"Diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda..."
(et-Tekvîr, 8-9)
(et-Tekvîr, 8-9)
"Zamanımızda sıkça yaşanan çocuk aldırma hâdiseleri, câhiliye devrindeki kız çocuklarını diri diri gömmenin modernleşmiş bir şekli olup asrın cinayetidir. Bu asrın yorgun ve bitik kadını ile câhiliye devrinin kadını arasında, sırf bir gardrop ayrılığı, yani giyim-kuşam farkı kalmıştır. Bu ise, ruhsuz, materyalist eğitimin meydana getirdiği bir toplum felâketidir." (O. N. Topbaş, Kur'ân-ı Kerîm Işığında Nebiler Silsilesi Hz. Muhammed Mustafa -s.a.v-, c: 2)
Bilindiği gibi câhiliye devri Arap toplumunda, kız çocuk sahibi olmak "utanç verici bir durum" olarak kabul edildiğinden, doğan kız bebekler ya hemen veya çok fazla büyümeden diri diri toprağa gömülürlerdi. Onlara "câhil, duygusuz, vahşi çöl insanı" diyenler, zamanımızda çocuk aldıranlara ne demeliler?
Bugünlerde kürtaj nedir sorusunu soranlar en çok şu cevapları duyacaklar:
"Kürtaj istenmeyen gebeliktir."
"Kürtaj (yasal tahliye) adından da anlaşılacağı gibi, ülkemizde reşit kadınlarımıza tanınmış tümüyle «yasal ve çağdaş» bir haktır."
"18 yaşından büyük gebe kadınlar, onuncu haftaya kadar kendi rızâları ile yasal olarak kürtaj olabilmekteler."
Kürtaj nedir, nasıl yapılır?
Kürtajın aslı "küretaj" olup "kazımak" anlamına gelir.
Bugün ise kürtaj denince, yaygın olarak, rahim içinde oluşan bir gebeliğin, özel yöntemlerle sonlandırılması anlaşılmaktadır.
Kürtajla, bir canlının hayatına son verilip verilmediğini anlayabilmemiz için, önce insan hayatının ne zaman başladığını bilmemiz lâzımdır. İnsan hayatı, döllenmiş yumurta hücresiyle başlamaktadır. Bu, herhangi bir hücre veya herhangi bir et parçası değil, bir insanın küçük bir modelidir.
İnsan, 46 kromozoma sahiptir ve bu kromozomlara o kişinin cinsiyeti, saçının, gözünün, teninin rengi, kaşının şekli vb. gibi tüm detaylar işlenmiştir. Döllenmiş olan yumurta hücresi, rahime doğru, büyüyerek ilerlemeye başlar.
4-5'inci günlerde anne rahminde, emniyetli ve sağlam bir yere tutunup asılır, annenin kan damarları bu bölgede genişleyerek bebeği beslemeye başlar.
Cenâb-ı Hakk'ın "er-Rahîm" isminden tecellîler yaşar, anne rahminde minik bebek... Türlü merhalelerden, akıl almaz safhalardan geçer.
15'inci günden sonra organ taslakları oluşmaya başlar. Omurilik soğanı uzanır, baş omuzlardan, kol ve bacaklar gövdeden belli belirsiz ayrılır.
21'inci günde, daha küçücükken kalbi atmaya başlar.
7'nci haftada kalp gelişip büyüyerek dört odacıklı şeklini alır. Gözler, kulaklar, burun, dudaklar ve yüz oluşur. Diş kabartıları belirir. Kol ve bacakları uzar.
8'inci haftada tüm sinir sistemi organları farklılaşmaya başlar. Bebek ağrıyı, acıyı hisseder. Beynin her iki lobu gelişmiş olup, beyincik ve omurilik bu gelişime eşlik eder. Bu dönemde EEG ile beyin dalgaları tespit edilebilir. Bilindiği gibi günümüzde birinin ölümüne karar verilirken, beyin dalgalarının alınıp alınamadığına bakılıyor, ne yazık ki, "yeni doğacak" bir insanın yaşıyor olduğuna karar vermek için aynı kriter esas alınmıyor!..
11'inci haftanın sonunda sindirim sistemi neredeyse tamamen gelişmiş, dil üstünde tat alma tomurcukları oluşmuştur. Ultrason ile baktığımızda, bebeği parmağını emerken görebiliriz.
