En kısa ifadesiyle, yeis ‘kişinin cehennemini garanti görmesi,’ Bir başka ifadeyle, yeis ‘Allah’ın rahmetinden ümit kesmektir.
Kamil imana sahip bir mümin için üzülecek, ümitsizliğe kapılacak bir hadise asla olamaz. Çünkü tüm varlıkların ve tüm olayların Allah'ın kontrolü altında olduğunu ve Allah'ın yarattığı her şeyin en güzeli ve en hayırlısı olduğunu bilir. Bu nedenle daima Allah'tan razıdır ve hiçbir zaman Allah'ın yardımından ümidini kesmez. Ye's oluştuğu durumlarda ise insanın bu inancında önemli bir zayıflık var demektir. Bediüzzaman ye's hastalığı için şöyle der:
Arkadaş! Amele ve taate muvaffak olamayan azaptan korkar, ye’se düşer. Böyle bir me’yusun gözüne, dinî meselelere münafi edna ve zayıf bir emare, kocaman bir bürhan görünür. Böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerin saikasıyla ilân-ı isyan ederek İslâm dairesinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder. Binaenaleyh, a’mâle muvaffak olamayanlar, ye’se düşmemek için şu ayete müracaat etsin:
De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım!
Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır). Zümer–53
(Benden onlara) De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer Suresi, 53)"
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri yukarıdaki metinde, amel-i salihe ve taate muvaffak olamayan bir insanın, imanının gereği olan haklı korkusunun, nasıl şeytan tarafından ye’se düşmeye zemin haline getirildiği.. ye’sin de ne şekilde kişiyi küfre götürdüğü hususu üzerinde durmaktadır.
Metinden anlaşılan o ki: Allah’a itaatsizlik ve amelsizlik (yani günahkârlık); insanı korkuya, korku ümitsizliğe, ümitsizlik de azaptan kurtulma arayışına, bu arayış o azabın –hâşâ- olmadığı vehmini veren zayıf ve batıl emareleri kuvvetli ve hak deliller gibi görüp onlara tutunmaya ve daha başka emarelerin de etkisiyle neticede isyan etmeye ve İslam dairesinden çıkıp küfre girmeye kadar götüren şerli bir koridor haline geliyor.
Nefs-i emmâre ve şeytan-ı âleyhillâ’nenin sağdan yaklaşarak “Senden adam olmaz. Bu kaçıncı söz verişin! Sen bin kez tevbe etsen de, yine o günahlara girersin. İraden felç olmuş. Hangi yüzle huzur-u ilahiye geliyorsun...” gibilerinden güya hak kılıfı içinde bir takım batıl duygu ve düşünceleri o kişiye muhasebe görüntüsüyle içirip zamanla da bütün mahiyetine sirayet ettirerek büsbütün zehirlemekte, onu önce kendisinin ıslah olabileceği mevzuunda ümitsizliğe düşürmekte, sonra işi daha da ileriye götürerek Allah hakkında su-i zanna sokmaktadır.
Allah hakkında su-i zan etmek demek; Onun rahmâniyet, rahîmiyet ve gufrânını zımnen ithâm edercesine, rahmetinin gazabına sebkat etmişliğine yeterince inanmayıp, afv ü mağfiretle alakalı cemâlî isim ve sıfatlarının kulun günahlarını bağışlayabileceğine olan ümidini ve kulu ıslah ve terbiye edebileceği inancını, derecesine göre kalben, hissen ve aklen yitirmek demektir. Ümidini yitiren kişinin de yitireceği başka bir şeyi kalmamıştır. Hâlbuki “insanları canlandıran emeldir, öldüren yeistir.” [Mektubat / Hakikat Çekirdekleri]
Kendisini nefis ve şeytanının arzu ve isteklerine tamamen teslim eder, bedenî zevklerin gaflet döşeğinde gerçekleri unutmaya kendisini hipnotize eder. İnandığı gibi yaşamadığı için yaşadığı gibi inanmaya başlar. Tam bir gaflet ve dalalet içinde artık kendini ve yaptıklarını savunma içgüdüsü ile, akıl ve mantığının onaylamadığı, kalbinin yatışmadığı ve vicdanının kabul etmediği bir kısım yanlışlara/kuruntulara/sapıklıklara değişmez gerçeklermiş gibi itikat eder, onların katıksız savunucusu kesilir.
Dünkü zayıf mü’min; önce mücrim, sonra me’yus, derken septik ve nihayet kâfir olur çıkar, böyle bir talihsiz süreçten. Evet, her bir günahtan küfre giden bir yol vardır, maazallah...
Belki “Her günahta küfre giden bir yol vardır.” diyor Bediüzzaman Hazretleri: “İ'lem eyyühe'l-aziz! Mâsiyetin mahiyetinde, bilhassa devam ederse, küfür tohumu vardır. Çünkü o mâsiyete devam eden, ülfet peyda eder, sonra ona âşık ve müptelâ olur. Terkine imkân bulamayacak dereceye gelir. Sonra o mâsiyetinin ikaba mûcip olmadığını temenniye başlar.
Bu hal böylece devam ettikçe, küfür tohumu yeşillenmeye başlar. En nihayet, gerek ikabı ve gerek dârü'l-ikabı inkâra sebep olur. Ve keza, mâsiyete terettüp eden hacâletten dolayı, o mâsiyetin mâsiyet olmadığını iddia etmekle, o mâsiyete muttali olan melekleri bile inkâr eder. Hattâ şiddet-i hacâletten, yevm-i hesabın gelmeyeceğini temenni eder.
Şayet yevm-i hesabı nefyeden ednâ bir vehmi bulursa, o vehmi kocaman bir burhan addeder. En nihayet nedâmet edip terk etmeyenlerin kalbi küsufa tutulur, mahvolur, gider. El-iyâzü Billâh!” [Mesnevi-i Nuriye
zehravakfi.org