Sonsuz Salat ve Selam Sevgililer Sevgilisine Olsun
Ve O'nun Sahabesine Kainat Dolusunca Selam Olsun
Ruhumuz hasta sen şifa ver ya Rabbi
Kısa bir ömür. Küçük bir dünya. Herkese yetecek bir atmosfer. Peki, o zaman dünya için didişme neden? Neticede nice büyük mevki, makam ve zenginlik sahibi insan, dünya ve içindekilerini burada bırakıp gitmediler mi?
Tabii ki gittiler. Hem de hiç ummadıkları bir anda. Onlara sorulmadan. Aniden. Bir gece, bir sabah veya en mutlu oldukları bir demde. Öyleyse bizden öncekilere olan şeyin aynısı bize de olacak. Buna biz sünnetullah diyoruz, yüce Allah’ın toplumlar ve fertlerle ilgili değişmez kuralı.
Peki, neden bu kadar didişiyor, kavga ediyoruz. "Birbirinizi sevin, çevrenizi anlayan bir kalp ve gözle bakın" diyen sesi duymuyoruz. Çünkü bir kısmımız egomuza esir olmuşuz, bir kısmımız dünyaya aşırı tutkulanmışız, bir kısmımız dünyayı idare etmeye çabalıyoruz.
Çoluk çocuğumuza daha yaşanılır bir dünya bırakmak için başkasının çoluk çocuğunu düşünmüyoruz. Çevremiz için esirgemediğimiz anlayışı, başkasına göstermiyoruz. Çoğu kez sadece cenaze merasiminde Allah’ı hatırlıyoruz, sadece orada.
Orada bile duygularımızın bir yanında dünyada sonsuza kadar yaşanan baskın duygular vardır. Dilimizden bir dua dökülse, "Ya Rabbi uzun ömür ve sıhhat ver" diyeceğiz, olabilse ebedilik isteyeceğiz.
* * *
Kalbimiz hastadır. Ruhumuzda derin yaralar vardır. İnsanların yoğunluğu arasında "Allah’la halvet-Allah’la yalnızlaşmak" duygularından uzağız. Çoklukla birliği, birlikle çokluğu yakalama ufkundan uzak düşmüşüz.
Kısacası ruhumuz hem hasta hem yorgun. Verilenle yetinmiyoruz. Verilmeyenin peşindeyiz. Başkasında hiç olmayanın farkında olamıyoruz. Başkasında olanın farkındayız. Bir vadi altınımız olsa, öteki vadinin peşinde koşacağız.
Dar bir sokakta biri bizi durdurup sorsa, "Nereye gidiyorsun, ne olacaksın, bu koşu nereye kadar, üç kuşak öncesi dedenin mezarı hani nerde" dese, sadece duraksayıp yüzüne bakacağız. Anlamsız, sessiz, durağan.
Doğrudur. Emeller, temenniler bizi esir etmiş durumda. Diğerkámlık, başkasını düşünme duygularından uzaklaşmışız. Kendimizi iyi işlere, merhamete yönlendiremiyoruz. Sorulduğunda cevabımız hazırdır. "Ne yapalım, kaderimiz böyle, Allah böyle yazmış" deriz. Ama nedense günah işlerken, kötülük yaparken kaderi düşünmeyiz, günah işledikten sonra kendimizi avundurmak için kadere sığınırız.
Mademki bu kadar kaderciyiz, mademki "Ne yapayım kaderim böyleydi" diyoruz, o zaman dünyalık peşinde koşarken neden böyle düşünmüyoruz. Her şeyi ince ayrıntılara kadar hesap ediyoruz.
Evet, kader vardır ama kader seni mahkûm etmiyor, sen kendi hareket ve tercihlerinle kaderini hazırlıyorsun. Kaderinin senaristi sensin, başkası değil.
Efendim deriz bazen, "Acele niye? İleride tövbe ederiz. Kötülükleri sileriz. Hele bir de hacca gittik mi!.. Mezarımıza tertemiz gideriz". Evet, bazen şeytan ve nefsimiz bu sözleri fısıldar. Kim bilir belki hiç zamanımız olmaz. Kim bilir belki bu pazarlık yüce Rabbimiz tarafından hoş karşılanmaz.
Belki hiç tövbe nasip olmaz. Belki aniden gelir, gelecek olan her şey. Şeytan bazen nefsimize hoş gelen ama bizi Allah’tan uzaklaştıran sözler fısıldar. Bizi vicdanen rahatlatır. Ama sorumluluktan kurtarmaz.
* * *
Hz. Ebubekir’in sözü ne kadar da mesaj yüklüdür: "Benim hasta bir kalbim var. Hasta kalplere şifa veren sensin ya Rabbi. Benim hasta kalbime de sen şifa ver ya Rabbi."
Dünya geniş, hepimize yeter. Rızkı yaratan, káinata gönderdiği herkesin rızkını da göndermiştir. Dilek ve duygularımızı tartalım o zaman, egomuzu sorgulayalım. Allah’tan gafil olmayalım.
Bilmek lazım ki, kul Rabbini unutsa da, Rabb, kulunu unutmaz. Gelin hasta kalbimizi en büyük doktor olan Allah’ın tedavisiyle tedavi edelim, O’na yönelelim.
"Ben kendimi terk etsem de, ben kendimi bıraksam da sen beni bırakma ya Rabbi" diyelim