“Her doÄŸan çocuk, Allâh’ın insanlardan ümit kesmediÄŸinin
işâreti olduğu gibi her yaşanan gün dahî o insandan ümit
kesmediÄŸinin işâretidir.”
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki,
insan insanlığından utanıyor.
Her gün gazete sayfalarını çevirirken ürkmemek elde değil
artık!.. Sömürülmüş çocuklar, tâcize uğramış bebekler,
ruhların bedenlerinden tiksindiği hayatlar, hayvanlara kadar
uzanan vahÅŸet ve edebsizlikler!.. Merhum Âkif’in ifadesiyle:
“DiÅŸsiz mi bir insan, onu kardeÅŸleri yerdi!..”
Sanki bu zamanı anlatmış.
Bütün bu edebsizliklerin, yüz kızartıcı suçların kaynağı ne?
İnsanlar, neden bu kadar insanlığından soyundu?
Tabiî ki, en başta, din duygusunun insanın eğitimine ve kalbine
girmeyiÅŸinden dolayı… Atalarımız ne güzel söylemiÅŸler:
“-Kork, Allah’tan korkmayandan!..” diye…
Ebeveynler artık çocuklarını kime teslim edeceklerini
bilemez oldular. Öğretmenden, doktordan, abiden,
kardeşten, bakıcıdan, hizmetçiden korkar olduk.
Toplumun bu kadar bozulmasının en büyük sebeplerinden biri
de “edeb”den uzaklaÅŸmış olmamız. Bir hadîs-i kudsîde şöyle
buyrulmuÅŸtur:
“Allah Teâlâ, Âdem -aleyhisselâm-’ı yarattığı vakit Cebrâil -
aleyhisselâm- ona üç hediye getirdi: İlim, hayâ, akıl.
Ona dedi ki: Ya Âdem!.. Bunlardan dilediğini seç!..
Âdem -aleyhisselâm- aklı tercih etti.
Cibrîl -aleyhisselâm- hayâ ve ilme, makamlarına dönmelerini
emretti. Haya ve ilim dediler ki:
“-Biz, âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik.
Birbirimizden asla ayrılmayız.
Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir.
Ve akıl nerede olursa, biz ona tâbî oluruz.
Cibrîl -aleyhisselâm- da öyle ise yerlerinize yerleÅŸin!..”
diye emretmekle akıl dimağda, ilim kalpte, hayâ da gözde
yerleÅŸti.”
( Mahmud Sami Ramazanoğlu, Musâhabe)
Göze yerleşen hayâ evlerimize giren televizyon sayesinde
gözlerden kaçtı. Onun kaçmasıyla da meydan azgın nefislere
kaldı. İşte bu yüzdendir ki, zaman, kendimizi ve âilemizi her
türlü menhiyyattan koruma zamanıdır.
Ne yapacağız, nasıl yapacağız, bu kötülüklere karşı
çocuklarımızı nasıl uyaracağız?
Öncelikle eğitime, evlerimizden başlayacağız.
Âile içi edebden… Cenâb-ı Hak, elhamdülillâh bize iki kız
çocuğu ihsan etti. İlk kızımız doğduğunda, bir büyüğümüz
beyime tavsiyede bulunmuÅŸtu. Onu sizinle paylaÅŸmak
istiyorum:
“-OÄŸlum, kız çocuÄŸu çok kıymetlidir ve özeldir.
Ona bu kıymetini ve özel oluşunu hissettirmek lâzım!..
Bu yüzden kız çocuğunu severken dikkatli olmalı!..
O, tabiatı itibariyle kendini çok sevdirir zaten…
Aman sakın, kız çocuğunun her yerinden öpmeyin.
«Çocuktur, bir şey olmaz!..» diye öpülürse,
bu, ona alışır ve gözünde normalleşir.
Kötü niyetli insanlar da ona yaklaÅŸtıklarında bunu fark ve idrâk edemez!..”
Ne ince bir düşünce, değil mi?!.
Zaman öyle bir zaman ki, kız ve erkek çocuklar, tehlike
karşısında eşit!.. Bu tehlike, ikisi için de geçerli, maalesef!..
DiÄŸer bir husus da, giyim-kuÅŸam!..
