Vefatının 75. yıldönümünde
Günümüz nesilleri, millet ağacının kökü olan tarihini bilme yönünden oldukça talihsizdir dense yeridir. Evet, bugünün insanı, ecdadımızı ve bilhassa ecdadımızın son temsilcileri olan Osmanlı’yı, kendi kaynak ve belgelerimizle aydınlatılmış bir şekilde doğru olarak tanımıyor. Aksine, ekseriyetle Batılıların maddeci ve bulanık zihinlerinin ürünü olan yayınlarla Öğreniyorlar. Bundan dolayı Cemil Meriç, bizde okutulan tarih için: “Tarihimiz tepeden tırnağa değiştirilmelidir Çünkü tarih kitaplarımız Haçlıların en büyük zaferidir” demektedir.
Bugün Batılılar, soyu gayr-i meşru ilişkilerden nesebsiz bir şekilde dünyaya gelmiş kralları için bile derin saygı duyup onları bayraklaştırırken, bizlerin, herbiri ayrı bir ışıktan kilometre taşı olan ecdadımız için bigane kalmamız affedilir gibi değildir.
Bu yazımızda, bugün hakkında çok fazla şey bilinmeyen, bilinenlerin de doğruluğu tartışılır olan Osmanoğulları’nın 35.si Sultan Mehmet Reşad üzerinde duracağız. Hakkında yazılanların doğruluğu hususunda, Sultan Reşad’ın sarayında 10 yıl “muallime-i selâtin” olarak vazife yapmış olan Safiye Ünüvar Hanımefendi; “Diyebilirim ki; bu neşriyatların çoğu, hele son devirlere ait olanları, uzaktan tutulmuş objektifin titrek, bulanık akislerinden ibaret kalmıştır Bir kısmı da hayal mahsulü olan romantik maceraları ihtiva eder” demektedir.
Evet, kimdir bu Osmanlı’nın çöküş döneminde tahta çıkan talihsiz padişah?
33 senelik bir hükümdarlık döneminden sonra, devletin devasa projelerini tamamlama fırsatını bulamadan, İttihat ve Terakki terörü neticesinde hal’edilen Sultan Abdülhamid’den sonra Padişah olan (27 Nisan 1909)Sultan Mehmed Reşad Han, Osmanlı tarihinin en yaşlı padişahı olarak 64 yaşında atalarının tahtına oturur. Sultan Abdülmecid’in tahta geçen 4 oğlundan 3.’sü olan bu Osmanlı hanedanının halim selim ve yaşlı evladı, aynı zamanda II. Süleyman’dan sonra veliahtlığı en uzun süren (33 yıl) Osmanlı padişahıdır.
Çok iyi bir şark kültürüne sahip olan Sultan Reşad, garpla ilgilenmemiştir. Arapça, Farsça ve Fransızca bilir. Uzun veliahtlık yıllarını, çok sevdiği tarih ve mesnevi okuyarak geçirir. Yumuşak, dervişmeşrep bir karakteri vardır ve Mevleviliğe intisab etmiştir.
Liman Von Sanders, “Türkiye’de Beş Yıl” isimli eserinde Sultan Reşad için: “Padişahı her bakımdan iyi ve lütufkâr bir koruyucu olarak buldum. Uzun zaman uzlette kalmış bu yaşlı adamın, şahsi kararı ile hareket ve bu kadar malumatlı bir insan olduğunu, pek az yabancı tahmin edebilir” demektedir.
Sultan Reşad, yanında bulunmuş olanların söylediklerine göre, mütedeyyin, nazik, hayırhah, mütehammil, mütevekkil, mevlevi, çelebi bir zatmış. Söylerken iddiasız konuşur, Türkçeyi gayet fasih söyler, yanlışsız yazar, bir hayli Farisi bilirmiş. Onunla görüşenlerin çoğu, kendisini şöhretinin üstünde bulurlarmış.
Son derece alçak gönüllü ve mahfiyetkâr olan bu ihtiyar Osmanlı, yakınlarının anlattıklarına göre sık sık şunları söylermiş: “Ben bu mevkie layık değilim, vatana hizmeti istediğim şekilde yapamıyorum. Bundan dolayı da çok müteessirim.”
