Mü’minlerdeki şevkin semeresi, Mevlâ’ya tevekkül ve itminan; gafillerde geçici sevinçlerin neticesi, bitip tükenme bilmeyen stresler ve anguazlardır. İnanan insanlarda -ekseriyetle- stres görülmez; çünkü, mü’minlerin musibetler karşısında bütün bütün çaresiz kalmaları, hadiselere teslim olmaları, uzun süreli derin boşluklar yaşamaları ve ebedî hüsrana uğramaları söz konusu değildir.
Her ne kadar son iki asırdır, dinle psikoloji bilimi arasında çok sağlıklı bir ilişki kurulamadıysa da, özellikle 25–30 yıldır, bu alanda yapılan araştırmalar, dinle ruh sağlığı arasında önemli ilişkilerin olduğunu ortaya koymaktadır. Bu görüşü, sadece ilahiyat alanında çalışan bilim adamları değil, tıp alanında çalışan bilim adamları da desteklemektedir. Teorik yaklaşımların ötesinde, bu konuda yapılan ampirik çalışmalar da, dindarlık düzeyi (samimi bir inanç, ibadete devam, dua etme, kutsal metinleri okuma, vs.) yüksek olan kişilerin, dindarlık seviyesi düşük olan kişilere oranla psikolojik açıdan daha iyi durumda olduklarını, hayattan daha çok mutmain olduklarını, daha iyimser bir anlayışa sahip olduklarını; buna karşılık daha az stres, depresyon ve kaygıya maruz kaldıklarını, stresle daha iyi bir şekilde başa çıktıklarını ve daha az intihara teşebbüs ettiklerini göstermektedir.
Elbette Batı toplumlarında yapılan bu alan araştırmalarının tümü, farklı sebeplerden dolayı, dindarlıkla ruh sağlığı arasında olumlu bir ilişkinin olduğunu göstermese de, büyük çoğunluğu dindarlıkla ruh sağlığı arasında olumlu bir münasebetin olduğunu ortaya koymaktadır. Bu alanın en önemli uzmanlarından biri olan Koenig, 2000 yılından önce bu alanda yapılan 700 çalışmadan 500’ünün (% 71) dinle ruh ve beden sağlığı arasında olumlu bir ilişki olduğunu ortaya koyduğunu belirtmektedir. Bu analize göre; 93 çalışmanın 60’ında, dindarlık seviyesi yüksek kişilerin daha az depresyona girdikleri, depresyonu olan kişilerin de daha hızlı iyileştikleri; 68 çalışmanın 57’sinde intihar olaylarının daha az yaşandığı; 69 çalışmanın 35’inde daha az kaygılarının olduğu; 120 çalışmanın 98’inde daha az uyuşturucu madde kullandıkları; 114 çalışmanın 94’ünde psikolojik açıdan daha iyi durumda, daha ümitli ve iyimser oldukları; 16 çalışmanın 15’inde hayatta daha fazla gaye ve anlam buldukları; 38 çalışmanın 35’inde evliliklerinde daha mutlu oldukları ve eşleriyle iyi geçindikleri; 20 çalışmanın 19’unda daha fazla sosyal destek aldıkları görülmüştür.1 Elbette bu verileri okurken, Batı toplumu ile onların inandıkları dinin özelliklerini de göz önünde bulundurmak gerekir.
Ancak sonuçta bir bütün olarak, dinin ruh sağlığı üzerine olumlu tesirlerinin olumsuz etkilerinden daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu makalede teorik bilgilerden ziyade, Batı’da (özellikle de ABD’de) bu alanda yapılan çalışmalar doğrultusunda, dinin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini incelemeye çalışacağız. Bu bağlamda dinî inançla depresyon, intihar, kaygı ile psikolojik iyi hâl arasındaki ilişkileri incelemeye çalışacağız.
Depresyon ve Din
Bilindiği gibi çağımız insanlarını tehdit eden en önemli ruhî hastalıkların başında depresyon gelmektedir. Bugün dünyamızda yaklaşık olarak 100 milyon insanın depresyondan etkilendiği bilinmektedir.2 Depresyon, özellikle yaşlılar arasında en yaygın hastalıklardan birisidir. Her ne kadar genel nüfus içerisindeki oranı düşük olsa da, hastanede yatan yaşlı hastalar açısından bakıldığında bu oran, % 35’e kadar çıkmaktadır. Bilhassa belli bir kurumda ikamet etmeyen yaşlılarda bu depresyonel semptomlar daha yüksek oranda kendisini göstermektedir.3 Tedavi edilmediği takdirde de depresyon, hem yaşlılar, hem de onların bulundukları toplum için birtakım olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Zira depresyonel hastalıkların çoğu, muayyen bir tedaviyle sona ermemekte, uzun süre devam eden tedaviden sonra da kolay bir şekilde tekrar ortaya çıkabilmektedir. Depresyonlu hastaların, tedavi görüp çıktıktan sonra da üçte ikisinin, en azından üç ay sonra tekrar depresyon geçirdikleri görülmüştür. Bu durum hem ekonomik açıdan olumsuz etki yapmakta, hem de yaşam kalitesini düşürerek, ölüm oranlarını yükseltmektedir. Zira bir taraftan bu hastaların tedavisi uzun süre devam ederken, diğer taraftan da bunlar fizikî rahatsızlıklar gibi tam olarak iyileşmediklerinden, yaşam kalitelerini de olumsuz yönde etkilemektedir.
