Islâm'da savaş hukuku

İSLÂM’DA SAVAŞ HUKUKU Kur’ânın cihâd (âdil savaş) ile ilgili olarak belirlediği ilkeler şunlardır: 1- Haklı Savaş Gerekçesi ilkesi: Kur’ân-ı Kerim’deki savaşın sebebi, düşmanın saldırı ve zulmüdür. Düşman, Müslümanların yurtlarını basar, ...


Ağaç Şeklinde Aç1Beğeni
  • 1 gönderen {{şura}}

  1. Alt 07-29-2009, 20:25 #1
    {{şura}} Mesajlar: 697
    İSLÂM’DA SAVAŞ HUKUKU
    Kur’ânın cihâd (âdil savaş) ile ilgili olarak belirlediği ilkeler şunlardır:

    1- Haklı Savaş Gerekçesi ilkesi:
    Kur’ân-ı Kerim’deki savaşın sebebi, düşmanın saldırı ve zulmüdür. Düşman, Müslümanların yurtlarını basar, hicrete zorlar, can, mal ve din ve namus güvenliğini tehdit ederse, bu durum savaşı zorunlu ve mecbur kılar.
    Kur’âna göre, düşman güçlere karşı verilecek savaşın gerekçesinin makul ve haklı olması gerekir. Esasen “istila”, “sömürü” ve “tecavüz” için yapılan savaşları tanımayan İslâm dini savaşa ancak Müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslâm’a ve İslâm ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla başvurulacağını hükme bağlamış ve meşru gördüğü bu savaşı da diğerlerinden ayırmak için ona cihâd adını vermiştir.

    2- Âdil Savaş ilkesi:
    Âdil Savaş İlkesi, cihâd fiilen başladığı zaman uygulanacak bir ilkedir. Bu ilkeye göre, savaş, sadece savaşa iştirak eden tarafa yöneliktir. İslâm’da düşmanı öldürmekten ziyade insanı kazanmak esastır. Bu amaçla, savaştan önce düşman İslâm’ı kabul etmeye çağrılır, kabul etmezse itaat ve cizye (savaş tazminatı) teklif edilir. Bunlar yapılmadan cihâda teşebbüs edilmez. Düşmana sunulan bu gerekçeler kabul edilmediğinde Allah’tan yardım dilenerek savaşa girilir. Savaşa girildiğinde, Müslümanlar, “Âdil Savaş İlkesi”ne göre adım atmak zorundadırlar. Bu ilkeye göre, savaşta vurulacak hedef sadece düşman askerleridir. Savaş sırasında çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yatalak hastalar, mecnunlar, sakatlar öldürülemez. Savaşa iştirak etmeyen din adamlarına ve ihtiyarlara silah çekilmez, savaşa katılmayanlar (esnaf ve çiftçiler gibi sivil halk) katledilemez. Savfan İbnu Assal (r.a) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) beni seriyyede savaşa gönderdi. Yola çıkarken şu talimatı verdiler:“Allah’ın adıyla, ALLAH YOLUNDA YÜRÜYÜN. Allah’ı inkâr edenlerle savaşın, işkence yapmayın, ahdinizi bozmayın, ganimeti çalmayın, çocukları öldürmeyin!” ( Müslim, Cihâd 3,(1731), Tirmîzî, siyer 48,(1617) Ebû Dâvûd, Cihâd 90, (2612,2613)

    3- Savaşta Aşırı Gitmemek ilkesi:
    İslâm, savaş halinde bile, insanî değerlere itibar eder. Savaş anında, dehşet ve vahşeti sergileyen şiddetli hiddetleri mutedil hale getirir. Savaşta bile ölçüyü kaçırmamayı bir temel prensip olarak kabul eder. İslâm, aşırı ve haddi aşan tavırlara karşı müeyyideler getirmiştir. Bu nedenle, İslâm hukukunda saldırıya ancak misli ile mukabele edilir; aşırı gitmek suçtur. Kur’ân-ı Kerim, düşmanla yapılan yüz yüze savaşta bile, aşırı gidilmesini yasaklar. Bu husus, şu âyet-i kerime ile beyân buyrulmuştur:
    “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın.Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez” (Bakara Sûresi,190)
    Nitekim bir başka âyette de şöyle buyrulur:“Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah muttakilerle beraberdir” (Bakara Sûresi, 194)

    4- Sulh ve Barış ilkesi:
    İslâm, düşman tarafından teklif edilen sulh ve barış anlaşmalarına karşı barış ve sulh ile mukabele etmeyi prensip olarak kabul eder (Enfâl Sûresi,61,62,63 ; Hucurât Sûresi,9). Kur’ân “Sulh (daima) hayırlıdır” (Nisa Sûresi,128) mesajı ile bütün dünyaya bu hakikati 1400 seneden beri duyurmaktadır. “Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse,(şunu iyi bilin ki)Allah gafur ve rahimdir” (Bakara Sûresi,192) âyeti ile “Şâyet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur” (Bakara Sûresi,193) âyeti de sulhun önemini vurgulamaktadır.

