BİR dünya... Yemyeşil ormanlarla kaplı. Tertemiz sularla çevrili. Caddelerinde gülümseyen, yarınından endişesi olmayan insanların koşuşturduğu, birbirlerine sevecen ve nazikçe davrandığı bir dünya.
Tahammüllü, anlayışlı, kızmayan, kırmayan, affeden insanlarla dolu bir dünya. Kaşlarını çatmayan, alnını buruşturmayan, kendinden emin ve çevresinden ürkmeyen insanların yaşadığı bir dünya. Kırılmayan ve ama kırmayan bir dünya.
Kalpler temiz, yüzler temiz, vicdanlar temiz, eller temiz, ayaklar temiz, diller temiz, gözler temiz, ruhlar temiz, cepler temiz, kazançlar temiz, harcamalar temiz, sözler temiz, tenkitler temiz, sokaklar, caddeler, evler, arabalar velhasıl görünen görünmeyen her yer temiz... Özlem bu ya... Arzular suç olmaz ya!..
* * *
Dinlerin amacı, hele en son ve en mükemmel din olan İslam’ın amacı böyle bir dünya. Savaşa harcanan paraların fakire, yoksula, ilaca harcandığı bir dünya. Üniversitelerin ve laboratuvarların, bilimsel merkezlerin; insanın sağlığı, esenliği, huzuru, refahı, geleceği, mutluluğu, insanca yaşaması, dünyayı doğru kullanması için proje ürettiği bir dünya.
Kendini, ama her şeyden önce Rabb’ini unutmayan insanların yaşadığı bir dünya. "Nefsini (kendini) bilen Rabb’ini bilir" prensibinden, mefhumu muhalifine (zıttan bakışına) olan "Rabb’ini bilen kendini bilir" noktasına varan müthiş bir şuurlanma serüvenini yaşayan insanların zemininde dolaştığı, doluştuğu bir dünya.
Sabah bu niyetle caddeye çıktım. Böyle bir dünya görmek için. Gördüğüm insanlara tebessüm ettim. "Tebessüm de ibadettir, sadakadır" diyen Peygamberimin bir sözünü yaşayayım bari bu sabah diyerek. Hayal dünyamda da arzu ettiğim dünyamı görebilmek için bir an duraksadım.
Bir araba aniden sokağa fırlayan köpeğe çarptı. Köpek acıyla kenara savruldu. Ayaklarını karnına bastırıyordu. Acıyla havlıyordu. Aslında derdini anlatıyordu kendince bize. Belli ki ayakları incinmişti. Sürücü hemen durdu. Arabadan indi. Etraftaki esnaf da dükkánlarından fırladılar. Hatta müşterileri bile kasada bırakarak.
Herkes yaralı köpek için bir şeyler yapmak istiyordu. Nihayet kucaklayıp arabaya koydular. Muhtemelen veterinere götüreceklerdi. Umutla gülümsedim. Umutlandım. Ama birdenbire bulutlar içinde bütün görüntüler kayboldu gitti. Hayalmiş meğer!
* * *
Donduran soğukta, geçen yıla ait dergileri caddeye sermiş, satmaya çalışan bir yavru. Çocuk. Henüz çocuk. Harçlık yapacak belki de satabilirse dergilerini. Belediyenin zabıtaları yanına yanaştılar. Çocuk bir an ürktü, korktu, geri çekildi. Zabıta tezgáha el koyar ya! Ama hayır, öyle olmadı.
Çocuğun başını okşadılar. Hayırdır, niye satıyorsun dediler. Çocuk, "Hasta ablama ilaç almak için" dedi. Burkuldular. Sarsıldılar. Gel bakalım çocuk, biz sana ilaçları alırız dediler. Hemen bitişikteki eczaneye girdiler. Sevindim. İnsanlık ölmemiş dedim. Bir an bulutlar arasında kayboldular. Çocuk da, zabıtalar da eczane de... Hayalmiş meğer!
Gecenin ilerleyen saatleri. Kaldırım kenarında titreye titreye müşteri bekleyen kadınlar. Sadece kadınlar değil. Transseksüel, homoseksüel ve daha çok farklı olanlar. Düşmüş veya düşürülmüş olanlar. Acıyla kıvranırken birbiri ardınca duran arabalar gözüme çarpıyor. Pazarlık yapacaklar sanıyorum. Hayır, yanılıyorum.
Arabadan çıkanlar, bu donduran soğukta duranlara yaklaşıyorlar. Konuşuyorlar onlarla. Cümleleri hep aynı. "Acaba sizin için ne yapabiliriz, sizi kurtarmak için bir şey yapabilir miyiz?" Hatta birinden göz yaşartan bir tavır. Cebinden bir demet para çıkarıyor. Karşısında korkulu gözlerle bakan kadına uzatıyor.
"Belli ki, istemeyerek buradasın. Al bu parayı, sen de kardeşimiz gibisin. Bari birkaç gün uzak dur. Bari birkaç gün. Yapabildiğim bu kadar. Ne yapayım ki" diyor duygulu gözlerle uzaklaşırken. Başım önümde arabamın camını kapatırken bulutlar arasında o arabalar ve adamlar kayboluyor. Hepsi bir bir yoğun bir sisin içinde kayboluyorlar. Kadınlar hálá o kaldırımdalar, ama gerisi hayalmiş meğer.
"Başımı koyduğum her yerde, altı yönde ve ötesinde ibadet edilen O’dur.(c.c)
Bağ, bahçe, gül, bülbül, sema, sevgili hep birer bahanedir. Maksud olan hep O’dur.(c.c)"