Lokmanın helâl olması
Şurası çok iyi

bilinmelidir ki, bizim irade ve davranışlarımız hesaba katılmadan hiçbir
takdir söz konusu değildir. Bizim nasıl hareket edeceğimiz, nasıl adım atacağımız, bu adımların neleri tevlit edeceği Yüce Yaratıcı tarafından bilinmiş ve iradelerimiz de hesaba katılarak her şey ona göre programlanmıştır.
Evet, her şey daha tohumun atıldığı andan itibaren başlar. O yumurta iken şaki veya saidse, bunda haram bir lokmanın, anne-babanın fücûrunun tesiri küçümsenemez. Eğri bir teşebbüsten doğru sonuç elde etmek muhal olmasa da çok zordur. Mümkün değildir demiyoruz; zira Ebu Cehil'den dahi İkrime gibi birisi meydana geldiğine göre, yaşantısı çok menfi olan ailelerden bile bazen inançlı insanlar çıkabilir.
Ayrıca "Sizi bir tek candan (Âdem'den) halk eden, ondan da yanında huzura eresiniz diye eşini (Havva'yı) yaratan O'dur. (Âdem) Eşi ile (birleşince) o hafif bir yük yükleniverdi (hamile kaldı). Onu bir müddet taşıyıp da hamileliği ağırlaşınca, Allah'a: Andolsun bize (salih) kusursuz bir çocuk verirsen, sana ziyadesiyle şükrederiz, diye dua ettiler." (A'raf, 7/189) âyeti bir yandan doğum öncesi anne-babanın bir kısım arzu ve isteklerinin olabileceğini ortaya koyarken diğer yandan da onların Allah'a (cc) teveccüh edip salih evlât istemeleri gerektiğine işaret ediyor.
Lokmanın helâl olması
Anne-babanın vazifelerinden biri de kendi rızıklarına dikkat etmeleri gerektiği gibi çocuklarına da hoş ve helâl bir rızık yedirmeleridir. Bir kimsenin başkasına haram yedirmeye hakkı yoktur. Bu itibarla, bakım ve görümüyle sorumlu bulunduğumuz çocuklarımıza ve diğer aile fertlerine helal nesnelerden yedirme mecburiyetindeyiz. Zaman değişse, asır başkalaşsa herkes gayr-i meşrû yollarda bulunsa da biz yediremeyiz. Aslında, yanlış yollarla elde ettiğimiz kazanç da, o kazançla beslenen çocuklarımız da, cehennem zakkumu gibi bir gün mutlaka bizim başımızı ağrıtır, belki de kan kusturur.
Daha önceki vazifelerimizi yapmış isek dünyaya gelen, her yeni misafirin belli ölçüde şekavetlere kapalı bir said (saadete namzet) olduğunu bekleyebiliriz. Ama yediğimiz, içtiğimiz haram, giydiğimiz haram ve hayatımız haramlarla iç içe ise, çocuğun saadet ihtimalini yok etmişiz demektir.
Evet, haram yiyor, haram içiyor, haramla besleniyorsak, ruh dünyamızı şeytana açık tutuyor sayılırız. "Şeytan insanın damarlarında kanın hareketiyle hareket eder." fehvasınca o, insanın kan damarlarında dolaşır. Alyuvarlarına, akyuvarlarına biner. Dolayısıyla nesle de nesebe de şerârelerini bulaştırır.
Bu açıdan ta baştan itibaren, çocuğun bakımı-görümü, yiyeceği, içeceği, giyeceği her şey dinin meşrû kıldığı daire içinde kalınarak yerine getirilmeli, haram yedirilmemeli, haram içirilmemeli ve haram giydirilmemelidir.
Onun için bir elbisenin ipliğinin bile haram ve şüpheli olmamasına dikkat etmeli, bilmeyerek olanından da Allah'a (cc) sığınmalıyız ve gönlümüz her zaman tir tir titremelidir. Kat'iyen bilmeliyiz ki, ektiğimiz her tohum ya zakkum olup başkalarını zehirleyecek ya da kökü yerin derinliklerinde, dalları semaları tutan mübarek bir ağaç gibi meyveleriyle, gölgesiyle, dallarıyla, yapraklarıyla insanlığa, hatta daha başkalarına nesiller boyu hizmet edecek; insanın mutluluğuna ve yeryüzünün imarına katkıda bulunacaktır.
İsmini güzel koymak gerekir
Allah Resûlü'nün tavsiyeleri çerçevesinde, çocuğa, sevimli, mânâsı düzgün iyi bir isim koymak, anne-babanın ilk vazifelerinden biridir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) isim koymaya özel önem vermişlerdir, "Peygamberlerin isimleri ile isimleniniz. Ayrıca Aziz ve Yüce olan Allah nezdinde isimlerin en sevimlisi Abdullah ve Abdurrahman'dır. İsimlerin en doğrusu Hâris (kâr getiren, ahireti kazanan) ve Hümâm (himmetli, azimli)'dır. En çirkini de Harp (şiddet) ve Mürre (cimrilik, acı) isimleridir." buyurmuş ve aynı zamanda "Âsiye" (isyan eden) gibi düşmanlık ifade eden isimleri iptal etmiş yerine "Cemile" (güzel) ismini koymuştur.
Her yeni doğan çocuk temiz bir fıtrat üzere doğar. O, doğduğunda âdeta yazısız bir kağıt gibidir. Anneye-babaya düşen, bu yazı ve nakışları mevsiminde, hem de silinmeyecek şekilde çocuklarının ruhuna yazıp nakşetmektir. Evet, çocuk sahibi olan her anne ve baba, günlük hayatlarının bir bölümünü çocuklarının talim ve terbiyesine ayırma mecburiyetindedirler.
Çocukların yetiştirilmesinde, Allah'ın öğretilmesi, onların yaşlarına ve kültür seviyelerine göre Allah'a iman fikrinin kalblerine yerleştirilmesi, anne-babanın pek çok şahsî vazifesinin önünde gelir. Bu itibarla siz, evinizde âsi-tâği ya da âsiye-tâğiye çocuklarınızı ihmal ederek Kâbe-yi Muazzama'yı ziyarete gitseniz, vazife size arkadan seslenecek ve 'Buradaki ciddî ve ehem vazifeyi bırakmış nereye gidiyorsunuz?' diyecektir.
Ayrıca babası çocuğa dinini diyanetini, okuyup yazmasını, Kur'ân okumasını, hatta biniciliği, yüzmeyi ve devrine göre atıcılığı da öğretmelidir. Beyindeki güç ve kuvveti sadece pazulara hasreden sporları değil, hayat ve sıhhat için faydalı ve yarınlarına mukaddime nevinden her biri kendi sahasında önem arz eden bütün sporları öğretecektir.
Kaynak
http://tr.fgulen.com