MÜSTESNÂ ŞAİR MEHMED ÂKİF
Şiir, hikâye, roman, hatıra türündeki kitaplarının yanı sıra deneme ya da inceleme türünde de önemli yapıtlara imza atan, çalışkan ve duruş sahibi bir yazarımız Metin Önal Mengüşoğlu. Artık bizim mahallemizde erken bir "klasik" olarak kabul edilebilecek Düşünmek Farzdır adlı kitabının yanı sıra, alanında birçok yönden bir ilk olma özelliği taşıyan Vahiy ve Sanat adlı çalışması da konuya ilgi duyan duymayan herkesin okuması gereken bir çalışma.
"Müstesnâ Şair Mehmed Âkif", yazarın bildiğimiz kadarıyla son kitabı. 192 sayfadan oluşan kitap, Mart 2007'de Pınar Yayınları'ndan çıktı.
Kitap, üç ana bölümden oluşuyor: İlk bölümde, Âkif'in Hayatına Dair Kısa Bir Tarihçe sunuluyor okuyucuya. On iki sayfadan oluşan ikinci bölüm, Girizgâh Niyetine başlığını taşıyor. Ağırlıklı bir yer tutan üçüncü bölüm ise, Safahat Okumaları'na ayrılmış. Bütün bunlardan önce, Şuara Suresi'nin 225-227. ayetlerinin yeni ve dikkat çekici sayılabilecek bir çevirisine yer vermiş Mengüşoğlu.
Kitapta, Mehmed Âkif'in daha çok şairlik yönü / şiirleri öne çıkarıldığı için, hayatı ve düşünsel çabaları özetlenerek aktarılmış. Bir biyografi ya da portre çalışması yapmaktan ziyade, eser üzerinden geliştirilen yorumlara, tespitlere, kişilik özelliklerine, yaşanan dönemin röntgenine ve Âkif imajına dair değinilerde bulunmuş Metin Önal Mengüşoğlu. Dönemi ve kişiyi, eser merkezli yorumlarla sunmuş okuyucuya.
Âkif'in annesi Emine Şerife Hanım, aslen Buharalı. Evlenmiş, çoluk çocuk sahibiyken genç yaşta dul kalmış. Daha sonra, Âkif'in babası Mehmet Tahir Efendi talip olmuş ona. "Ümmi ve halis bir Arnavut olan" Nurettin Ağa'nın oğlu, Âkif'in babası. Dönemin en itibarlı medreselerinden biri olan Fatih'te ders veren bir hoca. 1873 yılında doğuyor Âkif. Mahalle mektebine gidiyor. Hafızlığa çalışıyor. Divanlar ve mesneviler okunan muhitlerde bulunuyor. Rüştiyeyi bitirince mektep seçimini babası Âkif'e bırakıyor. Mengüşoğlu, şu satırlarla özetliyor mektep seçimini: "O, Mülkiye Mektebi'ni düşünmektedir. Lakin tam o sırada mektebin tahsil sistemi değişmiştir. Oraya girenlerin devlet kapısında iş bulmaları zorlaşmıştır. Yine tam o sıralarda Mülkiye Baytar Mektebi ihdas olunmuştur. Mezunlarına ise hemen iş verilmektedir. Mülkiye'ye kayıp yaptırmasına rağmen Âkif sonunda Baytar mektebini tercih eder."
Bu tercihte, çabucak iş bulma telaşının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Âkif, annesine ve kız kardeşine kendisi bakmaktadır çünkü. Babası, gırtlak kanseri teşhisiyle vefat etmiş, Sarıgüzel'deki evleri de yanıp kül olmuştur.
Âkif'in, Baytar mektebini birincilikle bitirdiğini öğreniyoruz kitaptan. 750 kuruş maaşla göreve başlayan Âkif; bir taraftan kendini fikrî, ilmî, edebî alanda yetiştirmeye çalışmakta bir taraftan da güreş, koşu ve yüzme gibi sporlarla uğraşarak zinde kalmaya gayret etmektedir.
Âkif, 25 yaşındayken (1898'de) İsmet Hanım'la evleniyor. Bu evlilikten üç kız, iki oğlan dünyaya geliyor ve kırk yıl evli kalıyorlar.