Acaba din ile depresyon arasında ne tür bir ilişki vardır? Diğer bir ifadeyle dinin, depresyonlu hastalar üzerinde olumlu herhangi bir katkısı var mıdır? Bu konuda pek çok araştırması olan Koenig, kiliseye giden kişilerle depresyon arasındaki ilişkiyi araştıran toplam 93 alan araştırmasından 59’unda, dinî ibadetlere daha fazla katılan kişilerde depresyonel düzensizliklerin daha düşük olduğunu ve bu kişilerin daha az depresyonel semptomlar gösterdikleri tespit etmiştir. Bu konudaki en kapsamlı çalışmalardan birini de yine Koenig ve Larson (2001) yapmıştır. Dindarlıkla sağlık arasındaki farklı boyutları inceleyen bu kişiler, bu alanda yapılan 850 çalışmayı değerlendirmişler ve sonuç olarak, dindarlıkla hayattan memnun olma arasında, çalışmaların % 80’inde pozitif bir ilişkinin bulunduğunu, depresyon ve kaygı ile dindarlık münasebetini ele alan çalışmaların üçte ikisinde, dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerin, dindarlık seviyesi düşük olan kişilere oranla daha az depresyon geçirdikleri ve kaygı duydukları tespit edilmiştir.4
Bu alanda yapılan diğer ferdî çalışmaların sonuçları da şöyledir: Koenig ve arkadaşları 111 depresif yaşlı hasta üzerine, yaklaşık bir yıl süren araştırmaları sonunda, sadece kiliseye devam etmekle İncil okuma gibi dinî yaşayışların ötesinde, samimi bir dinî inanç ve hayatın depresyon hastaları üzerinde önemli bir etkisi olduğunu, yaşlıların yarısının bu zaman zarfında herhangi bir tıbbî tedavi almadan iyileştiklerini tespit etmişlerdir. Araştırmacılar, her ne kadar bu mekanizmanın tam olarak nasıl işlediğini ortaya koyamasalar da, dinî inancın bu hastalara daha iyi bir dünya görüşü kazandırdığını, acının ve ölümün daha iyi anlaşılmasını ve kabullenmesini sağladığını ileri sürmektedirler. Ayrıca dinî inancın, yaşlılara daha güçlü bir “benlik tasarımı” kazandırdığını, yani kendilerinin güçlü ve zayıf yanlarını, kim olduklarını, daha iyi ve doğru tanımalarına ve değerlendirmelerine katkı sağladığını, bunun da sağlığın bozulduğu yaşlılık döneminde oldukça güçlü bir destek olduğunu ifade etmektedirler. Yine din, insanlara içinde bulundukları durum ne olursa olsun, ya da kişiler ne tür sorunlar yaşarsa yaşasınlar, bunların iyileşeceğine dâir bir umut ve duygusal iyileşmeyi sağlayacak motivasyon sağlamaktadır.5
Cummings ve arkadaşları, 568 yaşlı üzerinde yaptıkları araştırmada, sosyal destek ve dindarlıkla depresif semptomlar ve fonksiyonel rahatsızlıklar arasında bir ilişki olduğunu, sosyal destek seviyesi yüksek olanlarla dinî faaliyetlere katılma nispeti yüksek olan yaşlılarda, depresyon oranının daha düşük olduğunu, bunun da diğer fizikî yetersizliklere olumlu yönde katkı sağladığını bulmuşlardır. Aynı araştırmacılar, depresyon konusunda ne eğitimin, ne cinsiyetin, ne de evlilik durumunun, dindarlık kadar etkili bir faktör olmadığını belirtmişlerdir.6
İbadetin sıklığı ile depresyon arasındaki ilişkiyi araştırmak üzere Kanada’da 37 bin kişi üzerine yapılan bir araştırmada, ibadete devam sıklaştıkça daha düşük seviyede psikiyatrik düzensizlik, cinnet, depresyon ve sosyal fobiye rastlandığı bulunmuştur. Yine bu araştırmada, hayata bir anlam bulmada, günlük hayatın zorluklarıyla başa çıkmada ve hayatın sıkıntı ve zorluklarına katlanmada dindarlığın önemli bir yerinin olduğu tespit edilmiştir.7
Acaba dindarlık, depresyonun azalmasına ya da ortadan kalkmasına nasıl bir katkı sağlamaktadır? Araştırmacılar bunun da nedenini, dinî yerlere devam etmenin ibadet ya da dua sayesinde, cemaat üyeleri arasında birliktelik oluşturmasına bağlamaktadırlar. Bu birliktelik de sonuçta cemaat üyelerine bir güç olarak geri dönmektedir. Cemaat üyeleri birbirlerine sadece manevî açıdan değil, aynı zamanda maddî açıdan da destek sağladıklarından yalnızlık hissi, güçsüzlük, umutsuzluk, gayesizlik gibi olumsuz duygu ve düşünceler azalmakta; bu da fertlerde meydana gelebilecek birtakım psikolojik problemlerin ortadan kalkmasına yardımcı olmaktadır. Özellikle depresyonun sebeplerinden biri olan yalnızlık, toplumdan ve insanlardan uzaklaşma, bağımlılık hissinin azalması veya kaybolması olarak düşünülürse, bütün bunların toplu ibadetler yoluyla ortadan kalkacağı söylenebilir.8
İntihar ve Dinî İnanç
Durkheim’in (1858–1917) yaklaşık bir asır önce konuyla ilgili yaptığı araştırmayı günümüzdeki araştırmalar da doğrulamaktadır. Bilindiği gibi Durkheim’in temel tezi, dinî organizasyonların kendi üyeleri için intihara karşı önemli bir koruyucu faktör olduğu yönündeydi. O, bu tezini doğrulamak için Katolikler ile Protestanları karşılaştırmış ve sonuçta, Katolik mezhebine bağlı olan toplumlardaki intihar olaylarının Protestan mezhebine bağlı olan toplumlardaki intihar olaylarından daha az olduğunu bulmuştu. Ona göre bunun en önemli sebebi, dinlerin (ya da mezheplerin) gerçekleştirdiği sosyal entegrasyon ve sosyal düzenlemelerdi. Aynı dine mensup kişiler, sadece inanç açısından değil, diğer ahlâkî konularda, ailevî ve içtimaî işlerde de aynı değerleri paylaşacaklarından, bu homojen yapı onların ruh sağlığına da olumlu yönde etki edecektir.
