Osmanlı kız İsimleri

-A- ABİDE : Anıt - Değerli eser AÇELYA : Fundagiller familyasından, kokusuz ama güzel renkli çiçek. ADALET : Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetmek. ADİLE : Adaletli olan, doğruluktan ayrılmayan. ...


Ağaç Şeklinde Aç5Beğeni
  • 4 gönderen Unnecessary
  • 1 gönderen alptraum

  1. Alt 07-09-2009, 14:43 #1
    Unnecessary Mesajlar: 726
    -A-

    ABİDE : Anıt - Değerli eser
    AÇELYA : Fundagiller familyasından, kokusuz ama güzel renkli çiçek.
    ADALET : Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetmek.
    ADİLE : Adaletli olan, doğruluktan ayrılmayan.
    AFET : İnsanlığın önleyemediği büyük doğal felaket
    AFİFE : Namuslu, iffetli, temiz ve dürüst
    AFİTAP : Güneş / Çok güzel
    AFŞAR : Atak, uyumlu, Oğuz boylarından birinin adı (Avşar)
    AHSEN : En güzel, Çok güzel
    AHU : Ceylan, karaca, maral - Güzel kadın
    AJDA : Filiz, sürgün - Üzeri çentik çentik olan şey
    AKASYA : Küçük sıra yapraklı, süs için yetiştirilen bir ağaç.Salkımağacı
    AKGÜL : Beyaz gül, gül gibi
    AKGÜN : Aydınlık gün
    AKİFE : Sebatlı, kararlı - İbadet eden
    ALARA : Al + ara. Al=Kırmızı, ara=bezeyen, süsleyen , Kırmızı süs anlamında bir tamlama
    ALARCIN : Güzelliğini ateşin kırmızılığından alan
    ALÇİN : Kırmızı renkli küçük bir kuş türü
    ALEV : Ateşin çıkardığı yalım
    ALEYNA : Esenlik ve güzelliklere sahip, esenlik içinde olan
    ALİYE : Yüce, yüksek
    ALTAN : Kızıl Şafak
    ALTIN : Değerli bir metal (Paslanmayan, en iyi iletken)
    ANDAÇ : Bir kimseyi hatırlamak için saklanan şey, hatıra
    ARİFE : Tecrübeli, bilgili, sezgi ve anlayışa sahip
    ARZU : İstek, özlem eğilim
    ASENA : Türk Mitolojisinde Ergenekon destanında adı geçen dişi kurt
    ASİYE : Acılı kadın / Direk
    ASLI : Kök, köken - Aşık Kerem'in sevgilisi
    ASLIHAN : Kökeni soylu han soyundan
    ASRIN : Çağdaş, bu asıra ait olan, asıra uygun olan
    ASU : Asi, ehlileşmeyen huysuz at - İsyankar
    ASUDE : Sessiz, sakin dinlendirici
    ASUMAN : Gök, gökkubbe, sema
    ASYA : Yeryüzünün anakaralarından (kıta) birinin adı
    AŞKIN : Aşmış, ileri, üstün/ Senin aşkın
    ATEŞ : Yanıcı maddelerin yanmasıyla ısı ve ışığın ortaya çıkması
    ATIFET : Karşılık beklemeden gösterilen sevgi, iyilik sever
    ATİKE : Özgür - Soylu - Güzel, genç kız
    AYBEL : Ay gibi dikkat çeken, aya benzeyen güzelliğiyle farkedilen, seçilen
    AYBEN : Ay gibi. Ayın kendisi
    AYBÜKE : Ay gibi parlak, aynı zamanda zeki, akıllı
    AYCA : Ay gibi parlak ve aydınlık
    AYCAN : İçi aydınlık
    AYÇA : Ayın ilk günlerde aldığı biçim, hilal
    AYÇİN : Ayçın, ay gibi, aya benzer
    AYDA : Dere kıyılarında yetişen bir bitki - Parmakları, endamı güzel kadın
    AYDAN : Aya benzer ay gibi
    AYDİL : Güzel, parlak, aydınlık gönül
    AYFER : Ayışığı
    AYGEN : Gönül dostu
    AYGÜL : Ay gibi güzel ve parlak renkli
    AYLA : Kadın, eş zevce /Ayın çevresindeki ışıklı daire
    AYLİN : Ayın çevresinde görülen ışıklı daire
    AYNUR : Ay gibi ışıklı, pırıl pırıl
    AYPARE : Ay parçası
    AYSEL : Ay gibi parlak ve güzel
    AYSEN : Aydan farksız, ayın yerdeki benzeri, güzel sevimli
    AYSU : Ay gibi parlak, berrak su
    AYSUN : Ay gibi güzel ve parlaksın
    AYŞAN : Şanı ay gibi parlak olan
    AYŞE : Yaşam, dirlik,
    AYŞEGÜL : Güleç, güler yüzlü
    AYŞEM : Ay ışığı - Benim Ayşem
    AYŞEN : Ay gibi neşeli, parlak ve aydınlık
    AYŞENUR : Nur gibi parlak, pırıl pırıl, ay gibi güzel
    AYŞİN : Ay gibi, aya benzeyen
    AYTAÇ : Ay gibi taçlı
    AYTEN : Ay gibi beyaz tenli
    AYTÜL : Tül gibi şeffaf ve ince ay ışığı gibi parlak
    AZİME : Azmeden, yapmak için kesin kararlı / iri, kemikli yapılı
    AZİZE : Kutsal, ermiş kadın - Sevgi hitabı
    AZMİYE : Niyetli, kararlı
    AZRA : Bakire, el değmemiş



    Osmanlı:


    -B-

    BAHAR : Doğanın canlandığı mevsim
    BAHRİYE : Donanma ve denizle ilgili
    BALCA : Bal damlası, bal gibi
    BALIM : Benim balım, tatlım - Çok sevgili, samimi arkadaş
    BANU : Ev kadını , bayan
    BARAN : Yağmur
    BAŞAK : Tahılların tanelerinin bulunduğu kısım
    BAŞAR : Başarılı ol anlamında
    BEDİA : Güzellik, üstün değerli olan
    BEDİHE : Başlangıç - Güzel söz
    BEDRİYE : Ayın ondürdüncü geceki haliyle ilgili
    BEGÜM : Saygıdeğer kadın, hanımefendi - Hint prenseslerine verilen san
    BEHİCE : Şen güleryüzlü
    BEHİRE : Güzel, asil
    BEHİYE : Güzel ve alımlı kadın
    BELGİN : Açık. belirli, farkedilen
    BELİN : Şaşkınlık, hayret
    BELKIS : Yunanca asıllı olup Arapçaya geçen tarihi bir isim
    BELMA : Sakin, yumuşak
    BENAN : Parmakla gösterilecek kadar güzel
    BENGİ : Sonsuz, sonsuzluk
    BENGİSU : İnsana ölmezlik verdiğine inanılan su / Abıhayat
    BENGÜ : Sonu olmayan, ebedi
    BENGÜL : Üzerinde benekler bulunan gül
    BENİAN : Beni-an. Beni anımsa
    BENSU : Su gibi aziz benlik
    BERAY : Ayın en ışıltılı, en parlak hali
    BERFİN : Kar toplayan
    BERİA : Güzellik ve olgunlukta akranlarından üstün olan
    BERİL : Mücevher olarak da kullanılan bir tür maden
    BERİN : Manen çok yüksek
    BERNA : Genç, delikanlı
    BERRA : Bereketli olan
    BERRAK : Temiz, saf, arınmış
    BERRİN : Manen çok yüksek, yüce yaradılışlı
    BERŞAN : Bir peygamberin din ve kitabını kabul eden
    BESTE : Ezgilerin özgün dizimi,
    BESTEGÜL : Gül demeti
    BETİGÜN : Beti:Yüz (Bet benizdeki gibi) Gün: Aydınlık, Aydınlık yüz
    BETİL/BETÜL : Temiz, iffetli
    BETÜL : Ayrı kök salmış fidan - Hz.Meryem'in lakabı - Bakire
    BEYHAN : Bey soyundan
    BEYZA : En beyaz, en ak - Günahtan kaçınmış
    BİHTER : En iyi
    BİKE / BİKEM : Kadın, hanım
    BİLGE : Çok bilen ve bildiklerini başkalarının yararına sunan
    BİLLUR : Pek duru ve temiz cam
    BİLUN : Yarım Ay
    BİNGÜL : Bin gülün güzelliğinde
    BİNNAZ : Çok nazlı
    BİNNUR : Çok nurlu
    BİRCAN : Herksçe sevilen, candan
    BİRCE: Biricik, birtane
    BİRGÜL : Tek ve benzersiz gül
    BİRİCİK : Tek, bir tane, emsalsiz
    BİRSEN : Yalnız Sen anlamında
    BİRSU : Özel bir su biricik su gibi
    BUCAK : Genellikle, geniş verimli bakımlı alanlara verilen ad (Köşe bucaktaki anlamı gibi)
    BUKET : Çiçek demeti
    BURCU : Güzel ve etkileyici kokunun salgılanışı
    BURÇAK : Tohumları kullanılan bir bitki türü
    BURÇİN : Dişigeyik
    BUSE : Öpmek, öpüşmek, öpücük
    BÜŞRA : İyi haber



    Osmanlı:


    -C-Ç-

    CAHİDE : Çalışan, çaba gösteren
    CANAN : Sevgili, yar
    CANDAN : Yürekten, içten
    CANEL : İçten, candan uzatılan dostluk eli
    CANKAT : Yaşamına can ekle, sevinçle dol
    CANSEL : Cana dair, canla ilgili
    CANSIN : İçten, gönüldensin
    CANSU : Cana benzer değerde
    CAVİDAN : Ebedi, sonsuz
    CELİLE : Büyük, ulu
    CEMİLE : Hoşa giden davranış
    CEMRE : Önce havada, sonra suda ve toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık yükselişi
    CENNET : Dinsel inançlara göre iyilerin ölünce gideceğine inanılan yer
    CEREN : Ceylan, ahu
    CEVHER : Bir şeyin özü - Güç, enerji - Değerli taşlar
    CEVRİYE : Eziyet, cefa, sıkıntı
    CEYDA : Yararlı, herkese iyilik yapan
    CEYLA : Farsça kökenli bir kelime ceyl kökünden türemiş. Ceyl insanlık, insan soyu demek. Ceyla insanlığa atfedilmiş, bağışlanmış.
    CEYLAN : Geyik cinsinden gözlerinin güzelliğiyle ünlü hayvan
    CEYLİN : Farsça kökenli. Cennetin kapısı anlamında
    CİHAN : Evren, alem
    CİHANNUR : Alemi aydınlatan nurlu ışık
    CİLVENAZ : Nazı özellikle yapan / Cilveyle nazı birarada bulunduran