Metin Önal Mengüşoğlu, tarihçede Âkif'in iş hayatından, bu bağlamda bütün Anadolu'yu ve Şam, Beyrut, Trablus, Necid, Medine, Balkanlar ve Rumeli'yi dolaşmasından da söz ediyor: "Bu ona müthiş bir gözlem gücü kazandırmıştır. Halkını en yakından tanıma, dinleme, anlama fırsatı yakalamıştır."
İnsan, Metin Önal Mengüşoğlu'nun kaleminden çıkan derli toplu ve tahkik edilmiş bir "Âkif biyografisi" de okumak istiyor kuşkusuz. Fakat böyle bir çabayı merkeze almıyor yazar. Tartışmalı konular da dahil olmak üzere, çok kısa değinilerle aktarıyor Âkif'in yaşamını. Balkan Harbi yıllarında başlayan, Birinci Cihan Harbi ve İstiklal Harbi süresince devam eden "irşad" çabaları, Ankara'ya geçmesi, Burdur mebusu olması, rejimin yeni ve farklı yüzünü görmesi, hafiyelerce takip edilmesi, Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad mecmualarındaki yazı çalışmaları, Mısır'a gitmesi, Kur'an'ı tercüme etmeye girişmesi, hastalanıp perişan bir şekilde ülkeye dönmesi, karşılaştığı ilgisizlik ve vefatı kitapta bir iki sayfada özetlenerek veriliyor.
Kitabın ikinci bölümü, Girizgâh Niyetine başlığını taşıyor ve şu cümleyle başlıyor: "Bunca ayrışma ve aykırılıklara rağmen, Türkiye'de unutturulamayan, vazgeçilemeyen ve herkese mahsus, herkesin sevdiğini, hoşlandığını söylediği bir Mehmed Âkif vardır."
Herkesin sevebileceği bir çehresi bulunan insanlar, genellikle riyakâr insanlardır. Fakat Âkif'le ilgili olarak herkes onun ahlâkından, dürüstlüğünden, samimiyetinden söz etmektedir. Onu bir "karakter heykeli" olarak gören ve yazdığı kitaba bu başlığı koyan insanlar da vardır. Kişilik özellikleriyle ve dindarlığıyla ilgili olarak bunlar doğrudur kuşkusuz. Fakat görüşleri açısından tartışılması, en azından anlaşılması gereken noktalar da göz ardı edilmemelidir:
İstiklal Marşı nasıl bir şiirdir, bu şiirdeki "ırk övgüsü" ona aitse (zira bu konuda da spekülasyonlar mevcuttur) nasıl anlaşılmalıdır?
"Ben ki Arnavud'um, işte perişan yurdum" dizesi bu bağlamda nereye oturtulacaktır?
Çanakkale'de savaşıp ölenler, hakikaten "Bedr'in aslanları" ile bir tutulabilir mi? Garbın ilmini ve fennini almak nasıl ve ne kadar mümkündür?
Yaşadığı dönemde "tasavvuf"u açıkça eleştiren ilk şair olması ne tür bir bilgi ve bilincin ürünüdür?
"Âkif, bizim eski kültürümüzü, geleneğimizi ve Divan edebiyatını maalesef hiç anlamamıştır." diyen akademisyenlere nasıl cevap verilmelidir?
Kitab'a, kaynağa dönüş gayretleri, Âkif'te istikrarlı ve süreğen bir çizgi olarak kendini hissettirmiş midir?
"Milli şair" nitelemesine ne denecektir? Onun Abdülhamid karşıtlığı hangi saiklere bağlıdır ve nereye kadardır? İttihad ve Terakki'ye bağlı bir memur olarak yıllarca nasıl çalışmıştır?
Teşkilat-ı Mahsusa namına yurt dışında yıllarca süren çalışmaları hakkında ne gibi ayrıntılara ulaşılabilmiştir?
Meclis'te nasıl mebus olmuş ve çok kısa bir süre sonra neden Mısır'a gitmiştir?
Neden ülkede kalarak çalışmamış, direnmemiş, mücadele etmemiştir?
Mısır'dayken bir süre kendisine bir saray tahsis edilmesine rağmen neden açlıkla ve yoksullukla boğuşmuştur?
