Yorgunduk, hepimiz bir şeyin yoksunuydu. Üşüyorduk; elimiz üşüyordu; baştan ayağı titriyorduk, donacaktık… Yarınlar pusluydu, yarınlar hazandı, yarınlar çetindi…
Son takatimizle yürüyorduk. Attığımız adımlar bazen kavramlara çarpıyordu. Takılıyorduk. Onca hengâmenin içinde, gürültünün kavganın içinde, ‘bir de bu mu çıktı’ diyorduk. Korkuyorduk, yarınlar korkunçtu; ürpertti bizi…
Elimizi attığımız yere karanlık çöküyordu. Her yer karardı. Bizde karardık. Gökyüzündeki yıldızlar şehrin ışıkları kadar ışıldamıyordu. Ay sahteydi. Sanki onu da fabrikada yapmış oraya koymuşlar… Yarınlar karanlıktı. Karardı yarınlar; karardı yüzümüz…
Sisli, puslu, karanlık, korkunç yarınlara kimse uğramıyordu; ıssızdı yarınlar. Kalabalık bir yalnızlık kaplamıştı her yanı. Ve şehir, onca hengâme, aslında hiçti. Aslında her şey koskocaman bir boşluktu, sıfırdık aslında. Yalnızdı yarınlar; kimse gitmiyordu…
Bir haykırış, bir infilak bekliyorduk. Umudumuz yitmiyordu. Ama yarınlar umutsuzluktu. Umutsuzdu yarınlar. Ne oluru vardı, ne de çıkarı. Yolsuz, umutsuz, dar ve çıkmazdı yarınlar. Yarınların yollarını heyelanlar kapattı.
Her şeyi aslına çeviren ateş hep yanıyordu. Küllenmişti üstü, o kadar çok yanacağı yakmıştı; ve bir o kadar daha yakılacak vardı bekleyen. Yana Yana tükendi; küllendi yarınlar. Yarınlar önce küllüğe döküldü, sonra çöpe gitti küllük dolunca…
Servetlerimiz vardı, koskocaman: Zaman, mekân, gençlik, sağlık… Kışın soğuğa verdik, yazın sıcağa; kestik yaktık yok ettik. Harcadık çarçur ettik. Boşlukla doldurup kumarda kaybettik. Sorumsuzdu yarınlar. Yarınlar fakirdi…
En son dilimiz kaldı konuşan, anlatan. Neye konuştuk, neye söylettik, neye yazdık. Zaman geçti, rüzgârı savdık. Rüzgâr ki aldı içine taşıdı kelimeleri, cümleleri; esti geçti; aldı benliğimizi. Şimdi durduk duraksadık, belki de anladık. Boşa konuştuk; boşa yazdık…
Yarınlar hazan, yarınlar boş, yarınlar umutsuz, yarınlar fakir,
Yarınlar yangından arta kalan kül…
[SES]http://www.mubtela.net/fon/yuruyus.wma[/SES]