    -Ç-

    ÇAĞLA : Badem, erik ve Kaysı gibi meyvaların ham hali
    ÇAĞLAYAN: Şelale
    ÇAĞRI : Davet
    ÇİÇEK : Bitkilerin üreme organlarını taşıyan renkli bölümü
    ÇİĞDEM : Zambakgillerden bir tür kır bitkisi
    ÇİLAY : Ayın üzerinde beliren açık renkli lekeler
    ÇİLER : Güzel öten, güzel ötüşlü
    ÇİSEM : Çiseleyen yağmur
    ÇOLPAN : Gözleri uzağı iyi gören, ilerigörüşlü



    Osmanlı:


    -D-

    DALGA: Hareketli su kütlesi; Denizin rüzgarlı havada kabarıp kıyıya sürüklenmesi

    DAMLA: Yağmur ya da bir sıvının çok küçük yuvarlak biçimli parçası

    DEFNE: Yaprakları güzel kokulu, yaz-kış yeşil olan bir bitki

    DEMET: Çiçek bağlamı, deste

    DEMRE: Noel Baba'nın doğduğu sanılan tarihi yer

    DENİZ: Yeryüzünün çoğunu örten engin su

    DEREN: Toplayan, düzenleyen, pekiştiren

    DERİN: Sığ olmayan

    DERYA: Büyük deniz anlamında

    DESEN: Çiçek, çizgi gibi süs şekilleri

    DESTEGÜL: Mevlevi dervişlerinin giydiği ince kumaştan yelek

    DEVİN: Hareket, kımıldanış

    DEVRİM: Yerleşik toplumsal düzeni, köklü, hızlı ve geniş kapsamlı olarak niteliksel değiştirme ve yeniden biçimlendirme işlemi

    DİCLE: Bir nehir adı

    DİDE: Göz, göz bebeği

    DİDEM: Gözüm gibi sevdiğim, sevgilim

    DİLARA: Gönül alan, gönül okşayan.

    DİLAY: Gönle ışık saçan, ay kadar güzel

    DİLDAR: Gönlü baskı altında tutan sevgili

    DİLDE: Ünü her tarafa yayılmış, herkesin konuştuğu, herkesin dilinde olan kimse

    DİLEK: İstek, rica

    DİLEM: Gönül ilacı

    DİLER: Dilemek eyleminden

    DİLHAN: İçten ve yürekten konuşan

    DİLNİŞİN: Gönülde yer tutan,hoş,güzel

    DİLRÜBA: Gönlü şen,dertsiz

    DİLSU: Dil+Su

    DİLŞAH: Gönül şahı,sevgili

    DOĞA: Yaradılış ve yapı özelliklerinin tümü; Tabiat

    DOĞANGÜN: Doğmakta olan gün

    DOĞAY: Ayın yeni doğuş hali

    DOĞU: Günneşin doğduğu ana yön

    DOLUNAY:Ayın tam yuvarlak olduğu an

    DORA: Doruk, zirve

    DUYGU: Kişi, olay ve nesnelerin bireyin iç dünyasında uyandırdığı izlenim

    DÜŞÜM: Hayalimdeki, düşlediğim, istediğim anlamında



    Osmanlı:


    -E-

    EBRU: Bulut renginde; Hare gibi dalgalı ve damarlı; Kitap kabı yapmak için kullanılan renkli kağıt; Hareli boyama yöntemi

    ECE: Türdeşleri arasında üstünlüğü yeteneği olan kadın, güzel kadın; Kraliçe

    ECEGÜN: Çok güzel bir günde doğan

    ECEM: Kraliçem, sevgili kraliçe anlamında

    ECMEL: Çok güzel

    EDA: Naz, cilve anlamında

    EFSUN: Büyü, sihir

    EGE: Türkiye'nin batısında yer alan deniz

    ELÇİN: Deste, tutam

    ELİF: Arap alfabesinin ilk harfi; Anadolu'da kibar, narin yapılı, ince-uzun anlamında kullanılır

    ELVAN: Renkler,çeşitler

    EMET: Bereket, bolluk

    ENER: Dağ eteği

    EREM: Cennet

    ERENDİZ: Jüpiter gezegeninin adı

    ERKE: Enerji, iş başarma gücü; Nazlı

    ESEN: Sağlıklı, salim

    ESER: Emek sonucu ortaya çıkan ürün, yapıt; Yok olmuş bir nesneden kalan parça

    ESİN: Sabah rüzgarı

    ESNA: Yüksek, yüce

    ESRA: En çabuk, çok çabuk

    EVİN: Bİr şeyin içindeki öz; Buğday tanesinin olgunlaşmış içi, özü

    EYLÜL: Sonbaharda bir ay adı

    EZGİ: Belli bir kurala göre yaratılan ve kulakta haz uyandıran ses dizisi; Melodi, şarkı, türkü

    FAZİLET: Erdemli, iyi ahlaklı

    FERAH: Aydınlık, iç açıcı

    FERAY: Ayışığı, ayın parlaklığı

    FERCAN: İnsanın ruhuna aydınlık veren bir içtenliğe sahip olan

    FERDA: Gelecek zaman, yarın; Kıyamet

    FERHAN: Sevinçli, gönlü hoş

    FERZİN: Kraliçe

    FEYZA: Bolluk, çokluk

    FEZA: Boşluk, sınırsızlık; Uzay

    FİDAN: Yeni yetişen ağaç

    FİGEN: Yaralayan, kıran

    FİLİZ: Tohumdan çıkan sürgün

    FİRUZE: Açık mavi renkte, değerli bir süs taşı

    FULYA: Nergisgillerden güzel kokulu sarı bir çiçek

    FUNDA: Çalı ormanı, çalılık; Püskül, tepelik

    FÜRUZAN: Parlayan, parlak

    FÜSUN: Büyü





    Osmanlı:


    -G-

    GAMZE : Çene ya da yanakta gülümserken beliren çukurluk
    GAYE : Amaç , erek, varılmak istenen hedef
    GAZAL : Ceylan, geyik - Güzel, iri göz
    GENCAY : Hilal
    GİZEM : Sır / bilinmeyen şeyler, esrarengizlik
    GONCA : Açılmamış, tomurcuk halinde gül
    GÖKBEN : Özü genç olan
    GÖKÇE : Sevimli güzel / Gök rengi, mavimsi
    GÖKÇEN : Mavi gözlü
    GÖKNİL : Gökyüzüne ait olan, Gök + Nil olarak da düşünülebilir
    GÖKNUR : Nurlu, ışıklı, aydınlık gökyüzü
    GÖKSU : Mavi su, akarsulara verilen ad
    GÖKŞİN : Gök gibi mavi gözlü / Sonsuz mavi derinlik
    GÖNÜL : Kalp, eğilim, sevgi arzu heyecan gibi duyguların bulunduğu yer
    GÖRKEM : İhtişam, gösteriş
    GÖZDE : Göze girmiş, birince sevilip beğenilen
    GÜHER : İnci / Soy sop
    GÜL : Gülgillerin örneği olan bitki ve bunun çiçeği
    GÜLAY : Güllerin açtığı ay, mayıs
    GÜLBAHAR : Ebru yapmakta kullanılan koyu kırmızıboya
    GÜLBEN : Ben, gül'üm anlamında
    GÜLBİN: (Fars.) Gül kökü, gül biten yer
    GÜLBİZ : Bizim gülümüz
    GÜLCAN : Gül gibi güzel canlı
    GÜLÇİN : Gül derleyen, gül toplayan
    GÜLDEM : Hiç solmayan her dem gül, her dem gülen
    GÜLDEN : Gül gibi, güle ait, gülden yapılmış
    GÜLDEREN : Gül toplayan
    GÜLDESTE : Gül destesi
    GÜLEN : Güleç yüzlü
    GÜLENDAM : Gül gibi endamlı, zarif görünümlü
    GÜLER : Gülen, sevinçli
    GÜLFEM : Gül dudaklı, gül ağızlı
    GÜLFİDAN : Gül fidanı gibi endamlı
    GÜLGÜN : Gül renginde, kırmızı, pembe
    GÜLHANIM : Gül gibi güzel kadın
    GÜLİN : Güle ait olan, gülden gelen
    GÜLİSTAN : Gül bahçesi
    GÜLİZ : Gül gibi güzel iz bırakan
    GÜLİZAR : Gül yanaklı
    GÜLLÜ : Güzel kadın / Gülü olan
    GÜLNAZ : Gül gibi ince ve narin
    GÜLNİHAL : Gül fidanı
    GÜLNUR : Çevresini aydınlatan gül
    GÜLPEMBE : Gül pembesi / Gül gibi pembe yanaklı
    GÜLRİZ : Gül saçan, gül serpen
    GÜLSELİ : Gül seli
    GÜLSEN : Gül gibi güzel
    GÜLSEREN : Gül toplayan, dağıtan
    GÜLSOY : Gül gibi güzel bir soydan gelen
    GÜLSÜM : Yuvarlak yüzlü, güzel
    GÜLSÜN : Yaşam boyu yüzü hep gülsün anlamında
    GÜLŞAH : Gül dalı, güllerin kraliçesi
    GÜLŞEN : Gülistan / Gül bahçesi
    GÜLTEN : Gül gibi pembe tenli
    GÜLÜMSER : Her zaman gülümseyen
    GÜN : Gündüz vakti / Aydınlık
    GÜNAL : Gün al yaşa, kızıl renkli güneş
    GÜNER : Güneşin doğma zamanı - Fecr
    GÜNEŞ : Kendi sistemi içindeki gezegenlere ısı ışık veren gökcismi
    GÜNGÖR : İyi günler yaşa anlamında
    GÜNİZ : Günün başlangıcını belirleyen görüntü
    GÜNNUR : Güneş ışığının aydınlığı, nuru
    GÜNSEL : Günle ilgili güne ait
    GÜNSELİ : Işık seli, bol parlak ışık demeti
    GÜRCAN : Herkesi seven, özveride bulunan
    GÜVEN : Birşeyden beklenen niteliğe inanıp ona göre davranmak
    GÜZİDE : Seçkin, seçme, seçilmiş
    GÜZİN : Seçici, beğenici



    Osmanlı:


    -H-

    HALENUR: Kutsal ışık

    HANDAN: Güleç, sevinçli

    HANDE: Daima gülen, gülücük

    HANİFE: Allahın birliğine inanan; Hz. Muhammed zamanından önce tek tanrıya inanan

