni az olan kanı taşıyan damar, ilk nefesle birlikte yüksek oksijenli kanla tanışır. Yüksek oksijen miktarı bu damarın tamamen kapanmasına ve yok olmasına sebep olur. Eğer damar, doğumla birlikte kapanmazsa, temiz kan kirli kana karışır ve bu durum kalb yetmezliğine sebep olur. Tedavi için ameliyatla bu damar bağlanır.
Kalbden küçük dolaşıma pompalanan oksijen açısından fakir, ancak karbondioksit bakımından zengin kan akciğerlerimize sevk edilir. Havadaki oksijen, akciğerlerimizde kana geçer ve oksijen açısından zengin hâle gelen kan, kalbe ve oradan da büyük dolaşımla bütün organlarımıza ulaştırılır. Küçük kan dolaşımında oksijenin damar düz kaslarına tesiri, büyük dolaşımdakinin tam zıddıdır. Akciğerlerde oksijen miktarındaki azalma, damar düz kaslarında gevşeme yerine kasılmaya, dolayısıyla daralmaya sebep olur. Damar çapı akan kan miktarında çok önemli bir faktör olduğundan, çapta 2 kat azalma, akan kan miktarında 16 kat; 4 kat azalma ise 256 kat azalma ile neticelenir. Büyük dolaşımda damarları genişleten oksijen azalması, küçük dolaşımda niçin daralmaya sebep olmaktadır? Bu durumun kanın oksijenlenmesine faydası nedir? Sebebi bilinmeyen mekanizma ile akciğerlerde oksijeni az olan bölgelere giden kan miktarı bu şekilde azaltılmakta ve kan daha bol oksijenli alveollere doğru yönlendirilmektedir. Bunu hayattan bir misâlle açıklayalım: 300 milyon odalı bir gökdelen düşünelim. İnsanlar bu odalardan ihtiyaçlarını temin etsinler. Bazı odalarda ihtiyaç maddeleri tükendiğinde o odaların bulunduğu katlara asansörlerin ulaşması engellensin. Bu küçük düzenlemeyle, insanların ihtiyaç maddelerinin bulunduğu odalara otomatik olarak yönlendirilmesi sağlanarak, muazzam miktarda zaman ve enerji tasarrufu gerçekleştirilir. Bu misâle benzer şekilde akciğerlerde yaklaşık 300.000.000 hava keseciği (alveol) bulunmaktadır. Herhangi bir sebeple bunlardan bir kısmı oksijeni bol hava ile doldurulmadığında, kanın oksijence fakir alveollere gelmesi engellenir. Alveollerin oksijeni bol hava ile doluluk nispetlerine göre, akciğere gönderilen kanın sevkiyatı düzenlenir. Âzamî tasarruf prensibine uygun olarak, akciğerlerdeki kanın âzamî oksijenlenmesi sağlanarak kalbe geri gönderilir. Oksijenin farklı damarlarda birbirine zıt, ancak faydalı ve hayatî tesirlere yol açması tesadüfen ortaya çıkmış olamaz. Burada her an ve her şeyde mutlak hâkimiyeti olan Yaratıcı çok açık bir şekilde kendisini bize tanıtmaktadır.
Adrenalinin farklı dokularda birbirine zıt tesirlere yol açmasının hikmetleri
Böbrek üstü bezinden salgılattırılan bir hormon olan adrenalin, ayrıca sempatik sinir uçlarından da sinyal taşıyıcı kimyevî bir madde olarak salgılanır. Böbrek üstü bezinden salgılanan adrenalin, bazı istisnalar hâriç, damar çeperlerini daraltmak için damar düz kaslarında kasılmaya sebep olur. Damarlardaki bu daralma, tansiyonun yükselmesine yol açar. Kanama veya başka bir sebeple anî tansiyon düşüklüğünde, salgılanan adrenalin tansiyonu yükseltir. Çünkü tansiyon düştüğünde beyne kan akışı azalır. Buna bağlı olarak önce baş dönmesi ve sersemlik hissi, ardından da bayılma ortaya çıkar. Eğer düşük tansiyon devam ederse beyin ölümü başlar. Bu açıdan adrenaline, ağır kanamalarda sebepler plânında hayat kurtarıcı bir hormon olarak vazife gördürülmektedir.
Adrenalinle ağır kanamalarda tansiyonun yükseltilmesine vesile olmak için damarlarda daralma oluşturulurken, kalb ve beyin damarları bu daralmadan muaf tutulur. Çünkü bu iki hayatî organda damarların daralması, bu organlara giden kan akımının iyice azalması demektir. Dolaşım sistemi kapalı borular sistemi olduğundan, aynı adrenalin bütün vücut organlarında damarları daraltıp onlara çok az kan gönderilmesine vesile olurken, kanın beyin ve kalbe doğru yönlendirilmesine de sebep olmaktadır. Hattâ adrenalin kalb damarlarında genişlemeye sebep olmakta ve kalbe kan akımı artırılmaktadır. Peki, aynı madde iki farklı organda nasıl birbirine tam zıt tesirler ortaya çıkarabilmektedir? Adrenalinin tesiri, damarlarda bulunan reseptörlerine (alıcılarına) göre değişmektedir. Adrenalin ile reseptörleri arasındaki işleyiş farklı kilitler ile maymuncuk şeklindeki anahtar gibidir, yani adrenalin maymuncuk, reseptörleri de farklı kilitler sayılabilir. Kalb ve beyin dışındaki organların damarlarında adrenalinin daraltmada vazifeli alfa reseptörlerinin sayısı fazladır ve bu reseptöre bağlandığında daralma ortaya çıkmaktadır. Ancak kalb damarlarında adrenalinin genişletmede vazifeli beta reseptörlerinin sayısı daha fazla olacak şekilde programlandığından, burada daralmanın aksine genişleme ortaya çıkmaktadır.
