Fıtratında bulunan birtakım meyil ve ihtiyaçlarına ise hoşgörü ile yaklaşmış, kötülüğe yol açmaması kaydıyla göz yummuştur. Latife, diğer bir adıyla şaka da böyledir.
Hiçbir şeyi ciddiye almayacak şekilde laubâliliği caiz görmeyen İslam; somurtkan, insanlara abus bir çehreyle bakan yüze de tahammül edememiştir. Peygamber Efendimiz, tebessümü sadaka kabul etmiş, insanlar arasında ülfet ve kaynaşmaya sebep olan latifelere de müsâmaha ile bakmışlardır. Atalarımız bu hususu, "latîfe, latîf gerek" diye özetlemişlerdir.
Hayatının her ânı bizim için "üsve-i hasene: en güzel örnek" olan Allah Rasûlü'nün ve ashabının çevresinden, gönlümüze sürur ve neş'e dağıtan latîfe örneklerine geçiyor ve bu latifelerdeki nezaket, doğruluk ve ölçüye dikkatlerinizi çekiyoruz.
***
Vedâ haccı yolculuğunda, develerle, kâfileler halinde yol alınır. Peygamber hanımlarının da bulunduğu kadınlar kafilesinin develerini Enceşe adında bir siyah köle, erkekler kâfilesinin develerini de Enes b. Mâlik'in kardeşi Berâ b. Mâlik sürer. Sürücülerin her ikisi de güzel seslidir. Onların sesine, musikinin ahengine ayak uyduran develer, bir ara heyecana gelip koşturmaya başlarlar. Bu hâli gören iki cihân güneşi, Enceşe'yi tatlı bir şekilde ikaz eder:
"-Enceşe! Develeri yavaş sür de (taşıdıkları) cam şişeler kırılmasın!" (Peygamberimizin Şemâili, Prof. Dr. Ali Yardım, s: 307-308)
***
Peygamber Efendimizin dadılığını yapmış bulunan Ümmü Eymen, bir gün Peygamber Efendimize gelerek O'nu evine çağırır:
"-Ya Rasûlallâh, kocam sizi çağırıyor!" Allah Rasûlü:
"-O da kim, hani şu gözlerinde beyazlık olan adam mı?" diye sorar. Ümmü Eymen, heyecanlanır:
"-Kocamın gözlerinde beyazlık yok, yâ Rasûlallâh!" diye cevap verir. Fahr-i kâinât efendimiz ısrar eder:
"-Evet, gözlerinde beyazlık var!"
Bir anda beti-benzi atmış olan Ümmü Eymen:
"-Vallahi yok, ya Rasûlallâh!" diye yeminler etmeye başlar. Alemlere rahmet, o güzel nebî, dadısının bu nükteyi anlayamadığını fark ederek, onu tesellî eder:
"-Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde beyazlık bulunmasın!" (Peygamberimizin Şemâili, Prof. Dr. Ali Yardım, s: 308-309)
***
İhtiyar kadının birisi, peygamber Efendimize gelerek:
"-Yâ Rasûlallâh! Beni cennetine koyması için Allah'a duâ edin!" der.
Peygamber efendimiz ise:
"-Cennete koca karılar giremez ki!" karşılığını verir.
Verilen cevabın nüktesini anlayamayan kadıncağız, üzülür ve ağlayarak döner gider. Hazret-i Peygamber, yanındakilerden birisini, kadının peşi sıra göndererek:
"-Söyleyin ona! Koca karılar, cennete, ihtiyar olarak girmezler. Zira, Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Biz, cennet kadınlarını, dünyadaki yaratılışlarına benzemeyen bir yaratılışta yarattık. Onları, bâkireler kıldık. Onlar, kocalarına gönülden âşıktırlar ve hepsi de birbirinin yaşıtıdır." (Vâkıa, 35-37) buyuruyor, diye haber gönderir. (Tirmîzî, Şemâil)
***
Enes bin Mâlik'in anlattığına göre, adamın birisi, Peygamber Efendimize gelerek, O'ndan kendisini taşıyacak bir binit istemesi üzerine, Allah Rasûlü:
"-Ben, seni diÅŸi bir devenin yavrusuna bindirmek istiyorum!" buyurdular.