    HARİKA: Sıradanlığın üstündeki nitelikleriyle insanda hayranlık uyandıran

    HASLET: Doğuştan gelen güzel huy

    HAYAL: Varmış, olmuş gibi zihinde canlandırılan imge, görüntü

    HAYAT: Ömür, yaşam

    HAZAL: Kuruyup dökülen ağaç yapraklarının güzelliği

    HAZAN: Sonbahar

    HAZAR: Barış

    HERA: Mitolojide analığın yüceliğini temsil eden tanrıça

    HEVES: Bir şeye duyulan istek

    HEVİN: Aşk, sevda

    HELİN: YUVA

    HİLAL: Ayın yay biçimindeki görünüşü

    HİLDE: Kurtulmak, yükselmek, ilerlemek

    HOŞSEDA: Hoşa giden ses

    HÜLYA: İnsanın kurduğu tatlı düş; Sevda

    HÜMA: Efsanelerde geçen, yere konmayıp sürekli gökte kaldığına inanılan cennet kuşu

    HÜMEYRA: Kızıllık, pembelik

    HÜNER: İnce ve şaşırtıcı ustalık

    HÜRREM: Sevinçli, güleryüzlü

    HÜSNA: Pek çok güzel

    HÜSÜN: Güzellik



    Osmanlı:


    -I-İ-

    I-
    IĞIL: Çok yavaş akan su

    ILGAZ: Atın dört nala koşması

    ILGIM: Serap

    ILGIN: Beyaz ya da pembe, çiçekli, çok hafif yapraklı bir ağaççık (genellikle küçük akarsu kıyılarında bulunur)

    ILGIT: Esinti ve akış için kullanılan yavaş yavaş anlamında

    ILIM: Uzlaşmacı yumuşaklık

    IRMAK: Akarsuların en büyüğü

    IŞIK: Cisimleri görmeyi, renkleri ayırtetmeyi sağlayan fiziksel enerji

    IŞIL: Pırıltı, parlaklık, ışık, aydınlık

    IŞILAY: Işıltılı ay, parlayan ay

    IŞIN: Bir kaynaktan belli bir doğrultuya giden ışık çizgisi

    ITIR: Güzel koku; El ve yüze sürülen çiçek özü, esans


    İ-
    İDİL: Kır yaşamı içinde aşk konusunu işleyen kısa şiir; Volga ırmağına Türkler'in verdiği ad

    İLAYDA: Su perisi

    İLBÜKE: İlbey hanımı, seçkin hanım

    İLGİ: İki şey arasındaki ilişki; Birşeye duyulan merak; Eğilim

    İLGÜN: Ülke güneşi

    İLKBAHAR: Yılın ılık mevsimi

    İLKE: Temel alınan düşünce, kural

    İLKGÜZ: Eylül ayı

    İLKİM: İlk çocuğum anlamında

    İLKİN: İlk çocuklar için kullanılan adlardan

    İLKNUR: İlk+NUR=İlk ışık

    İLKYAZ: İlkbahar

    İLSEL: İlle ilişkili, yurtla ilişkili

    İLTER: Yurdu koruyan, yurtsever.

    İMGE: Düş, hayal, görüntü, tasarım

    İMRAN: Evine bağlı, evcimen anlamında

    İMREN: İmrenmek fiilinden, görünen şeyi edinme isteği.

    İNANÇ: İnanılan şey

    İNCİ: Süslemede kullanılan, istiridyede yetişmiş değerli madde

    İNCİLAY: Parlama,ışıldama

    İPAR: Yüksek dağların kar tutmayan yerlerinde yetişen çiçek

    İPEK: İpekböceği kozasından elde edilen ince, parlak kumaş

    İREM: Bahçeleriyle ünlü masal kenti

    İREN: Özgür, serbest

    İRİS: Mitolojide Tanrıların elçisi

    İYEM: Güzellik

    İZEL: El izi anlamında

    İZEM: Büyüklük, ululuk

    İZGİ: Güzel, adaletli, zeki

    İZLEM: İzlemek eylemi

    İZİM: Önceden bulunduğum yerde bıraktığım belirti anlamında



    JALE: Çığ, kırağı. Sabahları otların üzerinde olan su damlaları

    JALENUR : Parlayan, ışıldayan çiy

    JÜLİDE : Karışık, dağınık saç

    JANSET : Güneşin Doğuşu (Çerkez İsmi)

    JANSELİ : Güneşin Doğduğu Yer (Çerkez İsmi)

    JASMİN: Yasemin

    JEYAN: Kızan, kükreyen

    JİNSAL: Çağ, yaş, dönem



    Osmanlı:


    -K-

    KADER : Değişmez bir karar ile iyilik yada kötülük hazırladığına inanılan olağan üstü güç
    KADRİYE : Değerle ilgili / İtibar, onur
    KAMELYA : Çaygillerden büyük çiçekler açan bir bitki - Yabangülü
    KAMİLE : Tam, eksiksiz - Kemale ermiş - Bilgin, bilgili
    KAMURAN : İstediğine ulaşmış, mutlu
    KARANFİL : Kokulu bir çiçek
    KARDELEN : Baharda çok erken açan bir çiçek - Çiğdem
    KARMEN : Parlak kırmızı
    KAYRA : Büyük birinden gelen iyilik - İhsan
    KERİMAN : Cömert - Ulu, büyük
    KERİME : Cömert - Ulu, büyük - Kız çocuk
    KEVSER : Cennette bir akarsuyun adı
    KEZBAN : Aslı Kedbanu - vekilharç kadın (evi çekip çeviren)
    KISMET : Talih, nasip, kader
    KIVILCIM : Yanan bir maddeden sıçrayan ateş parçası
    KIYMET : Değer, paha (baha), bedel
    KİBARİYE : İnce, zarif - Cömert, asil
    KİRAZ : Gülgillerden bir meyva ağacının sulu
    KÖSEM : Sürülere rehberlik eden - Cildi temiz, pürüzsüz
    KUMRU : Güvercinden küçük boz renkli kuş
    KÜBRA : En büyük



    Osmanlı:


    -L-

    LAL: Parlak, koyu kırmızı renkte olan
    LALE : Yaprakları uzun, çiçekleri kadeh biçiminde çeşitli renkleri olan soğanlı bir süs bitkisi
    LALEHAN : Lalelerin sultanı
    LAMİA : Parlak, parlayan
    LATİFE : Yumuşak, hoş,güzel,nazik - Güldüren güzel söz , şaka
    LEMAN : Parlama, parıltı
    LEMİDE : Parlak, parıldayan
    LERZAN : Titreyiş, titrek
    LETAFET : Latiflik, hoşluk - Güzellik
    LEYLA : Uzun ve karanlık gece
    LEYLİFER: Gece ışığı
    LİLA: Açık eflatun
    LÜTFİYE : İyi muamele, güzellik ve hoşlukla ilgili
    LÜTUF : İyilik, güzellik, hoşluk - İhsan, bağış



    Osmanlı:


    -M-

    MACİDE : Şan ve şeref sahibi
    MAHİNUR : Ay ışığı - Ay yüzlü güzel
    MAHMURE : Uyku basmış, yarı baygın göz
    MAKBULE : Alınan, kabul olunan, beğenilen
    MANOLYA : Beyaz, güzel kokulu ağaç ve çiçekleri
    MARAL : Dişi geyik, ceylan, karaca
    MEDİHA : Övülmeye neden olan
    MEFHARET : Övünç, övünme, kıvanç
    MEFKURE : Ulaşılmak istenilen en yüce amaç
    MEFTUN : Gönül vermiş, tutkun
    MEHPARE : Ay parçası
    MEHTAP : Ay ışığı, Dolunay
    MEHVEŞ : Ay yüzlü güzel
    MELAHAT : Güzellik, güzel yüzlülük, yüzünde tatlı ifade olmak
    MELDA : İnce ve taze vücutlu
    MELEK : Allah ile insanlar arasında aracılık yapan manevi yaratık
    MELİHA : Güzel, Şirin
    MELİKE : Kadın hükümdar, hükümdarın karısı
    MELİS : Bal arısı
    MELİSA : Baklagillerden, yaprakları liomu andıran kokulu bir bitki
    MELODİ : Ezgi, müzik parçası
    MELTEM : Yazın, karadan denize doğru esen mevsim rüzgarı
    MENEKŞE : İnce saplı, ufak mavi çiçekli güzel kokulu bitki
    MENGÜ : Ebedi, ölümsüz
    MERİÇ : Bulgaristanla olan sınırımızda bulunan bir nehir
    MERİH : Dokuz gezegenden biri (Mars)
    MERVE : Mekke yakınlarında bir dağ
    MERYEM : Dinine bağlı kadın
    MESUDE : Mutlu, bahtiyar
    MISRA : Şiirin bir satırı
    MİHRİBAN : Seven, şefkatli
    MİMOZA : İnce sarı yapraklı çiçek açan bir süs bitkisi
    MİNE : Maden eşya üstündeki renkli sır tabakası
    MİRAY : Yılın ilk aylarında doğan / Güneş gibi ay gibi parlayan
    MUALLA : Makam ve rütbece yüksek olan
    MUAZZEZ : Saygı uyandıran, kıymetli - İzzet, şeref sahibi
    MUHTEREM : Saygın, saygıdeğer
    MUKADDER : Tanrı hükmü, kader, alın yazısı
    MUKADDES : Kutsal olan , mübarek olan Mukaddes Kutsal olan , mübarek olan
    MUNİSE : Sıcak kanlı, sevimli
    MUZAFFER : Zafer kazanan, üstün gelen
    MÜBERRA : Aklanmış, temize çıkarılmış
    MÜCELLA : Parlak, cilalanmış
    MÜESSER : Eser bırakan, eser sahibi
    MÜGE : İnci çiçeği,
    MÜJDE : İyi haber, sevinçli haber
    MÜJGAN : Kirpik
    MÜKRİME : İkramı bol olan
    MÜNEVVER : Aydınlatılmış, parlak ışıklı, bilgili
    MÜNİRE : Işık veren, aydınlatan
    MÜRÜVVET : Kişilik, şahsiyet, insanlık
    MÜŞERREF : Onurlandırılmış, şerefli kılınmış
    MÜYESSER : Kolaylıkla yapılan
    MÜZEYYEN : Süslü, süslenmiş, bezenmiş



    Osmanlı:


    -N-

    Naciye : Kurtulmuş, selamete kavuşmuş
    Nadide : Görülmemiş, görülmedik, ender bulunan
    Nadire : Az bulunur, seyrek, ender bulunan
    Nalan : İnleyen, feryad eden
    Naşide : Şiir söyleyen, şiir okuyan
    Naz : Kendini beğendirmek amacıyla yapılan davranış
    Nazan : Nazlanan, işve yapan, cilve yapan
    Nazlan : naz yap, cilveli ol
    Nazlı naz : yapan, cilveli, işveli
    Nazlı : Naz eden, cilveli, işveli
    Nazlım : naz yapanım, işvelim, cilvelim, benim nazlım
    Nazmiye : Vezinli ve kafiyeli sözle, nazımlailgili
    Nebahat : Onur, şeref, ün
    Necla : Çocuk, evlat, oğul, kuşak, sülale,nesil
    Necmiye : Yıldızlarla ilgili, yıldızlaraait
    Nehir : Irmak, büyük akarsu
    Nemutlu : Imrenilecek bir olgu dolayısıyla söylenen bir söz
    Nergis : Çiçekleri ayrı ayrı ya da bir kök üzerinde sarı ve beyaz renkte bir bitki
    Neriman : Pehlivan, yiğit
    Nermin : Yumuşak
    Neslihan : Han soyundan gelen
    Neslişah : Şah soyundan gelen
    Nesrin : Bir tür yaban gülü
    Neşe : Sevinç, gönül ferahlığı
    Nevin : Yeni
    Nevra : Işıklı parlak, çiçek
    Nezahat : İç temizliği, paklık
    Nezaket : Naziklik, zariflik, incelik ç
    Nezihe : Temiz, pak
    Nice : ne kadar, ne denli, nasıl, oldukça çok
    Nida : Seslenme, çağırma, seslenen
    Nigar : Resim, resim gibi güzel
    Nihal : İnce ve düzgün vücutlu, fidan gibi
    Nihan : Gizli, saklanmış, görünmeyen, sır, giz
    Nil : Afrika kıtasında bir nehir
    Nilay : Nil ve Ay, Nil'e ışıklarını saçan Ay
    Nilgün : Mavi renkte, çivit rengi
    Nilhan : Nil'in hanı
    Nilüfer : durgun sularda yetişen, yaprakları yuvarlak ve geniş Beyaz, sarı, mavi, pembe, çiçekli bir bitki
    Nimet : İyilik, iyi bir yaşantı için gerekli şeyler
    Nisa : Kadın


    Odil : o tatlı dil
    Oflaz : çok güzel, güzel olduğu için sevilen
    Okşan : Sevil, sevgiye değer ol
    Olca : savaşta ele geçirilen mal
    Olcay : rastlantıları düzenlediği, böylece de insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığı sanılan şey, şans, talih
    Olçum : eli işe yatkın, becerikli, usta, yetenek
    Olgaç : olgunlaşmış, yetişmiş, bilen, bilgili
    Oluş : olma biçimi, var oluş
    Omay : beğenilen, sevilen
    Omca : bağ kütüğü
    Ongu : onmuş olma durumu, sağlık, mutluluk
    Onur : Kişinin kendi öz saygısı, iç değeri, insanın kendine olan saygısı kibir çalım kurum
    Onuray : onurlu ve Ay gibi güzel
    Oray : kent üstüne doğan, Ay, kentli Ay
    Orgül : kent gülü, kale burcundaki gül
    Ortanca : yaş bakımından büyükle küçük çocuk arasında bulunan
    Oskay : neşeli, şen, sevinçli
    Oya : Dantel, süs, küçük kız kardeş
    Oylum : derinlik, bir cismin uzayda doldurduğu boşluk, kıvrım, bukle
    Oytun : kuytu yer, beğenilen, güzel kuytu yer, kendisinde kutsallık bulunan, kutsal


    Ö

    Öbek : tomurcu, aynı türden şeylerin oluşturduğu yığın küme
    Ödül : Iyi bir işe, bir başarıya karşılık olarak verilen şey armağan
    Öğe : Öke
    Öğet : Iyi, uygun, güzel
    Öğün : güzelliğinle, herşeyinle, övün, kendini öv
    Öğünç : övünmeye yol açan ya da hak kazandıran şey, Övünme; kıvanç, övünç, sevinç
    Öğüş : övme biçimi
    Öğüt : bir kimseye yapması ya da yapmaması gereken şeylerle ilgili Olarak söylenen, isteklendirici ya da caydırıcı söz
    Öke : olağanüstü işler başaracak yetenekte kişi, çok yetenekli
    Önay : Ay'ın ilk günlerindeki durumu, ilkay
    Öney : önde giden, ileri giden, önde olan
    Öngül : (ilk çocuk için) ilk gül, önde gelen gül, önde gelen
    Öniz : (ilk çocuk için) ilk iz, önceki iz
    Ören : eski yapı ya da kent kalıntısı
    Örengül : örende yetişen bir tür gül, ak gül, yaban gülü
    Örge : süs, motif
    Övgü : övme, övmek için söylenen söz
    Övgül : övgüye değer, övülmeye değer, övülesi
    Övgün : övülmeye değer, övgüye değer, övülesi
    Övgünç : bkz. Öğünç, övünç
    Övül : övülesin
    Övün : kendinle, güzelliğinle övünmelisin, övünesin
    Övünç : övünmeye yol açan ya da hak kazandıran şey, kıvanç, sevinç, övgünç,
    Öykü : ayrıntılarıyla anlatılan olay; gerçek ya da tasarlanmış olayları Anlatan, romandan kısa düzyazı türü, hikaye
    Özal : özü al, özü kızıl yalım rengi, al özlü, nar çiçeği özlü, öz al
    Özaltan : özü kızıl sabah vakti, öz al renkli tan
    Özaltın : özü altın, altın gibi içsel varlığı olan; halis altın
    Özant : Içten ant, samimi yemin
    Özarı : özü temiz, temiz ve öz, öz ve arı
    Özay : özü Ay gibi, gerçek ay, asıl Ay
    Özaydın : özü aydınlık, içsel varlığı pırıl pırıl
    Özaytan : özden Ay gibi doğan tan
    Özbal : hiçbir katkısı olmayan bal, gerçek bal, katkısız bal,bal özü
    Özbek : yürekli, doğru, Orta Asya'da yaşayan bir Türk boyunun ve bu boydan olanların adı
    Özbil : özünü bil; ayrıntıyı değil "öz" olanı bil, özü bil
    Özbilek : özünü bilen, öz bilgili
    Özbilen : "az ama öz" bilen, herşeyin özünü bilen
    Özbilge : öz bilen bilgili kişi
    Özbilir : "az ama öz" bilir, herşeyin özünü bilir
    Özcan : özden doğan can
    Özdal : küşinin özünden dal gibi doğan



    Osmanlı:


    -P-

    Pakize : Çok temiz, hoş ve güzel
    Papatya : baharda çiçek açan, taç yaprakları beyaz, ortası sarı çiçekli bir kır bitkisi
    Parla : parılda, pırıl pırıl aydınlık saç
    Parlar : parıldar, pırıl pırıl eder, ışık saçar
    Pekay : Ay'a pek benzeyen; sert Ay, katı Ay; sağlam Ay
    Peköz : sağlam öz, özü sağlam kimse
    Pekşen : çok neşeli, çok şen
    Pelin : Siyah ve beyaz renkte acı kokulu bir tür bitki
    Pelinsu : Pelin + Su (Bkz Pelin)
    Pelit : meşe ağacı ve yemişi
    Pembe : Açık kırmızı renk
    Peren : yaprakları gri yeşil ve tüylü, çobanyastığı da denilen bir bitki
    Peri : Çok güzel, çekici, dişi cin
    Perihan : Peri padişahı, perilerin başı
    Perran : Uçan, uçucu
    Pervin : Ülker yıldız takımı (Süreyya)
    Petek : Arı kovanı, bal mumundan yapılan hazne
    Pınar : Suyun topraktan kaynayıp geldiği yer
    Pırıl : "pırıl pırıl" ikilemesinin tekil hali, ışıl
    Pırıltı : parlayan bir şeyin çıkardığı ışık
    Piraye : Süs, bezek
    Pürçek : bitkilerin saçaklı kökü ya da püskülleri; şakaklardan sarkan Saç, zülüf, perçem
    Püren : sarı, kırmızı ve çok güzel çiçekleri olan, ufak yapraklı, arıların Çok sevdiği bir tür çalı



    Osmanlı:


    -R-

    RAHŞAN: Parlayan, parlak, aydınlık

    RANA: İyi, güzel, yumuşak, hoş

    RAVZA: Sulu, su yatağı yer; Bahçe

    RENAN: Çok ses çıkaran, çınlayan

    RENGİN: Boyalı, renkli; Hoş, latif ve güzel

    REVAN: Yürüyen, giden; akan, akıp giden

    REYHAN: Yaprakları güzel kokan bir süs bitkisi, fesleğen

    REZZAN: Ağırbaşlı, onurlu

    RUHAN: Güzel kokulu

    RUHSAR: Yanak, yüz, güzel yüz

    RÜÇHAN: Üstünlük

    RÜYA: Düş; Gerçekleşmesi imkansız durum, hayal; Gerçekleşmesi beklenen şey, umut



    Osmanlı:


    -S-

    SAADET : Mutluluk
    SABAH : Günün başlangıcı
    SABAHAT : Güzellik
    SABİHA : Güzel, şirin
    SABİTE : Yerinde duran, kımıldamayan
    SABRİYE : Sabırlı, dayanıklı
    SACİDE : Secdeye varan, yere yüz süren
    SADRİYE : Göğüsle ilgili
    SAFİYE : Katıksız, katışıksız saf
    SAHİBA : Bir şeyi elde etmiş olan
    SAHURE : Sahur zamanı doğan kız çocuğuna verilen ad
    SAİME : Oruç tutan, oruçlu
    SAKİNE : Oynamayan, kımıldamayan, durgun
    SALİHA : İyi, yarar, yetkili, hakkı olan
    SALİME : Eksiksiz, sağ, sağlam
    SAMİME : Bir şeyin temeli, en köklü yeri
    SAMİYE : Yüksek, ulu
    SANAY : Ay gibi güzel
    SANEM : Put - Güzel kadın
    SANİA : Sanat eseri yaratan - Yapan , oluşturan
    SANİYE : Dakikanın 60'ta biri süresinde zaman birimi
    SATI : Düğün alışverişi - Satış, alışveriş
    SEBLA : Uzun kirpikli göz
    SEÇİL : Beğenilen, seçilen
    SEDA : Yankı, ses
    SEDEF : Midye ve istiridye gibi hayvanların beyaz ışıltılı parlak kabuğu
    SEDEN : (Sedan) sesin, seslenişin
    SEHER : Tan ağartısı, ortalığın aydınlandığı an
    SELCAN : Hareketli, coşkulu
    SELDA : (Seldağ) Dağ seli, dağdan inensel
    SELEN : Haber, havadis, kulakla duyulan,işitilen
    SELİN : Senin Sel'in, Sana ait sel
    SELMA : Doğru ve iyi yolda, selamette olma
    SELVİ : Yaz kış yeşil kalan ince uzun birağaç
    SEMA : Gökyüzü
    SEMAHAT : Cömertlik, el açıklığı
    SEMİHA : Cömert gönüllü, eli bol
    SEMİN : Değerli, pahalı
    SEMİRAMİS : Asur kraliçesinin adı
    SEMRA : Esmer
    SENA : Övme, övüş - Şimşek parıltısı
    SENAY : Ay gibisin sen anlamında
    SENEM : Tapılacak kadar güzel kadın, sevgili
    SENİHA : Yüce, yüksek
    SERAP : Çölde uzaktan su gibi görünen ışık yanıltmacı
    SERAY : Ay gibi güzel
    SEREN : Yelken gerilmek üzere direğe çapraz takılan ağaç
    SERİN : Ilıkla soğuk arası
    SERPİL : Serpilmiş, gelişmiş
    SERRA : Rahatlık, kolaylık
    SERTAP : İnatçı
    SERVA : Masal
    SEVAL : Severek alınan
    SEVCAN : Sevgili insan
    SEVDA : Aşk, sevgi, tutku tutkunluk
    SEVGİ : Aşk, sevme duygusu
    SEVİL : Sevgiye değer, sevilen
    SEVİLAY : Ay gibi hep sevilen
    SEVİM : Birine yakınlık duymak, sempati
    SEVİN : Memnun ol, neşelen
    SEVİNÇ : Neşe, iç ferahlığı
    SEVTAP : Aşırı, tapacak kadar sevgi duyan
    SEYHAN : Kenten kente yolculuk
    SEYRAN : Gezinme
    SEYYAL : Akışkan, sıvı, yerinde duramayan
    SEZA : Uygun, yaraşan
    SEZAL : Sezgili
    SEZEN : Sezgisi güçlü olan
    SEZER : Sezgisi güçlü olan
    SEZGİ : Anlama, sezme yeteneği
    SEZGİN : Duygulu, anlayışlı
    SICAK : Sıcakkanlı, cana yakın
    SIDIKA : Çok içten ve doğru kimse
    SILA : Gurbete çıkanın doğup büyüdüğü yer
    SIRMA : Altın yaldızlı, ya da yaldızsız ince gümüş tel
    SİBEL : Bulutla yer arasında yere düşmeyen yağmur damlası / Buğday başağı
    SİMA : Düz, çehre - İnsan, tip
    SİMGE : Alamet, sembol, birşeyi anlatan im, imge
    SİNEM : Benim tenim, benim vücudum, göğsüm
    SOLMAZ : Güzelliğini, tazeliğini uzun süre koruyan
    SONAT : Bir veya iki çalgı için yazılmış 3-4 bölümlü müzik eseri
    SONAY : Yılın son ayı
    SONGÜL : Son açan gül
    SONNUR : Son ışık
    SU : Rengi kokusu ve tadı olmayan saydam sıvı madde
    SUDE : 1-Hz.Peygamberin 2.eşinin adı, 2-Sürülmüş, tarla gibi işlenmiş, 3-Boyalı, sürmeli Farsça
    SULTAN : Hükümdar ailesinden, anne, kızkardeş
    SUNA : Boylu poslu endamlı / Erkek ördek
    SUNAY : Ay sun, ay ışığı sun
    SUZAN : Adak ayı
    SÜHANDAN : Güzel konuşan
    SÜHEYLA : Güney yönünde görünen parlak yıldızlar



    Osmanlı:


    -Ş-

    Şadiye : Sevinç, neşe, mutluluk
    Şahika : Yüksek, yüce, dağın zirvesi
    Şanal : ün kazan, ünlü bir kimse ol, ünlen
    Şanlı : herkesçe iyi bilinen, ünü büyük, ünlü
    Şansal : herkesçe tanın, ünlen
    Şaziment : Allah'ın adamı- Allah'a ait olan,onun yolundan giden kişi
    Şaziye : Özellikleri kimseye benzemeyen
    Şebnem : Çiğ, gece nemi, jale
    Şefika : Şefkatli, acıması, esirgemesi bol olan
    Şehnaz : Doğu müziğinde bir makam / Çoknazlı
    Şehrazat (d) : 1001 gece masallarında bir masal kahramanı kadın
    Şelale : Büyük çağlayan, çavlan, akarsunun yüksekten yere düştüğü bölümü
    Şen : yaşayışından memnunluğunu davranışıyla gösteren, bunu Çevresindekilere de yayan, neşeli
    Şenay : Mutlu geçen ay
    Şenel : neşelen, eğlen, şenlen, bakımlı hale gelesin,
    Şener : şen kimse, şen kişi
    Şengil : şen kimse, neşeli kimse, içtenlikli
    Şengül : İnsanın içini açan gül / hep şen olup hep gülmek
    Şengün : neşeli gün
    Şeniz : hepimiz neşeliyiz, neşeli iz
    Şenkal : neşeli ve şen kal
    Şennur : Işık saçan, neşe saçan
    Şenol : neşeli, şen ol
    Şensoy : neşeli soy, şen soy
    Şensu : neşeli su, şen su
    Şermin : Utangaç
    Şevval : Arap takviminin onuncu ayı
    Şeyda : Çılgın, deli divane
    Şeyma : Eski Türk adlarından
    Şiir : Zengin sembollerle uyumlu seslerle ortaya çıkan edebi anlatım biçimi
    Şölen : Eğlence, kutlama, şenlik
    Şule : Alev, ateş alevi
    Şükran : İyilik bilme, minnettarlık
    Şükriye : Görülyen iyiliğe karşı şükretmek , hoşnut olmak


    -T-

    TAÇNUR : Mutluluk
    TAHİRE : Gündoğusundan esen rüzgar
    TAHSİNE : Günün başlangıcı
    TALHA : Güzellik
    TALİA : Güzel, şirin
    TAMAY : Sabırlı, dayanıklı
    TANAY : Secde eden
    TANSU : Şafak rengi vurmuş su
    TANYEL : Katıksız, arı - Seçilmiş
    TARA : Sahur zamanı doğan kız çocuğuna verilen ad
    TAYYİBE : İyi, hoş, çok temiz
    TEKGÜL : Durgun - Kendi halinde sessiz
    TENAY : Uygun, yakışan - Yetkili olan - Dine uygun hareket eden
    TENDÜ : Öz, asıl
    TENNUR : Yüksek, ulu
    TEZER : Çabuk ve erken
    TİJEN : Ay gibi güzel
    TİLBE : Put - Güzel kadın
    TUBA : Sanat eseri yaratan - Yapan , oluşturan
    TUĞÇE : Dakikanın altmışta biri
    TURNA : Avrupa ve Kuzey Afrika'da yaşayan göçmen kuş türü
    TUTAM : Bir desteden daha / parmak uçlarıyla alınabilen / Tutmaktan tutam
    TUTKU : İradeyi aşan güçlü coşku, ihtiras
    TÜLAY : İncelikle, düşünce ile ilgili
    TÜLİN : Uzun kirpikli göz
    TÜNAY / TUNAY : Mehtap, ay ışığı, gece görülen aydınlık
    TÜRKAN : Hakana saltanatta ortaklık edeneşi
    TÜRKÜ : Yankı, ses



    Osmanlı:


    -U-Ü-

    Uçay : uçtaki ay
    Uçkan : Uçucu, uçan kuş, uçmaya düşkün, uçmayı seven, uçan
    Uğan : eski Türklerde gök tanrısı, Güneş, Ogan, Oğan
    Uğur : halkın kiimi olgularda gördüğü iyilik muştusu, kimi nesnelerde var olduğuna İnandığı iyilik kaynağı, iyilik
    Uğuray : uğurlu ay
    Uğurtan : Uğurlu sabah vakti, uğur getiren tan
    Ulca : savaşta ele geçirilen mal, olca
    Ulcay : rastlantıları düzenlediği, böylece de insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığı sanılan şey, olcay, şans, talih
    Ulufer : durgun sularda yetişen, yaprakları yuvarlak ve geniş, beyaz, sarı, mavi pembe Çiçekli bir su bitkisi olan nilüferin bir başka söyleniş biçimi
    Ulun : ucunda temreni olmayan ok, sivri demirsiz ok
    Ulus : aynı sınırlar içinde, aynı bayrak altında yaşayan insan topluluğu
    Ulusal : ulusla ilgili
    Ulviye : Yüce, yüksek, gökle ilgili
    Umay : (Farsça "hüma" hümay'ın Türkçeleşmiş biçimi) Hint Okyanusu adalarında bulunan, Güvercin büyüklüğünde, zümrüt yeşili kanatları olan, kemikle beslenen, üzerinden geçtiği kimselere zenginlik ve mutluluk getireceğine inanılan, masal kuşu, devlet kuşu,
    Umdu : umutlandı, istediği umut, istek
    Umut : ummaktan doğan iç erinci, umulan şey
    Urçuk : Iğ, kirmen
    Urçun : kurumuş iğde dalı
    Uslu : yaramazlık etmeyen, huysuz olmayan, söz dinleyen
    Usulca : Yavaşça, duyurup sezdirmeden, belli etmeden, sezdirmeksizin
    Utku : birçok emek ve çekinceli uğraşlar sonucu erişilen mutlu sonuç, yengi, zafer
    Utkugül : yengi gülü, zafer gülü
    Utkugün : yengi günü, mutlu günü, zafer günü, kazanılmış gün
    Uygu : Iki şey arasındaki uygunluk ilgisi
    Uysal : yumuşak başlı, söz dinler, söz analar
    Uzay : bütün varlıkları her yandan kaplayan sonsuz boşluk

