Kadın ve erkek, birlikte “bir”i bütünler. İkisi de birbirine muhtaç olan iki cüzdür... Birini asıl, diğerini âdeta onun yedek parçası olarak gören bir bakış açısının, İslâm’ın ruhuna aykırı olduğunu düşünüyorum. Zîrâ İslâm’ın insana, kâinâta bakışı, bunu mümkün kılmıyor.
İslâm’a göre kâinâtta abes yoktur ve her şey ilahî bir hikmete hizmet eder. Buna göre, bir file cüssesinin büyüklüğünden dolayı aşırı bir önem atfedilemeyeceği gibi bir mikrop da küçüklüğünden dolayı görmezden gelinemez. Görürsünüz ki; ormanların kralı olan arslan, insanı bir pençesiyle öldürebilecek güçteyken, sirkte terbiyecisinin bir kamçısıyla kedi oluverir. Ya da çıplak gözle göremediğimiz küçücük bir virüs, hasımlarını gücüyle mağlup eden koca bir pehlivanı yere serer. Nitekim bütün varlıklar tabiattaki nizâmın olmazsa olmaz parçalarıdır; biri diğerinden daha az öneme sahip değildir ve hepsi insanın hizmetine verilmiştir.
Kadın ve erkek de, birlikte Rabbü’l-Âlemîn’e boyun eğerler; böylece kâinattaki kesret (çokluk), vahdete (bir’lik) inkılap eder. Bunun zıddına bir bakış, ancak maddecilerin, evrimcilerin olabilir ki; onlara göre, tabiatta varlıklar, güçlerine göre bir değer ifade eder. Şu hâlde başa dönersek; kadın da, erkek de birer yarımdırlar, birbirleriyle anlamlı bir bütün olup kemâle ulaşırlar.
“Sûretler çoktur, mânâ ise birdir.”[2]
Kadın veya erkekten birini gâlip, diğerini mağlup görme temâyülündeki zihinler, mânâdaki birliği görememişlerdir. Âyet-i kerîmede:
“Hep birden Rabbinizin ipine sarılın, tefrikaya düşmeyin!..”[3] buyrulmaktadır. Dolayısıyla kadın da, erkek de Hak yolunda birbirlerinin yardımcılarıdırlar. Safları bir, düşmanları birdir. Ne erkek, kadının düşmanı; ne de kadın, erkeğin düşmanıdır. Hayat eğer bir mücadeleyse; bu ancak şeytan ve nefsimizle bir mücadeledir, yekdiğerimizle değil!..
“Sizlere içinizden huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O’nun varlığının işaretlerindendir. Bunda düşünen akıl sahipleri için nice ibretli dersler vardır.”[4]
Zikrettiğimiz âyetlerde karı-koca “zevc”, yani “eş” kelimesiyle anlatılmıştır. Tıpkı bir ayakkabının sağ ve sol eşleri gibi... Eşler birbirlerine benzerler, ama tamamen aynı da değillerdir. Ayakkabımızın sağ eşi, sol eşine çok benzer; ama onu sol ayağımıza giyemeyiz. Ve bir eşinde bir problem olup giyemezsek ikisi de işe yaramaz. Bunun gibi kadın ve erkeğin, fıtrattan gelen özelliklerini görmezden gelip onları tek tipleştirmek doğru değildir. İkisi de kendi fıtrî özellikleri doğrultusunda bir fonksiyon icrâ ederler ve böylece hayat yolunda, Hakk’a varan bir yürüyüş mümkün olur.
Nihan Kandemir
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, sh. 197.
[2] Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, sh. 45.
[3] Âl-i İmran,103.
[4] Rum, 21.