    5- Esirlere İyi Muamele ilkesi:
    İslâm, esirlere iyi muamele edilmesini emredir. Müslümanlar esirleri yedirmekle, aç ve susuz bırakmamakla mükelleftirler. Bu görevi de Allah rızası içi yaparlar.(Bakara Sûresi,177;Enfal Sûresi,69,70,71;Muhammed Sûresi,4; İnsan Sûresi, 8,9,10,11,12) (Prof.Dr. Şener Dilek)

    Savaş halinde yasak fiiller:
    a) İşkence: Öldürülecek olan kimseye dahi işkence edilemez; zulüm ve işkence bütün çeşitleriyle yasaktır.
    b) Savaşçı olmayanların öldürülmesi: Savaşçı, fizik bakımından savaşabilecek kimselerdir. Bunların dışında kalanlar kasten ve doğrudan öldürülemez. Bu cümleden olarak kadınlar, çocuklar, savaşçı sahiplerine hizmet için gelmiş köleler, körler, dünyadan el etek çekmiş din adamları, akıl hastaları, yaşlılar, hastalar, kötürümler vb. leri öldürülmez.
    c) İnsan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi.
    d) Verilmiş söze ve yapılmış andlaşmaya aykırı hareket.
    e) Savaş zarûreti bulunmadıkça ziraî mahsullerin, orman ve ağaçların yakılması.
    f) Namus ve şereflere tecavüz, zina ve gayr-i meşrû münasebetler: Düşman kadınlarının ırzına geçen sivil ve askerler zina suçu işlemiş olur ve bunun cezasını çekerler.
    g) Düşmandan alınan rehineleri öldürmek: Bunlar misilleme yoluyla dahi öldürülemez.
    h) Ölülerin başını veya uzuvlarını kesip teşhir etmek.
    ı) Katliam: Hz. Peygamber (s.a.v.) ve râşid halifeler zamanlarında savaştan sonra esirler veya zaptolunan yerlerin ahalisi için katliam emri verildiğine dair bir tek örnek dahi yoktur. Mekke fethini müteakip Rasulullah (s.a.v.) bazı harb suçluları ve hainler dışında kalan düşmanlarını affetmiştir.
    i) Kesin bir meşru müdafaa söz konusu olmadıkça akrabayı öldürmek: Akraba düşman saflarında olsa dahi öldürülmez.
    j) Çiftçi, tacir, esnaf, işadamı gibi fiilen harbe iştirak etmemiş, savaş ile ilgili olmayan kimseleri öldürmek.
    k) Harb esirlerini rehine almak, kalkan yapmak, onların arkasında düşmana doğru ilerlemek.
    l) Bazı İslâm hukukçularının açık ifadelerine göre zehirli ok kullanmak.
    (Buhari, Cihâd, 150 vd.; el-Benna, el-Fethu'r-Rabbânî (Tertibu-Müsnedi-Ahmed), C. XIV, s. 61 vd.; diğer kaynaklar için bak. Muhammed Hamidullah, İslâm'da Devlet İdaresi, (trc. Kemal Kuşçu), İstanbul, 1963, s. 166 vd. )

    ***

    "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah, aşırı gidenleri sevmez.Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur." (2 Bakara Suresi , 190-193)
    Bu âyetlerden anlaşıldığı gibi savaş ancak savaşanlara karşı yapılır. Üstelik bu savaşta aşırılığa gidilmemesi için Allah, inananları uyarmaktadır. Savaş esnasında karşı taraf savaşa son verip aman dilerse, Müslümanlar buna uyar ve savaşa son verirler. Kur’ân’da savaşın ancak savunma amaçlı olduğunu yukarıdaki âyetlerde görmüştük. Bunun dışında saldırı olduğunda ise Allah Müslümanların bu saldırganlığa karşı cevap vermelerini ve tüm güçleriyle bu saldırganlarla savaşmalarını ister. Tevbe suresindeki âyetler şöyledir:
    "Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır. Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azarlandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü’minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun. Ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (9 Tevbe Suresi, 13-15)
    Savaşta kararlı ve güçlü olmanın hem savaşın daha çabuk bitmesini sağlayacağı, hem de muhtemel savaşlar için caydırıcı bir örnek oluşturacağı açıktır. Saldırganlara karşılık vermek ve onları bu hareketlerine pişman etmek sonuçta barışı korumak için en doğru yol olacaktır.Bunun dışında bir de Allah, Müslümanlardan zayıf bırakılmış, eziyet gören, muhtaç insanlar için yine onları koruma amaçlı savaşa izin vermektedir:
    " Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?" (4 Nisa Suresi, 75)
    Bu tür bir savaş da şiddetten değil aksine merhametten doğmaktadır. Zalimliğe karşı İslâm, mazlumu kuşatıcı ve koruyucu olunmasını inananlara öğütler. Barış durumunda ise Allah, iman edenlerden iyiliği ve adaleti ister. Burada amaç savaşa karşı barışın korunup muhafaza edilmesidir:
    " Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. " (60 Mümtehine Suresi, 8)
    Karşınızdaki grup hangi dinden olursa olsun eğer barış içinde yaşamak istiyorsa, bunlara karşı inananların yaklaşımı Kur’ân’a göre sadece dostane bir yaklaşım olabilir. Dolayısıyla bu âyetler bir bütünlük içinde okunup değerlendirildiğinde ortada bir çelişki yoktur.