    Üçgül : üç küçük yapraktan oluşan, bileşik yapraklı, pembe, beyaz, kırmızı Mor ve sarı renkte çiçekler açan bir ot
    Ülcan : ele avuca sığmaz, çok canlı
    Ülfet : Alışıklık, dostluk, yakınlık duymak
    Ülgen : yüce, yüksek, ulu, büyük, sağlam, iyilik tanrısı
    Ülger : yedi yıldızdan oluşan takımyıldız, Ülker
    Ülgeray : Ülker yıldızı ve Ay
    Ülke : bir devletin egemenliği altındaki toprakların topu, turt
    Ülkem : "benim olan ülke" "benim ülkem"
    Ülker : Boğa burcunda yer alan ve yedi yıldızdan oluşan takımyıldızı
    Ülkü : Ancak, düşüncede varolan şey
    Ülküm : "benim olan ülkü", "benim ülküm", "ulaşmak istediğim yüce dilek"
    Ülkütan : tan vakti doğan yüce dilek
    Ümmiye : Okur yazar olmayan kadın
    Ümran : Mutluluk bolluk bereket / Bayındırlık
    Ün : ses, ünleme, çığlık, iyi ad, tanınma, san
    Ünay : ünü olan Ay, ünlü Ay, ün ve ay
    Ünsal : herkesçe tanın, ünlü ol, ününü her yana Sal
    Ünsel : Ünü sel gibi aşan
    Ünseli : Ünü sellere benzeyen
    Ünsev : ünlü ol ve sev
    Ünseven : tanınıp ünlü olmayı seven
    Ünsevin : ünlü ol sevin
    Ünver : herkesçe tanın, ünlü ol, ününü her yana Sal
    Ürengül : üreyen, çoğalan gül
    Ürün : doğadan elde edilen yararlı şey
    Ürünay : Ay'ın verdiği ürün, ürün veren Ay
    Üstün : nitelik bakımından benzerlerinin çok üstünde olan, iyi nitelikli, Yüksek düzeyli
    Üstünay : benzerlerinin çok üstünde ve Ay gibi güzel
    Üstüngül : nitelik bakımından en üstün gül, iyi nitelikli gül, güzel gül
    Üzer : Yıldırım Beyazıt'ın kızlarından birinin adı, Üzer Hatun



    Osmanlı:


    -V-

    VAHİDE : Tek, bir
    VARİDE : Gelen, erişen - Söylenti
    VASFİYE : Nitelikli
    VEDİA : Korunması için bırakılan emanet
    VEFİKA : Uygun, aynı fikirde, yoldaş
    VELİDE : Yeni doğmuş çocuk
    VERDA : Verdane (merdane Osm.) / Verd (Ar.)'den Verda, gül anlamında
    VESİLE : Neden, sebep - Kavuşma
    VİCDAN : İyiyi kötüden ayırmaya yarayan şuur, ahlak
    VİLDAN : Yeni doğmuş çocuklar
    VUSLAT : Kavuşma, yetişme, ulaşma



    Osmanlı:


    -Y-

    YAĞMUR : Yeryüzüne düşen yağışın sıvı halinde olanı
    YAKUT : Aliminyum oksit, yapısında parlak kırmızı renkli değerli taş
    YANKI : Sesin bir yere çarpıp geri dönmesi ile oluşan ikinci ses, ses yansıması
    YAPRAK : Ağaç ve bitkilerin yeşil kısımları
    YAREN : Dost, arkadaş
    YASEMİN : Kokulu çiçekler açan bir tür ağaççık
    YAŞAM : Hayat
    YAZGÜLÜ : Yaz ve Gül tamlaması / Yazın açan gül "şimdilerde bir de güz gülleri var"
    YELDA : Uzun ve siyah / Yılın en uzun gecesi
    YELİZ : Yel ve iz rüzgar ve izi anlamında
    YEŞİM : Yeşil renkli değerli taş
    YETER : Kafi, tamam, gereksinimi karşılayacaknitelikte olan
    YILDIZ : Güneş ve ay dışında gökyüzündeki ışıklı cisimlerden her biri
    YONCA : Birçok türü bulunan bitki
    YOSUN : Çiçeksiz bitkilerin, suların yüzünde ve dibinde bulunan bir türü
    YUDUM : Bir içimlik sıvı
    YURDAGÜL : Yurduna güller saçan, güzellik getiren
    YURDANUR : Yurduna nur getiren
    YÜKSEL : Özellikle manevi anlamda yüce ol



    Osmanlı:


    -Z-

    ZAHİDE : Dinin yasak ettiği şeylerden sakınan
    ZAMBAK : Güzel iri çiçekli bir süs bitkisi
    ZARAFET : İncelik, güzellik
    ZEHRA : Beyaz ve parlak yüzlü olan
    ZEKİYE : Zeka sahibi, kavrayışlı
    ZELİHA : Züleyha, su perisi
    ZENNAN : Kadınlar
    ZENNUR : Zinnur, nurlu, ışıklı
    ZEREN : Anlayışlı, zeki
    ZERRİN : Altından yapılmış - Altın renginde - Bir cins çiçek - Fulya
    ZEYNEP : Değerli taşlar, mücevherler
    ZEYNO : Zeynep'in halk dilindeki söylenişi
    ZİNNUR : Nurlu, ışıklı
    ZİŞAN : Şanlı, ünlü, çok tanınmış
    ZİYNET : Süs, süs eşyası
    ZUHAL : Satürn
    ZÜBEYDE : Öz, asıl
    ZÜHAL : Dokuz gezegenden altıncısı (Satürn)
    ZÜHRE : Çiçek açan / Çoban yıldızı (Venüs)
    ZÜLAL : Berrak, saf, tatlı, soğuk su
    ZÜLEYHA : Hz. Yusuf'un karısının adı
    ZÜLFİYE : Saçları çok güzel olan
    ZÜMRA : Güzel, iyi ahlaklı - Zeki, bilgili kadın
    ZÜMRÜT : Yeşil renkli bir değerli taş

    Konu Unnecessary tarafından (07-09-2009 Saat 14:49 ) değiştirilmiştir.
    alptraum, yabanGülü, shevval ve 1 diğerleri bunu beğendiler..
  2. Alt 12-04-2010, 00:22 #2
    Ziyaretci
    Misafir Mesajlar: n/a
    dilruba farsça gönülçelen , gönül hırsızı , hemen gönülalan neşeli güzel bayan demektir .

  3. Alt 02-03-2012, 07:27 #3
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Osmanlı devletinde yaşamış önemli bayanların (kadınların) isimleri ve tarihçesi

    Zeynep Hatun:
    Fatih dönemini Mihrî Hatunla birlikte temsil eden Zeynep Hatun, adı bilinen ilk Türk kadın şairi olup, kaynaklarda Amasyalı ya da Kastamonulu olduğu ifade edilmektedir. Divan edebiyatının şekillenme döneminde Fatih çevresinde hissedilen verimli sanat iklimi, sanata ve sanatçıya hasredilen teşvik bu iki kadın şairin varlık göstermesinde de etkili olmuş olmalıdır. Asıl adı Zeynünnisa olan Zeynep Hatun bir kadı kızıdır. Bir kadı olan ve şiir çalışmalarını anlayışla karşılayan İshak Efendi ile evlenmiştir. Kültürlü bir muhitte yetişmiş, Arapça, ve şiirler söyleyecek olgunlukta Farsça öğrenmiş, Mihrî Hatun ile tanışıklık kurmuştur, Şiirin yanı sıra beste yapabilecek ölçüde musıki çalışmaları da olan Zeynep Hatun 1563’de Amasya’da ölmüştür.
    Fatih adına tertip edilmiş bir Divan sahibi olup, eldeki şiirlerine bakılırsa açık ve sade bir söyleyişin sahibidir. Bir kıt’asının,

    Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım
    Cihanda dem-be-dem artar tükenmez bî-nihâyettir,

    beyti ünlüdür.


    Mihrî Hatun:
    Fatih dönemi şairlerinden olan Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerindendir. Amasyalıdır. Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa olup, 1460 ya da 1461 yılında doğmuştur. Mihrî mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya (Belâyî)’dan almıştır.
    Dillere destan bir güzelliğin, hayranlık uyandırıcı bir kültür ve birikimin sahibi olmasına rağmen kendisine yöneltilen bütün evlilik tekliflerini geri çevirerek ömrü boyunca bekâr kalmıştır. Dönemine göre serbest bir yaşantının sahibi olan Mihrî, tarihçi Hammer tarafından “Osmanlılar’ın Sapho’su” olarak isimlendirilmiştir. Çevresinde platonik aşklarına dair fısıltılar daima mevcut bulunan Mihrî’nin, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi’ye duyduğu aşka dair ipuçlarına şiirlerinde de rastlamak mümkündür. Evinde düzenlediği edebî meclisler gibi, samimi kadın duygularını çekinmeksizin şiirinde terennüm etmiş olması cihetiyle de, kendisinden sonra yetişenler arasında en çok XIX. asır şairi Nigâr binti Osman’a benzetilebilir. Ona erken bir Nigâr Hanım olarak bakmak mümkündür.
    Kolay söyleniyormuş izlenimi veren sade bir şiiri vardır ve bunlar arasında en başarılı bulunanları nazireleridir. Dönem şairlerinden Necati’nin etkisinde kalan Mihrî’nin, şiirlerini Necati’ye gönderdiği ve onun şiirlerine nazireler yazdığı bilinmektedir.
    Necati’nin ünlü Döne Döne redifli gazeline nazire olarak yazdığı ve;

    Âteş-i gamda kebâb oldu ciğer döne döne
    Göklere çıktı duhânımla şerer döne döne

    matlalı gazeli bunlardan biridir.
    1506 yılında Amasya’da ölen Mihrî Hatun’dan geriye eser olarak Divan’ı kalmıştır.


    Hubbî Hatun:
    Hubbî Hatun bir XVI. asır şairi olup Divan şiirinin zirvesini teşkil eden Kanuni dönemini kadın şair olarak temsil etmektedir. (Aynı asırda, Baki’nin hanımı Tutî Kadın’ın da şiir yazdığı söylenmektedir). Asıl adı Ayşe olan Hubbî Hatun da Mihrî ve Zeynep gibi Amasyalıdır. Kanuni’nin süt kardeşi Şemsi Çelebi’nin Hanımıdır. Bu yakınlık Hubbî Ayşe’nin saraya intisabına zemin hazırlamış, önceleri II. Selim’in, sonra da III. Murad’ın nedimesi olarak saray muhitinde şiiri için gerekli kültür atmosferini bulmuş, zamanın hocalarından dersler almış ve Arapça’yı çok iyi öğrenmiştir. Şuara tezkirelerinde kendisinden evvelki kadın şairlerden daha kuvvetli olduğu ifade edilirse de, kadın duygularını terennümü ve lirizmi bakımından Mihrî’nin önüne geçemediği fark edilir. Erkeksi bir duyuşu vardır.
    Gazel ve kasideler yazan, Hurşid ve Cemşid adlı üç bin beyti aşkın bir mesnevisi olan Hubbî Hatun 1590 yılında İstanbul’da ölmüştür.


    Sıtkî Hatun:
    XVII. asrın ikinci yarısında yaşayan Sıtkî Hanımın asıl adı Ümmetullah olup, bir kazasker kızıdır. Kardeşi Faize Hanım da şairdir ancak Sıtkî kadar tanınmış değildir. Bayramiye tarikatıne mensup olan Sıtkî Hanım gazel ve ilâhiler yazmıştır. Divan’ı ile Genc-i Envâr ve Mecmuaü’l Hayal adlı basılmamış tasavvufî şiir mecmuaları bulunmaktadır. 1703 yılında ölmüştür.