Adrenalinin zıt tesirleri, istirahatta ve kanama durumlarında ortaya çıkmaktadır. İstirahatta ve kanama durumunda kaslara giden kan akımı azaltılmaktadır. Egzersizde ise kaslara giden kan akımının artırılmasına ihtiyaç vardır. Hattâ egzersizde kan, kas dışı organlardan çekilip kaslara sevk edilir. Meselâ sindirim organlarının kan akımı azaltılır ve oraya gönderilen kan, kaslara gönderilerek buradaki kan akımı artırılır. Egzersiz esnasında sempatik sinir sistemi aktif hâle getirilir ve böbrek üstü bezinden fazla miktarda adrenalin salgılatılır. Adrenalin diğer organların damarlarında bulunan alfa reseptörlerini uyararak onlarda daralmanın oluşmasına, dolayısıyla damarlara gelen kan akımının azaltılmasına sebep olur. Yaratıcımız çok hayatî fonksiyonlar yüklediği kalb ve beynimizi kan akımı kısıtlamasından sürekli muaf tuttuğu için, bu iki organın damarlarındaki hücre zarlarına, daraltmada vazifeli alfa değil, genişletmede vazifeli beta reseptörleri çok fazla miktarda sentez ettirilmektedir. Ancak kaslardaki damarlarda adrenalin bu duruma zıt bir tesir gösterir. Çünkü egzersizle dokulardan salgılatılan ve damarları genişletmede vazifeli ilâve maddelerin devreye girmesiyle, adrenalin, damarlarda daralmaya değil, genişlemeye ve kas dokusunda kan akımının artırılmasına sebep olur. Adrenalin, solunum yollarındaki düz kaslarda daralmaya değil genişlemeye; dolayısıyla kanın daha iyi oksijenlenmesine vesile olur. Kanama durumunda dokulara sevk edilen kan akımı azaltıldığından, dokuların oksijenlenmesinde de azalmalar olur. Kanama durumunda, sistemi korumak üzere adrenalinle çoğunlukla bütün vücuttaki damarlar daraltılırken, solunum yollarındaki düz kaslar bu daralmadan muaf tutulur. Kanama durumunda, adrenalin solunum yollarının genişletilmesine yol açarak, akciğerlere gönderilen daha az kanın, daha fazla oksijenlenmesi sağlanır. Böylece kan kaybıyla ortaya çıkan oksijen yetersizliği telâfi edilir.
Yüce Yaratıcı aynı ortak maddenin bağlanabildiği farklı reseptörler yaratarak, farklı, hattâ birbirine zıt tesirler oluşmasına imkân vermektedir. Alfa ve beta reseptörlerinin alfa1, alfa2, beta1 ve beta2 gibi alt grupları da vardır. Hattâ alfa1A gibi daha alt reseptör gruplarına da ayırmak mümkün olmaktadır. Tek bir madde olan adrenalinin, farklı reseptörlere bağlanarak birçok farklı vazifeler üstlenmesi bir tasarruf prensibidir. Böyle olmasaydı, her reseptör veya her vazife için ayrı bir maddenin vücutta var olması, bu durumda da her madde için ayrı bir iç salgı bezi yaratılması gerekirdi. Burada zikredilen maymuncuk-kilit münasebeti gibi birçok mükemmel mekanizmanın tesadüfen veya evrimleşerek ortaya çıkması hiç mümkün olabilir mi?! Kim evinin kapısındaki kilit ve anahtarın kendi kendine veya tesadüfen meydana geldiğini iddia edebilir ki?!.
Reseptörlerdeki bu çeşitlilik, hastalıkların tedavisinde çok farklı ilâcın sentezine imkân vermektedir. Meselâ bir ilâç düşünün ki, sadece alfa1 reseptörüne bağlanarak adrenalin benzeri tesir gösterebiliyor, ancak alfa2 yahut beta reseptörlerine bağlanmadığı için adrenalinin diğer reseptörleri üzerinden olan tesirlerini göstermiyor. Tam tersine adrenalinin tesirlerini engellemek gerektiğinde, ilâç sadece adrenalinin bir reseptörü üzerinden olan tesirlerini engellerken, diğer tesirler devam ettirilebiliyor. Meselâ kalb hastalıklarında sık kullanılan ‘beta bloker’ isimli ilâçlar, adrenalinin sadece beta reseptörleri üzerinden olan tesirlerini bloke edip ortadan kaldırırken, alfa üzerinden olan tesirlerine engel olmamaktadır. Aksi takdirde kaş yaparken göz çıkarma gibi menfî durumlarla karşı karşıya kalacaktık. Tedavideki bu seçicilik, Yaratıcı’nın ‘Şâfî’ isminin âşikâr bir tecellisidir. O, yaratırken tedavi imkânlarını da yaratılış mu’cizesinin içine derc etmiştir. İnsana düşen vazife ise, organların yapı ve fonksiyon bütünlüğü içindeki sırlı güzellik ve hikmetleri deşifre ederken, aynı zamanda şifa yollarını da ortaya çıkarmak ve böylece iki kanatlı tefekkürî bir ibadet yapmaktır.
[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/330/2334.mp3[/SES]