Burda kücük yasada avusturyaya gelen ve ömrünü burda gecirmekde olan bir gurbetcinin hikayesi yaziyor. okuyun okuyunki görün avrupa nasilmis, eski günlerde nasilsa simdide ayni sadece biraz gelismis okadar.
Mevlüd Avusturya’ya ilk adım atığında 15 yaşındaydı. Anadolu’nun bağrından kopmuş, gencecik bu delikanlı, ülkesinden kilometrelerce uzak bir şehirde kendisini ne beklediğini bilmiyordu. Ne bir beklentisi vardı, ne umudu nede umutsuzluğu. Babası, annesinin ve onun ellinden tutup düşmüştü yollara. Bu gidişin aslında doğdu büyüdüğü topraklardan, köyünden ve vatanından yıllarca sürecek bir ayrılık olduğunu bilmiyordu. O gençti ve hayat dünyanın her yerinde güzeldi ona.
Tarih 1973’ün yazıydı. Mevlüd’ün babası yalnız geçirdiği üç yılın ardından, Avrupa’nın küçük ülkesi Avusturya’ya, yanına getirmişti ailesini. Getirmişti ama, ne onları barındıracak evi vardı nede parası, çünkü çalışmıyordu. Bir arkadaşının evinde misafir oldular ilk aylar. Şefatli’nin (Yozgat) bir köyünde doğan Mevlüd Pekyürek gurbetliği tanımıyordu o günlerde. Dillini anlamadığı, kültürünü bilmediği bu insanlardan korkmuyordu da. Bugün arkasına dönüp baktığında uzun geçen yılların ardından, kendisi bile zor hatırlamakta o günleri. Birgün sokakta yürürken garip bir görüntü takılır gözüne. Avusturyalı bir bayan köpeğine bir tasma takmış gezdiriyor. Köpek Mevlüd’de doğru yaklaşınca ayağı ile itekler köpeği. „Nörüyon Mevlüd, kendini köyde mi sandın?“ der abisi ve onu uyarır. ‘Ne acayip bir ülke‘ diye düşünür içinden ‘Bunlar köpeğe bile saygı duyuyor‘.
Birkaç ay sonra babası ile Mevlüd Teesdorf (Aşağı Avusturya’da) bir kasabada tekstil fabrikasında çalışmaya başlarlar. Fabrikanın lojmanlarına da taşınırlar ve artık kendilerine ait bir evleri ve işleri vardır. İlk defa Fabrikada çalışıyordur ama işi çabuk kapar ve kısa zamanda işin ustası olmuştur. 4000 Şillin aylıkla üç yıl çalışır Mevlüt ve üç yıl sonra ilk defa Türkiye’ye izine gider. Vatan’dan ayrılıp tekrar gurbet yollarına düşerken, artık parmağında bir yüzük vardır ve geride de nişanlısını bırakmıştır. Çok sürmez üç ay sonra tekrar Türkiye’ye gider ve bu kez nişanlısı Güner’den ayrılamaz, artık evli bir çift olarak dönerler. Güner’in babası düğünü Türkiye’de istemektedir. Mevlüd’ün babası ise Avusturya’da. İki tarafın isteği de olsun diye çifte düğün yapılır, hem Türkiye’de hem Avusturya’da. Avusturya’da Türkler o sıralara nadiren düğün yapmaktadırlar. Ama yabancı ellerde bile olsa, düğünün en güzeli yapılır. Dünya evine giren bu iki genci artık birlikte yürüyecekleri gurbetin uzun ve dikenli yolları beklemektedir.
Avusturya’da Güner‘in ilk gelin geldiği ev iki gözdür ve yedi kişi aynı ev’de yaşayacakdır. Ev üstünde olmayınca ve yeni bir işe girince Mevlüt,çalıştığı fabrikanın lojmanına taşınırlar. Avusturya’nın Eggendorf adında küçük bir kasabadadır taşındıkları ev. Hayatlarını artık bu tek göz odada devam ettireceklerdir. Tuvalet evlerin dışında iken banyo yapacak yer evin dışında bile yoktur. Oysaki Anadolu’nun yoksul köy evlerinde, her odanın bir köşesinde yıkanmak için bir yer ayrılmıştır. İlk geldiğinde tahta merdivenleri çıkarken şaşkınlık ile „Avrupa burası mı?“ diye sorduğunda ne de gülmüşlerdi ona. Gurbetlik sürekli ilkleri yaşatmıştı ve ilk plastik leğen içinde yıkanmayı burada öğrenmişti. Eşinin yanında tekstilde çalışmaya da başlamıştı. Oda artık buradaki yaşam şartlarına alışıyordu. Bulaşık yıkamak için çeşmeden eve su çekmek , ortak kullanılan evin dışındaki tuvaletler, plastik leğenleri banyo olarak kullanmak ve hafta sonu kadınların çamaşırhanedeki sıra kavgaları. Alışmıştı… Çünkü aynı lojmanda yaşayan onlarca Türk ailesi de böyle yaşıyordu. Almanca bilmemek hiç sorun olmuyordu. İşyerinde sadece Türk ve Yugoslavlar çalışıyordu ve iş arkadaşları da aynı zamanda komşularıydı. Ekmekten sebzeye, halıdan battaniyeye kadar her şeyi Türkler minibüslerin arkalarında satıyorlardı.