İntihar teşebbüsleri her yaş döneminde görülse de, bu durum yaşlılar için daha önemli bir problem teşkil etmektedir. Meselâ Amerikalı uzmanlar, kendi toplumlarında, yaşlıların % 10’u ile % 30’unun psikolojik problemleri olduğunu ileri sürmektedir. (Weaver, Koenig, 1996: 496) Yine onlar, eğer bu yaşlılara tedavi uygulanmazsa, yaşlılık dönemindeki intihar olaylarının % 50 artacağını belirtmektedirler. Bununla birlikte Batı toplumlarında intihar, sadece yaşlılar için değil, gençler için de en önemli tehdit unsurlarından birisidir. İntiharla ilişkili davranışların oranı gençler arasında % 4–60 arasında değişmektedir.9 Aradaki bu büyük istatistikî farklılığın sebebi, intiharla ilişkili davranışların tanımındaki farklılıklardır. Zira bu durum, intiharı düşünmekten gerçekleştirmeye kadar uzun bir süreci kapsamaktadır. İntihara teşebbüsün pek çok nedeni vardır. Bunlara literatürde risk faktörleri denmektedir. Bu risk faktörlerinin başında aile psikopatolojisi, depresyon, uyuşturucu madde kullanımı, saldırganlık ve aile geçmişinden birilerinin intihar etmesi vs. gelmektedir. Bunun ötesinde fertlerin genetik yapıları, fizikî anormallikler, saldırganlık ve fevrîlik, zayıf problem çözme kabiliyeti ve ümitsizlik de intihara sebep hususlardandır. Depresyon erkeklerden çok kadınlar için risk faktörü teşkil etmektedir.10
İntiharla dindarlık arasındaki münasebeti inceleyen araştırmaların büyük çoğunluğu, dindarlıkla intihar arasında ters bir ilişkinin olduğunu, yani dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerin daha az intihara teşebbüs ettiklerini veya intihara daha olumsuz baktıklarını ortaya koymuştur. Bilindiği gibi İslâm dini intiharı kesinlikle yasaklarken, diğer dinler de intiharı kabul etmemektedir. Bu alanda yapılan diğer çalışmalar da, dinin depresyona da sebep olan farklı stres kaynaklarıyla başa çıkmada en önemli faktör olduğunu göstermektedir. Dinî inançlarını yerine getiren kişilerin uyuşturucu bağımlılığı, depresyon ve ümitsizlik gibi intihara yol açan risk faktörleri konusunda daha düşük oranlara sahip oldukları bulunmuştur. Diğer taraftan bu alanda yapılan bir araştırma, kiliseye devam etmeyen kişilerde görülen intihar vakalarının, düzenli olarak kiliseye devam eden kişilerden dört kat daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. 25 ülkede yapılan araştırmada dindarlıkla intihar etme arasında ters bir ilişkinin olduğu tespit edilmiştir.11
Dinin sosyal destek sağlamak suretiyle diğer ruhî hastalıklarda olduğu gibi, intihar vakalarının azalmasında ya da önlenmesinde de önemli bir yeri vardır. Dinî ibadetlere devam eden kişiler, aynı dinden olan kişilerle arkadaşlıkları sayesinde, özellikle ruhî problemlerini hafifletebilmektedirler. Bu da intihar riskini azaltmaktadır. Ayrıca din, kapitalist sistemlerin aksine daha sade bir hayatı tavsiye etmek suretiyle intiharı engelleyebilmektedir. Örneğin dinler fakirlik durumunu (Doğu dinleri ve Hıristiyanlık) ya da dengeli bir hayatı (İslâm dininde olduğu gibi) yüceltmek suretiyle, insanları maddî menfaatlerin çıkmazlarından koruyabilir. Bu inanç şekli de insanların ruh sağlığını korumada önemli katkı sağlayabilir.
Kaygı ve Din
Dinle kaygı arasındaki ilişkiyi inceleyen toplam 76 çalışmanın (bunlardan 69’u alan çalışması, 7’si de klinik çalışmasıdır) 35’inde dindarlık derecesi yüksek olan kişilerde daha az kaygı ve korku unsuru bulunurken, 17’sinde herhangi bir münasebetin olmadığı, 7’sinde karışık ve kompleks ilişkiler olduğu, 10’unda ise, dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerdeki kaygı ve korku derecesinin, dindarlık seviyesi düşük kişilere oranla daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Bu araştırmanın en önemli yanlarından birisi de, dindarlıkla kaygı arasındaki münasebeti araştıran toplam yedi klinik çalışmadan altısında, kaygıdan kurtulmada dinin çok önemli bir yerinin olduğunun tespit edilmesidir. Özet olarak çalışmaların büyük bir kısmı, dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerde daha az kaygı ve korkunun olduğunu ortaya koymaktadır.12
Bilindiği gibi insanlardaki en önemli kaygılardan birisi de ölüm kaygısıdır. Büyük ölçüde şahsî kontrolün ötesinde olan ölüm gerçeği, çoğu insanda büyük bir korku ve kaygıya sebep olur. Bununla birlikte, bu ölüm kaygısı kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Ölüm kaygısını arttıran ya da eksilten pek çok faktör vardır. Bunların başında dindarlık seviyesi, âhiret hayatına inanç, maneviyat ve yaş gelmektedir. Bu alanda yaşları 18 ile 80 arasında değişen 132 kadın ve 64 erkek üzerinde yapılan bir araştırmada, ölüm kaygısında en belirleyici faktörün psikososyal olgunluk olduğu, bunu ise yaşın takip ettiği bulunmuştur. Yani bu araştırma sonuçlarına göre, psikososyal olgunluk ve yaş seviyesi arttıkça, ölümden korkma ya da kaygıya düşme durumu da o oranda azalmaktadır.13
Dinî inanç, tutum ve davranışlar bir taraftan depresyon, intihar, kaygı gibi birtakım olumsuz ruhî durumları engellerken ya da ortadan kaldırırken, diğer taraftan da fertlerin psikolojik açıdan daha iyi olmalarına vesile olmaktadır. İşte yine bu alanda yapılan araştırmalardan birkaç örnek:
İyimserlik ve Din
Dinî inanç ve uygulamalarla ümit ve iyimserlik arasındaki münasebeti araştıran 15 çalışmadan 12’si, önemli derecede olumlu bir ilişkinin olduğunu ortaya koyarken, iki çalışma herhangi bir bağlantının olmadığını ortaya koymuştur. Bu alanda yapılan hiçbir çalışma, dindar kişilerin dindar olmayan kişilerden daha az ümitvar ya da iyimser olduğunu ortaya koymamıştır.14
Dinin ruh sağlığına en önemli katkılarından birisi de iyimserlik duygusudur. Peterson, Seligman ve Vaillant 100 Harvard mezunu üzerine yaptığı çalışmasında, gençlik yıllarında kötümser olanların, iyimser görüşlü olanlara oranla, 20–30 sene sonra sağlık açısından daha problemli olduklarını bulmuştur. Yine olumlu kişilik algısına sahip olanlarla, olumsuz kişilik algısına sahip olan kişiler arasında, hayat süresi açısından 7 ile 7,5 yıl arasında bir farkın olduğu bulunmuştur. Diğer bir ifadeyle, olumlu kişilik algısına sahip olan bireylerin diğerlerine oranla 7 veya 7,5 yıl daha fazla yaşadıkları tespit edilmiştir. Araştırmacılar bu durumu, bireylerin yaşama arzusunun gücü ve yaşlılığın olumlu yönlerini ön plâna çıkarma ile açıklamaktadırlar.15
İşte bu noktada dinin ruh sağlığına en önemli katkılarından birisi de optimizm yani iyimserliktir. Plante ve arkadaşlarının farklı yerleşim yerlerinden, farklı dinî gruplara bağlı ve farklı öğretim kurumlarına devam eden 242 üniversite öğrencisi üzerine yaptıkları araştırmada, güçlü dinî inanca sahip öğrencilerin, hayatı anlamlandırma, optimizm, diğerlerine yardım etme ve hayatı olumlu bir meydan okuma olarak görme oranları daha yüksek iken, daha az kaygı ve strese maruz kaldıklarını bulmuşlardır.16 Sonuçta tüm bu olumlu duygu ve düşünceler de fertlerde, daha olumlu bir ruh sağlığının oluşmasına katkı sağlamaktadır.