    Harpte maksat ne olmalıdır?
    Bu sorunun cevabını iki maddede özetleyebiliriz:
    “Bize saldıran yahut saldırıya hazırlanan düşmana karşı kendimizi müdafaa etmek” ve “ Zâlim devletlerle savaşarak, insanlığa hürriyet ve hidâyet yolunu açmak.”
    “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara Sûresi, 256) Ancak, Cennet yolunu zorla kapamak isteyenlerle de savaşmak gerekir. Eğer birtakım insanların hak ve hakikate ermesine bir başka grup engel oluyorlarsa bunlarla savaş etmek de cihattır. Bunda başarı sağlandıktan sonra kişi inancında serbest bırakılır. Dilerse İslâm’ı kabul eder, dilerse kendi dininde yaşamaya devam eder. İkinci yolu tercih ederse cizye verir. Bu vergi, savaşlara katılmamanın ve İslâm ülkesinde her türlü can ve mal güvenliği içinde yaşamanın bedelidir. Elmalılı Hamdi Yazır, savaşı, “harb-i ıslâh ve harb-i ifsâd” diye ikiye ayırır ve müminlere emredilen harbin “ıslâh harbi” olduğunu beyan eder. Cihâda çıkan müminleri de “azaba istihkak kesbetmiş bir kavme azab-ı Hakk’ın tatbikine memur bir el” olarak görür. O halde, savaşı bir ibadet anlayışıyla yapmak ve bu ibadetin kaidelerine de en ince teferruatına kadar uymak gerekiyor: “Antlaşma yaptığınızda Allah’ın ahdini yerine getirin.” (Nahl Sûresi, 91) emrine uyulacaktır. “Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. (Allah’ın koyduğu) Sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.” (Bakara Sûresi, 190) fermanına kulak verilecek, his ve hevese kapılmaktan, aşırı gitmekten sakınılacaktır. Kadın, çocuk, ihtiyar gibi harbe iştirak etmeyenlere ilişilmeyecektir.

    Kur’ân-ı Kerîm’de “o müşrikleri nerde bulursanız öldürün” hükmü var mıdır?
    Soruda bildirilen hüküm, savaşla ilgili hükümlerin yer aldığı Tevbe Sûresinin 5. âyetinin bir parçasıdır.Bilindiği üzere, Kur’ân-ı Kerim bir defada bir kitap olarak indirilmemiş, olaylara göre 23 yıl zarfında gelmeye devam etmiştir. Burada söz konusu olan, Hz. Peygamberin ve ilk müslümanların müşriklerle savaş halidir.Nasıl ki, bir devlet teröristlere şöyle bir ültimatom verebilir: “Size dört ay müddet. Ya bu müddet zarfında teslim olursunuz, ya da görüldüğünüz yerde öldürülürsünüz .” Onun gibi, Tevbe Sûresinin ilk âyetlerinde belirtildiği üzere, müşriklere dört ay süre verilmiştir. Bu müddet zarfında onlara ilişilmeyecektir. Fakat eski hallerine devam ederlerse, ölüm fermanı söz konusudur. “Onları nerede bulursanız öldürün” mealindeki âyetin son kısmı “Allah Gafur ve Rahimdir’’ diyerek biter. Bununla “Allah bağışlayıcıdır, merhamet edicidir. Siz de öyle olun” mesajı verilmektedir. Bir sonraki âyette ise şöyle denilir:
    “Eğer müşriklerden biri eman ile sana gelirse ona eman ver. Ta ki Allah’ın kelamını dinlesin. (Müslüman olmazsa) sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. Çünkü onlar bilmeyen bir kavimdir.” Bu âyette, müşrikler hakkındaki ilahi rahmetin eserlerini açıkça görmek mümkündür. Demek ki, müşriklere bu dinin güzelliğini görmek, Allahın kelamını dinlemek fırsatı verilmelidir. Çünkü onlar, bu dini bilmeyen bir toplumdur. Onlardan bu şekilde gelenler, İslâm beldesinde emniyet içerisinde yaşarlar, gezerler. Müslümanların hallerini gözlemlerler, neticede İslâma girmeyebilirler. Kabul etmediğinde “Sen müşriksin” denilip öldürülmez, emniyet içinde vatanına dönmesine yardımcı olunur. (Doç. Dr.Şadi Eren)