12'nci haftada dış genital organlar tamamen belirginleşmiştir. Cinsiyeti anlaşılabilir. Bu haftalarda bebek, anne hissetmese de, hareket eder, tekmeler savurur, uyur, uyanır, memnun olup olmadığı yüzünden anlaşılabilir.
Parmak ucundaki izlere kadar teşekkül etmiş, kalbi dakikada 140 kez atan, yaklaşık dakikada 30 kez nefes alıp veren, her yönüyle bir sanat harikası olan minik yavru, doğuma kadar pek çok akıl almaz olaylar yaşar anne rahminde...
Eskiden erken doğan bebekler yaşatılamazken, bugün 20 haftalık bir bebek tıbbî yardımlarla yaşayabilirlik sınırına erişmiş durumdadır. Belki bu süre ilerde daha da kısalacaktır.
Doğumdan sonra yasalarla, ahlâkî değerlerle korunan insan hayatı, anne karnında da korunmalıdır! Doğumla yaşanan sır, bebeği kucağa alıp sevebilmek, öpüp koklayabilmek, sesini duyabilmek midir? Doğduktan sonra canlılığı kabul edilen bebek, anne karnında da canlı değil midir? Bebeklerin doğmadan önce yaşadıkları ortamın farklılığı mıdır, anneleri vicdanları sızlamadan kürtaj masasına götüren?
O, canlı mı?
Evet kesinlikle, 46 insan kromozomu taşıyan bir canlıdır o...
Peki kürtaj bir doğum kontrol yöntemi mi?
İstenmeyen gebelik, istenmeyen çocuk mu demek?
Masum bir bebeğin "yaşama hakkı" ile ilgili olarak söz sahibi olma hakkı kime aittir?
Niçin kürtaja "tahliye" denilir, o bir suçlu mu?
Kürtaj nasıl yapılır?
Bu konu hakkında hekimlerin bilgi verdiği annelerin çoğu, işlemden vazgeçmektedir!..
Bugün ülkemizde ve dünyada en sık kullanılan yöntem "vakum tekniği"dir. Özel âletlerle rahim içine girilerek negatif basınç oluşturulur ve bebek rahim içinde yapıştığı yerden çekilip alınır. Bu esnada oluşturulan emme gücü, evlerimizde kullandığımız elektrikli süpürgelerin emme gücünden 30 kat daha fazladır.
Eskiye göre daha az kullanılan diğer bir yöntem, "penseye benzer mâdenî bir âletle rahimin içinin kazınması"dır. Burada bebeğin herhangi bir uzvu yakalanıp koparılarak alınır.
Alınan bu parçalar, dışarıda yerli yerine konur ki, içerde enfeksiyona sebep olacak bir uzuv kalmasın! En zor olan başın koparılmasıdır. 8'inci haftada sinir sistemi gelişen ağrıyı acıyı hisseden bebecik, yapılan bu işlemlerde acı duymaz demek, tıbbî gerçekleri inkâr etmek demektir. Kürtaj yapılan bebekler dile gelebilselerdi, acaba bize ne anlatırlardı?!
Önceden 4'üncü aydan büyük gebeliklerde "tuzla zehirleme" yöntemi kullanılıyordu, artık prostoglandin adı verilen kimyasal maddeler kullanılmaktadır. Bunlar anneye verilip rahimin şiddetle kasılması ve bebeğin doğması sağlanır. Ancak yaşaması için değil, ölmesi için... Doğduğunda canlı olabilen bu bebekler, bir kenarda ölüme terk edilirler.
"Sezeryan ile" gebelik sonlandırılıyorsa, normal şartlarda bağlanan göbek kordonu bağlanmaz, bebek hemşiresi ve çocuk doktoru çağrılmaz, bebek kanayarak ölüme terk edilir!..
Kürtaj, sadece bebeğe değil, anneye de zarar vermektedir. Kürtaj sonrasında görülen komplikasyonların içinde enfeksiyon, artan erken doğum ve düşükler, kısırlık, rahmin delinmesi, hatta annenin ölümü yer almaktadır.