Psikolojik İyi Hâl ve Din
Bilindiği gibi, özellikle yaşla birlikte psikolojik açıdan iyi olma durumu (psychological well-being) ya sabit hâle gelmekte ya da daha kötüye doğru gitmektedir. Bu durum erkeklere oranla kadınlarda daha fazla görülürken, kişiden kişiye farklılık da gösterebilmektedir. Zira kimileri yaşlılıkla birlikte yaşanan kronik hastalıklara, zayıflıklara, bağımlılığa daha iyi bir şekilde uyum gösterebilirken, kimileri de bundan olumsuz yönde etkilenebilmektedir. İşte bu noktada araştırmacılar dinî ve manevî hayatın ruh sağlığı açısından önemli katkısının olabileceğini ileri sürmektedirler.
Yapılan araştırmalar, dinî inanç ve uygulamaların tutarlı bir şekilde ve büyük ölçüde hayattan tatmin olma, mutluluk ve moral açıdan iyi olmanın diğer göstergeleriyle ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Bu ilişkiyi inceleyen 100 araştırmanın yaklaşık % 80’i bu yapıcı unsurlar arasında pozitif bir ilişkinin bulunduğunu ortaya koymuştur. Bu araştırmaların 10’u dinî inanç ve uygulamalarla psikolojik iyilik arasında muhtemel bir ilişkinin olabileceğini, diğer 9’u da araştırma yapılan kişiler üzerinde dinin gelecekte daha büyük bir psikolojik iyiliğe vesile olabileceğini rapor etmişlerdir.17
Kirby, Coleman ve Daley, yaşları 65 ile 95 arasında değişen, toplam 233 yaşlı üzerine yaptıkları araştırmada, yaşlılığın ve yaşlılığın getirdiği birtakım olumsuzlukların, genel olarak olumlu bir psikolojik duruma önemli derecede negatif tesirler yaptığını, ancak dindarlığın ve manevî inançların bu olumsuzlukları gidermede ve psikolojik iyi olma hâlinin devamında doğrudan etkili ya da en azından aracı bir kaynak olduğunu bulmuşlardır. Dinî ve manevî inancın çevreye hâkimiyette, ferdî gelişim ve diğerleriyle olumlu ilişkide güçlü bir etkisinin olduğu görülürken, kendini kabul, hayattan bir anlam bulma ve otonomi konusunda da nispeten daha az etkisinin olduğu ortaya konmuştur. Aslında bu sonuç, bu alanda yapılan diğer pek çok araştırma sonuçlarını da doğrulamaktadır.18
Yine J. S. Levin, K. S. Markides ve L. A. Ray, genç, orta ve ileri yetişkinlerden 375’er kişiden toplam 1.125 kişi üzerinde, dinî ibadetlere devamın psikolojik etkileri konusunda yaptıkları ve 11 yıl süren araştırmalarında iki önemli sonuca ulaşmışlardır: Dinî ibadetlere katılma ile hayattan memnun olma ve depresyonu önleme arasında önemli ilişkiler vardır. Orta ve ileri yaşlarda dinî ibadetlere devamla hayattan memnun olma arasında bir ilişki bulunurken, depresyonu etkileme açısından da genç nesiller üzerinde ibadetin olumlu etkilerinin olduğu görülmüştür. Araştırmacılar her ne kadar, dinî ibadetlere devamın hayattan memnun olma konusuna doğrudan bir etkisi olmasa da, zamanla ruhî dengeyi korumada bir kaynak olabileceğini, özellikle de yaşla birlikte dinî katılımın, yaşlıların hayatında esaslı bir anlam oluşturduğunu belirtmektedirler. Bu durum özellikle emeklilikte, sağlık durumlarının kötüleşmesi durumunda ve diğer bazı sebepler dolayısıyla resmî kurumsal işlerden ve rollerden el çekildiği anlarda daha önemli hâle gelmektedir. Özellikle yaşlılık döneminde dinî ibadetlere katılım, yaşlıların hem dinî kurumların kendilerine sağlamış oldukları çeşitli sosyal servislerden faydalanmalarına, hem de “şahsî memnuniyetlere” vesile olmaktadır. Ayrıca ibadetlere devam etmek, kronik ve ciddi stres kaynaklarını azalttığından, fertlerin psikolojik açıdan iyi olmalarına önemli bir kaynak oluşturmaktadır.19
Sonuç
Her ne kadar bazıları dinin varlığını kabul etmeyip, onu tamamen saf dışı bırakmaya kalkışsalar da, bunu tarih boyunca başaramamışlardır. Zira din, insan hayatının ayrılmaz en tabiî ve en nüfuz edici gerçeğidir. Dinin fert ve toplum hayatında birtakım ahlakî ilke ve prensipler vasıtasıyla, düzenleyicilik rolünün ötesinde, ruh ve beden sağlığı açısından da oldukça faydalı yönlerinin olduğu yapılan araştırmalarla gün geçtikçe daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Bugün başta, her türlü ekonomik, ilmî ve teknolojik gelişmenin zirvesine ulaşmış ülkeler olmak üzere, pek çok ülkede, modern tıbba alternatif çeşitli tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Bunlar arasında dinin de önemli bir yeri vardır. Zira din, birtakım inanç ve ibadet esaslarıyla birlikte, insanlara sağlıklı bir hayat tarzı sunar, sosyal destek yoluyla içtimaî bütünlüğü ve huzuru teşvik eder, dua yoluyla kaygı ve stresi azaltır, insanlara bir ümit kaynağı teşkil ederek, hayata bir anlam ve gaye katar.
Sonuç olarak, bilim adamlarının büyük bir kısmı, dinin ruh sağlığı üzerindeki olumlu etkisini inkâr etmek bir tarafa, bu durumu modern tıpçıların da dikkate almaları gerektiğini tartışmakta ve doktorların hastalarının dinî inanç ve uygulamalarını göz önüne alarak bu yönde tedavi yöntemleri uygulamaları gerektiğini ileri sürmektedir. Son olarak burada şu hususu da belirtmek gerekir ki, eğer semavî özünden uzaklaşmış bir din, Batı toplumundaki insanların ruh sağlığına bu kadar önemli bir tesir yapabiliyorsa, en son ve en mükemmel bir dinin, müntesiplerinin ruh sağlığı ne kadar pozitif etkiler yapabileceğini ifade etmek hiç de abartılı bir iddia değildir.