Yıllar yılları kovalamış ve bugün geriye bakınca geride kalmış 34 yıl, üç çocuk ve iki torun vardır kucağında. Bugün aynı fabrikanın başka bir lojmanında oturmaktadır Mevlüt ve Güner çifti, ama bu küçük kasabada ne yıllar geçmişti. Bugüne dek kurdukları tek hayalleri Yozgat’ta bir evdir. Daha fazlasını hiç istememişlerdir. Bu dünyanın parasında pulunda yoktur gözleri.
Bütün yıl çalışır, yazları ise bayram sevinci kaplardı içlerini izine giderken. İlk aldıkları sıfır kilometre bir Ford Taunus”dur. Yeşil renkli bu pırıl pırıl yanan arabayı sevinç içinde, hediyelerle doldururlar. Türkiye’ye gidiyorlardır, bu tek bayramıdır alamancı genç çiftin. Almancıdır adları Türkiye’de. Bu hitap memleketinden kopup Avrupa’ya giden her Türke söylenmektedir. Çalışdıkları ülke Almanya’da olsa, Avusturya’da, Hollanda’da fark etmezdi. Adı Almancıdır artık. Ne çabuk da yabancı gibi görmeye başlamıştır memleketinin insanları onları. Haftalar öncesinden başlardı hayaller. Mektuplar yazılar „Anne, izine köydeyiz“ diye müjdeler yollanılırdı ve Güner’in annesi günlerce her araba sesinde camlara koşardı. İkiside çocuklar kadar sevinçliydi yola çıkarken ve hiç uyumadan çekilirdi yollar ta ki Kapıkule’ye varıncaya dek. Kapıkule’nin her gurbetçide farklı bir yeri vardır. Onu görünce memleket selam vermektedir adeta Mevlüd ile Güner’e. Tarifi zor duygular kaplar içlerini. Artık vatanın havasını solumakta, onun bayrağının altında bulunmakta ve onun toprağına basmaktadırlar. O ay yıldızın her dalgalanışı huzurla doldurmaktadır gurbetçilerin içini ve gözler yaşlıdır.
Köydeki karşılamalar sevinç gözyaşlarına boğulur. Her şeyi geride bırakmanın sevincidir bu. Gurbetlik, hasret, özlem bitmiştir artık. Hediyeler dağıtılır, dostlar toparlanır, herkesi bir mutluluk sarmıştır. Sanki bir gelin gelmiştir o eve. Köye girince birden bir garip hisseder kendini Mevlüd. Bu asfaltsız yollar, bu çatısız evler, ne kadar da düzensiz, sanki doğup büyüdüğü köy burası değilmiş gibi. İçten içe her gurbetçi gibi oda yabancılar bir an kendi toprağını, ama ayrılık ise ölümdür ve tekrar yollara düşen gurbetçileri artık gözü yaşlı, hasret çekecekleri günlere ilerlemektedir.
Güner gündüzleri çalışır Mevlüt geceleri… Çocuklara da böyle bakarlar. Arsa alıp ev yaptırdıktan sonra artık tek hayalleri gerçek olmuştur. Ya geri dönmek? Bunu sürekli erteliyorlardır. ‘Hani‘ diyor Mevlüt amca ‘birazda benim payım var bunda. Çalıştım ama gezdim yedim gençlikti, para tutmadım‘.‘Uslandım, uslandım artık‘ diyor ama ‘otobüsü, treni kaçırdık şimdi uçak tutmaya çalışıyoruz‘. Artık Avrupa’da işçi olup ta para biriktirmek o kadar uzak bir hayaldir ki... 90’lı yıllardan önce çok kötü şartlar altında yaşayan Türkler son yıllarda çok rahat bir yaşam sürdüklerinden, bir işçi maşı ile para biriktirip mal mülk sahibi olmakta zordu artık.
