Teknoloji, adeta metafizik bir hale gibi kendi ile kullanılan her şeyi meşrulaştırmaktadır. Bu ise teknolojiyi içine atılan her şeyi, sırf kendisine teması sebebiyle, tartışılmaz kılmaktadır.
Ali AYDIN; eğitim alanında teknolojinin kullanımı ile ortaya çıkan ve çıkacak olacak kaotik durumu yorumluyor:
Bir Simülakr Olarak Eğitim ve Teknoloji Fetişizmi
Geçmişin ezberinin bozulduğu, kesinliğin kaybolduğu, modern yapıların aşınarak postmodern bir çözülüşün yaşandığı, gösterge anarşisinin yayılarak izinin sürülemez bir hâl aldığı, gerçekliğin buharlaştığı buna mukabil binlerce yeni gerçekliğin türediği, asıl ve kopyanın seçilemediği bir zamanda yaşıyoruz.
Birçok düşünür bu dönemi; postmodern, sanayi-ötesi, enformasyon toplumu türünden kavramlar eşliğinde tarif etmektedir. Şüphesiz günümüzü anlama çabalarının tümü ilgiyi hak etmekle birlikte bizim bu yazı bağlamında özellikle hatırlatacağımız isim Fransız düşünür Jean Baudrillard olacaktır.
Baudrillard, simülasyon ve simülakr kavramları eşliğinde toplumsal durumu analiz eder. Gerçekliğin yok olduğunu, gerçeğin bugün için yerini almış olanın artık gerçek olması söz konusu olmayan gerçeğin simulakrları olduğunu dile getirir. "Simülakr", asıl olamayacak bir kopya olarak değerlendirilebilir. Öte yandan gerçeğinden daha gerçek olan bir hiper-gerçekliktir. Bu anahtar kavram üzerinden bugünkü dünyayı ve sistemleri analiz eden Baudrillard, şimdiki zamana ve onun bir kurbanı durumunda olan gerçekliğe "ölümünü" hatırlatır. Düşünüre göre yaşam ile ölüm yer değiştirmiştir, bu yer değiştirme oyununda, yaşıyor olduğu sürekli kanıtlanmak istenen aslında "ölü"dür. Bu noktadan hareketle denilebilir ki bir yerde aşırı biçimde vurgulanan ne ise o, orada olmayandır. Baudrillard'ın analizi bu kısa betimlemeden çok daha fazlasını hak etmektedir. Lakin söz konusu etmek istediğimiz, kendisine her yerden yapılan aşırı vurguya rağmen aslında bize "olmadığını" haykıran eğitim olduğu için biz şimdilik düşünürün kavramlarını ödünç alarak yazımızı sürdüreceğiz.
Her şeyin birer meta olarak hayat hakkı bulduğu böyle bir kertede "değişim değeri" her zaman için "kullanım değerini" baskılamakta ve silikleştirmektedir. Eğitimin de bundan nasibini fazlasıyla aldığı söylenebilir. Albenisi olan, göz kamaştıran bir ambalaj ile sunumu yapılan ve herkesin sahip olma iradesini güçlü bir biçimde ortaya koyduğu; sahip olunduğunda getirisinin maddi refah, statü ve güç gibi unsurların alaşımını vereceği düşüyle eğitim, neredeyse kendisinin dışında her şeyi vaat etmektedir. Eğitim, bir gösteren olarak adeta her şeyi göstermekte ancak her şeyi gösteren bir hiper-göstergen olarak aslında hiçbir şeyi göstermemektedir. Dolayısıyla eğitim, "eğitim eşittir diploma" biçiminde ifade edilen basit işlemde, kendisinden sonraki getiri adına katlanılan bir fazlalık hükmünde olmak dışında bir değere karşılık gelmemektedir. Çocuklarına bir gelecek satın almak isteyen şimdinin ebeveynlerinin bitmek tükenmek bilmeyen çabaları dikkate alındığında, iş ve olası maaş miktarının eğitim denilen basamak üzerinden mümkün görünen nihai hedef oluşu, eğitimin aslında yok oluşuna işaret etmektedir.
Öte yandan teknoloji, adeta metafizik bir hale gibi kendi ile kullanılan her şeyi meşrulaştırmaktadır. Bu ise teknolojiyi içine atılan her şeyi, sırf kendisine teması sebebiyle, tartışılmaz kılmaktadır. Hakikatin kendisi için hayat hakkı bulamadığı böylesi bir zamanda, teknolojinin kendi başına "hakikat" koltuğuna kurulması ironiktir.