Kur'an tercümesi için Ankara'dan para da almasına rağmen neden bundan vazgeçmiş ya da yazdıklarını saklamıştır?
Tercüme için verilen parayı, kuruşuna dokunmadan Elmalılı Hamdi Yazır'a göndermesi, konjonktürel bir dikkate mi yoksa onurlu bir duruşa mı hamledilmelidir?
"Kur'an'la Konuşan Şair"imizin hayatı, hangi acı ve trajedilerle, yükseliş ve düşüşlerle, yokluk ve yoksunluklarla, kişisel ıstırap ve kıvranışlarla, hangi gizlerle doludur?
Bu sorulara rağmen, neden hiç kimse o dönemde Âkif'ten daha iyi, daha değerli, daha güvenilir ve samimi hiç kimseyi gösterememektedir?
Mengüşoğlu, konusunu sınırlandırdığı ve daha çok onun şairliği üzerinde durduğu için, bu ve benzeri konulara değinip geçmekte; yalnız Âkif'in herkesçe önemsenmesiyle ilgili olarak şunları söylemekle yetinmektedir: "Herkes bir yanından ve yönünden tutunca, elbet herkesin elinde iyi, sevimli, hayırla yad edilecek bir Âkif bulunabilmektedir. Şahsiyeti, dürüstlüğü, hamiyetperverliği, sözüne sadıklığı, fedakârlığı, tevazuu, dik duruşu, doğru bildiğinden şaşmayışı, her hal ve şartta Hakk'ı söylemekten ve müdafaadan yılmayışı, yapmadığını söylemeyişi, yalansız dolansız bir dil kullanışı, hülasa şairliği, sanatkârlığı, hatipliği, savaşçılığı yanında güzel ahlâklı bir insan modeli olması da, bütün bu hasletlerinin yanına eklenince, onu herkesin niçin bu kadar çok sevdiği yahut en azından kimsenin niçin ondan vazgeçemediği konusunda bir fikir sahibi olabiliriz."
Kitabın bu ikinci bölümünde, Âkif'le ve Safahat'la tanışmasının serüvenini de okuyucuyla paylaşıyor Metin Önal Mengüşoğlu. "Âsım'ın nesli" üzerinde duruyor kısaca. Bir insanı sevmenin makul ölçülerini gözetmekle ilgili değinlerde bulunmayı da ihmal etmiyor.
Kitabın üçüncü bölümü, "Safahat Okumaları"na ayrılmış. Yaklaşık 160 sayfalık bir bölüm. Kitabın yazılış gerekçesi de aslında bu okumayı gerçekleştirmekle ilintili. Söz konusu "okumalar", Safahat'ta yer alan yedi kitap / 7 bölüm üzerinden gerçekleştirilmiş. Mengüşoğlu, bu bölümleri dikkatli bir şekilde okuyup açıklayarak, çözümlemeler yapıyor ve yorumlarını okuyucuyla paylaşıyor.
Çok güzel anekdotlar, açıklamalar, ilginç sayılabilecek yorumlar var kitabın bu son ve kapsamlı bölümünde. Aynı zamanda, birikimli ve inançlı bir şair hassasiyetiyle şiirlerin izahı da yapılmış. Biz, kitabın hepsini özetlemiş olmamak için burada hepsine değinmiyoruz. Konuya ilgi duyan duymayan herkesin okumasında yarar var sonuçta. Safahat'ı bütüncül bir şekilde okumayanlar, dilinin bugüne göre ağırlığından yakınanlar ve gençler, öğrenciler çok şey öğrenebilir, güzel bir okuma ve anlama çalışması yapabilirler Mengüşoğlu'nun söylediklerinden hareketle. Bu yorumlarda bizim eksik ya da tartışmalı bulduğumuz, katılmadığımız bazı ayrıntılar da yok değil elbette. Her konuda aynı şekilde düşünmemiz de mümkün ve gerekli değil zaten.
Metin Önal 'ağabey'imizin eline, zihnine, gönlüne sağlık. Müstesna şair için müstesna bir değerlendirme olmuş sonuçta bu kitap.