Geri dönüş deyince bir düşünüyor Mevlüt amca. Evet onuda yaptık aslında diyor. 1981 de Türkiye’ye kesin dönüş yapacak olan ağabeyi Mevlüt’ü de götürmek ister yanında. Çalışana ‚Allah verir, bizde işimizi memlekete kurar, bu bilek bizde olduktan sonra ekmeğimizi orda kazanırız‘ der. Ve Mevlüt her şeyini toplar düşer yollara. Memlekette aylarca bekler ama ağabeyi hala gelmemiştir. Küçük yaşta Avrupa’ya gittiği için 27 yaşına kadar askerliğini yapamamıştır. Memlekete bırakıp eşini askere gider. Üç yıl sonra eşiyle birlikte dönerler tekrardan Avusturya’ya.
Avrupa neyini almamıştır ki onlardan! Gençliklerini, yıllarını ve sağlığını. Artık kalbinden rahatsız biridir ve ağır islerde çalışamamaktadır. Rahatsızlığı emekli olmasına da yetmiyordur. O yüzden çaycılığa başlar Mevlüd amca. 34 yıllık gurbetlik hayatında ona takılan isimde „çaycı Mevlüd’ür“. Buradaki dostlukları ve arkadaşlıkları Türkiye’de bulamayacağını biliyordur. Türkiye’nin dört bir tarafından gelen, tek ekmeği paylaşıp bu günlere gelen bu insanlar kardeş gibi görüyordur birbirlerini. Bir dostlukları değişilmez, birde bu ülkenin sağlık hizmetlerini bulamıyacaklarını bilmekdedirler. Ama yinede ‘sobanın külü kadar değeri olabilir Avrupanın‘ diyor. Avusturya’daki Türk gençlerinden ise umudunu kesmiş. Onlar için sadece üzülüyor.
Yozgat’ın Halasli köyünden başlayıp Avusturya da devam eden ve 34 yıllı burda geride bırakan Mevlüd ve Güner Pekyürek‘in hikayesi bu. Yıllarca çalıştıkları, evlenip, üç çocuklarını büyütükleri bu ülkeyi bırakırız diyorlar. Emekli olunca geri döneceğiz…
Mevlüd Avusturya’ya ilk adım atığında 15 yaşındaydı. Anadolu’nun bağrından kopmuş, gencecik bu delikanlı, ülkesinden kilometrelerce uzak bir şehirde kendisini ne beklediğini bilmiyordu. Ne bir beklentisi vardı, ne umudu nede umutsuzluğu. Babası, annesinin ve onun ellinden tutup düşmüştü yollara. Bu gidişin aslında doğdu büyüdüğü topraklardan, köyünden ve vatanından yıllarca sürecek bir ayrılık olduğunu bilmiyordu. O gençti ve hayat dünyanın her yerinde güzeldi ona.
Tarih 1973’ün yazıydı. Mevlüd’ün babası yalnız geçirdiği üç yılın ardından, Avrupa’nın küçük ülkesi Avusturya’ya, yanına getirmişti ailesini. Getirmişti ama, ne onları barındıracak evi vardı nede parası, çünkü çalışmıyordu. Bir arkadaşının evinde misafir oldular ilk aylar. Şefatli’nin (Yozgat) bir köyünde doğan Mevlüd Pekyürek gurbetliği tanımıyordu o günlerde. Dillini anlamadığı, kültürünü bilmediği bu insanlardan korkmuyordu da. Bugün arkasına dönüp baktığında uzun geçen yılların ardından, kendisi bile zor hatırlamakta o günleri. Birgün sokakta yürürken garip bir görüntü takılır gözüne. Avusturyalı bir bayan köpeğine bir tasma takmış gezdiriyor. Köpek Mevlüd’de doğru yaklaşınca ayağı ile itekler köpeği. „Nörüyon Mevlüd, kendini köyde mi sandın?“ der abisi ve onu uyarır. ‘Ne acayip bir ülke‘ diye düşünür içinden ‘Bunlar köpeğe bile saygı duyuyor‘.
