“İşte bu yüzdendir ki, İsrailoğulları’na şöyle yazmıştık:
Her kim; bir cinâyet işlememiş veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamış (mâsum) bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir kimsenin hayatını kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur...” (el-Mâide, 32)
Tefsiri:
Bu âyetlerin öncesinde (27-31. âyetler) Hazret-i Âdem’in iki oğlundan (Hâbil ile Kâbil’den) bahsedilmektedir.
Bilindiği üzere, Kâbil, kardeşine duyduğu “kıskançlık” sebebiyle onun mâsum canına kastetmiş ve yeryüzündeki ilk insan kanını dökmüştür.
Böyle kötü bir çığır açtığı için, kendisinden sonra öldürülen her insanın vebâl ve günâhı, o şahsın katiliyle birlikte, aynı şekilde Kâbil’e de yazılmaktadır.
Allah Teâlâ, gerek İslâm’da, gerek İslâm’dan önceki ilâhî dinlerde insan hayatının mukaddes olduğunu bildirmiştir.
Bu sebeple bir canı korumayı, bütün insanlığı korumak kadar üstün bir fazilet saymış; bir cana kıymayı da bütün insanları öldürmek kadar büyük bir cinâyet olarak kabul etmiştir.
Çünkü bir insan, kendi türünü temsil eder ve insanlar birbirine eşittir.
Bir insanın haksız yere öldürülmesi, toplumda öldürme olaylarının yayılmasına, insanların birbirine düşmesine ve toplum düzeninin bozulmasına yol açar.
Hukûkî bir gerekçe bulunmaksızın bir başkasının canına kıyan kimse, yalnızca o kimseye haksızlık etmiş olmaz.
Aynı zamanda insan hayatının mukaddesliğine inanmadığını ve başkalarına karşı hiçbir merhamet duygusu taşımadığını da ilan etmiş olur.
Hukûkun icabını yerine getirmek maksadıyla bile olsa, devlet ve mahkemeyi temsil etmeyen sıradan fertlerin, kendi kendilerine verdikleri bir pâye ile “adâlet nâmına” insan öldürmesi de câiz değildir.
Bütün dinler, hukuk ve ahlâk sistemleri haksız yere adam öldürmenin büyük bir suç olduğunda ittifak hâlindedirler.
Ancak bu suçu önlemek için alınacak tedbirler hakkında birbirinden farklılık göstermektedirler.
İslâm, haksız yere adam öldürmeyi önlemek ve toplumun can güvenliğini sağlamak için, bu suçu işleyenlere dünyada kısas cezâsını (bkz: el-Bakara, 178)
koymuş, âhirette ise katilin Allah’ın gazabı, lâneti ve cehennem azabı ile cezalandırılacağını bildirmiştir
(bkz: en-Nisâ, 93).
“Her kim de bir canı kurtarırsa…”
yani öldürme imkânı varken affederse veya bir şahsın ölümüne sebep olacak şeylerden onu kurtarıp hayatta kalmasına vesîle olursa,
“bütün insanlığı kurtarmış gibi olur.”
Çıkarılacak Dersler:
-Her insan, yaşama hak ve hürriyeti açısından birbirine eşittir. Kimse, haksız yere kendisi gibi can taşıyan bir insanın hayatına kastedemez.
-Öldürenin canı ne kadar kıymetliyse, öldürülenin canı da o kadar kıymetlidir. Her ikisinin yaratılışındaki maksat birdir; Allah’a kulluk ve dünyayı îmar!..
-Haksız yere bir insanı öldürmek, küfürden sonra en büyük günahtır.
-İslâm’a göre, bir insanın, başka birisini öldürmesi için savaş, kısas vb. haklı sebepler olması lâzım gelir.
-Şahıslar; devlet veya mahkemeden bağımsız, kendi başlarına “adâleti temin etmek niyetiyle” başka bir insanın canına kıyamazlar.
Böyle bir hâl, toplumsal anarşi, kargaşa ve kan davalarına dâvetiye çıkarır.
-İnsanın kendi canı da mukaddestir.
İntihar vb. şekillerle kendi canına kastetmek de “bütün insanları öldürmek gibi” bir cürümdür.
