Tebessüm, gülmek için yapılan bir ön adımdır. Tebessüm, mutluluktur. Tebessüm huzrun ifadesidir. Tebessüm, güvendir. Tebessüm, hem kendimizi hem de karşımızdakini rahatlatmaktır. Bu böyle bir müddet daha arttı çoğaldı.
Sonra yeni bir düşünce beynimi kemirmeye başladı. Biz hangi durumlarda tebessüm bekleriz. Aslında bu bir ihtiyaç ve sanırım doğduğumuz ilk andan itibaren o keskin çığlığın arkasından başlıyor. ilk önce popomuzu tokatlayan doktordan, ebeden bekliyoruz. Sonra annemizden bizi ilk kucağına aldığında. Ve bu sonralar öncelik sırasına göre yer değiştirmeye başlıyor. Okul sıralarında öğretmenler, arkadaşlar, yeni aşklarla birlikte sevgililer.
Peki günlük yaşantımızda ne kadar tebessüm ediyor, ne kadar beklentimize karşılık buluyoruz. Evimizin içinde eşimizden, çocuklarımızdan bekliyoruz. Anne güzel bir yemek yaptığında, şık kıyafetler giydiğinde, saçını boyattığında... baba, maaaşına zam aldığında, terfi ettiğinde, eve farklı bir eşya aldığında, yatırım yaptığında... ya çocuklar onlar belki ' bir tebbessüm ' beklemede en masum olanları. Yeni davranışlar öğrendiğinde, becerilerini sergilediklerinde, notları iyi geldiğinde veya küçük yanlışlar yaptığında....
Bir de sosyal yaşantımızın içinde 'bir tebessüm' beklentilerimiz var ki onlar çok farklı bir yer ve anlam kapsıyor hayatımızda. İş yerimizde patrondan, müdürden, arkadaşlarımızdan bekleriz bir ödülmüşcesine. Resmi kurumlarda işimizi yaptırırken güvence olarak görürüz bekleriz. Ve en önemlisi hastanelere gittiğimizde bekleriz, hastabakıcısından sekreterine, asistanından uzman doktoruna kadar hepsinden. Burdaki 'bir tebessüm' beklentisinin diğerlerinden bir farkı vardır. Kendinizi yetersiz hissediyorsunuzdur. Hasta olduğunuz için ordasınızdır.Oranın doğru adres olduğunu, güvende olduğunuzu hissetmek için ordasınızdır ve beklersiniz gülen gözlerle size bakılıp 'geçmiş olsun geçer, rahatsızlıklarınızı el birliğiyle atlatırız' denmesini. Ama ne kadar acı ki aradığınızı bulamazsınız. Hasta görmekten, kalabalıktan bunalan memurlar, sekreterler ve doktorlarla doludur orası.
Bu düşünceler neden mi beynimi kemirmeye başladı, son bir aydır hastanelerle fazla muhatap olduğum için. Hastalığınızı anlatacağınız doktora ulaşabilmek için suratında huzur, mutluluk ve tebessümden eser bulunmayan sekreterlerden randevu alabilmek için yapılan mücadeleden.
Nihayet genel cerrahi hocasından randevumuzu almış hocanın yanına gireceğimiz anı beklerken kalabalığın arasında bir hengame kopuverdi. Ne oluyor diye merakla bakınırken tenis öğretmeni olduğunu söyleyen bir bey yanımıza geldi. Çok sinirli ve kızgındı. Sekretere sinirlenmişti. Bunlar mutsuz, bu işi isteyerek yapmıyor, hasta görmekten yaşlılara laf anlatmaktan memnun değil dedi. Baksanıza tik oluşmuş, tiki de var. İşte o an düşündüm şöyle bir, sekreterede kızamadım. Tüm öfkem geçti. Doğruydu hemde çok, işini sevmiyordu çünkü bu işi kendi isteği ile yeteneklerine göre seçmemişti. Aslında hangimiz tam anlamı ile seçiyorduk ki.
Mühendisliği seçip iş bulamayıp birkaç ay formasyonla öğretmenliğe geçenler mi, ailede bir doktor, avukat olsun deyip yapanlar mı, öğretmenlik isteyip kpss sınavını veremeyip ilaç mümessili olanlar mı... Kim istediğini yapıyordu ki?
Ama bu yinede bizim hayatımızdan tebessüm ihtiyacımızı gidermemeli. Unutmayalım ki tebessüm etmeyi unuttuğumuz anda hem kendimizi hem karşımızdakini mutsuz ediyor, mutluluğumuzu çalıyoruz el birliğiyle...