«Çocuktur, günah değildir!»
düşüncesiyle çocuklara aşırı dekolte kıyafetler
giydirilmekte!.. Bu, en büyük hatalardan birisi!..
Hatırlıyorum da, henüz ilkokula giderken kısa çorapla gitmek
isterdik.
Arkadaşlarımıza özenirdik de askılı kıyafetler giyebilmek için
annemize yalvarırdık. Anneciğim ise, izin vermez ve yaşımıza
uygun bir ÅŸekilde sebebini izah ederdi.
Çocukların çevrelerinden, arkadaşlarından etkilenerek bu
tür talepleri olabilir. Ama mühim olan anne ve babanın, onları
kırmadan, zekâ ve yaşlarına uygun bir şekilde ve tâvizsiz
olarak durumu îzah etmeleridir. Böylece çocuklar, bu
hareketin doğru olmadığını bilinçli bir şekilde kavrayacak ve
göstermelik değil, her zaman için bu tür yanlışlara
meyletmeyeceklerdir.
Geçen yaz, yolda giderken tesettürlü bir hanım, yanında da
6-7 yaÅŸlarında minik kızı… Ama o küçücük çocuÄŸun üstünde,
askılı, göbeği açık bir tişörtle, altında bir mini etek!..
Şimdi diyeceksiniz ki, çocukların böyle kıyafetler giymesi,
günah deÄŸil ki… Haklısınız, onlara günah deÄŸil, ama
alışkanlıklar küçük yaşta başlar. Büyüdükçe de alışkanlıklar
yerleşir ve değiştirmek zorlaşır. Söylemek istediğim, bir
tesettürlü annenin, küçük çocuğunu da kendisi gibi bir
tesettüre zorla sokması değil!.. Ancak o çocuğa, edeb ve
mahremiyet sınırlarını gözeten şık kıyafetler giydirmek de
mümkün, hatta gerekli!..
Bir arkadaşım anlatmıştı.
Türkiye’ye gelmiÅŸ Danimarkalı bir mühtedî, insanlarımızın bu çeliÅŸkili hâlini görünce:
“-Tesettürlü hanımlar, kendi giyemediklerini kızlarına
giydirerek herhâlde nefislerini tatmin ediyorlar!..” demiÅŸ.
Garip, ama sanki biraz gerçeklik payı da var, değil mi?!.
Ev içinde dikkat edilecek bir diğer edeb de, kız ve erkek
çocukların yataklarını ve mümkünse odalarını ayırma
zorunluluÄŸu!..
Peygamber Efendimiz, şöyle buyuruyorlar:
“Çocuklarınıza yedi yaşındayken namaz kılmalarını söyleyiniz.
On yaşına bastıkları hâlde kılmazlarsa, kendilerini hafifçe
cezalandırınız ve yataklarını ayırınız!..”
(Ebû Dâvûd, Salât, 26)
Belli bir yaşa gelen çocukların yataklarının ayrılması hususu
da çok önemlidir. Sadece erkeklerle kızları birbirinden
ayırmakla kalmamak, cinsiyetleri ne olursa olsun,
olgunluk çağına yaklaşan bütün çocukların yataklarını ayırmak
gereklidir. “Canım, bunların hepsi kız veya hepsi erkek;
bir arada yatmalarında ne mahzur olacak?”
diye düşünmek doğru değildir.
On yaş, büluğ çağının sınırıdır.
Erken gelişen bazı çocuklar,
9-10 yaşlarındayken ergenlik çağına girebilir.
Cinsiyet duygusu gelişmeye başlayan çocukların yataklarının
vakitlice birbirinden ayrılması,
onların fizîkî ve rûhî gelişimi açısından çok önemlidir.
Maddî imkânsızlık sebebiyle her bir çocuğa ayrı bir yatak
temin etme imkânı yoksa, en azından vücutlarının birbirine
temas etmemesi için ayrı örtüler kullanılmalıdır.
Bazı anne ve babalar, büyümüş olan çocuklarını kıramayarak,
onları geceleri yatak odalarına, hatta kendi aralarına
almaktadırlar. Bu da doğru bir davranış değildir.