ALİ DEĞİRMENCİ / Haksöz-Haber
Şiir, hikâye, roman, hatıra türündeki kitaplarının yanı sıra deneme ya da inceleme türünde de önemli yapıtlara imza atan, çalışkan ve duruş sahibi bir yazarımız Metin Önal Mengüşoğlu. Artık bizim mahallemizde erken bir "klasik" olarak kabul edilebilecek Düşünmek Farzdır adlı kitabının yanı sıra, alanında birçok yönden bir ilk olma özelliği taşıyan Vahiy ve Sanat adlı çalışması da konuya ilgi duyan duymayan herkesin okuması gereken bir çalışma.
"Müstesnâ Şair Mehmed Âkif", yazarın bildiğimiz kadarıyla son kitabı. 192 sayfadan oluşan kitap, Mart 2007'de Pınar Yayınları'ndan çıktı.
Kitap, üç ana bölümden oluşuyor: İlk bölümde, Âkif'in Hayatına Dair Kısa Bir Tarihçe sunuluyor okuyucuya. On iki sayfadan oluşan ikinci bölüm, Girizgâh Niyetine başlığını taşıyor. Ağırlıklı bir yer tutan üçüncü bölüm ise, Safahat Okumaları'na ayrılmış. Bütün bunlardan önce, Şuara Suresi'nin 225-227. ayetlerinin yeni ve dikkat çekici sayılabilecek bir çevirisine yer vermiş Mengüşoğlu.
Kitapta, Mehmed Âkif'in daha çok şairlik yönü / şiirleri öne çıkarıldığı için, hayatı ve düşünsel çabaları özetlenerek aktarılmış. Bir biyografi ya da portre çalışması yapmaktan ziyade, eser üzerinden geliştirilen yorumlara, tespitlere, kişilik özelliklerine, yaşanan dönemin röntgenine ve Âkif imajına dair değinilerde bulunmuş Metin Önal Mengüşoğlu. Dönemi ve kişiyi, eser merkezli yorumlarla sunmuş okuyucuya.
Âkif'in annesi Emine Şerife Hanım, aslen Buharalı. Evlenmiş, çoluk çocuk sahibiyken genç yaşta dul kalmış. Daha sonra, Âkif'in babası Mehmet Tahir Efendi talip olmuş ona. "Ümmi ve halis bir Arnavut olan" Nurettin Ağa'nın oğlu, Âkif'in babası. Dönemin en itibarlı medreselerinden biri olan Fatih'te ders veren bir hoca. 1873 yılında doğuyor Âkif. Mahalle mektebine gidiyor. Hafızlığa çalışıyor. Divanlar ve mesneviler okunan muhitlerde bulunuyor. Rüştiyeyi bitirince mektep seçimini babası Âkif'e bırakıyor. Mengüşoğlu, şu satırlarla özetliyor mektep seçimini: "O, Mülkiye Mektebi'ni düşünmektedir. Lakin tam o sırada mektebin tahsil sistemi değişmiştir. Oraya girenlerin devlet kapısında iş bulmaları zorlaşmıştır. Yine tam o sıralarda Mülkiye Baytar Mektebi ihdas olunmuştur. Mezunlarına ise hemen iş verilmektedir. Mülkiye'ye kayıp yaptırmasına rağmen Âkif sonunda Baytar mektebini tercih eder."
Bu tercihte, çabucak iş bulma telaşının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Âkif, annesine ve kız kardeşine kendisi bakmaktadır çünkü. Babası, gırtlak kanseri teşhisiyle vefat etmiş, Sarıgüzel'deki evleri de yanıp kül olmuştur.
Âkif'in, Baytar mektebini birincilikle bitirdiğini öğreniyoruz kitaptan. 750 kuruş maaşla göreve başlayan Âkif; bir taraftan kendini fikrî, ilmî, edebî alanda yetiştirmeye çalışmakta bir taraftan da güreş, koşu ve yüzme gibi sporlarla uğraşarak zinde kalmaya gayret etmektedir.
Âkif, 25 yaşındayken (1898'de) İsmet Hanım'la evleniyor. Bu evlilikten üç kız, iki oğlan dünyaya geliyor ve kırk yıl evli kalıyorlar.