Sultan Reşad’ın siyasi hadiseleri iyi değerlendirebildiği, bunlar hakkında, doğru rey ve kanaatler serdettiği, muhtelif kaynaklarda ısrarla ifade edilmiştir. Yine
Padişah’ın, bazı hadiselerde İttihatçılara direndiği, fakat ısrarlar karşısında ileri varamayıp tasdike yöneldiği Ali Fuat Bey’ce rivayet edilir.
Evet, Sultan Reşad, devletin en dağdağalı bir zamanında hükümdar olmuştur. Çevresinde Meşrutiyetle birlikte yetkileri eline geçirmiş, her türlü siyasi terbiye, tarihi ve milli şuurdan mahrum olan bir iktidar, ayrıca siyaset ağı içine düşürülerek hiziplere bölünmüş zavallı bir ordu vardır. Darağaçlarıyla muhalefet sindirilmiş, halka korku verilmiş ve basına sansür konmuştur. Sultan Reşad’ın da ihtiyar vücudu ve mülayim yapısıyla bunlarla baş etmesi mümkün değildir.
Günün birinde, çok sevip takdir ettiği Sütlüce Sadi Dergahı şeyhi Elif Efendi ile sohbet ederken ona, İttihatçı hükümet erkanının hiçbir hususta düşüncesini sormayıp onu hep oldu bittilerle karşı karşıya bıraktıklarını anlatarak bundan yakınır.
Elif Efendi’nin bunun üzerine: “Ama Kanun-i Esasi’nin (Anayasanın) Zat-ı Şahaneleri’ne verdiği bazı haklar vardır; bunları pek ala kullanabilirsiniz” deyince Sultan Reşad:
“Evet, bunu ben de biliyorum. Ancak böyle birşey yapmaya kalkışacak olsam beni hal’ edip Konya’ya gönderir ve cumhuriyeti ilan ederler. Herifler esasen bahane arıyorlar.. Sen böyle yapıp hanedanıma ihanet edemem” diyecektir.
1916 yılında Mekke Emin Şer Hüseyin’in, Osmanlı Devletine isyanı vaki olup, bunun haberi Sultan Reşad’a Cuma selamlığı merasiminden çıkışta bildirilince, İttihatçılar tarafından icra selahiyeti gasbedilen bu muhterem insan, Meşrutiyet hükümetinin beceriksiz dış siyaseti ve İslam’ın kalbi mesabesindeki Hicaz’ın, İngiliz altınlarının ifsadıyla elden gitmesi karşısında adeta yıldırım çarpmış gibi sarsılır ve gözlerinden beyaz sakalına yaşlar boşanır. Sonra, yanında bulunan şeyhülislam Musa Kazım Efendi’ye dönerek: “Bu işe sizin idaresizliğiniz sebep oldu. Haydi bakalım yaptığınızı temizleyin!” diye ağlayarak, öfke ve keder içinde arabasına yürür.
Evet o vatan ve milleti için çırpınmaktadır fakat ortalığı kavuran İttihat ve Terakki terörü neticesi hadiselerin önü alınamamaktadır. Yerlerinden alınan tecrübeli devlet adamlarının yerine atanan acemi İttihatçılar her tarafta karışıklığa sebep olmaktadırlar.
Sultan Reşad, Balkan Harbi patlak verdiğinde durumun iyice sarpa sarıp tahtın İstanbul’dan taşınması söz konusu edildiği zaman da: “Askerimin başında şehid olmaya hazırım. Hayır! İstanbul’u katiyyen terketmeyeceğim” diyerek kararlılığı ile hükümet erkânını yüreklendirir.
Millet menfaatlerine karşı son derece hassastır. Ortanca oğlu Necmeddin Efendi vefat ettiğinde yakınlarından birinin üzüntüsünü göstermek istemesi üzerine, oldukça ibretli bir şekilde: “Bizler zaten milletin sırtında bir yük halindeyiz. Ben bir evlat kaybettim, fakat millet bir yükten kurtuldu” sözünü evlat acısını içine gömerek söyleyebilmiştir.
Trablusgarp ve Balkan Savaşı ile I.Cihan Harbi’nin bu talihsiz padişahına o sıkıntılı günlerde halkın yediği siyah ekmek gösterildiğinde başını önüne eğerek hüngür hüngür ağlar. Ertesi gün derhal Enver ve Talat Paşaları çağırıp ekmeğin çaresine bakılması için şiddetli emirler verir. Hanımı Dilfırip Hanımefendinin anlattığına göre, hadisenin tesirinden günlerce kurtulamaz ve: “Benim zamanımda millet simsiyah ekmek yiyor da haberim olmuyor. Milletin yüzüne bakmaya utanıyorum. “diyerek oldukça müteessir olmuştur.