Kur’ân-ı Kerîm, evlatların, anne ve babalarının odalarına hangi
vakitte ve nasıl gireceklerini izah etmiş ve basit görülen
böyle bir konuda bile en hassas edeb kaidelerini koymuştur.
Âyet-i kerîmelerde buyurulur:
“Ey iman edenler! Elinizin altında bulunan köle ve
câriyeler ile henüz büluğa ermemiş çocuklar şu üç
vakitte izin almadan yanınıza (yatak odasına) girmesinler:
Sabah namazından önce, öğle sıcağında elbisenizi çıkarıp
soyunduÄŸunuzda ve yatsı namazından sonra…
Bunlar sizin mahrem vakitlerinizdir.
Bu vakitlerin dışında yanınıza izinsiz girerlerse,
ne size, ne de onlara bir günah vardır.
Çünkü sizler, her hâlükârda birbirinizin yanına girip çıkarsınız.
Ä°ÅŸte Allah sizin için kurallarını böyle açıklar. Allah ilim ve hikmet sahibidir.”
(en-Nûr, 58-49)
Başta anne ve babalar olmak üzere,
âile içinde herkes;
kıyafetlerine titizlik göstermelidir.
Büyüklerin rehberlik etmek ve örnek olmak gibi
sorumlulukları bulunduğu unutulmamalıdır.
Son olarak çocuklarımıza; korkutmadan, paniğe kapılmalarına
sebep olmadan, kötü niyetli insanlara karşı dikkatli olmayı da
öğretmeliyiz. Onları, bozuk ortamlara, bozuk insanlara karşı
uyarmalıyız. Ama nasıl?
Açıkçası bu iş belki de en zoru!..
Hem insanları tamamen kötülemeden, insanlardan ve
insanlıktan soğutmadan ve hem de her türlü ihtimale karşı
uyanık olmalarını sağlamak, cidden en çetin mesele!..
Anne ve babalar, kendi ferâsetlerine uygun bir dil
geliÅŸtirmelidirler.
Belki size de ufuk açar, farklı bir fikir verir diye kızımla
aramdaki sohbeti sizinle de paylaÅŸmak istiyorum.
Kızıma:
“-YavrucuÄŸum, en güzel elbisen hangisi, söyler misin?” diye
sordum.
Kızım:
“-GelinliÄŸim!..” dedi. Ben:
“-Hayır, daha güzeli var.” dedim.
“-Pembe elbisem…” dedi.
“-Daha da güzeli var.”
O örneklerini çoğalttıkça, ben «Daha güzeli var!..»
diyordum. Nihayet pes etti:
“-Peki öyleyse, hangi elbisem?” diye sordu.
Ben de:
“-GelinliÄŸinin aynısını veya daha güzelini bir terzi dikebilir.
Ya da elbiselerinin daha güzelini satın alabiliriz.
Ama sende öyle özel bir elbise var ki, onun aynısını ne terzi
dikebilir, ne de daha güzelini çarşı-pazardan alabiliriz.”
dedim. Kızım, iyice meraklanmıştı.
“-Hangi elbisem?” diye tekrar sordu.
“-Bedenin, yavrucuÄŸum!..” dedim.
Durdu:
“-Nasıl yani?” dedi. Ä°zah ettim:
“-Allah senin bedenini, sana özel yaratmış ve sana emanet
etmiÅŸ. Allâh’ın sana özel verdiÄŸi bu hediyeyi çok dikkatli
koru!.. Kimsenin ona bir zarar vermesine fırsat verme!..”
Sevinçle:
“-Anne, ne güzel bir elbisem var!..” deyiverdi.
En azından
taşıdığı emânetin biraz farkına varmış oldu.
Unutmayalım, muhterem ebeveynler!..
Çocuklarımız, bize Allâh’ın emâneti ve emâneti koruma
sorumluluğumuz var. Bu vazife bize Allah tarafından
yüklenmiş:
“Ey îmân edenler!.. Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taÅŸlar olan ateÅŸten koruyun!..” (et-Tahrim, 6)
Allah cümlemize kendimizi ve âilemizi her türlü ateşten
korumayı kolaylaÅŸtırsın!.. Nusret (yardım), Allah’tandır.
işâreti olduğu gibi her yaşanan gün dahî o insandan ümit
kesmediÄŸinin işâretidir.”