* Ondokuz Mayıs Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi
Prof. Dr. Mustafa Köylü
Her ne kadar son iki asırdır, dinle psikoloji bilimi arasında çok sağlıklı bir ilişki kurulamadıysa da, özellikle 25–30 yıldır, bu alanda yapılan araştırmalar, dinle ruh sağlığı arasında önemli ilişkilerin olduğunu ortaya koymaktadır. Bu görüşü, sadece ilahiyat alanında çalışan bilim adamları değil, tıp alanında çalışan bilim adamları da desteklemektedir. Teorik yaklaşımların ötesinde, bu konuda yapılan ampirik çalışmalar da, dindarlık düzeyi (samimi bir inanç, ibadete devam, dua etme, kutsal metinleri okuma, vs.) yüksek olan kişilerin, dindarlık seviyesi düşük olan kişilere oranla psikolojik açıdan daha iyi durumda olduklarını, hayattan daha çok mutmain olduklarını, daha iyimser bir anlayışa sahip olduklarını; buna karşılık daha az stres, depresyon ve kaygıya maruz kaldıklarını, stresle daha iyi bir şekilde başa çıktıklarını ve daha az intihara teşebbüs ettiklerini göstermektedir.
Elbette Batı toplumlarında yapılan bu alan araştırmalarının tümü, farklı sebeplerden dolayı, dindarlıkla ruh sağlığı arasında olumlu bir ilişkinin olduğunu göstermese de, büyük çoğunluğu dindarlıkla ruh sağlığı arasında olumlu bir münasebetin olduğunu ortaya koymaktadır. Bu alanın en önemli uzmanlarından biri olan Koenig, 2000 yılından önce bu alanda yapılan 700 çalışmadan 500’ünün (% 71) dinle ruh ve beden sağlığı arasında olumlu bir ilişki olduğunu ortaya koyduğunu belirtmektedir. Bu analize göre; 93 çalışmanın 60’ında, dindarlık seviyesi yüksek kişilerin daha az depresyona girdikleri, depresyonu olan kişilerin de daha hızlı iyileştikleri; 68 çalışmanın 57’sinde intihar olaylarının daha az yaşandığı; 69 çalışmanın 35’inde daha az kaygılarının olduğu; 120 çalışmanın 98’inde daha az uyuşturucu madde kullandıkları; 114 çalışmanın 94’ünde psikolojik açıdan daha iyi durumda, daha ümitli ve iyimser oldukları; 16 çalışmanın 15’inde hayatta daha fazla gaye ve anlam buldukları; 38 çalışmanın 35’inde evliliklerinde daha mutlu oldukları ve eşleriyle iyi geçindikleri; 20 çalışmanın 19’unda daha fazla sosyal destek aldıkları görülmüştür.1 Elbette bu verileri okurken, Batı toplumu ile onların inandıkları dinin özelliklerini de göz önünde bulundurmak gerekir.
Ancak sonuçta bir bütün olarak, dinin ruh sağlığı üzerine olumlu tesirlerinin olumsuz etkilerinden daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu makalede teorik bilgilerden ziyade, Batı’da (özellikle de ABD’de) bu alanda yapılan çalışmalar doğrultusunda, dinin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini incelemeye çalışacağız. Bu bağlamda dinî inançla depresyon, intihar, kaygı ile psikolojik iyi hâl arasındaki ilişkileri incelemeye çalışacağız.
Depresyon ve Din
Bilindiği gibi çağımız insanlarını tehdit eden en önemli ruhî hastalıkların başında depresyon gelmektedir. Bugün dünyamızda yaklaşık olarak 100 milyon insanın depresyondan etkilendiği bilinmektedir.2 Depresyon, özellikle yaşlılar arasında en yaygın hastalıklardan birisidir. Her ne kadar genel nüfus içerisindeki oranı düşük olsa da, hastanede yatan yaşlı hastalar açısından bakıldığında bu oran, % 35’e kadar çıkmaktadır. Bilhassa belli bir kurumda ikamet etmeyen yaşlılarda bu depresyonel semptomlar daha yüksek oranda kendisini göstermektedir.3 Tedavi edilmediği takdirde de depresyon, hem yaşlılar, hem de onların bulundukları toplum için birtakım olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Zira depresyonel hastalıkların çoğu, muayyen bir tedaviyle sona ermemekte, uzun süre devam eden tedaviden sonra da kolay bir şekilde tekrar ortaya çıkabilmektedir. Depresyonlu hastaların, tedavi görüp çıktıktan sonra da üçte ikisinin, en azından üç ay sonra tekrar depresyon geçirdikleri görülmüştür. Bu durum hem ekonomik açıdan olumsuz etki yapmakta, hem de yaşam kalitesini düşürerek, ölüm oranlarını yükseltmektedir. Zira bir taraftan bu hastaların tedavisi uzun süre devam ederken, diğer taraftan da bunlar fizikî rahatsızlıklar gibi tam olarak iyileşmediklerinden, yaşam kalitelerini de olumsuz yönde etkilemektedir.