    Kur’ân-ı Kerîm’de “O müşriklerle hiçbir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah’ın oluncaya kadar savaşın” deniliyor. (Enfal Sûresi, 39) Âyetin ikinci kısmının inanç hürriyetine uygun düşmediği iddiasına ne dersiniz?
    Öncelikle şunu ifade edelim: İslâm dininin, Müslümanlarla anlaşma yapan hariçteki kâfirlere ve yine bir İslâm ülkesinde yaşayıp cizyesini(vergisini) veren gayr-ı Müslimlere hayat hakkı tanıması gösteriyor ki, söz konusu âyet-i kerimeyi din hürriyetine bir engelmiş gibi yorumlamak gerçeğe aykırdır. İslâm'da, sözünü ettiğimiz bu iki gurup gayr-i Müslim ile sulh içinde yaşamak esastır. Onlarla savaşılmaz, onların hakkı muhafaza alındadır. Bu âyet-i kerime, müslümanlara iki büyük hedef göstermiştir:
    1-Fitnenin (her türlü kaos ve kargaşanın) kökünü kazımak.
    2-Allah’ın dinini hakim kılmak.
    Bunlardan birincisi, evrensel bir barış demektir. Yani, bütün insanların huzur ve emniyet içinde yaşayabileceği bir vasat meydana getirilmelidir. Öyle ki, gayr-i müslim bir devlet, başkasına zulüm etse, bu fitneyi def için mazlum devlete yardım edilebilmelidir. Şu âyet, bu manayı teyit eder: “Size ne oluyor ki, ‘ey Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir yardımcı gönder’ diyen erkek-kadın ve çocuklar için Allah yolunda savaşmıyorsunuz?’’ (Nisa Sûresi,75) Tarihin hemen her devrinde, dünyanın değişik yerlerinde âyette tasvir edilen manzarayı görmek mümkündür. Bir takım erkekler, kadınlar ve çocuklar zulme uğratılmakta, mağdur edilmektedir. Hayatı işkenceye çevrilen bu insanlar “Ey Rabbimiz, bizi bu zalimlerden kurtar!” diye yalvarmaktadır. İşte, bu insanların kurtarılması için mücadele verecek kimseler çok ulvi bir cihâd yapmış olacaklardır.“Allah’ın dinini hakim kılmak.” hedefinin ise, soruda ifade edildiği şekilde anlaşılmaması gerekir. Zira, bir başka âyette açıkça “Dinde zorlama yoktur.” denilmiştir. (Bakara Sûresi, 256) Dinde tebliğ vardır. Peygamberimiz (s.a.v.) hiç bir insanı zorla İslâma sokmamıştır. Zaten öyle bir şey insan tabiatına aykırıdır. Silah zoruyla din değiştiren birisi gerçekte asıl dinini devam ettirir.Hem peygamberimiz devrinde, hem de sonrasında müslümanlar diğer dinlerin mensuplarına tam bir din ve inanç hürriyeti tanımışlardır. Osmanlı devletinin başkenti olan İstanbul’da kilise ve havraların günümüze kadar gelmesi, Balkanlarda 400 yıl süren Osmanlı idaresi zamanında Hıristiyan halkın dinlerini rahatça yaşaması İslâmdaki din ve inanç hürriyetini açıkça ortaya koyarlar. “Dinin bütünüyle Allah’ın olması”, sadece Allah’a ibadet edilmesi manasını ifade eder. O halde, bütün insanların ancak Allah’a ibadet etmeleri bir müslümanın en büyük gayesi olmalıdır. Bu âyette, buna engel olan müşriklerle cihat etmek ve tevhit inancı önündeki bütün engelleri kaldırmak müslümana gaye olarak gösterilmiştir.
    “Sizinle savaşanlarla sizde Allah yolunda savaşın. Haddi aşmayın. Allah haddi aşanları sevmez.” ( Bakara Sûresi, 190)
    Âyette şu gibi hususlara dikkat çekilmiştir.
    1- “Sizinle savaşanlarla savaşın.” Yani, sizinle savaşmayanla savaşmayın. Nitekim Hz. Peygamber, komutanlarına “kadınları, çocukları, yaşlıları, mabetlerde kendini ibadete verenleri öldürmemelerini sıkı sıkıya tembih etmiştir.
    2- Yapılan savaş “fi sebilillah” yani “Allah yolunda” olmalıdır. Başkaları yeni ülkeler ele geçirmek, hammadde kaynaklarına sahip olmak gibi gayelerle savaşıyor olabilirler. Fakat bir müslüman ancak Allah yolunda savaşır. Yani, yeryüzünde zulmün, fitnenin, kaosun önüne geçmek gibi gayelerle mücadele eder.
    3- Savaş esnasında veya sonrasında haddi aşmak, taşkınlık yapmak caiz değildir. İslâmiyet, öldürürken de güzel öldürmeyi emreder. Mesela, işkenceyle öldürmek veya kulak-burun kesmek gibi taşkınlıkları yasaklar.
    Bir başka âyet-i kerimede ise şöyle buyrulur:“Size ne oluyor ki, ‘Ey Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir yardımcı gönder’ diyen erkek-kadın ve çocuklar için Allah yolunda savaşmıyorsunuz?’’ (Nisa Sûresi,75)
    İslâmda asıl olan savaş değil, barıştır. Fakat insanlara zulmedilmesi veya bir devletin başkasına saldırması gibi durumlarda savaş söz konusudur. Böyle bir durumda İslâm savaşa izin verir. Yoksa, dünyada hiç savaş yokken İslâm böyle bir şey ihdas etmiş değildir. İslâmı savaş dini olarak görenler, kendi tarihlerine baktıklarında tarihlerinin hemen her dönemlerinde savaş olduğu realitesiyle karşı karşıya geleceklerdir. Dolayısıyla, İslâmda savaş hükümlerinin olması İslâm için bir eksiklik olmayıp, bilakis bir kemaldir. Zira âyetlerde ve hadislerde bildirilen hükümlerde, savaş gibi kaçınılması mümkün olmayan bir realite, bedevi-vahşi bir görüntüden çıkartılıp medeni- insani bir şekle getirilmiştir.
    (Doç. Dr.Şadi Eren)