Sultan Reşad’ın, şehzadelerin maaş meselesinde gösterdiği ince düşünce de darb-ı mesel olacak kadar şayan-ı dikkattir.
Şehzadegâne yani evlatlarına maaş tahsis edilmesi hususundaki kararlara itiraz ederek şöyle der:
“Bir mülazım bile evlad u iyalini kendi iaşe ediyor. Aileme bakmak da benim boynumun borcudur. Milletin bana verdiği maaş kâfidir onlara ben bakacağım.”
Son derece yumuşak tabiatlı ve müşfik olan Sultan Reşad, kimseyi incitmemeye son derece itina gösterir, haklı olarak birine hiddetlendiği zaman dahi derhal abdest alır ve Kur’an-ı Kerim okumaya başlar, öfkesi geçmezse ardından namaza dururdu.
Son derece takva sahibi olan bu mevlevi Sultan, hergün sabah namazından bir saat evvel kalkıp abdest alır. Evvela Kur’an-ı Kerim okuyup ardından Delail-ül Hayrat’ı okumayı adet edinmiştir.
Sultan Reşad, saraydaki kalfaların Kuran öğrenmesi için bir hanım muallime tutmuş, fakat onun Kur’an-ı Azimüşşan okuturken bazı hürmetsiz davranışlarından dolayı vazifesine son vererek yerine Safiye Hanımı tayin etmiştir. Aynı zamanda saraydaki çocuklara da din dersi verecek olan Safiye Hanıma Padişah’ın ilk iradesi şöyledir:
“Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara verdiğim tuz ve ekmeği haram ediyorum, Bu iradem, hoca hanım tarafından talebelerine söylensin.”
Son derece muktesid bir insandır. İlk Mabeyn Başkâtibi olan Halid Ziya (Uşakligil) ile olan mülakatında: “Ben hiç müsrif değilim. Pek azla idare etmeye alışık bir adam olduğum için yine böyle olmakta devam edeceğim” diyecektir.
Sarayın ihtiyacı için para lazım olduğu zaman güzelce abdest alarak besmele ile kasasını açar ve “evvela ümmet-i Muhammedin hakkı için” diyerek sadaka ayırır, daha sonra Yıldız ve Beşiktaş Saraylarının idaresi için ihtiyaç olan parayı verirdi.
Bu ihtiyar Sultan, senelerden beri rahatsızdır. Sık sık böbrek sancıları çekmektedir. Son olarak sancıları iyice artınca, tedavi ettirilip mesanede taş teşhisi koyulup ameliyat edilmesine karar verilir. Bütün hazırlıklar yapılır ve güçlükle ameliyat masasına getirilir. Orada, kıbleye teveccüh edip ellerini açarak, insanın rikkatine dokunan şu duayı yapar: “Yarabbi! Milletimin ve memleketimin bütün mukadderatını hayırlara tahvil et! Eğer milletim ve memleketim için zararlı olacaksam beni bu ameliyat masasından kaldırma!”
Etrafında bulunanlarla ve doktorlarla helalleştikten sonra cesaret ve metanetle ameliyat masasına yatar. Yakınları, ameliyat sırasında Padişah’ın: “Yarabbi ümmet-i Muhammed’i ağlatma, bana da bu acıları çektirme” diye sayıkladığını naklederler.
Ameliyattan sonra kendisini tebriğe gelenlerin, “Mâşâallah! Büsbütün iyileştiniz. Artık yüz seneden fazla muammer(ömürlü) olursunuz” gibi sözlerine Sultan Reşad:
“- Ne kadar yaşayacağımızı biz bilmeyiz. Ancak Cenab-ı Hakk bilir! Mukadder ne ise ömrümüz o kadar olur! Yalnız diyebiliriz ki
Bin yıl yaşasak yine cihan bu,
Gerdiş bu, zemin bu, asûmân bu!”
diye cevap verir.
Sultan Reşad ameliyattan bir gece evvel de oldukça enteresan bir rüya görür:
Rüyasında, oturduğu odanın kapısı açılır ve içeri Arap kıyafetinde biri girip Padişahın yanına oturur. Hünkâr kendisine ‘Siz kimsiniz?’diye sorunca, gelen şahıs da “Ruhunuzu kabza geldim” cevabını verir. Bu sırada Padişah boynu bükük ve mütevekkil bir vaziyette beklerken aynı kapıdan iki güvercin gelerek, gelen şahsa: “O’nun ruhunu alma, bizim ruhumuzu al” derler.
