(Fuzuli)
Bismihi…
Unutmuşluğun kıyısında ellerimi açıyorum göklere…
Geldim, gidiyorum diyen bir mahzun şarkı gibiyim kapında ey sevgili… Ellerime yıldızlardan örülmüş dualar yağıyor. Geceyle gün arasında ırgalanan ruhumu yaslıyorum göklerinin en fevkine. Kandil kandil tutuşan yüreğimde bir yangın telaşı var. Fırat’tan Dicle’ye, Nil nehrine… Sakarya’da bir Yunus ilahisi olup uğuldamak bir ney ahengiyle, gelmek sana, sığınmak Suların en çaresizi gibi denize koşuyorum. Senin denizine yürüyorum. Bir ikindi zamanı yosun bürümüş sulara gömülüyorum.
Günah sularının arkından tüm akışlarım, riyasız berrak denizlere bundan böyle, bütün ağlamalarım sana, bütün gidişlerim sana sevgili…
Bir yeni vakit bekliyorum ruhumda. İçimdeki ayak seslerinden biliyorum. Geldim gidiyorum diyen bir mahzun şarkı gibiyim kapında ey sevgili… Ben dursam da yollar durmaz arkamdan, hüküm bitmez… Rehine bıraktığım yüreğimi topluyor tümüyle sana geliyorum.
Yoksa…
Bu şehirler bu insanlar yaralar beni.
İnceden inceye yağan yağmur, minareleri yıkıyor usulca. Dualarım yağmurla serinliyor. Arnavut kaldırımı taşlara yürüyorum tek başıma. Şehrin simsiyah saçları yıkanıyor yağmurun ellerinde. Evler yalnız, insanlar yalnız, ben yalnızım. İzbe sokaklar bilmiyor yalnızlığımı. Kimselerin aklında değilim, unutulmuşum.
Sultan Süleyman’a kalmamış dünya. Bana da kalmaz diyorum.
Ve…
Yürüyüp gidiyorum yalnızlığın üstüne. Ne serüvenler yazılı hatıra defterimin kahırlı yapraklarında. Ne şarkılar söylenmiş hüzünden örülü… Gündelik telaşlar yalancı, hercai saatler çalıyor benliğimizi. Dünya, Şeyh Küşteri’nin beyaz perdesi. Azgın arzuların peşi sıra koşuyorum bu perdenin üzerinden. Düşüyor elimizden gerçeğin sırçası. Hayat gerçeğe yürüyordu oysa biz bunu biliyorduk Unutmuşuz, çok uzun yıllar geçmiş gibi ruhumuzun kanatlarından düşmüş, bildiğimiz gerçekler. Gerçeklerimiz yüz çevirmiş bizden, öteleri hatırlatan ne varsa kaymış zamanın ellerinden. Sultan Süleyman’a kalmamış dünya. Bana da kalmaz diyorum.
Rehine bıraktığım yüreğimi toplayıp sana geliyorum.
Yoksa…
Bu şehirler, bu insanlar yaralar beni.
Çöllerde kaybolmuş bir yitik Mecnunum Leylasını arayan. Bulutların mahzenine saklanmış bir katre gözyaşıyım, dinmeyen. Merhametin kalbinde ağlayan bir çocuk gibiyim, annesini yitirmiş. Sessiz ve unutulmuş mezarlığın içinde mor bir zambak gibi titriyor ruhum şimdi, yalnızım, kimsesizim, çaresiz kalmışım. Kamıştan bir neyin iniltili sesiyim, hüzzam yenilgilere beste olan… Kışa yenik düşmüş baharların yetimiyim, bütün mevsimlerin bitimiyim uzun yola gidesi… Aklım kelimelerin işgali altında. Senin İrem bahçenin hayali kuşatıyor ruhumu. Senin cennet kıyılarından haber getiren bütün dualarımla sana sığınıyorum en sevgili… Adınla başlamasam güne geceye, ateşten bir kasvet kuşatır beni…
Rehine bıraktığım yüreğimi toplayıp sana geliyorum.
Yoksa…
Bu şehirler, bu insanlar yaralar beni…
Merhametine susamış bir bedeviyim çöllerde inleyen. Bir Yusufçuk kuşuyum dalında asılı kalan, yaralı. Yusuf’a kucak açan bir derin kuyuyum çöl ortasında, dertlere duçar olan. Yakup’um, hasretinden gözleri karalar bağlayan. Gül ve reyhan kokusunu arıyorum Nebiler yurdunda. Sadakatim, İbrahim yüreğinde unuttuğumuz. Ruhu kelepçeli bir esaretim, zindanların görmediği. Bir tenha gülüşüm, yetimin dudağında. Asırlık çınarların gölgesinde uykuya yatmış, gizli bir sevdanın gözyaşlarıyım. Lambaların yakmadığı bir ateşim çerağ çerağ… Yanıyorum. Sana geliyorum bir ikindi zamanı, sana yürüyorum. Gelmesem tel tel çözülüp erimekteyim. Bu dünya gurbetinde çürümekteyim. Adınla başlamasam güne geceye, ateşten bir kasvet kuşatır beni… Şu dünya gurbetinde rehine bıraktığım yüreğimi, toplayıp sana geliyorum.
Yoksa
Bu şehirler, bu insanlar yaralar beni…
“Ölümden önce davran, daha zaman varken gel” diyen şair gönlü Kehkeşanlar diyarında gezinirken ben sahte saadetlerin tuzağındayım. Gözlerimin göğüne misafir, bütün bulutlar, ağlamaktayım. Unuttuklarıma ağlamaktayım. Nefsin avuçlarında kendimden uzaktayım ah çok uzaktayım. Bir mevsimlik menekşeye kapılan ruhumun taraçalarında hatırladığım nisyan, bir hançer gibi deliyor bağrımı.
Bu defteri kapatmak ve gitmek düşüncesi yağmalıyor aklımı.
Bırakıyorum kendimi nehrin derin sularına. Her ırmak sonsuz bir deryaya akar. Tüm yolların sonunda sen varsın ey sevgili. Meçhul iklimlerden dönüşümüz hep sanadır. Sultan Süleyman’a kalmamış dünya. Bana kalmaz diyorum.
Rehine bıraktığım yüreğimi toplayıp Sana geliyorum.
Yoksa…
Bu şehirler, bu insanlar yaralar beni.