    "Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürünüz; onları yakalayınız; onları hapsediniz ve on¬ları her gözetleme yerinde oturup bekleyiniz. Eğer töv¬be eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakınız. Allah affeden ve merhamet edendir."
    Tevbe sûresinin ikinci âyetinde verilen dört aylık müsaadenin bu aylar olup olmadığı tartışılmıştı. Kur'ân gelmeden önce Arap geleneğin¬de savaşın yasaklandığı aylar vardı. Kur ân bu geleneği değerlendirip söz konusu aylara "haram aylar" adını verdi. Önceleri âdet olan bu uygulama, Kur*ân ile hukuk haline geldi.Haram aylar Veda haccındaki bildiride de yerini alır;Müslümanların o aylarda kimseye dokunamayacakları, Bakara sûresinin 217. âyetinde olduğu gibi burada da hükme bağlanmaktadır.Bakara sûresi in 194 ve 217 özele, Tevbe sûresinin dördüncü âyeti de genele hitap etmektedir.
    Araplar'ın haram aylarla ilgili âdetleri, kervanların rahatlıkla Mekke ve diğer şehirlere giderek ticaret yapmaları için konulmuştu, fakat Kur'ân bunu insanın değerli oluşu dolayısıyla koymuş, kan akıtmanın büyük günah olduğunu (Bakara 2/217) belirtmiştir, insanın değerinin üzerinde başka bir değerin olmadığını ve bu değerin korunması için söz konusu âdeti hukuklaştırarak insanlığa hediye etmiştir.
    1. "Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürünüz " Bunun anlamı her zaman, her yerde, her müşriğin öldürülür " demek değildir. Peki müşrikler saldırmazlık paktı olan haram aylar aktıktan sonra mı öldürülecektir? Bu sorunun cevabını birkaç âyete baş vurarak vermek gerekir: Enfâl sûresinin 58. âyetinde belirtilen antlaşma\ bozarak müslümanlara ihanet edenler, Tevbe sûresinin 4. âyetinde belirtilenlerin tersini yapanlar, yani müslümanlarla antlaşma yaptıkları halde bunun tersi-eksiklik yapanlar, müslümanların aleyhinde başka toplumlara yardımda bulunanlar kendileriyle savaşılacak olanlardır.
    Bu şekilde davranan müşriklere haram aylardan sonra savaşılır , bu durumda onların öldürülmelerine cevaz verilir. Bu konuda Elmalı Hamdi Yazır'ın, "haram helâl demeden onlar nerede bulunursa öldürülür" görüşü doğru değildir. Yukarıda verdiğimiz âyetle doğrultusunda, iman ve ibadet özgürlüklerine dokunulan, zulmedilenler; bağımsızlıklarına saldırılan müslümanlar bunu yapmaya hak kazanmaktadırlar.
    "Yeryüzünde fitne ortadan kalkıp din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşınız. (İnkâr ve fitneden) vazgeçerlerse şüphesiz ki Allah onların yaptık¬larını çok iyi görür. Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır."
    Her iki âyetin açıklanmasından varılacak neticeler şunlardır:
    1. "Yeryüzünde fitne ortadan kalkıp din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşınız." Buradaki fitnenin ne olduğunu anlamak için Enfâl sûresinin 36. âyetine bakmak gerekir, Mallarını, Allah yolundan insanları alıkoymak için harcamak, bu konuda insanları ayartma faaliyetidir. Allah bu dayatmanın, belânın, bozgunculuğun kaldırılması için savaşa izin vermekte, hatta onu emretmektedir. Dinin tamamen Allah'ın olmasının anlamı inanç ve din özgürlüğünün tam anlamı ile hayata geçmesidir. Enfâl sûresinin 30 ile 34. âyetlerinde geçen inanç ve ibadet özgürlüğüne mani olmak hem fitne hem de insanları Allah katından koparmak anlamına gelmektedir.
    "Din, sadece Allah'a ait oluncaya kadar" ifadesine Muhammed Esed, "hiçbir cezalandırma korkusu duymadan Allah'a ibadet edilinceye ve hiç kimse başka bir insana korku ile boyun eğmek zorunda kalmayıncaya kadar" anlamını vermektedir (Bakara 2/193. âyete yaptığı 170. dipnot açıklaması).
    İnsanların inanç ve ibadet özgürlüğünü engellemek için yapılan bütün zorlamalar, dayatmalar insan ile Allah'ın arasındaki ilişkileri bozduğundan hem fitne hem de zulümdür. Bu zulüm ve fitneyi ortadan kal¬dırmayı Allah insanlara, yani müminlere hedef olarak tesbit etmektedir. Özgürlükleri korumak, zulmün alanını daraltıp kaldırmak savaşa bir sebeptir.
    Müşriklerin, Hz. Peygamber'i hapsetme, öldürme veya ülkesinden çıkarma teşebbüsleri, müminleri ibadet yapmak için gittikleri Mescid-i Haram'dan geri çevirmeleri, Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için teşkilâtlanmaları (Enfâl 8/30, 34, 36) bütün bunlar inanç ve ibadet öz¬gürlüğünü engellemek anlamına gelmektedir. Bu da savaş sebebi olmaktadır.
    2. "Son verirlerse, şüphesiz ki Allah anların yaptıklarını çok iyi görür." Burada neye son vermeleri istenmektedir? Âyetin birinci bölümü bunu açıklamaktadır: Fitneye son vermek, inanç ve ibadet özgürlüğünü engellemeyi terk etmektir. Buradaki son verme kavramı direnmeyi bırakıp değişimi gerçekleştirmeyi ifade etmektedir. Savaşın çıkmasından önce veya savaş anında bu değişimi gösterir]erse, artık onlarla savaşmanın bir anlamı kalmayacaktır. Onların değişimi gerçekleştirmek için sergileyecekleri eylemleri Allah gözle¬mektedir. Bunun anlamı onların değişiminin değerlendirmeye tâbi tutu¬lacağıdır. Değişim iyiden yana olacağından ilâhî değerlendirme de iyi¬den yana olacaktır.