Bu esnada Padişah uyanır. Sabahleyin nöbetçi bulunan Musahip Şakir Ağa’yı çağırır ve:
“Beşiktaş sarayına git, kuşçubaşıyı bul benim sevdiğim iki güvercin vardır; her birini ayrı kafeslere koyarak sana teslim etsin, onları bana getir” diye emreder. Ağa hemen kuşçuyu bulup birlikte kuşhaneye giderler. Kuşhaneden içeri giren kuşçubaşı ile Şakir Ağa bir de ne görsünler? Padişahın irade buyurduğu kuşlar ölü değil mi? Tabii kimsenin rüyadan haberi olmadığı için bu kuşların ölümü keyfiyeti fena halde kendilerini ürkütür ve bir türlü huzura çıkıp bu hakikati söylemeye dilleri varmaz. Neden sonra Padişah, ağanın gelip gelmediğini sorduğu zaman, ağanın eli boş döndüğünü görünce ondan evvel kendisi:
— Kuşlar ölmüş değil mi? der.
Ağa önüne bakarak: ‘Allah ömr-i şahanenizi müzdad buyursun’ diyerek hayretler içinde kalır.
Bu dertli Padişah’ın yıllar boyu çektiği şeker hastalığı, son zamanlarda artmış ve onu yatağa sermiştir. Maddeten olduğu gibi manen de bitkindir. Artık, hiçbir zaman ihmal etmediği devlet işleriyle bile uğraşmak istemiyor, imzalaması gerekli kâğıtlar geldikçe:
—Beni rahat bıraksalar da haysiyetimle ölsem, demektedir. Bu sözlerde aslında ittihatçılara karşı büyük bir sitem gizlidir.
Devletin ikbalinin idbara döndüğü o kasvetli günlerin birinde cephelerden gelen haberlerle perişan olan Sultan Reşad, Hırka-ı Saadet Dairesi’nde ümmetin selametine dua ederken bir şeker krizi geçirerek oraya yığılıverir ve ruhunu Allah’a teslim eder (3 Temmuz 1918).
Ölümünden 7 yıl evvel cenaze masraflarını Hazine-i Hassa Umum Müdürlüğü’ne emaneten vermiş ve : “Öldükten sonra cenazemin irade ile kalkmasını istemem” demiştir.
Vefatında evlatlarına ve ailesine hiçbir şey bırakmamıştır. Sadece hepsinin birer evleri ve kadın efendilerin de irad olarak birer dükkânları vardır. Bu hususta da:
- Millete bar (yük) olmasınlar; demiştir.
“Ebedi uykumu su ve çocuk sesleri yanında uyumak isterim” diyen bu Allah dostu, Eyüp’teki türbesinin yanına sağlığında bir de ilkokul yaptırmıştır.
Bütün bu yazdıklarımız, Sultan Reşad’ın yüksek, milli ve manevi telakkisini, mensubu bulunduğu büyük padişahlar ailesinin naçiz bir ferdi olduğunu ve Osmanlı Devletini 600 sene ayakta tutan bazı dinamiklerin çöküş döneminde bile sapasağlam ayakta kaldığını göstermesi açısından oldukça ibret vericidir kanaatindeyim.
KAYNAKLAR
1) Ünüvar, Safiye; Saray Hatıralarım, Cağaloğlu Yay., İst 1964.
2) Sirer, Münir; V. Mehmed Reşad, Hayat Tarih, Ağustosi 76, sayı: 8
3) Köseoğlu, Nevzat; Türk Dünyası Tarihi ve Medeniyet üzerine Düşünceler, Ötüken Yay.. İst’ 90
4) Şehabenderzade Filibeli Ahmet Hilmi; İslam Tarihi, Ötüken Yay.. İst,/82
5) Hisar, Abdülhak Şinasi; Geçmiş Zaman Fık., Ötüken Yay. İst 79,
6) Ayerdi, Samiha; Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, cilt-3; Damla Yay, İst/81
7) Seydi Ali Bey; Teşrifat ve Teşkilatımız, Tercuman Yay, İst/? sh, 58
8) Ayverdi, Samiha; Bağbozumu, Hülbe Yay., İst/ 87, sh.43