Kur’an-ı Kerime ve Efendimiz'e (sav) en bağlı insanlar olan ve Kur’anı Kerim'de Allah’ın, “Ben onlardan razıyım “ (41) dediği Ashab-ı Kiram’ın bu noktada farklı düşünmeleri hiç mümkün mü?
A) Dört Halife döneminde Diyalog
Gayrimüslimlerin kendi kültür ve dini inanışlarını devam ettirdikleri okullar, İslam idaresi altındada eğitimlerine devam etmişler ve buralardan başta patrikleri olmak üzere din adamları yetiştirmişlerdir. İncelemelerimizde, Hristiyanlara karşı çıkarılan zorlayıcı emirnamelerin hiçbirisinde, onlara ait din okullarını denetim altına alıcı, kısıtlayıcı bir hükme rastlanmaz !
Peygamberimizin vefatından sonra başlayan Fetih hareketleri ile birlikte ele geçirilen şehirlerin çoğu Sulh yoluyla ele geçirilmiş ve cizye ödemeleri şart koşularak gayrimüslimlere bir ahitname ile yükümlülükleri ve hakları sunulmuştur. Bu ahitnamelerde, fethedilen beldelerde faal olan kiliselerin yıkılmıyacağına dair garantiler bulunuyordu. Hatta Hz.Ömer, Kudüsün fethi üzerine gittiği bu şehirde, Patrik Sofranyus’un namazını büyük Kıyame (Bas) Kilisesinde kılması teklifini geri çevirmiş, şayet bu Kilisede namaz kılması halinde acaba ileride camiye çevrilir ve bir haksızlığıa vesile olurmuyum mülahazası çerçevesinde uygun görmemiştir. (42)
Halife el-Velid b Andulmelik tarafından Dımeşk mescidinin genişletilmesi gayesiyle yıkılan Yohanna Kilisesiyle ilgili hatalı uygulma, Halife Ömer bin Abdulaziz tarafından düzeltilmiş, o kilisenin iadesi düşüncesi ile, Hristiyanlar buna Rıza göstermesede, kilise yerine yapılan caminin yıkılmasına karar vermiştir.
Miladi 3.Asırda yapılmış Tur dağındaki Sina Manastırı (St.Catherina Manastırı) , bugün bile ziyaretçilere sahib olması bakımından, İslami İdare tarafından korunmuş, sadece bir hatıra mahiyetinde küçük bir odası namaz kılınmak üzere düzenlenmiştir. Bunun ile birlikte, Filistin, Suriye, Ürdün, Mısır, Irak ve Anadolu coğrafyasında mevcut bazı manastırların XXI.Yüzyıla ulaşabilmiş olmalarını, İslamın farklı din mensublarına bakış açısını net bir ortaya koymaktadır. (43)
Emevi devletinin, Hristiyanların yoğun olarak yaşadığı Şam topraklarında, iktidara gelmesinden itibaren, Hristiyanların devlet kademelerinde geniş çerçevede istihdam edildikleri bilinmektedir. Bu husus Abbasiler dönemindede devam etmiştir. Onların bu hoşgörüsüne tahammül edemeyen kimseler olmasına rağmen uygulamalar devam etmiş ve Abbasi bürokrasi hayatında Vezirlik makamında bile pek çok Hristiyan görevlendirilmiştir. El-Maverdi, vezirlik görevini tefvid (karar) ve tenfiz (uygulama) olarak iki ana Gruba ayırmış ve tenfiz makamına bahse konu gayrimüslimlerin istihdam edileceğini belirtmiştir. İleriki asırlarda, tefvid makamında bulunduklarıda olmuştur. Özellikle ilk Hicri 5 Asırda kurulan devletlerin değişik alanlarında, Köy Reisliği (Mevazit) , Cehbez, Katib, Tabip, Divan-ül Ceyş başkanlığı, Kahramane (özel vekil) , Hazinulfüruş, Zimam, Sahibüş- Şurta gibi vazifelerde görevlendirilimişlerdir. Özellikle sarayda görev yapan Tabipler, ailenin bir bireyi olarak izinsiz Halife ve yakınlarının odalarına girebilmişler ve ibadetlerini de yine sarayda yapabilmişlerdir. Emevi Sarayında önemli bir yeri olan Saray Şairliğine getirildikleri gibi, Abbasiler döneminde de yine Hristiyan Şairler Saraya gelerek eserlerini sunmuşlardır. (44)
Hulefayi Raşidin döneminde, zımmi statüsü aynı Efendimiz (SAV) döneminde olduğu üzere devam etmiş, hatta Hz.Ömer kendi döneminde gerçekleştirilen Fetihlerde, ele geçirilen insanları esir statüsünde değil, direkt zımmi statüsüne tabi tutup büyük bir insaniyetperverlik göstermiştir. Demek cizye, Hristiyanları ezmek için değil onları korumak için alınan bir katılım payı olduğunu bizzet Thımas W.Arnold kabullenmektedir. (45)
Tüm bunlarla beraber, ilk Fetih hareketleri sırasında Bizanslıların İslam ordularını geri püskirtmek amacı ile saldırı düzenledikleri sırada, korumayı yerine getiremiyeceklerini anlayan Müslümanlar (o bölgenin Müslüman Valisi) , Ehli Kitabtan topladıkları vergileri geri iade etmiş ve bu davranış bölge halkında derin tesirler bırakmıştır. Bu konuya en güzel örnek, Şam Valisi Ubeyde bin Cerrah’ın, bahse konu Bizansın saldırısı karşısında, daha güçlü bir Ordu ile geri döneceği ana kadar geçici olarak Şamı terk edeceği sırada, Hristiyanların Liderini yanına çağırtıp, topladığı cizyeyi iade etmesidir. Bunun üzerine, Şamda bulunan ve vergilerini iade alan Hristiyanlar, Bizanslıların Hristiyan olmasına karşın, Müslüman bir idarenin başlarına tekrar geri gelmesi için, Manastıra kapanmış ve tekrar Müslümanların raiyetine girmek için dua etmişlerdir. (46)
Hz.Ali’nin:” Zimmet akdi, malları mallarımız, kanları kanlarımız olsun diye akdedilir“ yaklaşımı, Zımmilerin İslamiyetteki konumuna açıklık getirmiştir. (47)
Hz.Ömer’in yaşlı bir zımmiye söylediği:” gençliğinde senden cizye alıp, ihtiyarlığında seni terk etmek olmaz “ sözü meşhurdur. Yine Hz.Ömer’in cüzzamlı Cabiye Hristiyanlarına zekat gelirlerinden pay ayırdığı ve kendilerine yardımcı olduğu da bilnmektedir. (48)
B) Türk-İslam devletlerinde ve Osmanlıda Diyalog
Türk-İslam Devletleri, Müslüman olmayanlara karşı iyi niyetli ve müsamahalı davranmış, onların dini değerlerine karşı saygılı olmuş ve bunu yaparkende insani bir vazifeninde ötesinde, İslam dinini referans almışlardır.
İslam Hukukçuları, dünyayı Dar-ul İslam ve Dar-ul Harb olarak ikiye ayırmasına karşın, kendilerine İslamın kaidesi olan Dar-ul Sulh yolunu seçmişerdir. Bu düşünce sayesinde, Osmanlı sınırları içinde bulunan Müslüman olsun veya olmasın insanlar, aynı İdare altında asırlarca barış ve huzur içinde yaşayabilmişlerdir.