    (Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı)
    Savaşın gayesi -hiç şüphe yok ki- bütün insanları zorla müslüman etmek değildir; savaş, isteyenlerin İslâm'a girmelerini, istemeyenlerin ise İslâm'ın hakimiyeti altında dünya nimetlerinden istifade ederek adalet ve hürriyet içinde yaşamalarını sağlayacaktır. İşte bu manada ve bütün insanlığa şamil barış, refah ve mutluluk müslümanların kılıçlarının gölgesi altında gerçekleşecektir. "Ey insanlar! Düşmanla karşılaşıp savaşmayı arzu etmeyin, Allah'tan afiyet isteyin. Düşmanla karşılaşınca da sabır ve sebat gösterin ve bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır." diyen hadis bu manalara ışık tutmaktadır. Yine bu hadise göre İslâm'da savaş arzu edilen, sadistçe zevk alınan bir vasıta değil, başka çare bulunmadığı zaman başvurulan, yüce gayelere yönelik bir vasıtadır ( Müslim, el-Cihâd, 5)
    Tevbe 29:
    Kitap verilenlerden, "Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın."
    Şimdi bu âyet müslümanlara,diğer din mensuplarına cizye verinceye kadar onlarla savaş yapılmasını mı emrediyor. Tevbe suresini baştan sona okuduğumuzda,Peygamberle anlaşma yapmış olan yahudiler bu anlaşmalarını bozarak, müşirklerle beraber müslümanlara karşı savaşmışlardır. Yani ortada İslâm devleti ile yapılan anlaşmayı bozup savaşan hain bir taraf vardır, ve bunlar müslümanlara zarar vermişlerdir. İşte tevbe 29 da emredilen bu hainlerin verdiği zarara karşılık olarak hakir bir şekilde savaş tazminatı ödeyinceye onlarla savaşılmasıdır. Yoksa durup duruken herhangi bir kavim ile,zoraki vergi verinceye kadar savaşmak değildir. Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever
    "Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır. " Peki bu âyetleri nereye koyacağız. Allah teala müslümanlarla savaşmayan kimselere iyilik yapmamızı ve onlara âdil davranmamızı emrediyor. Bakara..256-" Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir." Dinde zorlama olmadığı halde, hangi gerekçe ile müslümanlar başka kavimlere savaş açabilirler. Ne diyecekler müslümanlar onlara ya İslâmı seçin yoksa cizye verın aksi takdirde sizi imha ederiz mi diyecekler. Bakara 190- "Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez." Bu âyette de görüldüğü gibi âyet gâyet açık ve net. Eğer müslümanlar düşmanlar tarafından saldırıya uğrarlarsa elbette savaşacaklar.
    Enfal 39 “Siz de ortalıkta bir fitne kalmayıp din, tamamıyle Allahın dini oluncaya kadar onlara cihâd edin, eğer vaz geçerlerse her halde Allah amellerini görür." Âyetin sonu eğer vazgeçerlerse diyor. Eğer kıyamete kadar sürecek bir savaş ise neden vaz geçerlerse yazıyor âyetin sonunda.
    Enfal 30- "Hani bir vakitler, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı da, onlar tuzak kurarken Allah da karşılığında tuzak kuruyordu. Öyle ya, Allah tuzakların en hayırlısını kurar." 31- Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman, “işittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir” diyorlardı. 32- Bir vakit de, “Ey Allah, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver” demişlerdi. 33- Halbuki sen içlerinde iken Allah, onlara azab edecek değildi. İstiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azab edecek değildir. 34- Şimdi ise Allah’ın kendilerine azab etmemesi için neleri var ki? Oysa Mescid-i Haram’dan menediyorlar. Üstelik onun hizmetine ehilkişiler de değiller. Çünkü onun hizmetine ehil olanlar ancak müttakilerdir. Lâkin çoğu bunu bilmezler. 35- Kâbe huzurunda onların duaları ise ıslık çalıp el çırpmaktan başka birşey değildir. O halde inkârınızdan (ve nankörlüğünüzden) dolayı bu azabı tadın bakalım. 36- Mallarını, Allah yolundan engellemek için sarfeden o kâfirler, hiç şüphesiz yine onu sarfedecekler. Varsın sarfetsinler, sonra o yüreklerine inen bir acı olacak, sonra da mağlup olacaklar. Zaten kâfirler toplanıp cehenneme gönderilecekler. 37- Allah, murdarı temizden ayırdetmek için ve bir de murdar kısmını birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya getirmek ve topunu birden cehenneme koymak için böyle yapar. İşte bunlar o hüsran içinde kalanların ta kendileridir. 38- O kâfirlere de ki: Eğer bu işe son verirlerse daha önce yaptıkları bağışlanacak. Yok yine karşı koymaya başlar, isyana dönerlerse, önceki ümmetlere uygulanan kurallar kendilerine de uygulanacak. (Artık o ilâhî uygulamayı beklesinler.)39- Ortalıkta fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki, Allah yaptıklarını görür. 40- Yok vazgeçmez de tekrar eskiye dönerlerse artık bilin ki, Allah sizin yardımcınızdır. O ne güzel mevla, ne güzel yardımcıdır.Âyetlerin tamamını göz önünde aldığımızda görülen odurki, müşrikler sürekli olarak Hz peygambere karşı bir takım suikast planları peşindedirler.Onlar bu suikastlarından vazgeçmedikleri sürece elbetteki onlarla savaş yapılacaktır.bundan doğal ne olabilir ki!
    (Kemal Acar)

