üstad necib fazıl'ı ziyarete gitmişlerdir: dört beş kişiler... evinin bahçe kapısını çalar, ziyarete öncülük eden zat ve ardarda dizilirler... üstaz ise aralarda...
üstad, kravat, yaka baş saç dağınık halde evin kapısından görünür; çok da memnun bir görüntüsü yoktur ziyaretten hani... onun her anı kıymetli ve bölmüşlerdir çalışmasını...
bahçe kapısına yaklaşır beğenisizliği belli bir suratla ve: buyrun! der.
ziyarete getiren, gelenleri takdim etmeye başlarken üstad, aniden en gerideki gence yönelir, bakışları keskinleşmiş, gözleri delici bir edayla, hiçbir şey söylemeden, hıçkırarak ağlamaya başlar ve gencin yanaklarını, boynunu ve dudaklarını öper!
bir deli gibi... aklı asla başında olmayan bir insan gibi... hatta artık o an insan mı değil mi bilinmez bir sıfatta:
senden efendi'min kokusu geliyor!
efendi'm kokuyorsun!
feryadlardadır üstad...
zamanı kaybetmiş mekanı, gelenleri kaybetmiş, gence sarılıyor, gencin içine girmek istiyor haldedir...
bir zaman geçince:
sen kimsin? ne olur söyle bana? kimsin sen? der.
herkes ağlamakta, gözler pınar olmuş çağlamakta... genç de ağlayarak:
ben üstad'ınızın -abdulhakim arvasi'nin- torunuyum! dedem, beni, ben bebekken, sizin öptüğünüz yerlerden öpmüş... der...
20 yıl önce öpülen yerlerin kokusunu aldıran aşk...