-İnsan öldürene hem dünyevî, hem de uhrevî cezâ vardır. Dünyada bir şekilde insanların adâletinden kurtulduğunu zannedenler;
bu dünyada vicdanlarının, âhirette de cehennem azabından kurtulamayacaklardır.
Kaynaklar: “Tanrı Buyruğu”, Ömer Rıza Doğrul; “Kur’ân Yolu: Türkçe Meâl ve Tefsir”, Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sadreddin Gümüş; “Safvetü’t-Tefâsir”, M. Ali Sabûnî; “Rûhu’l-Beyân”, Erkam Yayınları; “Ahkâm-ı Kur’âniyye”, M. Vehbi Efendi.
PEYGAMBER EFENDİMİZ BUYURUYOR Kİ:
Ebû Mûsâ el-Eş’ârî -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Mü’minin, mümine karşı durumu; bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.”
Hazret-i Peygamber, bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi.
(Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65)
* * *
Numân bin Beşir -radıyallâhu anhüma-’dan rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Mü’minler, birbirini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler.
Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutunurlar.”
(Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)
* * *
Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz:
“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.”
(Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fezâil, 65) buyurmuşlardır.
* * *
Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’dan rivâyet edildiğine göre,
Peygamber Efendimiz:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir.
Ona zulmetmez,
haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez.
Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin,
Allah da ihtiyacını giderir.
Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse,
Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir.
Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse,
Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”
(Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58; Ayrıca bkz: Ebû Davud, Edeb, 38; Tirmîzî, Hudûd, 3) buyurmuşlardır.
* * *
Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir.
Ona hıyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terk etmez. Her müslümanın,
diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır.
Takvâ buradadır.
Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.”
(Tirmîzî, Birr, 18) buyurmuşlardır.
* * *
Enes -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre,
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi,
din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”
(Buhârî, İman, 7; Müslim, İman, 71-72)
* * *
Yine Enes -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Din kardeşin zâlim de, mazlum da olsa ona yardım et.”
Bir adam:
“-Ya Rasûlallâh! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim.
Ama zâlimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz?”
dedi. Peygamber Efendimiz:
“-Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun.
Şüphesiz ki, bu ona yardım etmektir.”
buyurmuşlardır. (Buhârî, Mezâlim, 4; Tirmizî, Fiten, 68)
Selma Bahadır
Her kim; bir cinâyet işlememiş veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamış (mâsum) bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir kimsenin hayatını kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur...” (el-Mâide, 32)
Tefsiri:
Bu âyetlerin öncesinde (27-31. âyetler) Hazret-i Âdem’in iki oğlundan (Hâbil ile Kâbil’den) bahsedilmektedir.
Bilindiği üzere, Kâbil, kardeşine duyduğu “kıskançlık” sebebiyle onun mâsum canına kastetmiş ve yeryüzündeki ilk insan kanını dökmüştür.
Böyle kötü bir çığır açtığı için, kendisinden sonra öldürülen her insanın vebâl ve günâhı, o şahsın katiliyle birlikte, aynı şekilde Kâbil’e de yazılmaktadır.
Allah Teâlâ, gerek İslâm’da, gerek İslâm’dan önceki ilâhî dinlerde insan hayatının mukaddes olduğunu bildirmiştir.
Bu sebeple bir canı korumayı, bütün insanlığı korumak kadar üstün bir fazilet saymış; bir cana kıymayı da bütün insanları öldürmek kadar büyük bir cinâyet olarak kabul etmiştir.
Çünkü bir insan, kendi türünü temsil eder ve insanlar birbirine eşittir.
Bir insanın haksız yere öldürülmesi, toplumda öldürme olaylarının yayılmasına, insanların birbirine düşmesine ve toplum düzeninin bozulmasına yol açar.
Hukûkî bir gerekçe bulunmaksızın bir başkasının canına kıyan kimse, yalnızca o kimseye haksızlık etmiş olmaz.
Aynı zamanda insan hayatının mukaddesliğine inanmadığını ve başkalarına karşı hiçbir merhamet duygusu taşımadığını da ilan etmiş olur.
Hukûkun icabını yerine getirmek maksadıyla bile olsa, devlet ve mahkemeyi temsil etmeyen sıradan fertlerin, kendi kendilerine verdikleri bir pâye ile “adâlet nâmına” insan öldürmesi de câiz değildir.