Metin Önal Mengüşoğlu, tarihçede Âkif'in iş hayatından, bu bağlamda bütün Anadolu'yu ve Şam, Beyrut, Trablus, Necid, Medine, Balkanlar ve Rumeli'yi dolaşmasından da söz ediyor: "Bu ona müthiş bir gözlem gücü kazandırmıştır. Halkını en yakından tanıma, dinleme, anlama fırsatı yakalamıştır."
İnsan, Metin Önal Mengüşoğlu'nun kaleminden çıkan derli toplu ve tahkik edilmiş bir "Âkif biyografisi" de okumak istiyor kuşkusuz. Fakat böyle bir çabayı merkeze almıyor yazar. Tartışmalı konular da dahil olmak üzere, çok kısa değinilerle aktarıyor Âkif'in yaşamını. Balkan Harbi yıllarında başlayan, Birinci Cihan Harbi ve İstiklal Harbi süresince devam eden "irşad" çabaları, Ankara'ya geçmesi, Burdur mebusu olması, rejimin yeni ve farklı yüzünü görmesi, hafiyelerce takip edilmesi, Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad mecmualarındaki yazı çalışmaları, Mısır'a gitmesi, Kur'an'ı tercüme etmeye girişmesi, hastalanıp perişan bir şekilde ülkeye dönmesi, karşılaştığı ilgisizlik ve vefatı kitapta bir iki sayfada özetlenerek veriliyor.
Kitabın ikinci bölümü, Girizgâh Niyetine başlığını taşıyor ve şu cümleyle başlıyor: "Bunca ayrışma ve aykırılıklara rağmen, Türkiye'de unutturulamayan, vazgeçilemeyen ve herkese mahsus, herkesin sevdiğini, hoşlandığını söylediği bir Mehmed Âkif vardır."
Herkesin sevebileceği bir çehresi bulunan insanlar, genellikle riyakâr insanlardır. Fakat Âkif'le ilgili olarak herkes onun ahlâkından, dürüstlüğünden, samimiyetinden söz etmektedir. Onu bir "karakter heykeli" olarak gören ve yazdığı kitaba bu başlığı koyan insanlar da vardır. Kişilik özellikleriyle ve dindarlığıyla ilgili olarak bunlar doğrudur kuşkusuz. Fakat görüşleri açısından tartışılması, en azından anlaşılması gereken noktalar da göz ardı edilmemelidir:
İstiklal Marşı nasıl bir şiirdir, bu şiirdeki "ırk övgüsü" ona aitse (zira bu konuda da spekülasyonlar mevcuttur) nasıl anlaşılmalıdır?
"Ben ki Arnavud'um, işte perişan yurdum" dizesi bu bağlamda nereye oturtulacaktır?
Çanakkale'de savaşıp ölenler, hakikaten "Bedr'in aslanları" ile bir tutulabilir mi? Garbın ilmini ve fennini almak nasıl ve ne kadar mümkündür?
Yaşadığı dönemde "tasavvuf"u açıkça eleştiren ilk şair olması ne tür bir bilgi ve bilincin ürünüdür?
"Âkif, bizim eski kültürümüzü, geleneğimizi ve Divan edebiyatını maalesef hiç anlamamıştır." diyen akademisyenlere nasıl cevap verilmelidir?
Kitab'a, kaynağa dönüş gayretleri, Âkif'te istikrarlı ve süreğen bir çizgi olarak kendini hissettirmiş midir?
"Milli şair" nitelemesine ne denecektir? Onun Abdülhamid karşıtlığı hangi saiklere bağlıdır ve nereye kadardır? İttihad ve Terakki'ye bağlı bir memur olarak yıllarca nasıl çalışmıştır?
Teşkilat-ı Mahsusa namına yurt dışında yıllarca süren çalışmaları hakkında ne gibi ayrıntılara ulaşılabilmiştir?
Meclis'te nasıl mebus olmuş ve çok kısa bir süre sonra neden Mısır'a gitmiştir?
Neden ülkede kalarak çalışmamış, direnmemiş, mücadele etmemiştir?
Mısır'dayken bir süre kendisine bir saray tahsis edilmesine rağmen neden açlıkla ve yoksullukla boğuşmuştur?