Acaba din ile depresyon arasında ne tür bir ilişki vardır? Diğer bir ifadeyle dinin, depresyonlu hastalar üzerinde olumlu herhangi bir katkısı var mıdır? Bu konuda pek çok araştırması olan Koenig, kiliseye giden kişilerle depresyon arasındaki ilişkiyi araştıran toplam 93 alan araştırmasından 59’unda, dinî ibadetlere daha fazla katılan kişilerde depresyonel düzensizliklerin daha düşük olduğunu ve bu kişilerin daha az depresyonel semptomlar gösterdikleri tespit etmiştir. Bu konudaki en kapsamlı çalışmalardan birini de yine Koenig ve Larson (2001) yapmıştır. Dindarlıkla sağlık arasındaki farklı boyutları inceleyen bu kişiler, bu alanda yapılan 850 çalışmayı değerlendirmişler ve sonuç olarak, dindarlıkla hayattan memnun olma arasında, çalışmaların % 80’inde pozitif bir ilişkinin bulunduğunu, depresyon ve kaygı ile dindarlık münasebetini ele alan çalışmaların üçte ikisinde, dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerin, dindarlık seviyesi düşük olan kişilere oranla daha az depresyon geçirdikleri ve kaygı duydukları tespit edilmiştir.4
Bu alanda yapılan diğer ferdî çalışmaların sonuçları da şöyledir: Koenig ve arkadaşları 111 depresif yaşlı hasta üzerine, yaklaşık bir yıl süren araştırmaları sonunda, sadece kiliseye devam etmekle İncil okuma gibi dinî yaşayışların ötesinde, samimi bir dinî inanç ve hayatın depresyon hastaları üzerinde önemli bir etkisi olduğunu, yaşlıların yarısının bu zaman zarfında herhangi bir tıbbî tedavi almadan iyileştiklerini tespit etmişlerdir. Araştırmacılar, her ne kadar bu mekanizmanın tam olarak nasıl işlediğini ortaya koyamasalar da, dinî inancın bu hastalara daha iyi bir dünya görüşü kazandırdığını, acının ve ölümün daha iyi anlaşılmasını ve kabullenmesini sağladığını ileri sürmektedirler. Ayrıca dinî inancın, yaşlılara daha güçlü bir “benlik tasarımı” kazandırdığını, yani kendilerinin güçlü ve zayıf yanlarını, kim olduklarını, daha iyi ve doğru tanımalarına ve değerlendirmelerine katkı sağladığını, bunun da sağlığın bozulduğu yaşlılık döneminde oldukça güçlü bir destek olduğunu ifade etmektedirler. Yine din, insanlara içinde bulundukları durum ne olursa olsun, ya da kişiler ne tür sorunlar yaşarsa yaşasınlar, bunların iyileşeceğine dâir bir umut ve duygusal iyileşmeyi sağlayacak motivasyon sağlamaktadır.5
Cummings ve arkadaşları, 568 yaşlı üzerinde yaptıkları araştırmada, sosyal destek ve dindarlıkla depresif semptomlar ve fonksiyonel rahatsızlıklar arasında bir ilişki olduğunu, sosyal destek seviyesi yüksek olanlarla dinî faaliyetlere katılma nispeti yüksek olan yaşlılarda, depresyon oranının daha düşük olduğunu, bunun da diğer fizikî yetersizliklere olumlu yönde katkı sağladığını bulmuşlardır. Aynı araştırmacılar, depresyon konusunda ne eğitimin, ne cinsiyetin, ne de evlilik durumunun, dindarlık kadar etkili bir faktör olmadığını belirtmişlerdir.6
İbadetin sıklığı ile depresyon arasındaki ilişkiyi araştırmak üzere Kanada’da 37 bin kişi üzerine yapılan bir araştırmada, ibadete devam sıklaştıkça daha düşük seviyede psikiyatrik düzensizlik, cinnet, depresyon ve sosyal fobiye rastlandığı bulunmuştur. Yine bu araştırmada, hayata bir anlam bulmada, günlük hayatın zorluklarıyla başa çıkmada ve hayatın sıkıntı ve zorluklarına katlanmada dindarlığın önemli bir yerinin olduğu tespit edilmiştir.7
Acaba dindarlık, depresyonun azalmasına ya da ortadan kalkmasına nasıl bir katkı sağlamaktadır? Araştırmacılar bunun da nedenini, dinî yerlere devam etmenin ibadet ya da dua sayesinde, cemaat üyeleri arasında birliktelik oluşturmasına bağlamaktadırlar. Bu birliktelik de sonuçta cemaat üyelerine bir güç olarak geri dönmektedir. Cemaat üyeleri birbirlerine sadece manevî açıdan değil, aynı zamanda maddî açıdan da destek sağladıklarından yalnızlık hissi, güçsüzlük, umutsuzluk, gayesizlik gibi olumsuz duygu ve düşünceler azalmakta; bu da fertlerde meydana gelebilecek birtakım psikolojik problemlerin ortadan kalkmasına yardımcı olmaktadır. Özellikle depresyonun sebeplerinden biri olan yalnızlık, toplumdan ve insanlardan uzaklaşma, bağımlılık hissinin azalması veya kaybolması olarak düşünülürse, bütün bunların toplu ibadetler yoluyla ortadan kalkacağı söylenebilir.8
İntihar ve Dinî İnanç
Durkheim’in (1858–1917) yaklaşık bir asır önce konuyla ilgili yaptığı araştırmayı günümüzdeki araştırmalar da doğrulamaktadır. Bilindiği gibi Durkheim’in temel tezi, dinî organizasyonların kendi üyeleri için intihara karşı önemli bir koruyucu faktör olduğu yönündeydi. O, bu tezini doğrulamak için Katolikler ile Protestanları karşılaştırmış ve sonuçta, Katolik mezhebine bağlı olan toplumlardaki intihar olaylarının Protestan mezhebine bağlı olan toplumlardaki intihar olaylarından daha az olduğunu bulmuştu. Ona göre bunun en önemli sebebi, dinlerin (ya da mezheplerin) gerçekleştirdiği sosyal entegrasyon ve sosyal düzenlemelerdi. Aynı dine mensup kişiler, sadece inanç açısından değil, diğer ahlâkî konularda, ailevî ve içtimaî işlerde de aynı değerleri paylaşacaklarından, bu homojen yapı onların ruh sağlığına da olumlu yönde etki edecektir.