Bu tür riskler uygun tıbbî müdahale ve bakımla zamanımızda ne kadar azaltılmış olsa da, kürtajın vicdanlarda açtığı yara bir türlü kapanmamaktadır. Suçluluk duygusu, kâbuslar, uyku bozuklukları, madde bağımlılığı, depresyon, boşanmalar, intihar vs... kürtaj olan annede ya hemen veya uzun zaman sonra âniden görülmektedir.
Bu olumsuz sonuçlar, sadece annede değil, onun yakınlarında, eşinde, çocuklarında, büyükanne, büyükbabada, hatta kürtajı yapan hekimlerde bile görülebilir. Hâmile bir kadın, "canlı ve tek parça" veya "ölü ve paramparça" bir bebeğe sahip olma durumunda hangi tercihi yapacaktır? Ya da bu bir tercih meselesi midir ve annenin doğmamış çocuğunun yaşamasına müdahale etmeye hakkı var mıdır?
Anneler unutmamalıdır ki, belki bir gün aldırdıkları o çocuğa muhtaç hâle gelebilirler!
Maalesef Batı toplumlarında çok yaygın olan kürtaj, toplumumuzda da giderek yaygınlaşmaktadır!
Ülkemizde 10 haftaya kadar yasal olan kürtaj, bazı ülkelerde doğuma kadar yasal olarak uygulanmaktadır. Bugün dünyada her yıl 50 milyon kadının %99'u kendi istekleriyle, %1'i ise diğer gerekçelerle (bebeğin özürlü olması, ensest ilişkiler, hayâtî tehlike gibi sebeplerle) kürtaj olmaktadır.
Her gün 200'ün üzerinde kadın, karnındaki çocuğu aldırmak isterken hayatını kaybetmektedir. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmasının 2003 raporuna göre, Türkiye'de her 100 gebelikten 15'i istenmediği için sonlandırılmakta ve kürtaj hızla artmaktadır.
Yapılan bütün araştırmalar, kayıtları tutulan kürtaj vak'alarından... Kayıtları tutulmayan, yasal olmayan kürtaj vak'alarının sayılarını bilmekse çok zor!
Bilinen şu ki, ülkemizde kürtaj yaşı 13'e kadar inmiş durumda ve en çok yürek sızlatan hâdise, küçücük kız çocuklarının ebeveynlerinden habersiz muayenehânelerde kürtaj olup 1 saat içinde evlerinin yolunu tutmaları...
Bunlar ne yazık ki, korkunç gerçekler!.. Ahlâksızlığın giderek artması, nâmus kavramının önemini yitirmesi, sınır tanımayan kız-erkek arkadaşlığı, kadına "anneliği unutturularak" dayatılan modern, çağdaş, çalışan bayan kimliği ve bununla gelen âile kurumunun çökertilmesi; şüphesiz, kürtajın giderek artmasında rol oynayan asıl sebeplerdir.
Bir de rızık endişesi, özürlü çocuğa sahip olma riski gibi kaygılar var. Unutmamalıdır ki, insana rızkı, anne-baba değil, Allah (c.c.) verir.
İnsan, hayatının herhangi bir safhasında da sakatlanabilir. Tıbbî genetik sahada her gün ilerlemeler oluyor. Belki pek yakında insanın gen haritası çıkarılacak ve o kişinin hangi yaşta, ne hastalığa yakalanacağı bilinecek. Yani filan yaşta kanser olabilecek bir bebeği, acı çekmesin diye dünyaya gelmeden öldürmeli miyiz?
Bu hangi akla, hangi mantığa uyar? Her insanın yaşama hakkı vardır, sadece sağlıklı olanların, eli ayağı düzgün olanların değil! Anne karnındaki masum bebeklerin yaşama haklarının korunması konusunda bütün insanlığın hassas olması lâzımdır. Dünyaya gelmemiş bir bebeğin hayatı, kurtarılmaları için trilyonların harcandığı balinalardan ya da özel yöntemlerle bir yerden diğer yere canlılığı korunarak aktarılmaya çalışılan ağaçlardan, daha mı değersizdir?!
Asrımız, anneye, çocuğunu parçalamayı öğretti. Doğumunun hasretle beklendiğini sanan yavrular ne bilsinler ki, anne rahmi bile emniyetli değil artık... Anneler kürtajı önce kalplerine yaptılar!.
Dr. Betül Nefise İnal