Peygamberimizin ihdas ettiği geleneğe göre Adalet karşısında, Devlet Başkanıda “kanun üstü “ bir konumda değil, sıradan bir vatandaş gibi muamele görmeyi gerektirmiştir. Dünya tarihi, o zamandan itibaren sıradan bir tebaanın, hatta bir gayri müslimin bile, Hükümdarı mahkemeye verebildiğini göstermektedir. Fatih Sultan Mehmed’in, bir Hristiyan Rum tarafından dava edilip, mahkum olmasına başka nasıl izah edebiliririz? (49)
Yine Osmanlı Döneminde, gayrimüslimlerin kendi Kanunlarını (Hukuklarını) , Müslüman otoritelerin müdahelesi olmadan kendi Hakimleri tarafından karar verdiklerine ve bu kararları uygulamayı, mevcut Hükümetin kendine mecbur ettiğine şahit olmaktayız. (50)
Ermeni ve Gürcü Kaynaklarda, “Melikşah’ ın, bütün Hristiyanlara karşı şefkatle dolu olduğunu, geçtiği memleket halklarında bir Baba gibi davrandığını ve buna istinaden bir çok ülkelerin, kendi istekleriyle onun idaresine girdiklerini, ölümünde cenazesinde Müslümanların yanında Hristiyanlarında katıldığını nakletmektedir. (51)
1071 yılından sonra Anadolu’da yaşamaya başlayan Selçuklu Türkleri, Hristiyanların mal, can emniyetlerini de azami derecede korumuş,12.Yüzyılda Erzurum, Erzincan gibi Anadolu şehirlerini ticaret maksadıyla dolaşan Latin tüccarların ibadetleri için bile özel kiliseler yapılmıştı. Selçuklu sultanlarının birçoğu, buraları ziyaret edip, rahiplere bağışlarda bulunur ve manastırlardan vergileri kaldırmışlardır. Bu müsamaha anlayışı, Türklerin İslam ile tanışmalarından öncede vardı. (52)
600 yıl Dünya siyasetine yön vermiş olan Osmanlı Devlet-i Aliyesi, bugün hemen her ülkenin yakından ilgisini çekmekte ve özellikle çokuluslu devletlerin bir tecrübe kaynağı olarak müracaat kaynağı olmaktadır. Bunun nedeni, sadece Avrupa, Asya ve Afrika’da sahip olduğu geniş stratejik topraklar değil, aynı zamanda Doğu Roma gibi bir devletin varisi olarak yönetiminde çok farklı milletleri ve dinleri bir araya getirmesidir. Aslında Osmanlı Devletinin 624 yıllık bir ömre sahip olmasında, Türk ve Müslüman olmayan bu nüfusun önemli bir katkısı vardır. Osmanlının, bahse konu farklı dine sahip bu milletlere uyguladıkları Adil ve Hoşgörülü yönetim, Rumeli topraklarında Osmanlıların beklendiğinden daha fazla yayılmalarına ve kalmalarına zemin hazırlamıştır. Nitekim, İspanya ‘da baskı altında kalan Yahudilerin, Osmanlı topraklarına getirilerek koruma altına alınması ve yerleştirilmesi, ülkelerdeki gayrimüslimlere hoşgörünün ve güçlü bir devlete tabi olmanın avantajını hissettirmiş ve Osmanlıya bağlılıklarını artırmıştır. (53)
Osmanlı İdaresi, vatandaşı bulunan gayrimüslimlerin sadece dini ve örfi eğitimlerine hürriyet getirmemiş, aynı zamanda onların ekonomik bakımından da refah düzeyi yüksek bir yaşantıya sahip olmalarını hedeflemişti. Bunun için, Hristiyanlar çalışmıyor ve Alış-veriş yapmıyorlar diye, Pazar gününe denk gelen semt pazarının gününü, başka bir gün ile değiştirmek suretiyle mağdur olmalarını engellemeye çalışmışardı (54) Aynı zamanda evlilik akdi, boşanma, çeyiz, mehir, nafaka gibi bugün için özel Hukuka dahil konularda, gayrimüslimler tamamen özerk bırakılmıştı. (55)