İntihar teşebbüsleri her yaş döneminde görülse de, bu durum yaşlılar için daha önemli bir problem teşkil etmektedir. Meselâ Amerikalı uzmanlar, kendi toplumlarında, yaşlıların % 10’u ile % 30’unun psikolojik problemleri olduğunu ileri sürmektedir. (Weaver, Koenig, 1996: 496) Yine onlar, eğer bu yaşlılara tedavi uygulanmazsa, yaşlılık dönemindeki intihar olaylarının % 50 artacağını belirtmektedirler. Bununla birlikte Batı toplumlarında intihar, sadece yaşlılar için değil, gençler için de en önemli tehdit unsurlarından birisidir. İntiharla ilişkili davranışların oranı gençler arasında % 4–60 arasında değişmektedir.9 Aradaki bu büyük istatistikî farklılığın sebebi, intiharla ilişkili davranışların tanımındaki farklılıklardır. Zira bu durum, intiharı düşünmekten gerçekleştirmeye kadar uzun bir süreci kapsamaktadır. İntihara teşebbüsün pek çok nedeni vardır. Bunlara literatürde risk faktörleri denmektedir. Bu risk faktörlerinin başında aile psikopatolojisi, depresyon, uyuşturucu madde kullanımı, saldırganlık ve aile geçmişinden birilerinin intihar etmesi vs. gelmektedir. Bunun ötesinde fertlerin genetik yapıları, fizikî anormallikler, saldırganlık ve fevrîlik, zayıf problem çözme kabiliyeti ve ümitsizlik de intihara sebep hususlardandır. Depresyon erkeklerden çok kadınlar için risk faktörü teşkil etmektedir.10
İntiharla dindarlık arasındaki münasebeti inceleyen araştırmaların büyük çoğunluğu, dindarlıkla intihar arasında ters bir ilişkinin olduğunu, yani dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerin daha az intihara teşebbüs ettiklerini veya intihara daha olumsuz baktıklarını ortaya koymuştur. Bilindiği gibi İslâm dini intiharı kesinlikle yasaklarken, diğer dinler de intiharı kabul etmemektedir. Bu alanda yapılan diğer çalışmalar da, dinin depresyona da sebep olan farklı stres kaynaklarıyla başa çıkmada en önemli faktör olduğunu göstermektedir. Dinî inançlarını yerine getiren kişilerin uyuşturucu bağımlılığı, depresyon ve ümitsizlik gibi intihara yol açan risk faktörleri konusunda daha düşük oranlara sahip oldukları bulunmuştur. Diğer taraftan bu alanda yapılan bir araştırma, kiliseye devam etmeyen kişilerde görülen intihar vakalarının, düzenli olarak kiliseye devam eden kişilerden dört kat daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. 25 ülkede yapılan araştırmada dindarlıkla intihar etme arasında ters bir ilişkinin olduğu tespit edilmiştir.11
Dinin sosyal destek sağlamak suretiyle diğer ruhî hastalıklarda olduğu gibi, intihar vakalarının azalmasında ya da önlenmesinde de önemli bir yeri vardır. Dinî ibadetlere devam eden kişiler, aynı dinden olan kişilerle arkadaşlıkları sayesinde, özellikle ruhî problemlerini hafifletebilmektedirler. Bu da intihar riskini azaltmaktadır. Ayrıca din, kapitalist sistemlerin aksine daha sade bir hayatı tavsiye etmek suretiyle intiharı engelleyebilmektedir. Örneğin dinler fakirlik durumunu (Doğu dinleri ve Hıristiyanlık) ya da dengeli bir hayatı (İslâm dininde olduğu gibi) yüceltmek suretiyle, insanları maddî menfaatlerin çıkmazlarından koruyabilir. Bu inanç şekli de insanların ruh sağlığını korumada önemli katkı sağlayabilir.
Kaygı ve Din
Dinle kaygı arasındaki ilişkiyi inceleyen toplam 76 çalışmanın (bunlardan 69’u alan çalışması, 7’si de klinik çalışmasıdır) 35’inde dindarlık derecesi yüksek olan kişilerde daha az kaygı ve korku unsuru bulunurken, 17’sinde herhangi bir münasebetin olmadığı, 7’sinde karışık ve kompleks ilişkiler olduğu, 10’unda ise, dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerdeki kaygı ve korku derecesinin, dindarlık seviyesi düşük kişilere oranla daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Bu araştırmanın en önemli yanlarından birisi de, dindarlıkla kaygı arasındaki münasebeti araştıran toplam yedi klinik çalışmadan altısında, kaygıdan kurtulmada dinin çok önemli bir yerinin olduğunun tespit edilmesidir. Özet olarak çalışmaların büyük bir kısmı, dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerde daha az kaygı ve korkunun olduğunu ortaya koymaktadır.12
Bilindiği gibi insanlardaki en önemli kaygılardan birisi de ölüm kaygısıdır. Büyük ölçüde şahsî kontrolün ötesinde olan ölüm gerçeği, çoğu insanda büyük bir korku ve kaygıya sebep olur. Bununla birlikte, bu ölüm kaygısı kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Ölüm kaygısını arttıran ya da eksilten pek çok faktör vardır. Bunların başında dindarlık seviyesi, âhiret hayatına inanç, maneviyat ve yaş gelmektedir. Bu alanda yaşları 18 ile 80 arasında değişen 132 kadın ve 64 erkek üzerinde yapılan bir araştırmada, ölüm kaygısında en belirleyici faktörün psikososyal olgunluk olduğu, bunu ise yaşın takip ettiği bulunmuştur. Yani bu araştırma sonuçlarına göre, psikososyal olgunluk ve yaş seviyesi arttıkça, ölümden korkma ya da kaygıya düşme durumu da o oranda azalmaktadır.13
Dinî inanç, tutum ve davranışlar bir taraftan depresyon, intihar, kaygı gibi birtakım olumsuz ruhî durumları engellerken ya da ortadan kaldırırken, diğer taraftan da fertlerin psikolojik açıdan daha iyi olmalarına vesile olmaktadır. İşte yine bu alanda yapılan araştırmalardan birkaç örnek:
İyimserlik ve Din
Dinî inanç ve uygulamalarla ümit ve iyimserlik arasındaki münasebeti araştıran 15 çalışmadan 12’si, önemli derecede olumlu bir ilişkinin olduğunu ortaya koyarken, iki çalışma herhangi bir bağlantının olmadığını ortaya koymuştur. Bu alanda yapılan hiçbir çalışma, dindar kişilerin dindar olmayan kişilerden daha az ümitvar ya da iyimser olduğunu ortaya koymamıştır.14
Dinin ruh sağlığına en önemli katkılarından birisi de iyimserlik duygusudur. Peterson, Seligman ve Vaillant 100 Harvard mezunu üzerine yaptığı çalışmasında, gençlik yıllarında kötümser olanların, iyimser görüşlü olanlara oranla, 20–30 sene sonra sağlık açısından daha problemli olduklarını bulmuştur. Yine olumlu kişilik algısına sahip olanlarla, olumsuz kişilik algısına sahip olan kişiler arasında, hayat süresi açısından 7 ile 7,5 yıl arasında bir farkın olduğu bulunmuştur. Diğer bir ifadeyle, olumlu kişilik algısına sahip olan bireylerin diğerlerine oranla 7 veya 7,5 yıl daha fazla yaşadıkları tespit edilmiştir. Araştırmacılar bu durumu, bireylerin yaşama arzusunun gücü ve yaşlılığın olumlu yönlerini ön plâna çıkarma ile açıklamaktadırlar.15
İşte bu noktada dinin ruh sağlığına en önemli katkılarından birisi de optimizm yani iyimserliktir. Plante ve arkadaşlarının farklı yerleşim yerlerinden, farklı dinî gruplara bağlı ve farklı öğretim kurumlarına devam eden 242 üniversite öğrencisi üzerine yaptıkları araştırmada, güçlü dinî inanca sahip öğrencilerin, hayatı anlamlandırma, optimizm, diğerlerine yardım etme ve hayatı olumlu bir meydan okuma olarak görme oranları daha yüksek iken, daha az kaygı ve strese maruz kaldıklarını bulmuşlardır.16 Sonuçta tüm bu olumlu duygu ve düşünceler de fertlerde, daha olumlu bir ruh sağlığının oluşmasına katkı sağlamaktadır.