Adam:
"-Yâ Rasûlallâh, ben dişi devenin yavrusunu ne yapayım, o beni taşıyamaz ki?!" deyince, Peygamber Efendimiz:
"-Devenin büyüğünü de, dişi deveden başkası mı doğurur?!" buyurdular. (Tirmîzî, Şemâil)
***
Bu latîfelerdeki inceliğe dikkat çeken bir rivâyeti de zikredelim. Ebû Hureyre'nin naklettiğine göre, Ashâb-ı kirâm, Peygamber Efendimize gelerek:
"-Ey Allah'ın sevgilisi! Siz, bizlerin şaka yapmasını yasaklıyorsunuz; fakat kendiniz, bizlere şaka yapıyorsunuz!" dediklerinde:
"-Evet, ancak ben, gerçek olandan başkasını söylemem!" cevabını vermişlerdi. (Tirmizi, Şemâil)
***
Latife yapan ve hoş latifeleri de müsamaha ile karşılayan Allah Rasûlü'nün çevresinde de nükteyi seven insanlar vardı. Bunların en meşhuru Nuayman idi.
Bu zât, oldukça fakir olmasına rağmen, Peygamberimize karşı aşırı bir muhabbeti vardı. Medine çarşısında gezer, yeni bir meyve gelir gelmez, satıcısından ücretini ödemeden, o malı satın alır, Peygamberimize getirip:
"-Yâ Rasûlallâh, Bunu sana hediye ediyorum!" derdi.
Satıcı parasını almak için geldiğinde de, onu Rasûlullâh'a götürür ve:
"-Yâ Rasûlallah! Bu adama malının parasını ver!" derdi. Rasûlullah'ın:
"-Onu bana hediye etmemiş miydin?" diye sorması üzerine, Nuayman:
"-Yanımda para yoktu. Onu yemeni arzuladım, sana getirdim." derdi.
Allah Rasûlü tebessüm eder ve satıcıya parasını öderdi. (Latifeler Kitabı, İbnu'l-Cevzî)
***
Hazret-i Ebû Bekir, Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in vefatından bir yıl önce, ticaret için Basra'ya gitti. Beraberinde Nuayman ile Süveybit b. Harmele de bulunuyordu. Bu ikisi de Bedir savaşına katılmış kimselerdi. İkisi de şakacılığı ile tanınmıştı.
Nuayman kervanın azık işleri ile vazifelendirilmişti. Bir gün Süveybit, Nuayman'a geldi ve:
"-Bana biraz yiyecek ver!" dedi. Nuayman, itiraz ederek:
"-Ebû Bekir gelmedikçe vermem." dedi.
Süveybit kızdı ve:
"-Gör bak, başına ne işler açacağım." diyerek ortalıktan kayboldu. Bir müddet sonra birkaç kişiyle birlikte geri döndü.
Süveybit'in getirdiği adamlardan birisi, eliyle kervandaki Nuayman'ı işaret ederek:
"-Bu mu?" diye sordu. Süveybit de:
"-Evet, bu! Aman söylediklerimi unutma. Ne derse yalan söylüyor. Kendisini hür zannediyor!" diye tenbih etti. Adam:
"-Tamam, merak etme!" diyerek, beraberinde getirdiÄŸi adamlara:
"-Şu köleyi tutup getirin!" diye emretti.
Nuayman'ın ellerini, ayaklarını bağlamaya başladılar. Nuayman, olanlara şaşırmış bir yandan da feryat ediyordu:
"-Bırakın beni, ben hür birisiyim. Bu adam size şaka yapmış, bırakın beni!" Adam:
"-Efendin, seni bize anlattı! Hadi yürü!" diye bağırdı.
Adamlar önde, Nuayman arkada uzaklaşıp gittiler. Bir müddet sonra Hazret-i Ebû Bekir geldi. Süveybit'e Nuayman'ı sordu. O da olanları anlattı. Nuayman'ı on tane genç deveye, esir tâcirlerine sattığını söyledi.
Hazret-i Ebû Bekir develeri götürüp, Nuayman'ı onlardan aldı. Medine'ye vardıklarında, Allah Rasûlü'ne bu olayı anlattılar. Allah Rasûlü ve ashabı zaman zaman bu olayı hatırlayıp tebessüm ederlerdi.
alıntı