Aklı tanrı, bilimi de ilahiyat yerine koyup, laikliği devletin tarafsızlığından ziyade dayatılacak bir dogmalar dizisi olarak gören militan laikler baş aşağı duran bir dinin mensupları gibi. Kamusal alanda başörtüsünün yasak olduğu Türkiye’deki ilkel müdahalecilik zorbalıktan farksız
Görünen o ki renk körlüğü yalnızca dindar fanatiklere mahsus bir illet değil. Militan laikler de bundan mustarip olabiliyor. Her ikisi de tonları, gölgeleri, detayları ve nüansları algılama yetisinden yoksun. Sahip oldukları basit dünya görüşleri içerisinde yalnızca inananlar ve kâfirler, melekler ve şeytanlar, cennet ve cehennem, bilim ve batıl itikat, aydınlanma ve karanlık, modernlik ve ortaçağ adetleri diye tanımlanan, iyi ve kötünün tek tipe bürünmüş blokları var.
Nietzsche bu illet hakkında yazmıştı. Bu dertten mustarip olanlar, kişinin sosyo-tarihsel fenomenin karmaşık labirentinde yolculuk etmesine imkân tanıyacak tarihsel sağduyudan yoksun oluyor ve bunun yerine katı dogmaların ve sarsılmaz kesinliklerin paslanmış pusulasına inanıyorlar. Bunlar bir felsefe metninin özeti için ikna edici ve hatta etkileyici görünüyor olabilir. Ama ilahiyat fakültelerinin ve felsefe bölümlerinin küçük, loş sınırlarının dışında, günışığında test edildiklerinde sığ, aldatıcı ve epey abes görünüyorlar.
Homojenlik mecburiyeti delice
(Londra Üniversitesi’ne bağlı Birkbeck College’da felsefe profesörü olan) AC Grayling, bu hastalığın çoğu belirtisini gösteriyor gibi. Dine ve dindarlara dair paranoyakça takıntısı 18. ve 19. yüzyılın yankılarını geri getiriyor. Yazılarındaki bariz militan laiklik (Richard Dawkins ve Christopher Hitchens’ın yazılarında olduğu gibi), Fransız Devrimi’nin yalnızca
karanlığın ve ışığın zıt taraflarını gören Dağ (Jakobenler) gibi aşırı kanatlarını ya da Konvansiyon’un (Konvansiyon Meclisi, Fransız devrimi sonrası 1792-1795 arası 1. Cumhuriyet dönemi meclisi)
Hıristiyanlığın enkazı üzerinde ‘akıl dinini’ uygulamakla ve katedralleri ‘akıl
mabetlerine’ dönüştürmekle görevli ‘misyon vekillerini’ anımsatıyor.
Bu tarz bağnaz laiklik baş aşağı duran dine benzer. Aklı tanrı yerine, bilimi
ilahiyat yerine, merhametsiz gelişmeyi yaradılıştan olan günah işleme eğiliminin ve insani çöküşün yerine koyar. Takipçileri laikliği yalnızca dinin ve siyasetin ayrılması ya da din ve inanç karşısında devletin tarafsızlığı olarak görmez. Onlara göre, bu seve seve benimsenecek ya da devletin gücü yoluyla dayatılacak bir dogmalar dizisidir. Kamusal alan bu yüzden tüm dini sembol ve ifadelerden arındırılmak zorundadır.
İnananlar ve inanmayanlar diye, fark gözetilmeksizin özgürce etkileşime ve kendiliğinden ilişkilere izin verecek biçimde herkese açık bırakılamaz. Tümden bir homojenlik mecburi olmalıdır. Kutsal savaşlar böylelikle katı bir biçimde, şahsi seçim meselesi mahiyetinde devam ettirilebilir. Bağnazlık, devletin ve yargının okula giden bir kızın basit bir başörtüsü
takmasını önlemek üzere görevlendirildiği delice bir senaryoya yol açar.
Yani Grayling’in, askeri darbelerin artık kolay bir seçenek olmadığı bugünlerde kendi iradesini topluma ve siyasi arenaya dikte etmek için hukuku kullanma peşindeki Türk ordusunun tarafında durduğunu görmek hiç şaşırtıcı olmadı. Rayling (31 Temmuz 2008’de Radikal’de de yayımlanan) makalesinde, Bir Türk başsavcısının son dönemde AKP’yi ‘daha fazla kadını başlarını örtmeye teşvik ettiği’ iddiasıyla kapatma girişimine destek verdi. İnsanlar Grayling’e bakınca, Türkiye’de demokrasiye yönelik tehdidin sorumluluğunun ötesinde ve siyasi sistemin üstünde kalma eğilimindeki askeri bir yapıyla silahlanmış otoriter bir laiklikten değil de, demokratik yollarla seçilmiş yöneticilerinden geldiği gibi yanlış bir izlenime kapılabilir. Bu yapı Kemalizm adına kendisine kabul edilebilir ve kabul edilemez olanı belirleme ayrıcalığını veriyor: Ne düşünülür ve ne düşünülmez, ne söylenir ve ne söylenmez, ne giyilir ve ne giyilmez.
İnsan haklarına ve bireysel özgürlüklere gerçekten bağlı olanların, kadınların ne giyeceklerine kendilerinin karar vermesini öngören
temel haklarını çiğneyen baskıcı bir yasanın gevşetilmesini alkışlamaları gerekirdi. Bir kadının saç teli, ideolojik skorların kazanıldığı bir savaş alanı değildir.
Türkiye ve Fransa’da laiklik adına ve İran ve Suudi Arabistan’da din adına uygulanan bu ilkel müdahalecilik yalnızca zorbalık olarak nitelendirilebilir. Bireylerin akılları ve bedenleri devletin yetki alanının parçası değildir. Devlet yalnızca vatandaşların kamu işlerinin idarecisidir; inançlarının, görünümlerinin, alışkanlıklarının ve tercihlerinin yargıcı değil.
Türkiye militan laikliğin esiri
Militan laiklerin anlamamış ya da bilmezden gelmeyi seçmiş göründüğü şey, kendiliğinden laikliğin ya da dinin olmadığı. Çok sayıda laiklikler -ya da zayıf laik deneyimler- ve çok sayıda dinler ya da aynı din içinde dini şekiller var. Özetle ‘Laiklik’ ve ‘Dinin’ kendi akılları dışında varlığı yok. Sözgelimi İslam’da popüler ezoterik Tasavvufu, İbni Rüşd ve Mutezile felsefesinin rasyonalizmini, El Ezher âlimlerinin gelenekselciliğini ve Muhammed Abdu’nun modern reformculuğunu buluyoruz, ki bunlar katı biçimde ayrılmaktan, hareket etmekten, çakışmaktan ve etkileşim içinde olmaktan çok uzak.
Ve aynı çeşitlilik laiklik için de geçerli. ABD’nin tarafsız, yumuşak laikliği ve
daha belirsiz olan Britanya’nınki, Stalinci Sovyetler Birliği’nin radikal militan
laikliği ya da Arnavutluk’taki Enver Hoca’nın, Kemalist Türkiye’nin veya Fransa’nın laikliğiyle aynı değil. Bazıları hoşgörülü, esnek ve pragmatik, diğerleri fanatik, dışlayıcı ve baskıcı. Ve Grayling’in generallerin, darbelerin ve askeri mahkemelerin tarafına rahatça kurulmuş görülen laikliği, ne acıdır ki birinci değil ikinci gruba ait.