Kur'an tercümesi için Ankara'dan para da almasına rağmen neden bundan vazgeçmiş ya da yazdıklarını saklamıştır?
Tercüme için verilen parayı, kuruşuna dokunmadan Elmalılı Hamdi Yazır'a göndermesi, konjonktürel bir dikkate mi yoksa onurlu bir duruşa mı hamledilmelidir?
"Kur'an'la Konuşan Şair"imizin hayatı, hangi acı ve trajedilerle, yükseliş ve düşüşlerle, yokluk ve yoksunluklarla, kişisel ıstırap ve kıvranışlarla, hangi gizlerle doludur?
Bu sorulara rağmen, neden hiç kimse o dönemde Âkif'ten daha iyi, daha değerli, daha güvenilir ve samimi hiç kimseyi gösterememektedir?
Mengüşoğlu, konusunu sınırlandırdığı ve daha çok onun şairliği üzerinde durduğu için, bu ve benzeri konulara değinip geçmekte; yalnız Âkif'in herkesçe önemsenmesiyle ilgili olarak şunları söylemekle yetinmektedir: "Herkes bir yanından ve yönünden tutunca, elbet herkesin elinde iyi, sevimli, hayırla yad edilecek bir Âkif bulunabilmektedir. Şahsiyeti, dürüstlüğü, hamiyetperverliği, sözüne sadıklığı, fedakârlığı, tevazuu, dik duruşu, doğru bildiğinden şaşmayışı, her hal ve şartta Hakk'ı söylemekten ve müdafaadan yılmayışı, yapmadığını söylemeyişi, yalansız dolansız bir dil kullanışı, hülasa şairliği, sanatkârlığı, hatipliği, savaşçılığı yanında güzel ahlâklı bir insan modeli olması da, bütün bu hasletlerinin yanına eklenince, onu herkesin niçin bu kadar çok sevdiği yahut en azından kimsenin niçin ondan vazgeçemediği konusunda bir fikir sahibi olabiliriz."
Kitabın bu ikinci bölümünde, Âkif'le ve Safahat'la tanışmasının serüvenini de okuyucuyla paylaşıyor Metin Önal Mengüşoğlu. "Âsım'ın nesli" üzerinde duruyor kısaca. Bir insanı sevmenin makul ölçülerini gözetmekle ilgili değinlerde bulunmayı da ihmal etmiyor.
Kitabın üçüncü bölümü, "Safahat Okumaları"na ayrılmış. Yaklaşık 160 sayfalık bir bölüm. Kitabın yazılış gerekçesi de aslında bu okumayı gerçekleştirmekle ilintili. Söz konusu "okumalar", Safahat'ta yer alan yedi kitap / 7 bölüm üzerinden gerçekleştirilmiş. Mengüşoğlu, bu bölümleri dikkatli bir şekilde okuyup açıklayarak, çözümlemeler yapıyor ve yorumlarını okuyucuyla paylaşıyor.
Çok güzel anekdotlar, açıklamalar, ilginç sayılabilecek yorumlar var kitabın bu son ve kapsamlı bölümünde. Aynı zamanda, birikimli ve inançlı bir şair hassasiyetiyle şiirlerin izahı da yapılmış. Biz, kitabın hepsini özetlemiş olmamak için burada hepsine değinmiyoruz. Konuya ilgi duyan duymayan herkesin okumasında yarar var sonuçta. Safahat'ı bütüncül bir şekilde okumayanlar, dilinin bugüne göre ağırlığından yakınanlar ve gençler, öğrenciler çok şey öğrenebilir, güzel bir okuma ve anlama çalışması yapabilirler Mengüşoğlu'nun söylediklerinden hareketle. Bu yorumlarda bizim eksik ya da tartışmalı bulduğumuz, katılmadığımız bazı ayrıntılar da yok değil elbette. Her konuda aynı şekilde düşünmemiz de mümkün ve gerekli değil zaten.
Metin Önal 'ağabey'imizin eline, zihnine, gönlüne sağlık. Müstesna şair için müstesna bir değerlendirme olmuş sonuçta bu kitap.
ALİ DEĞİRMENCİ / Haksöz-Haber