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki,
insan insanlığından utanıyor.
Her gün gazete sayfalarını çevirirken ürkmemek elde değil
artık!.. Sömürülmüş çocuklar, tâcize uğramış bebekler,
ruhların bedenlerinden tiksindiği hayatlar, hayvanlara kadar
uzanan vahÅŸet ve edebsizlikler!.. Merhum Âkif’in ifadesiyle:
“DiÅŸsiz mi bir insan, onu kardeÅŸleri yerdi!..”
Sanki bu zamanı anlatmış.
Bütün bu edebsizliklerin, yüz kızartıcı suçların kaynağı ne?
İnsanlar, neden bu kadar insanlığından soyundu?
Tabiî ki, en başta, din duygusunun insanın eğitimine ve kalbine
girmeyiÅŸinden dolayı… Atalarımız ne güzel söylemiÅŸler:
“-Kork, Allah’tan korkmayandan!..” diye…
Ebeveynler artık çocuklarını kime teslim edeceklerini
bilemez oldular. Öğretmenden, doktordan, abiden,
kardeşten, bakıcıdan, hizmetçiden korkar olduk.
Toplumun bu kadar bozulmasının en büyük sebeplerinden biri
de “edeb”den uzaklaÅŸmış olmamız. Bir hadîs-i kudsîde şöyle
buyrulmuÅŸtur:
“Allah Teâlâ, Âdem -aleyhisselâm-’ı yarattığı vakit Cebrâil -
aleyhisselâm- ona üç hediye getirdi: İlim, hayâ, akıl.
Ona dedi ki: Ya Âdem!.. Bunlardan dilediğini seç!..
Âdem -aleyhisselâm- aklı tercih etti.
Cibrîl -aleyhisselâm- hayâ ve ilme, makamlarına dönmelerini
emretti. Haya ve ilim dediler ki:
“-Biz, âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik.
Birbirimizden asla ayrılmayız.
Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir.
Ve akıl nerede olursa, biz ona tâbî oluruz.
Cibrîl -aleyhisselâm- da öyle ise yerlerinize yerleÅŸin!..”
diye emretmekle akıl dimağda, ilim kalpte, hayâ da gözde
yerleÅŸti.”
( Mahmud Sami Ramazanoğlu, Musâhabe)
Göze yerleşen hayâ evlerimize giren televizyon sayesinde
gözlerden kaçtı. Onun kaçmasıyla da meydan azgın nefislere
kaldı. İşte bu yüzdendir ki, zaman, kendimizi ve âilemizi her
türlü menhiyyattan koruma zamanıdır.
Ne yapacağız, nasıl yapacağız, bu kötülüklere karşı
çocuklarımızı nasıl uyaracağız?
Öncelikle eğitime, evlerimizden başlayacağız.
Âile içi edebden… Cenâb-ı Hak, elhamdülillâh bize iki kız
çocuğu ihsan etti. İlk kızımız doğduğunda, bir büyüğümüz
beyime tavsiyede bulunmuÅŸtu. Onu sizinle paylaÅŸmak
istiyorum:
“-OÄŸlum, kız çocuÄŸu çok kıymetlidir ve özeldir.
Ona bu kıymetini ve özel oluşunu hissettirmek lâzım!..
Bu yüzden kız çocuğunu severken dikkatli olmalı!..
O, tabiatı itibariyle kendini çok sevdirir zaten…
Aman sakın, kız çocuğunun her yerinden öpmeyin.
«Çocuktur, bir şey olmaz!..» diye öpülürse,
bu, ona alışır ve gözünde normalleşir.
Kötü niyetli insanlar da ona yaklaÅŸtıklarında bunu fark ve idrâk edemez!..”
Ne ince bir düşünce, değil mi?!.
Zaman öyle bir zaman ki, kız ve erkek çocuklar, tehlike
karşısında eşit!.. Bu tehlike, ikisi için de geçerli, maalesef!..
DiÄŸer bir husus da, giyim-kuÅŸam!..