Birkaç ay sonra babası ile Mevlüd Teesdorf (Aşağı Avusturya’da) bir kasabada tekstil fabrikasında çalışmaya başlarlar. Fabrikanın lojmanlarına da taşınırlar ve artık kendilerine ait bir evleri ve işleri vardır. İlk defa Fabrikada çalışıyordur ama işi çabuk kapar ve kısa zamanda işin ustası olmuştur. 4000 Şillin aylıkla üç yıl çalışır Mevlüt ve üç yıl sonra ilk defa Türkiye’ye izine gider. Vatan’dan ayrılıp tekrar gurbet yollarına düşerken, artık parmağında bir yüzük vardır ve geride de nişanlısını bırakmıştır. Çok sürmez üç ay sonra tekrar Türkiye’ye gider ve bu kez nişanlısı Güner’den ayrılamaz, artık evli bir çift olarak dönerler. Güner’in babası düğünü Türkiye’de istemektedir. Mevlüd’ün babası ise Avusturya’da. İki tarafın isteği de olsun diye çifte düğün yapılır, hem Türkiye’de hem Avusturya’da. Avusturya’da Türkler o sıralara nadiren düğün yapmaktadırlar. Ama yabancı ellerde bile olsa, düğünün en güzeli yapılır. Dünya evine giren bu iki genci artık birlikte yürüyecekleri gurbetin uzun ve dikenli yolları beklemektedir.
Avusturya’da Güner‘in ilk gelin geldiği ev iki gözdür ve yedi kişi aynı ev’de yaşayacakdır. Ev üstünde olmayınca ve yeni bir işe girince Mevlüt,çalıştığı fabrikanın lojmanına taşınırlar. Avusturya’nın Eggendorf adında küçük bir kasabadadır taşındıkları ev. Hayatlarını artık bu tek göz odada devam ettireceklerdir. Tuvalet evlerin dışında iken banyo yapacak yer evin dışında bile yoktur. Oysaki Anadolu’nun yoksul köy evlerinde, her odanın bir köşesinde yıkanmak için bir yer ayrılmıştır. İlk geldiğinde tahta merdivenleri çıkarken şaşkınlık ile „Avrupa burası mı?“ diye sorduğunda ne de gülmüşlerdi ona. Gurbetlik sürekli ilkleri yaşatmıştı ve ilk plastik leğen içinde yıkanmayı burada öğrenmişti. Eşinin yanında tekstilde çalışmaya da başlamıştı. Oda artık buradaki yaşam şartlarına alışıyordu. Bulaşık yıkamak için çeşmeden eve su çekmek , ortak kullanılan evin dışındaki tuvaletler, plastik leğenleri banyo olarak kullanmak ve hafta sonu kadınların çamaşırhanedeki sıra kavgaları. Alışmıştı… Çünkü aynı lojmanda yaşayan onlarca Türk ailesi de böyle yaşıyordu. Almanca bilmemek hiç sorun olmuyordu. İşyerinde sadece Türk ve Yugoslavlar çalışıyordu ve iş arkadaşları da aynı zamanda komşularıydı. Ekmekten sebzeye, halıdan battaniyeye kadar her şeyi Türkler minibüslerin arkalarında satıyorlardı.
Yıllar yılları kovalamış ve bugün geriye bakınca geride kalmış 34 yıl, üç çocuk ve iki torun vardır kucağında. Bugün aynı fabrikanın başka bir lojmanında oturmaktadır Mevlüt ve Güner çifti, ama bu küçük kasabada ne yıllar geçmişti. Bugüne dek kurdukları tek hayalleri Yozgat’ta bir evdir. Daha fazlasını hiç istememişlerdir. Bu dünyanın parasında pulunda yoktur gözleri.
Bütün yıl çalışır, yazları ise bayram sevinci kaplardı içlerini izine giderken. İlk aldıkları sıfır kilometre bir Ford Taunus”dur. Yeşil renkli bu pırıl pırıl yanan arabayı sevinç içinde, hediyelerle doldururlar. Türkiye’ye gidiyorlardır, bu tek bayramıdır alamancı genç çiftin. Almancıdır adları Türkiye’de. Bu hitap memleketinden kopup Avrupa’ya giden her Türke söylenmektedir. Çalışdıkları ülke Almanya’da olsa, Avusturya’da, Hollanda’da fark etmezdi. Adı Almancıdır artık. Ne çabuk da yabancı gibi görmeye başlamıştır memleketinin insanları onları. Haftalar öncesinden başlardı hayaller. Mektuplar yazılar „Anne, izine köydeyiz“ diye müjdeler yollanılırdı ve Güner’in annesi günlerce her araba sesinde camlara koşardı. İkiside çocuklar kadar sevinçliydi yola çıkarken ve hiç uyumadan çekilirdi yollar ta ki Kapıkule’ye varıncaya dek. Kapıkule’nin her gurbetçide farklı bir yeri vardır. Onu görünce memleket selam vermektedir adeta Mevlüd ile Güner’e. Tarifi zor duygular kaplar içlerini. Artık vatanın havasını solumakta, onun bayrağının altında bulunmakta ve onun toprağına basmaktadırlar. O ay yıldızın her dalgalanışı huzurla doldurmaktadır gurbetçilerin içini ve gözler yaşlıdır.