    Ani Hatun:
    Ani Fatma kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğmuştur. Akıllı, bilgili ve eğitimli bir kadın olup, “Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)” lâkabıyla anılmıştır. Arapça bilen, doğu ve Batı edebiyatlarını öğrenmiş bulunan Ani Hatun’un bir Divan teşkil ettiği söylenmekteyse de bu eser ele geçmiş değildir. Ani Hatun bir hattat olarak da ün yapmıştır. Hattatlığının şairliğinden üstün olduğu bazı tezkirelerde ifade edilmektedir. 1710 yılında ölmüştür.


    Fıtnat Hanım:
    Asıl adı Zübeyde olan Fıtnat Hanım bir şeyhülislâm kızı olup adı bize kadar gelen kadın şairler arasında en dikkat çekicilerden birisidir. Aydın ve şairi bol bir çevrede yetişmiş, edebî muhitlere girip çıkmıştır. Şiirleri kadar nükteleri ve kendisi ile Koca Ragıp Paşa ve şair Haşmet çevresinde teşekkül eden latifelerle de tanınmıştır. Ancak bunların bir kısmı kaba olup, orijinal yazılı kaynaklarda mevcut bulunmadığına bakılırsa uydurmadır. Fıtnat Hanım kendisini anlamayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen bir zât olan Derviş Mehmet Efendi ile yaptığı evlilikte hiç mutlu olamamıştır. Bir Divan teşkil etmişse de şiirlerinde kadın kalbinin samimiyetini bulmak zordur. 1780 yılında ölmüştür.

    Güller kızarır şerm ile ol gonce gülünce,

    mısraı ile başlayan şarkısı çok ünlüdür.


    Leylâ Hanım:
    Bir kazasker kızı olan Leylâ Hanım, Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğenidir. Çocuk denecek yaşta evlendiyse de bir hafta üzerine, daha ilk geceden kabalıklarına tanık olduğu eşinden ayrılmıştır. Saray kadınlarıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şairdir. Hazır cevaplığı ve nüktedanlığı ile de tanınmıştır. Leylâ Hanım, Mevlevî tarikatine mensup olup Mihrî Hatun kadar olmasa da kadın duygularını biraz olsun terennüm etmesiyle ve zamanına göre bir kadın için serbest sayılabilecek söyleyişleriyle dikkat çeker. Edebî bir çevrede yaşamış ve yazmaktan hiç uzak kalmamış olan Leylâ Hanımın şiir dili açık ve sadedir. Bir Divan’ı vardır. 1847 yılında ölmüştür.

    Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr

    mısraıyla başlayan

    Zâlim beni söyletme derûnumda neler var

    nakaratlı şarkısı çok ünlüdür.


    Şeref Hanım:
    Şeref Hanım şairi bol ve kültürlü bir ailenin kızı olarak 1809 yılında İstanbul’da doğmuştur. Kadirî ve Mevlevî tarikatlerine mensubiyeti bilinmekte olup, sıkıntılı bir ömür geçirdiği II. Mahmud’a ve Valide Sultan’a yazdığı şiirlerden anlaşılmaktadır. Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirlerinde sade ve düzgün bir anlatım vardır. Divan sahibidir. 1861 yılında ölmüştür.


    Sırrî Hanım:
    Asıl adı Rahile olup Diyarbakırlıdır. 1814 yılında kültürlü bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Divan kültürüyle yetişmiş, bir müddet Bağdad’da yaşadıktan sonra İstanbul’a gelmiş, Kâmil Paşa konağının şiir-edebiyat sohbetlerine katılmış daha sonra Kâmil paşa ile evlenmiştir. Kızının ölümü üzerine yazdığı içli bir Mersiye ile tanınan Sırrî Hanımın bir divan oluşturacak kadar şiiri vardır. Kadirî olan Sırrî Hanım 1877’de ölmüştür.


    Âdile Sultan:
    Dönemi, kadın şairler bakımından diğer dönemlere nazaran daha zengin bir görüntü veren II. Mahmud’un kızı olan Âdile Sultan, 1825 yılında doğmuştur. Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha az başarılı bir şairdir. Saray çevresinde iyi bir eğitim almış olmasına rağmen, dil, vezin ve kafiye bakımından çözük bir dili vardır. Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazmıştır. Fuzulî, Şeyh Galib ve Muhıbbî (Kanuni Sultan Süleyman) etkisindedir. Kızını ve kocasını kaybetmiş, bu acılar şiirini etkilemiştir. Nakşıbendî tarikatine girmiş, hikemî şiirler de yazmıştır. Kendi Divan’ı basılmamışsa da Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı’nın basılmasını sağlamıştır. 1898 yılında ölmüştür.


    Nakıye Hanım:
    Şeref Hanımın yeğeni olan Hatice Nakıye Hanım 1845 yılında doğmuştur. Daha ziyade bir eğitimci olarak tanınır. Eğitimli ve kültürlü bir kadın olarak döneminde bir hayli hizmet vermiş, II. Abdülhamid tarafından bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Türkçe ve Farsça şiirler yazmışsa da şairliği eğitimciliğinin gölgesinde kalmış, dergilerde dağınık halde kalan şiirleri bir araya getirilmemiştir. Ancak bunların bir kısmı kardeşi Nebil Bey’in Divan’ının sonunda bir bölüm halinde, bir kısmı da Ahmet Muhtar Bey tarafından yayımlanmıştır. Hiç evlenmemiş bulunan Nakıye Hanım 1879 yılında ölmüştür.


    Münire Hanım:
    Bir sadrazam kızı olan Münire Hanım 1825 yılında doğmuş ve iyi bir eğitim almıştır. Mevlevî tarikatine mensup olup çoğu tasavvufî şiirler yazmıştır. 1903 yılında ölmüştür.


    Feride Hanım:
    Kültürlü bir aileden gelmekte olan Feride Hanım 1837 yılında doğmuştur. İlk derslerini, Arapça ve Farsça bilgisini babasından almıştır. Hattatlığı da olan Feride Hanım nesih bir Kur’an yazmıştır. Önce eşinin, sonra babasının ölümü üzerine içe kapanık bir hayat sürmüş, 1903 yılında ölmüştür.


    Saniye Hanım:
    1836’da Trabzon’da doğan Saniye Hanım şiir zevkini de aldığı babası tarafından eğitilmiştir. Divan tarzı kadar halk tarzında da şiirler yazmış, aruz kadar hece ölçüsünü de kullanmıştır. Bir Divan teşkil edecek hacimde şiiri olduğu halde bunları tertip etmemiş olan Saniye Hanımın birçok şiiri de bir yangında yok olmuştur. Evliliği sebebiyle bir süre Rize’de yaşayan Saniye Hanım 1905 yılında Trabzon’da ölmüştür.


    Fıtnat Hanım (Trabzonlu, Hazinedarzâde):
    Tanzimat yıllarında yaşadığı halde geleneksel çizgide şiirler yazan ve kendisinden yaklaşık 1,5 asır evvel yaşamış adaşı Zübeyde Fıtnat’la karıştırılmaması için imzasını “Yeni Fıtnat” olarak atan Hazinedarzâde Fıtnat Hanım 1842 yılında Trabzon’da doğmuştur. Dönemin Trabzon valisi Hazinedarzâde Abdullah Paşa’nın kızıdır.
    Dört yaşında iken ailesiyle birlikte İstanbul’a gelen Fıtnat Hanımın eğitimine ailesi tarafından önem verilmiş, çok iyi derecede Farsça öğrenmesi ve tahsiline evliliğinden sonra da devam etmesi sağlanmıştır. Ancak şiir ve edebiyatla uğraşmasından hoşlanmayan bir adamla yaptığı ilk evliliğinde mutlu olamadığı, kaynaklarda adı geçmeyen ilk eşinin, uzun ve güzel olduğu için Fıtnat Hanımın kirpiklerini kestirmeye kaykıştığı bilinmektedir. Kocasının şiir ve edebiyatı men etmesi üzerine hattatlığa yönelen Fıtnat Hanım devrinde, bir güzellik şöhretine de sahiptir. Ahmed Midhat Efendi’nin kuzeni olduğu söylenen Fıtnat Hanım, Hakkı Tarık Us’un derleyerek yayımladığı mektuplara bakılırsa[1] “Hâce-i evvel” ile bir muaşaka da yaşamıştır. Tertip edilmiş fakat basılmamış bir Divan’ı vardır. Divan geleneği içinde eser veren kadın şairlerin en önemlilerinden olup çağdaşı Leylâ (Saz) Hanımla birlikte Tanzimat döneminde dergilerde açık imzası görünen ilk kadın şairlerden biridir. 1911 yılında İstanbul’da ölmüştür.


    Leylâ Hanım (Saz):
    1845 yılında İstanbul’da doğan Leylâ Hanım hekimbaşı İsmail Paşa’nın kızıdır. Babasının görevi münasebetiyle çocukluk çağında yedi yıl kadar sarayda bulunmuş, bunun neticesinde iyi bir eğitim almıştır. Şairliğinin yanı sıra bestekârlığı ile de tanınan Leylâ Hanım, Fıtnat Hanımla birlikte dergilerde açık imzasını gördüğümüz ilk kadın şairlerdendir. Ancak onun da şiirinde yenilik çeşnisi yoktur. Divan geleneğinin bir izleyicisi olarak yazdığı şiirlerini Solmuş Çiçekler adı altında kitaplaştırmıştır. Leylâ Hanım saray çevresini ve âdetlerini anlatan anılarıyla da ünlüdür. Ancak ilki bir yangında yok olan anılarını ikici kez yazmak zorunda kalmış, bunlar 1920 yılında Vakit gazetesinde yayımlandığı zaman çok ilgi çekmiş, Fransızca olarak da kitap haline getirilmiştir. Leylâ Hanım 1936 yılında ölmüştür.


    Mahşah Hanım:
    1864 yılında Trabzon’da doğan Mahşah Hanım özel hocalardan iyi bir eğitim alarak yetişmiştir. Aruz ile Divan tarzında yazdığı şiirlerin yanı sıra, mensubu bulunduğu Nakşî, Kadirî ve Mevlevî tarikatlerinin etkisi altında hece ölçüsüyle tasavvufî şiirler de kaleme almıştır. Musıki ile de uğraşan Mahşah Hanımın güftesi ve bestesi kendisine ait şarkıları vardır. Mün’im Şah yahut Zafer adlı bir tiyatro oyunu da bulunan Mahşah Hanım 1933’de İstanbul’da ölmüştür.



    Buraya kadar saydığımız isimlerin dışında, daha az tanınmakla birlikte, Hatice İffet, Hasibe Maide, Feride, Habibe, Şerife Ziba, Fatma Kâmile gibi şairler de XIX. asır içinde Divan geleneğini sürdürerek şiir yazmaya devam etmektedirler.