Bu alana ilişkin hukuki davaları kendi cemaat mahkemeleri bakardı.. Ancak, bu konulardaki problemleri isterlerse İslami mahkemelere götürebiliyorlardı. Aynı cemaate mensub kişiler arasındaki davalar ise, ilgili cemaat başkanları tarafından çözülemezse, şer’i mahkemlere getirilirdi. Ancak, Şeriyye sicillerinden, zımmilerin özel Hukuka ait davalarını ve noter işlerini tercihen, Kadı önüne getirdiklerini görüyoruz. Dini şefler veya cemaat mahkemeleri tarafından verilen hükümler, onlar adına devlet tarafından infaz ve icra olunurdu. (56)
Burdan da rahatlıkla ifade edebilirizki, Osmanlı Milletler Sisteminin yapısı, sadece dini ve ırki değil,daha çok Sivil ve Hukuki bir çoğulculuğa dayanmaktadır. (57)
Osmanlı Kurucusu Osman Bey, uygulamalarında ve verdiği kararlarda Hrıstiyanların dini haklarına dokunmamış ve ilk Osmanlı Hükümdarlarıda, çeşitli memuriyetlere ve zaman zaman Komutanlık makamına Hristiyanlardan seçmiştir. Fatih Sultan Mehmet, 29 Mayıs 1453 ‘de İstanbul’a girdiğinde, halk Ayasofya’da ayin yapmakta ve korku içinde beklemekteyken, Fatih, rahib’i yanına çağırtarak: ” Evlerine dönmelerini, herkesin can,mal ve namusunun emniyette olduğunu, iş ve sanatlarına devam etmelerini” istedi. Fatih,bu vesile ile Ortodoks Rumları yeniden teşkilatlandırdı ve patriklik makamına kendi örf ve adetlerine göre , Georgios (Kortesios) Skolarios (Gennadios) ‘un yeni bir patrik olarak seçilmesini sağladı. Bu kişi, Türk hakimiyeti altındaki ilk Patrik olmuştur. Seçimden sonra yemeğe davet edilen yeni Patriği karşılamaya yaşlı vezirlerini gönderen Fatih, uzun sohbetten sonra, dini idare ve mezheb işlerinde ona haklar takdim etmiştir. “Millet başı” ünvanınıda vererek, onu bütün dindaşlarının meseleleri üzerinde yetkili kılmış, hürmetkar bir şekilde sarayın kapısına kadar uğurlamış, beyaz bir ata bindirmiş ve bir hükümdar gibi uğurlamak üzere bütün Saray erkanına ve Devlet Umerasına emir vermiştir.
Fatih, daha sonra Patriğe birde ferman (berat) vermiştir. Bu fermanda kısaca, patrik ve büyük papazların rahatsız edilmiyeceği, genel hizmetlerden (vergi vb.) muaf tutulacağı, Kiliselerinin camiye çevrilmiyeceği, dini ayinlerin serbest kalacağı, Nikah-cenaze işlemleri ve törenlerinin eskisi gibi yapılabilineceği, Patriğin statüsünün Vezir statüsünde kabul edileceği, kendilerine bir de “Muhafız Birliği” verileceği, şeklindedir. Din imtiyazları denebilecek olan bu haklara, Fatih’ten sonraki Padişahlar bir takım ilaveler yaparak, genellikle sadık kalmışlardır.
Kanuni Sultan Süleyman, Fransa Kralı F.François’un, Kudüsteki bir kilisenin camiye çevrilmesi sebebiyle yazdığı rica mektubuna gönderdiği cevapta, önceki imtiyazların devam edeceğini belirtmiştir. (58)
Kanuninin çağdaşı olan ve Protestanlığın Kurucusu Martin Luther bile, muvakkat bir kadirşinaslık ile:” Türkler gelip de Almanya’da adilane idarelerini acaba kuramazlar mı? ” düşüncesinde olduğu bilinmektedir. (59)
Avrupa Devletlerinde azınlıkların zor bir hayat yaşadığını gören Voltaire (Volter) Türkiye’deki azınlıklar hakkında şunları yazmak zorunda kalmıştır: “Küçük dünyamızdan çıkalım ve Kıtanın kalan kısmını inceleyelim, Türkler, çeşitli dinlere mensub yirmi milleti huzur içinde yaşatıyor, İstanbul’da 200 bin Rum güven içinde, demek oluyorki, Osmanlı İdaresi, gayrimüslimlere tam bir hürriyet ve adalet sağlamıştır” (60)
