Müslim-i Şerif'te bu âyeti okuyarak dua etmenin fazileti hakkında birçok hadîs vardır. Bu eserdeki rivayetlerden birinde anlatıldığına göre, sahabe efendilerimizden birisi bir rahatsızlığa maruz kalmış, bu hastalık sebebiyle de iyice zayıflayıp bîtap düşmüştü.
Peygamber Efendimiz hastalığa maruz kalan bu arkadaşını ziyarete gidip durumunu gördüğünde ona, "Sen dua ettiğin zaman nasıl dua ediyorsun, Cenab-ı Mevlâ'dan ne talep ediyorsun?" diye sordu. O zât da, "Allahım! Şâyet beni âhirette bir husustan dolayı cezalandıracaksan, benim cezamı ta'cil buyur ve beni şimdi cezalandır, diye dua ediyorum." dedi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) o zaman, "Fesübhanellah! Buna nasıl tahammül edebilirsin!" buyurdu. Ardından da "'Allahım, bize dünyada da iyilik ve güzellik ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver ve bizi Cehennem azabından koru!' şeklinde dua etmeli değil miydin?" buyurdular. Daha sonra Efendimiz o sahabîye dua ettiler; o zât da Allah'ın izniyle şifa buldu.
Efendiler Efendisi (aleyhi ekmelüttehâyâ) bu tavrıyla hem o sahabiye hem de bütün ümmetine, sebebi ne olursa olsun, Cenab-ı Hak'tan ceza, belâ ve musibet istememelerini bilakis dünyada da âhirette de sıhhat, afiyet ve saadet vermesi için yalvarmalarını ta'lim buyurmuş oluyordu. İşte üzerinde durmaya çalıştığımız bu dua, Allah Rasûlü'nün fem-i mübarekinden düşmemiş sıhhat ve selâmet duasıdır; onun için O Kutlu Nebî'ye ümmet olma seçkinliğine ermiş kutlular da bu duayı çok tekrar etmelidirler.
Âyette Zikredilen 'Hasene'den Murad Nedir?>
Hemen hemen bütün müfessirîn-i kiram bu âyette geçen 'hasene' kelimesiyle neyin kastedildiğini, dolayısıyla da Cenab-ı Hak'tan dünya ve âhiret için iyilik ve güzellik dile(ni)rken nelerin mülâhazaya alınması gerektiği üzerinde bir hayli durmuşlar ve değişik yaklaşımlar ortaya koymuşlardır.
Söz gelimi tâbiinin büyüklerinden Hasan el-Basrî Hazretleri'ne göre buradaki haseneden maksat "ilim ve ibadet"tir. Yine onun, "Dünyada hasene, helâl rızık ve faydalı ilim, âhirette hasene de Cennet'tir." dediği rivayet olunmuştur. Büyük imamlardan Süfyan-ı Sevrî de aynı düşünceye kâil olanlardandır. Âhirette hasenenin Cennet mânâsına geldiği daha başka tefsircilerden de nakledilmiştir. İlk tefsircilerden Taberî (rahmetullahi aleyh) de yaklaşık olarak aynı şeyi söylemiş ve "Dünyada hasene, Allah'ın yüce kitabını anlamak ve ilim sahibi olmaktır." demiştir. Kur'ân tefsirinde önemli bir yeri olan ve tâbiinin önde gelen müfessirlerinden Katâde'ye göre, Efendimiz'in bu duasında geçen hasene; sıhhat ve afiyet demektir ve dünyada ve âhirette hasene istemek, her iki cihanda afiyet içinde bulunmayı dilemek mânâsına gelir. Katâde, bu dua ile Cenab-ı Hakk'a yalvarıp yakaran kulların aslında Allah'ın salih ve mukarreb kullarının Rabbilerinden diledikleri ne varsa, hepsine tâlib olduklarını söylemiştir. Sa'lebî, İmam Süddî ve İmam Mukâtil'in, dünyada hasenenin bol ve helâl rızık, âhirette de bağışlanma mânâsına geldiğini söylediklerini nakleder. Atiyye de, "Dünya iyilik ve güzelliği ilim elde etmek ve o ilimle amele muvaffak olabilmek, ahiretin iyilik ve güzelliği de hesabın kolaylığı ve Cennet'e girebilmektir." demiştir.