    12. yüzyıl fıkıhçılarından Ebû Bekir İbnu'l-Arabî'nin ve 10. asrın büyük âlimlerinden Cessâs'ın tenkit ve açıklamaları şöyledir: Nerede bulunurlarsa öldürülecek olan müşrikler, Arabistan kıtasında o zaman yaşayan ve müslümanların kökünü kazımaya azmetmiş bulunan müşriklerdir. Âyetlerin devamlı olan hükümlerinin bunlarla alâkası yoktur. Savaş ve barış müslümanların güçlerine, menfaatlerine ve dinin amaçlarına bağlıdır. Buna göre savaşmak, teklif ederek veya karşı tarafın teklifini kabul ederek barış yapmak, barış karşılığında bir şey almak veya vermek caizdir. Âyetler birbirini neshetmemiş, duruma göre nasıl hareket edileceğini göstermiştir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) de buna göre davranarak Medîne'ye geldiğinde bazı Yahudi ve müşrik guruplarla barış antlaşması yapmıştır. Aynı şekilde Mekke müşrikleri ile Hudeybiye sulhünu yapmış, karşı tarafın anlaşmayı bozarak -müslümanlarla ortak savunma antlaşması yapmış bulunan- Huzâ'a kabilesine savaş açmalarına kadar barışa sadık kalınmıştır. Necran Hıristiyanları ile barış antlaşması imzalamıştır. "Savaş ve barışın güç, fayda ve amaç esaslarına göre yürütülmesi, bu konuda Ehl-i kitap müşrik farkının gözetilmemesi" hükmü, anlayışı ve uygulaması ilk halifeler döneminde de devam edilmiştir.
    Savaşla ilgili âyetlere bakıldığında İslâmın, ancak zulmü, din yüzünden baskıyı ve haksız saldırıyı ortadan kaldırmak için buna izin verdiği görülmektedir. İşte bu âyetlerden -burada gördüğümüz- ikisi (Nisa: 4/75-76), savaşın iki önemli amacını ortaya koymaktadır: a) Allah rızası, b) Zulmü engelleyip adaleti sağlamak. "Allah rızası" da fayda bakımından kullara raci olmaktadır; Allah Teâlâ'nın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmadığından, O'nun rızası için savaşmak, kullarının yararı, din ve vicdan hürriyetinin temini için savaşmaktır; Allah mutlak âdil olduğu ve zerre kadar zulme razı olmadığı için "Allah rızası için savaşmak", adalet, hukuk ve hakkaniyet uğrunda savaşmaktır. Yine yukarıda meali verilen âyetlerden( Hac: 22/39-40 ) açıkça anlaşılmaktadır ki hak, hürriyet ve adalet yalnızca müslümanlar için değil, bütün inananlar, zayıf olduklarından haksızlığa uğrayanlar için istenmektedir.
    İslâm’da savaşın sebebi başkalarının zararına maddi menfaat, nüfuz ve hakimiyet sağlamak olamaz. Sebep haksızlıktır, hukukun çiğnenmesidir; yani din ve vicdan özgürlüğünün ortadan kaldırılması, insanların yurt ve yuvalarının ellerinden alınması, zayıfların sömürülmesidir.Bu husus birçok âyette vurgulanmıştır.Eğer bu sebep sulh yoluyla ortadan kaldırılabilseydi, amaca barış yolundan ulaşmak mümkün olsaydı savaş "israf, zulüm ve mânasız" olur, dolayısıyla gayr-i meşru hale gelirdi.
    İslâm'ın, farklı din ve inanç sahibi topluluklara bakışını, onlarla kurulacak ilişkinin şeklini ve amacını ortaya koyması bakımından şu iki âyet önemli, aydınlatıcı ve belirleyicidir:
    " De ki: Ey Ehl-i Kitab! Sizinle bizim aramızda eşit olan bir inanca gelin: 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, Allah'ı bırakıp birbirimizi Rab edinmeyelim'. Eğer bu çağrıyı kabul etmezlerse onlara 'Şahit olun ki biz müslümanız; yani bir tek Allah'ın iradesine teslim olmuşuzdur' deyin" (Âl-i İmran: 3/69 )
    "Allah, sizinle din yüzünden savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayanlarla iyilik ve adalet çerçevesinde ilişki kurmanızı size yasaklamıyor. Allah adalet ölçülerine göre davrananları sever" (Mümtehine, 60/8 )