Devletin sağladığı tam hürriyet ve uyguladığı adalet sebebiyle gayrimüslimlerin ruhani liderleri bizzat kendileri Devlet-i Aliye’ye şükranlarını sunmuşlardı. Mesela, “Patrik-i İstanbul-ı Rum ve Asitane’de mukim Cemaat Metroplidan” imza ve mührünü taşıyan belge, bunlardan bir tanesidir. İspanya Kralı Ferdinant’ın, Yahudileri yok etmek istemesi üzerine Sultan II.Beyazid, onu kınamış ve bir kanun çıkararak onları Türkiye’ye getirtmiştir. (61)
Sırp Kralı Brankoviç‘in Macar İmparatoruna yazdığı:” Osmanlı bizi güneyden, siz de kuzeyden sıkıştırıyorsunuz. Biz Hristiyan olan sizlere itaat etmek istiyoruz. Acaba Ortodoks kiliseleri hususunda nasıl muamelede bulunacaksınız? ” sorusuna verdiği şu ilginç cevab enteresandır:” Bütün Ortodoks Kiliseleri yıkılacak, yerine yeni Kiliseler inşa edilecektir”. Bunun üzerine aynı heyet Fatih Sultan Mehmet’e gönderilmiş ve Fatih’in cevabı şu şekilde olmuştur: “Herkes kendi halkına, kendi mabedinde ibadet etmeye devam edecektir “ Evet, eğer bugün Kumkapıda, özellikle cumartesi ve pazar günleri çan sesleri duyulurken, ikindi namazında Allahu Ekber sesleri ile işitiliyorsa, eğer Mihrimah Sultan Camii’nin hemen yanında Kilise inşasına müsaade edilmişse, bu Hoşgörü ve Müsamaha Ruhunun önemli bir tezahürü değilde nedir? Gayrimüslimlere, Osmanlı Devletinde sadrazamlık, valilik, sancakbeylik, ve belli yerlerde kadılık ve devlet başkanlığı dışında bütün görevlerin verilmiş olmasını nasıl izah edebiliriz? (62)
41 Tevbe Suresi,100
42 El-Akkad, el-Abkariyyatül_ İslamiye, Beyrut 1968,
427- 428; Muhammed Hüseyin Heykel, el-Faruku Ömer,
Kahire 1963-1964, I, 258-260
43 Levent Öztürk, Asrı Sadetten Haçlı seferlerine kadar İslam
Toplumu Hristiyanları, s.118-119
44 Levent Öztürk, İslam toplumunda hristiyanlara gösterilen
Hoşgörü örnekleri, Sakarya Üni. İlahiyat Fak. Dergisi,
4/2001, s 25-37
45 Thomas W.Arnold, The Preaching of İslam, London
1913, s.60-61
46 Ebu Yusuf, Kitabu’l – Harac, s.139; Belazuri, Futuhul
Bulhan, s187
47 Serahsi, Şerhu Siyeri’l Kebir, III,250.
48 İbn kayyim, Ahkam, I,38; İbn Sa’d, et-Tabakatül Kübra,
Beyrut 1957-1960, I,380.
49 Hamidullah, el-Vesaik, s.83
50 Hamidullah, el-Vesaik, s.66-72
51 Osman Turan, Türk Cihan hakimiyeti mefkuresi tarihi,
İst.1979,I, sy.288-289
52 I.Goldheizer, İslam Ansiklopedisi, Ehlü’l Kitab md.
53 Yusuf Halaçoğlu, “Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Vakıf
ve Dini Teşekküllerin Statüsü”, Osmanlıda Hoşgörü ve
Birlikte Yaşam Sanatı, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yay,
İst. 2000, s 127-129
54 Ziya Kazıcı, “Osmanlı Devletinde Hoşgörü”,
İst.Büyükşehir Belediyesi, 7-8 Mart 1998, İst. S.110-113
55 Fındıkoğlu, Fahri, Hukuk Sosyolojisi, İÜY, İst. 1958,
III/55
56 Türk Dünya Araştırmalar Vakfı, Şeriyye Sicilleri,
İst.,1989, II/ 56-57; Bozkurt, Gülnihal, Gayrimüslim
Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki durumu, TTKY,
Ank.,1989, s.23-24
57 Bulaç; Ali, İslam ve Fanatizm, İst., 1993, s.86-88
58 Süreyye Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İst. 1980,
s.48
59 Tarih.III, Türk Tarih Tetkik Cemiyeti, Yeni ve Yakın
Zamanlarda Türk Tarihi, İst.1931, s.52
60 E.A.Murat, Milli Işık, Sayı.1, s.31
61 M. Süreyya Şahin, “Osmanlı Devleti’nin hristiyanlarla
Münasebetleri”, Asrımızda Hristiyan-Müslüman
münasebetleri, İSAV, İst. 1993, s.111-120
62 Ahmet Akgündüz, “Osmanlı Devletinde Barış ve
Hoşgörünün Hukuki Temelleri”, Osmanlıda Hoşgörü
birlikte Yaşama Sanatı, Gazeteciler ve yazarlar Vakfı
yay., İst. 2000, s.64-73
Yazar Prof.Dr.Davut Aydüz