Köydeki karşılamalar sevinç gözyaşlarına boğulur. Her şeyi geride bırakmanın sevincidir bu. Gurbetlik, hasret, özlem bitmiştir artık. Hediyeler dağıtılır, dostlar toparlanır, herkesi bir mutluluk sarmıştır. Sanki bir gelin gelmiştir o eve. Köye girince birden bir garip hisseder kendini Mevlüd. Bu asfaltsız yollar, bu çatısız evler, ne kadar da düzensiz, sanki doğup büyüdüğü köy burası değilmiş gibi. İçten içe her gurbetçi gibi oda yabancılar bir an kendi toprağını, ama ayrılık ise ölümdür ve tekrar yollara düşen gurbetçileri artık gözü yaşlı, hasret çekecekleri günlere ilerlemektedir.
Güner gündüzleri çalışır Mevlüt geceleri… Çocuklara da böyle bakarlar. Arsa alıp ev yaptırdıktan sonra artık tek hayalleri gerçek olmuştur. Ya geri dönmek? Bunu sürekli erteliyorlardır. ‘Hani‘ diyor Mevlüt amca ‘birazda benim payım var bunda. Çalıştım ama gezdim yedim gençlikti, para tutmadım‘.‘Uslandım, uslandım artık‘ diyor ama ‘otobüsü, treni kaçırdık şimdi uçak tutmaya çalışıyoruz‘. Artık Avrupa’da işçi olup ta para biriktirmek o kadar uzak bir hayaldir ki... 90’lı yıllardan önce çok kötü şartlar altında yaşayan Türkler son yıllarda çok rahat bir yaşam sürdüklerinden, bir işçi maşı ile para biriktirip mal mülk sahibi olmakta zordu artık.
Geri dönüş deyince bir düşünüyor Mevlüt amca. Evet onuda yaptık aslında diyor. 1981 de Türkiye’ye kesin dönüş yapacak olan ağabeyi Mevlüt’ü de götürmek ister yanında. Çalışana ‚Allah verir, bizde işimizi memlekete kurar, bu bilek bizde olduktan sonra ekmeğimizi orda kazanırız‘ der. Ve Mevlüt her şeyini toplar düşer yollara. Memlekette aylarca bekler ama ağabeyi hala gelmemiştir. Küçük yaşta Avrupa’ya gittiği için 27 yaşına kadar askerliğini yapamamıştır. Memlekete bırakıp eşini askere gider. Üç yıl sonra eşiyle birlikte dönerler tekrardan Avusturya’ya.
Avrupa neyini almamıştır ki onlardan! Gençliklerini, yıllarını ve sağlığını. Artık kalbinden rahatsız biridir ve ağır islerde çalışamamaktadır. Rahatsızlığı emekli olmasına da yetmiyordur. O yüzden çaycılığa başlar Mevlüd amca. 34 yıllık gurbetlik hayatında ona takılan isimde „çaycı Mevlüd’ür“. Buradaki dostlukları ve arkadaşlıkları Türkiye’de bulamayacağını biliyordur. Türkiye’nin dört bir tarafından gelen, tek ekmeği paylaşıp bu günlere gelen bu insanlar kardeş gibi görüyordur birbirlerini. Bir dostlukları değişilmez, birde bu ülkenin sağlık hizmetlerini bulamıyacaklarını bilmekdedirler. Ama yinede ‘sobanın külü kadar değeri olabilir Avrupanın‘ diyor. Avusturya’daki Türk gençlerinden ise umudunu kesmiş. Onlar için sadece üzülüyor.
Yozgat’ın Halasli köyünden başlayıp Avusturya da devam eden ve 34 yıllı burda geride bırakan Mevlüd ve Güner Pekyürek‘in hikayesi bu. Yıllarca çalıştıkları, evlenip, üç çocuklarını büyütükleri bu ülkeyi bırakırız diyorlar. Emekli olunca geri döneceğiz…