Son zamanlarda eğitim teknolojisi alanında sözü edilen ürünler ve bu ürünlerin refakatinde eğitimin yapılandırılması düşü; maalesef tam da yukarıda sözünü ettiğimiz, teknolojinin kendinden menkul bir biçimde hakikati temellük edişine bir boyun eğişi simgeliyor. Zira böyle bir düşün gerçekleştirilmesi için ortaya konulan çabayı, eğitimin ne içeriği ne felsefesi ne de yapısal sorunlarının anlaşılması esnasında görebiliyoruz. Bütün eğitim kurumları birer dijital kaleye dönüşünce, eğitim ile ilgili hiçbir mesele kalmayacak algısı üzerinden temellendirilen ve pratik faydayı esas alan yaklaşımlar ile karşılaşıyoruz. Bu teknopedagojik yaklaşımlar, var olma safhasını sonlandırmış ve bir "simülakr"a dönüşmüş olan eğitimin bir tözden yoksunluğunun, tekno-göstergeler marifetiyle gizlenmesine hizmet etmektedir. Bugün akıllı sınıf, akıllı tahta, tablet kitap gibi ürünler, edinilmesi zorunlu görülen ve bir ülke için eğitimde ulaşılması gereken öncelikli hedef olarak kodlanmaktadır. Siber-okul çağına, infilakı andıran bir coşkuyla katılma hevesi; olmayanın yokluğunu (eğitimin), aslında var ve haddinden fazla, biçiminde algılatmakta; dolayısıyla köpürterek onu bir hiper-gerçekliğe dönüştürmektedir. Eğitimin paydaşları olarak klasik biçimde zikredilen öğretmen, öğrenci, veli gibi unsurlar ise bu bağlamda arkaik kalmaktan kurtulamamaktadır. Zaten böyle bir gidişatta en akıllı sınıfın "öğretmenin bulunmadığı sınıf" olması mukadderdir.
Uzaktan eğitim ile siber uzayda (internet) renkli kablolardan geçerek yapılan dersler; olmayan bir okulda, olmayan bir sınıfta, olmayan bir öğretmen ve olmayan bir öğrenciyle bugün, tam da Baudrillard'ın imasını hatırlatırcasına gerçeğinden daha gerçek bir biçimde olabilmektedir. Teknoloji üzerinden eğitim yüz yüze olmaktan çıkarken herkesin her yerden enforme edilebilirliği mümkün hâle gelişmiştir. Haber anarşisi haberin kendisini dahi unuttururken; bilgi, insana dokunan bir şey olmaktan çok ekranda bir banttan akan akışkan bir şeye dönüşmüştür. Eğitimin varlığından ziyade ölümünü haykıran "Eğitim şart!" tekerlemesi aşırılaştırılarak yinelenirken, derslik ve okul sayısı artarken; yani tam da en yoğun bir biçimde yaşanmakta olduğunu düşündüğümüz bir anda eğitim, bir simülakra dönüşmüştür.
Baudrillard'ın kullanmış olduğu hiper-gerçeklik kavramının yardımıyla ve bunun eğitimdeki izdüşümü olarak yorumlayabileceğimiz "Hayat boyu öğrenme" sloganı ile eğitimin her yere dağılma, saçılma biçimindeki tezahürü de ayrı bir ilgiyi hak etmektedir. Her şeyle ilgili ve herkese açık, her konuda sayısız kurs, dershane, seminer programları; bir sertifika, belge sahibi olma arzusu, toplumda bir zorunluluk olarak hissedilmektedir.
Değer üzerindeki uzlaşının kaybolduğu ve kanonik olanın yadsındığı böylesi zamanlarda, eğitimin terbiye boyutu kendiliğinden düşmüş bir davanın adı olarak hatırlanabilir. Geriye kalan ise yalnızca bilgi ve bilginin transferidir. Kuşkusuz bu bilgi gösteri toplumunun ihtiyaçlarından doğan pragmatik, mekanik bir bilgiden başkası değildir. Ölçülebilen, istatistikî verilere dönüştürülebilen, alınıp satılabilen böyle bir bilgi, bir bilene muhtaç olmaktan çıkmıştır. O artık bilgi bankalarında kendisi için muhkem bir yerdedir. Öğretmenin olmadığı sınıfın en akıllı sınıf olabileceğine dair yukarıda yapmış olduğumuz ironi, işte tam da bu noktada karşılığını bulmaktadır. Özellikle kurumsal eğitim için didaktik anlatı ölmüştür. Öğretmen ise en azından bir imge olarak kalabilmek için hayat hakkı istemektedir.
Eğitim, toplumsal formun içindeki aitliği ve kurgusundan bağımsız düşünülemez. İçinden geçmekte olduğumuz zamanı kavramak eğitimin de güncel durumu hakkında aydınlatıcı olabilmektedir. Ne'liğinin ve nasıl'lığının tartışılmamasına karşı eğitimin hangi araçlarla icra edileceğine ilişkin teknoloji cevaplı indirgeme, bizleri eğitimde teknoloji fetişizmi ile yüz yüze bırakmıştır. Ne ve nasıl sorularının hükümsüz kılındığı bir noktada, "Hangi araçlarla?" sorusunun egemenliği altında eğitim bir simülakra dönüşmüş görünüyor.
Ali Aydın