Bütün dinler, hukuk ve ahlâk sistemleri haksız yere adam öldürmenin büyük bir suç olduğunda ittifak hâlindedirler.
Ancak bu suçu önlemek için alınacak tedbirler hakkında birbirinden farklılık göstermektedirler.
İslâm, haksız yere adam öldürmeyi önlemek ve toplumun can güvenliğini sağlamak için, bu suçu işleyenlere dünyada kısas cezâsını (bkz: el-Bakara, 178)
koymuş, âhirette ise katilin Allah’ın gazabı, lâneti ve cehennem azabı ile cezalandırılacağını bildirmiştir
(bkz: en-Nisâ, 93).
“Her kim de bir canı kurtarırsa…”
yani öldürme imkânı varken affederse veya bir şahsın ölümüne sebep olacak şeylerden onu kurtarıp hayatta kalmasına vesîle olursa,
“bütün insanlığı kurtarmış gibi olur.”
Çıkarılacak Dersler:
-Her insan, yaşama hak ve hürriyeti açısından birbirine eşittir. Kimse, haksız yere kendisi gibi can taşıyan bir insanın hayatına kastedemez.
-Öldürenin canı ne kadar kıymetliyse, öldürülenin canı da o kadar kıymetlidir. Her ikisinin yaratılışındaki maksat birdir; Allah’a kulluk ve dünyayı îmar!..
-Haksız yere bir insanı öldürmek, küfürden sonra en büyük günahtır.
-İslâm’a göre, bir insanın, başka birisini öldürmesi için savaş, kısas vb. haklı sebepler olması lâzım gelir.
-Şahıslar; devlet veya mahkemeden bağımsız, kendi başlarına “adâleti temin etmek niyetiyle” başka bir insanın canına kıyamazlar.
Böyle bir hâl, toplumsal anarşi, kargaşa ve kan davalarına dâvetiye çıkarır.
-İnsanın kendi canı da mukaddestir.
İntihar vb. şekillerle kendi canına kastetmek de “bütün insanları öldürmek gibi” bir cürümdür.
-İnsan öldürene hem dünyevî, hem de uhrevî cezâ vardır. Dünyada bir şekilde insanların adâletinden kurtulduğunu zannedenler;
bu dünyada vicdanlarının, âhirette de cehennem azabından kurtulamayacaklardır.
Kaynaklar: “Tanrı Buyruğu”, Ömer Rıza Doğrul; “Kur’ân Yolu: Türkçe Meâl ve Tefsir”, Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sadreddin Gümüş; “Safvetü’t-Tefâsir”, M. Ali Sabûnî; “Rûhu’l-Beyân”, Erkam Yayınları; “Ahkâm-ı Kur’âniyye”, M. Vehbi Efendi.
PEYGAMBER EFENDİMİZ BUYURUYOR Kİ:
Ebû Mûsâ el-Eş’ârî -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Mü’minin, mümine karşı durumu; bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.”
Hazret-i Peygamber, bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi.
(Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65)
* * *
Numân bin Beşir -radıyallâhu anhüma-’dan rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Mü’minler, birbirini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler.
Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutunurlar.”
(Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)
* * *
Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz:
“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.”
(Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fezâil, 65) buyurmuşlardır.
* * *
Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’dan rivâyet edildiğine göre,
Peygamber Efendimiz:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir.
Ona zulmetmez,
haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez.
Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin,
Allah da ihtiyacını giderir.
Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse,
Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir.
Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse,
Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”
(Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58; Ayrıca bkz: Ebû Davud, Edeb, 38; Tirmîzî, Hudûd, 3) buyurmuşlardır.
* * *
Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir.
Ona hıyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terk etmez. Her müslümanın,
diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır.
Takvâ buradadır.
Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.”
(Tirmîzî, Birr, 18) buyurmuşlardır.
* * *
Enes -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre,
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi,
din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”
(Buhârî, İman, 7; Müslim, İman, 71-72)
* * *
Yine Enes -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Din kardeşin zâlim de, mazlum da olsa ona yardım et.”
Bir adam:
“-Ya Rasûlallâh! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim.
Ama zâlimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz?”
dedi. Peygamber Efendimiz:
“-Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun.
Şüphesiz ki, bu ona yardım etmektir.”
buyurmuşlardır. (Buhârî, Mezâlim, 4; Tirmizî, Fiten, 68)
Selma Bahadır