Yine bazı müfessirler, "Cenab-ı Allah, kimi İslâm ve Kur'ân'la tanıştırmışsa, ona bir aile, evlât ve geçimini sürdürebileceği kadar mal-mülk vermişse, o kimse dünya ve âhiret güzelliğine nâil olmuş sayılır." demişlerdir. Keşşaf sahibi Zemahşerî ise, Hazreti Ali'nin (radıyallahü anh), "Dünyada hasene saliha bir eş, âhirette de hûriler mânâsına gelir." şeklindeki yorumuna yer vermiştir. Hazreti Ali Efendimiz'den böyle bir söz sâdır olmuşsa bile, bu, büyük müfessir allâme Hamdi Yazır'ın da işaret ettiği gibi konunun bir misâlle açıklanması olarak anlaşılmalıdır. Feyzu'l-Kadîr sahibi el-Münavî ise, "Dünyadaki hasene, Cenab-ı Allah'ı razı ve hoşnut edecek amellere muvaffak olmak demektir." der.
'Hasene', Umumî ve Kuşatıcı Bir Kavramdır
Evet, âyet-i kerîmede zikredilen ve dua ikliminin sultanı Efendimiz Hazreti Muhammed'in (aleyhissalatü vesselam) çok tekrar ettikleri bu mezkur duada geçen 'hasene' tabiri, ister dünya için isterse âhiret için düşünülsün, umumî ve câmi (kuşatıcı) bir kavramdır. Onun için de, yukarıda geçen mülâhazaların hepsini kabul edip onlara saygı duymak; bununla beraber dünyada ve âhirette iyilik denildiği zaman onlardan sadece birini veya birkaçını düşünmenin de konuyu daraltmak ve himmeti düşük tutmak olduğunu bilmek gerekir. Durum böyle olunca, anlam ve yorum çerçevesi oldukça geniş olan âyeti, bir şeye inhisar ettirerek daraltmaya çalışmak, kendi alanımızı daraltmak ve işi zorlaştırmak mânâsına gelir ki, bu, dinimizin de tasvip etmediği bir davranıştır.
Büyük müfessirlerimizden İbn-i Kesîr, ele almaya çalıştığımız âyet-i kerîmeyi değerlendirirken bu hususa dikkat çekmiş ve, "Dünyada hasene dediğimiz zaman, sıhhat, afiyet, geniş bir ev, iffetli bir eş, salih bir evlât, geniş rızık, sağlam bir binit ve saygın bir insan olma... gibi meşrû çerçevedeki dünyevî taleplerin hepsini murad etmiş oluruz. Yine âhirette hasene dilediğimiz zaman onun üst mertebesi olan Cennet'e girebilme, kıyametin ve devamında gelen sürecin endişelerinden emin olma, hesabın kolay olması... gibi âhirete taalluk eden hususları istemiş oluruz." der. Ona göre "Dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik ve güzellik" cümlesi kapsamlı bir tariftir ve efradını câmî olduğu gibi ağyârını da mânîdir. Dolayısıyla bütün yorumcuların ortaya koyduğu düşünceleri de içine almakta ve topyekün şerleri dışarıda bırakmaktadır.
Sadece Dünya İçin İsteyenlerin Âhirette Nasibi Yoktur
Burada son olarak zikretmek istediğimiz bir husus da şudur: Konumuza esas teşkil eden âyet-i kerîmenin bir öncesindeki âyette, yani Bakara Sûresi'nin 200. âyet-i celîlesinde, Cenab-ı Allah mealen; "İnsanlardan bazıları vardır ki, 'Rabbimiz, bize vereceğini bu dünyada ver!' derler. Bunların âhirette nasipleri yoktur." buyurur.
Elmalılı Hamdi Yazır Hazretleri, Bakara Sûresi'nin 200 ve 201. âyetleri üzerinde dururken, asıl hasenenin akıl, basiret açısından ve neticesi itibariyle güzel olan haseneler olduğuna temas eder. Bunun için de gerçek ve nâmütenahî âhiret hayatını unutarak, mal-mülk, şan-şöhret, nam-nişan, makam-mansıp gibi sadece dünya güzelliklerini istemek akıl kârı değildir. Bu talebi dillendirenler temelde neyin hasene olduğunu neyin de olmadığını idrak edememişler demektir. Bu ise, ciddi bir idrak zaafıdır; onun ötesinde idraksizlik sayılır. Buna karşılık basiret sahipleri, işin önünü-arkasını, başını-sonunu gözeterek, "Ey Kerîm Rabbimiz! Bize hem dünyada hasene, hem ahirette hasene ver!" derler. Hattâ bu kadarla da yetinmeyip, Cehennem azabından korunmayı da dilerler.
Bizim de keremine hudut olmayan Kerîm Rabbimizden evvel-âhir niyazımız, bizi hem dünyada hem de âhirette güzelliklere gark etmesi, burada ve ötede rüsvay olmaktan muhafaza buyurması ve hoşnut olduğu kullar arasında cemâlini müşahede edebileceğimiz Cennet'ine almasıdır.