    Nigâr Hanım:
    Tanzimat döneminde yaşamış olmakla birlikte şiirlerinde yenileşmenin etkisini taşımayan Leylâ ve Fıtnat Hanım gibi kadın şairlerden sonra yeniliğin ilk temsilcisi olarak Nigâr Hanımdan[2] söz etmek gerekir. 1862 yılında İstanbul’da doğan Nigâr Hanım, Macar Osman Paşanın kızıdır. Örtünme çağına kadar mahalle mektebinde ve bir Rum okulunda okumuş, sonra özel hocalardan ders alarak, Doğu ve Batı bilgilerini içeren kuvvetli bir eğitim görmüştür. Çok iyi derecede piyano çalan, sekiz lisan bilen Nigâr Hanım bir mühtedi olan babasının ikliminde Batılı bir sanat zevki ve yaşam çeşnisine açık olarak yetişmiştir. Erken yaşta evlenmiş, fakat mutlu olamayarak eşinden ayrılmıştır. İlk zamanlar geleneksel çizgide değerlendirilebilirse de, önceleri Ekrem’in sonraları Servet-i Fünuncuların etkisi altında ve Fransız edebiyatını orijinalinden takip edebilmiş olmasının da avantajıyla, yenilik özelliği taşıyan şiirler vermeye başlamıştır.
    Nigâr Hanım, döneminde sosyal hayattaki değişimin kadın ölçeğindeki en önemli temsilcisidir. Sadece şiiri değil; giyim-kuşamı, konuşması, davranışları, tesis ettiği edebî salonu ile de etik ve estetik bir mitin sahibesidir. Şiirleri ve yaşantısıyla kadın şairler üzerinde etkili olmuş, onlara yazma ve yazdıklarını yayımlama cesareti vermiştir. Dahası, kadınlar kadar erkek şairler üzerinde de etki yaratmış, hissî bir edebiyatın sirayetine katkıda bulunmuştur. II. Abdülhamid tarafından bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilen Nigâr Hanım bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarıdır.Ferdiyetçi bir muhteva taşıyan şiirinde Balkan Harbi ve I. Cihan Harbinden sonra milli duyguların ağırlık kazandığı fark edilir. Dil ve vezin bakımından zaman zaman çözük, fakat hakim vasfı samimiyeti olan bir şiiri vardır. Sağlığında Efsus (I-I; 1887, 1890), Nîran (1896), Aks-i Sedâ (1899), Safahât-ı Kalb (1901), Elhân-ı Vatan (1916) adlı eserleri yayımlanan Nigâr Hanımın ölümünden sonra Tesir-i Aşk (1978) adlı tiyatro eseri basılmış olup döneminde oynanan (1912) fakat basılmayan Gırive adlı bir oyunu da mevcuttur. Yirmi cilt kadar olduğu bilinen günlüklerinin on üçü Aşiyan müzesinde muhafaza edilmektedir. Bu muazzam eser bizde Batı tarzında günlük edebiyatının da ilk örneğidir. Yaşantısı, eserleri, hissedişi ile ilklere imzasını atan fakat birinci sınıf bir şair olamayan Nigâr Hanım Meşrutiyet sonrasında değişen edebî beğeniye ayak uyduramayarak geri planda kalmış, 1918 yılında İstanbul’da ölmüştür.
    Nigâr Hanıma gelinceye kadar kadın şairlerde az veya çok ölçüde fakat daima hissedilen erkek söylemi Nigâr Hanım ile etkisini kaybetmiştir. O, samimi kadın duygularını terennüm eden ilk şairimizdir. Türk “kadın” şiirinin Nigâr Hanımla başladığından söz etmek abartı değildir.


    Makbule Leman:
    Yenileşme döneminin Nigâr Hanımla birlikte burç isimlerinden biri olan Makbule Leman[3] 1865 yılında İstanbul’da doğmuştur. V. Murad sarayında Kahvecibaşı İbrahim Efendinin kızıdır. Bir görüşe göre Rüşdiyede okumuş, sonra özel dersler alarak yetişmiştir. Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarı olan Makbule Leman, II. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirmiştir. Kısacık ömrüne şiirlerinin yanı sıra denemeler, hikâyeler de sığdıran Makbule Leman’ın sağlığında yayımlanan şiirlerinin sayısı on ikidir. Bunlar tür ayrımına gidilmeksizin Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirilmiş, ölümünden (1898) sonra bu eser, eşi tarafından, Makbule Leman hakkında yazılanlarla bir arada ikinci kez bastırılmıştır.


    Abdülhak Mihrünnisa:
    Abdülhak Hamid Tarhan’ın en küçük kardeşi olan Abdülhak Mihrünnisa 1864 yılında İstanbul’da doğmuştur. Evlilik hayatında mutlu olamayarak boşanmıştır. Dağınık halde çeşitli dergilerde ve mecmualarda kalan şiirlerinde kuvvetle ağabeyi Hamid etkisinde kaldığı görülmektedir. 1943 yılında ölmüştür.


    Meşrutiyet Yılları

    II. Meşrutiyete takaddüm eden yıllarda şöhretinin zirvesinde bulunan Nigâr Hanım, Fatma Aliye ve Emine Semiye gibi öncü kadınlar Meşrutiyetin getirdiği yeni hayatın ve değişen edebî beğeninin gereklerine ayak uydurmakta güçlük çekerler ve unutuluşun kucağına zirveden düşerler. Bununla birlikte Meşrutiyet döneminde şiir ve nesir sahasında eser verecek kadın ediplerimiz, arkalarında kısık sesli ve az sayıda da olsa hemcinsleri tarafından açılmış bir yol bulurlar. Meşrutiyet dönemi aydınının üzerinde fikir birliği ettiği alanlardan birisi de “kadın” meselesidir. İslâmcılık, Türkçülük, Batıcılık, Osmanlıcılık başta olmak üzere dönemin belli başlı fikir akımları programlarında mutlaka “kadın” meselesine yer verirler. Çözüm önerileri ve programlar az ya da çok farklılık gösterse de ortada “kadına dair” bir problem ve “kadının durumunun iyileştirilmesi” gibi bir gereklilik olduğu Meşrutiyet aydını tarafından tartışmasız olarak kabul görmektedir. İyileştirme çarelerinin eğitimle iç içe durduğunun fark edilmesi (hem kadının hem erkeğin eğitimiyle) neticesinde, Meşrutiyet döneminde kadının eğitim seviyesinde önceki yıllara göre nisbî de olsa bir iyileşme fark edilir. Kadın mecmualarının sayısı gibi eli kalem tutan kadın sayısında da ani bir artış fark edilir. Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar olan dönem, kendini ifade hususunda imkânları daha elverişli, lügatini nisbeten sadeleştirmiş, hece ölçüsü ve toplumsal gerçeklerle tanışık, Divan edebiyatı etkisinden uzaklaşmış bir kadın şair tipiyle karşılaşmamıza imkân hazırlamışsa da, bu şairin olgunluk noktasını yakaladığından söz etmek henüz mümkün değildir.


    İhsan Raif:
    1877 yılında Beyrut’ta doğan İhsan Raif[4] bir mutasarrıf kızıdır. Babasının görevi nedeniyle pek çok yer görmek imkânını bulmuş fakat aynı nedenden dolayı düzenli bir eğitim alamamış, daha ziyade özel hocalar elinde yetiştirilmiştir. Meşrutiyet devrinde parlayan en önemli kadın şairlerden birisi ve hece ölçüsüyle yazan ilk kadın şairdir. O da Nigâr Hanım gibi edebî salon tesis etmiş, şiiri zaman içinde toplumsal bir muhteva kazanmıştır. Sade bir dili, yalın bir anlatımı vardır. 1926 yılında Paris’te ölmüştür.


    Yaşar Nezihe:
    1880 yılında İstanbul’da doğan Yaşar Nezihe[5] yoksul bir ailenin çocuğudur. Annesinin ölümünden sonra baş başa kaldığı babası okuması yazması olmayan bir müstahdem olup, kızının okumasına ortam sağlayamamıştır. Yoksulluğu ve eğitimsizliği ile, sosyal statüsü ve yaşam standardı yüksek ailelere mensup diğer kadın şairlerden ayrılan Yaşar Nezihe kendi kendisini yetiştirmiştir. Yoksulluk ve sıkıntılar ömrü boyunca arkasını bırakmamış, yaptığı üç evlilikte de mutlu olamamış, geçimini sağlamak için evde ve dışarıda çeşitli işlerde çalışmak zorunda kalmıştır. Edebiyat, sıkıntılı hayatının yegâne saadetidir. Şiirlerini Bir Deste Menekşe (1915) ve Feryatlarım (1924) adlarıyla kitaplaştıran Yaşar Nezihe’nin yaşantısına âyinedarlık eden karamsar bir şiiri vardır. Batı etkisi taşıyan şiiri yer yer toplumsal ve siyasî değiniler de taşır. Güçlü ve dirayetli bir mizaca sahip olan Yaşar Nezihe (Bükülmez soyadını almıştır), 1935 yılında İstanbul’da ölmüştür.


    Şükûfe Nihal:
    1896’da İstanbul’da doğan Şükûfe Nihal, özel hocalardan eğitim almış, Edebiyat fakültesini bitirmiştir. Başlangıçta Tevfik Fikret’in etkisinde aruz ölçüsüyle şiirler yazarken zaman içinde Milli edebiyat akımının ilkelerine uygun olarak hece ölçüsünü kullanmaya başlamıştır. Aruzla yazdığı şiirleri Yıldızlar ve Gölgeler (1919) adı altında kitaplaştırmıştır. 1928 öncesinde heceyle yazdıkları ise Hazan Rüzgârları (1927) adlı kitabında bir araya getirilmiştir. Hikâye ve roman sahasında da isim yapmış olan Şükûfe Nihal, edebî kimliğinin yanı sıra yaşantısı ve faaliyetleri ile de dikkat çeker. Fatih mitinginde etkileyici bir konuşma yapmış, Türk Kadınlar Birliği’nin kurucuları arasında yer almıştır. 1973’de ölmüştür.

    yabanGülü bunu beğendi.
  4. Alt 02-21-2012, 13:02 #4
    3rd eng Mesajlar: 675
    Benim seçtiklerim.......
    Zişan-akife-zümra-hüma

  5. Alt 02-15-2013, 21:39 #5
    Ziyaretci
    Misafir Mesajlar: n/a
    Bence Açelya,Banu ve Hürrem en güzelleri ama ben Mihrimah ve Mahpeyker'de var sanıyodum yokmuş...?

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.