Psikolojik İyi Hâl ve Din
Bilindiği gibi, özellikle yaşla birlikte psikolojik açıdan iyi olma durumu (psychological well-being) ya sabit hâle gelmekte ya da daha kötüye doğru gitmektedir. Bu durum erkeklere oranla kadınlarda daha fazla görülürken, kişiden kişiye farklılık da gösterebilmektedir. Zira kimileri yaşlılıkla birlikte yaşanan kronik hastalıklara, zayıflıklara, bağımlılığa daha iyi bir şekilde uyum gösterebilirken, kimileri de bundan olumsuz yönde etkilenebilmektedir. İşte bu noktada araştırmacılar dinî ve manevî hayatın ruh sağlığı açısından önemli katkısının olabileceğini ileri sürmektedirler.
Yapılan araştırmalar, dinî inanç ve uygulamaların tutarlı bir şekilde ve büyük ölçüde hayattan tatmin olma, mutluluk ve moral açıdan iyi olmanın diğer göstergeleriyle ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Bu ilişkiyi inceleyen 100 araştırmanın yaklaşık % 80’i bu yapıcı unsurlar arasında pozitif bir ilişkinin bulunduğunu ortaya koymuştur. Bu araştırmaların 10’u dinî inanç ve uygulamalarla psikolojik iyilik arasında muhtemel bir ilişkinin olabileceğini, diğer 9’u da araştırma yapılan kişiler üzerinde dinin gelecekte daha büyük bir psikolojik iyiliğe vesile olabileceğini rapor etmişlerdir.17
Kirby, Coleman ve Daley, yaşları 65 ile 95 arasında değişen, toplam 233 yaşlı üzerine yaptıkları araştırmada, yaşlılığın ve yaşlılığın getirdiği birtakım olumsuzlukların, genel olarak olumlu bir psikolojik duruma önemli derecede negatif tesirler yaptığını, ancak dindarlığın ve manevî inançların bu olumsuzlukları gidermede ve psikolojik iyi olma hâlinin devamında doğrudan etkili ya da en azından aracı bir kaynak olduğunu bulmuşlardır. Dinî ve manevî inancın çevreye hâkimiyette, ferdî gelişim ve diğerleriyle olumlu ilişkide güçlü bir etkisinin olduğu görülürken, kendini kabul, hayattan bir anlam bulma ve otonomi konusunda da nispeten daha az etkisinin olduğu ortaya konmuştur. Aslında bu sonuç, bu alanda yapılan diğer pek çok araştırma sonuçlarını da doğrulamaktadır.18
Yine J. S. Levin, K. S. Markides ve L. A. Ray, genç, orta ve ileri yetişkinlerden 375’er kişiden toplam 1.125 kişi üzerinde, dinî ibadetlere devamın psikolojik etkileri konusunda yaptıkları ve 11 yıl süren araştırmalarında iki önemli sonuca ulaşmışlardır: Dinî ibadetlere katılma ile hayattan memnun olma ve depresyonu önleme arasında önemli ilişkiler vardır. Orta ve ileri yaşlarda dinî ibadetlere devamla hayattan memnun olma arasında bir ilişki bulunurken, depresyonu etkileme açısından da genç nesiller üzerinde ibadetin olumlu etkilerinin olduğu görülmüştür. Araştırmacılar her ne kadar, dinî ibadetlere devamın hayattan memnun olma konusuna doğrudan bir etkisi olmasa da, zamanla ruhî dengeyi korumada bir kaynak olabileceğini, özellikle de yaşla birlikte dinî katılımın, yaşlıların hayatında esaslı bir anlam oluşturduğunu belirtmektedirler. Bu durum özellikle emeklilikte, sağlık durumlarının kötüleşmesi durumunda ve diğer bazı sebepler dolayısıyla resmî kurumsal işlerden ve rollerden el çekildiği anlarda daha önemli hâle gelmektedir. Özellikle yaşlılık döneminde dinî ibadetlere katılım, yaşlıların hem dinî kurumların kendilerine sağlamış oldukları çeşitli sosyal servislerden faydalanmalarına, hem de “şahsî memnuniyetlere” vesile olmaktadır. Ayrıca ibadetlere devam etmek, kronik ve ciddi stres kaynaklarını azalttığından, fertlerin psikolojik açıdan iyi olmalarına önemli bir kaynak oluşturmaktadır.19
Sonuç
Her ne kadar bazıları dinin varlığını kabul etmeyip, onu tamamen saf dışı bırakmaya kalkışsalar da, bunu tarih boyunca başaramamışlardır. Zira din, insan hayatının ayrılmaz en tabiî ve en nüfuz edici gerçeğidir. Dinin fert ve toplum hayatında birtakım ahlakî ilke ve prensipler vasıtasıyla, düzenleyicilik rolünün ötesinde, ruh ve beden sağlığı açısından da oldukça faydalı yönlerinin olduğu yapılan araştırmalarla gün geçtikçe daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Bugün başta, her türlü ekonomik, ilmî ve teknolojik gelişmenin zirvesine ulaşmış ülkeler olmak üzere, pek çok ülkede, modern tıbba alternatif çeşitli tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Bunlar arasında dinin de önemli bir yeri vardır. Zira din, birtakım inanç ve ibadet esaslarıyla birlikte, insanlara sağlıklı bir hayat tarzı sunar, sosyal destek yoluyla içtimaî bütünlüğü ve huzuru teşvik eder, dua yoluyla kaygı ve stresi azaltır, insanlara bir ümit kaynağı teşkil ederek, hayata bir anlam ve gaye katar.
Sonuç olarak, bilim adamlarının büyük bir kısmı, dinin ruh sağlığı üzerindeki olumlu etkisini inkâr etmek bir tarafa, bu durumu modern tıpçıların da dikkate almaları gerektiğini tartışmakta ve doktorların hastalarının dinî inanç ve uygulamalarını göz önüne alarak bu yönde tedavi yöntemleri uygulamaları gerektiğini ileri sürmektedir. Son olarak burada şu hususu da belirtmek gerekir ki, eğer semavî özünden uzaklaşmış bir din, Batı toplumundaki insanların ruh sağlığına bu kadar önemli bir tesir yapabiliyorsa, en son ve en mükemmel bir dinin, müntesiplerinin ruh sağlığı ne kadar pozitif etkiler yapabileceğini ifade etmek hiç de abartılı bir iddia değildir.
* Ondokuz Mayıs Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi
Prof. Dr. Mustafa Köylü