    Birinci âyet, aslı vahye dayanan din mensuplarını, bütün hak dinlerin temel inancı olan tevhide çağırmakta, bu temel üzerinde bir dinler arası diyaloğun yolunu açmaktadır.İkinci âyet ise müslümanları, bir dine inansın-inanmasın bütün insanlar ile iyilik ve adalet çerçevesinde ilişkiler ve işbirlikleri kurmaya yönlendirmektedir. Bu âyete göre barış içinde yaşamak ve bütün insanlığın hayrına olacak faaliyetlerde işbirliği yapmak için diğer toplulukların belli bir inanca sahip olmaları şartı yoktur; tek şart karşı tarafın barış istemesi, insanların hak ve özgürlüklerine saygı göstermesi, âyetteki ifadeye göre dinine ve yurduna tecavüz etmemesidir.
    Başka çare kalmadığında meşru hale geldiği için başvurulan savaş, İslâm'a göre bir katliam, bir körü körüne imha hareketi değildir; hedefi ve sınırları belli bir askeri harekettir. Bu hareketten sivillerin, masumların, çevrenin zarar görmemesi için sınırlamalar ve yasaklar getirilmiştir. Bu da İslâm'da savaşın değil, barışın, intikamın değil, merhametin, imha ve tahrip etmenin değil, korumanın esas ve amaç olduğunun başka bir kanıtıdır.
    (Prof. Dr. Hayrettin Karaman

    emirahmedyasin bunu beğendi.
  2. Alt 07-30-2009, 00:07 #2
    emirahmedyasin Mesajlar: 1.121
    selam mü minlerin üzerine olsun
    Allah celle bizim ölçüsüzlüğümüze bile ölçü koyma gereği duymuş çünkü O bizi bizden daha iyi tanıyor ve biliyori bizler nasıl canavarlıklar yapabiliriz.
    Hasılı katliamları ile nam salmış kan üzerine kurulmuş milletlere duyurulur işiten idrak edebilen kalplerinin olması dileği ile...

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.