Bu iddianın zemininde üç konu vardır: Dinin dili; dinî hükümler; tarihi ve aktüel dinî pratikler.
Feminizmi var eden tarihsel ve kültürel şartlar göz önüne alındığında, feminizmi bu fikre yönelten önemli amilin, kendisini karşıtında kurguladığı tarihsel dinin, yani Batı Hıristiyanlığı’nın konuyla ilgili vazettiği hükümlerdir. Pavlus şöyle der: “Kadın tam tabiiyetle sessizce öğrensin. Fakat kadının öğretmesine ve erkeğe hâkim olmasına izin vermem, ancak sükûtta olsun. Çünkü önce Âdem, sonra Havva yaratıldı. Âdem aldanmadı, fakat kadın aldanarak suça düştü.” (l. Timoteosa, 4: 1-3.) Yine şöyle der: “Bilmenizi isterim ki, her erkeğin başı Mesih ve kadının başı erkek ve Mesih’in başı Allah’tır.” (l. Korintoslulara, 11: 2.)
Bu din dilinin ve dil üzerinden öngörülen hükümlerin her iki din (Hıristiyanlık ve İslamiyet) arasında nasıl paradigmatik farklılıklara işaret ettiğini ve tarihsel pratiklerin de bundan bağımsız ele alınamayacağını pazartesi günü ele almaya çalışacağım. Bugün vahy dilinin neden “erkek egemen” olamayacağı konusuna değinmek istiyorum.
Belirtmek gerekir ki, İslam dinini diğer bilumum dinlerden ayıran temel farkı vahy olmasıdır. Vahy, Allah tarafından Cebrail aleyhisselam aracılığıyla Hz. Peygamber (sas)’in kalbine ilka olunan bilgi ve haberler bütünüdür. Bizim kabul ettiğimiz anlamda Hıristiyanlıkta vahy yoktur, Hıristiyan inancına göre İsa’nın bedeni “kelime/vahy”dir. İncilleri, Hz. İsa’nın ref’inden 40, 50 ve 60 sene sonra şifahi geleneğin imkânlarından yararlanıp toplayan yazarlardır ve bunlar da Aramice inmiş olan vahyi Grekçe olarak yazıya geçirmişlerdir. Dolayısıyla İncilleri bize aktaran dil iki defa özel bir işlemden geçirilmiştir. Kısaca İncillerin dilinin teşekkülünde kültür (toplumsal ve tarihsel durum) belirleyici rol oynamış bulunmaktadır.
Kur’an vahyinin cinsiyetle ilişkilendirilmesini imkânsız kılan iki önemli husus var: 1) Allah’a hiçbir şekilde “cinsiyet”, yani erkeklik veya dişilik izafe edilmeyeceği; diğeri vahy dili olan Arapçanın diğer dillerden farklı olarak yapısı gereği aynı anda hem eril hem dişil bir tabiata sahip olmasıdır. Allah, Zat’tır. Zatının mahiyetini, ne’liğini bilemeyiz; biz ancak Allah’ı isimler, sıfatlar ve fiiller üzerinden bilir veya tanırız. Bu yüzden vahy bilgisi yanında her bir varlık mertebesi, konumu, objesi birer ilim/bilgi konusu olan “âlem” (kâinat), “alametler”den müteşekkildir ve varlık âleminin tamamı Allah, yaratılış, “ilim”, kudret ve irade konusunda bize bilgiler sunmaktadır ki, bunlar Zat değil, isimler, sıfatlar ve fiillerdir. Eğer Zat, erkek olsaydı, vahyettiği dinin “erkek ağırlıklı veya erkek egemen” olduğu iddiası makul olabilirdi.
2) Arapçaya vakıf uzmanların teslim ettiği üzere, bu dil salt olarak ne erildir ne dişildir, ancak hem erildir hem dişildir. Kelimeler (zamirler, isimler, fiiller) temelde eril (müzekker) ve dişil (müennes) olarak iki ana kategoriye ayrılmaktadırlar. Tağlib kaidesi dâhilinde eril gelen zamirler veya fiiller hakikatte dişil olan ve kadına ilişkin durumları da ifade eder. Fakat mesela Fransızca dişil, Almanca erildir. Arapça, şahsa, konuya, muhtevaya ve duruma göre eril veya dişil olabiliyor. Böyle olunca vahy dilinin erkek egemen olduğu temelsiz bir iddia olarak kalır. Kur’an erkeğin dili değildir, vahyedenin dilidir.
Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkaranların erkek egemen bir dil ve dinî literatür ürettikleri konusuna gelince. İslamiyet’i Hıristiyanlığın mevkiine koyup modernist ve feminist itiraz yapma hatasına -ki bu hem paradigmatik hem metodik olarak büyük bir hatadır- düşülmeden, tarihî ve aktüel pratiklere bakıldığında, elbette yer yer bu eleştirileri haklı çıkaracak unsurlar vardır. Ama genel anlamda durum Batı’daki kadar vahim de değildir.
Ali Bulaç
8/3/2008 Zaman Gazetesi