«Çocuktur, günah değildir!»
düşüncesiyle çocuklara aşırı dekolte kıyafetler
giydirilmekte!.. Bu, en büyük hatalardan birisi!..
Hatırlıyorum da, henüz ilkokula giderken kısa çorapla gitmek
isterdik.
Arkadaşlarımıza özenirdik de askılı kıyafetler giyebilmek için
annemize yalvarırdık. Anneciğim ise, izin vermez ve yaşımıza
uygun bir ÅŸekilde sebebini izah ederdi.
Çocukların çevrelerinden, arkadaşlarından etkilenerek bu
tür talepleri olabilir. Ama mühim olan anne ve babanın, onları
kırmadan, zekâ ve yaşlarına uygun bir şekilde ve tâvizsiz
olarak durumu îzah etmeleridir. Böylece çocuklar, bu
hareketin doğru olmadığını bilinçli bir şekilde kavrayacak ve
göstermelik değil, her zaman için bu tür yanlışlara
meyletmeyeceklerdir.
Geçen yaz, yolda giderken tesettürlü bir hanım, yanında da
6-7 yaÅŸlarında minik kızı… Ama o küçücük çocuÄŸun üstünde,
askılı, göbeği açık bir tişörtle, altında bir mini etek!..
Şimdi diyeceksiniz ki, çocukların böyle kıyafetler giymesi,
günah deÄŸil ki… Haklısınız, onlara günah deÄŸil, ama
alışkanlıklar küçük yaşta başlar. Büyüdükçe de alışkanlıklar
yerleşir ve değiştirmek zorlaşır. Söylemek istediğim, bir
tesettürlü annenin, küçük çocuğunu da kendisi gibi bir
tesettüre zorla sokması değil!.. Ancak o çocuğa, edeb ve
mahremiyet sınırlarını gözeten şık kıyafetler giydirmek de
mümkün, hatta gerekli!..
Bir arkadaşım anlatmıştı.
Türkiye’ye gelmiÅŸ Danimarkalı bir mühtedî, insanlarımızın bu çeliÅŸkili hâlini görünce:
“-Tesettürlü hanımlar, kendi giyemediklerini kızlarına
giydirerek herhâlde nefislerini tatmin ediyorlar!..” demiÅŸ.
Garip, ama sanki biraz gerçeklik payı da var, değil mi?!.
Ev içinde dikkat edilecek bir diğer edeb de, kız ve erkek
çocukların yataklarını ve mümkünse odalarını ayırma
zorunluluÄŸu!..
Peygamber Efendimiz, şöyle buyuruyorlar:
“Çocuklarınıza yedi yaşındayken namaz kılmalarını söyleyiniz.
On yaşına bastıkları hâlde kılmazlarsa, kendilerini hafifçe
cezalandırınız ve yataklarını ayırınız!..”
(Ebû Dâvûd, Salât, 26)
Belli bir yaşa gelen çocukların yataklarının ayrılması hususu
da çok önemlidir. Sadece erkeklerle kızları birbirinden
ayırmakla kalmamak, cinsiyetleri ne olursa olsun,
olgunluk çağına yaklaşan bütün çocukların yataklarını ayırmak
gereklidir. “Canım, bunların hepsi kız veya hepsi erkek;
bir arada yatmalarında ne mahzur olacak?”
diye düşünmek doğru değildir.
On yaş, büluğ çağının sınırıdır.
Erken gelişen bazı çocuklar,
9-10 yaşlarındayken ergenlik çağına girebilir.
Cinsiyet duygusu gelişmeye başlayan çocukların yataklarının
vakitlice birbirinden ayrılması,
onların fizîkî ve rûhî gelişimi açısından çok önemlidir.
Maddî imkânsızlık sebebiyle her bir çocuğa ayrı bir yatak
temin etme imkânı yoksa, en azından vücutlarının birbirine
temas etmemesi için ayrı örtüler kullanılmalıdır.
Bazı anne ve babalar, büyümüş olan çocuklarını kıramayarak,
onları geceleri yatak odalarına, hatta kendi aralarına
almaktadırlar. Bu da doğru bir davranış değildir.
Kur’ân-ı Kerîm, evlatların, anne ve babalarının odalarına hangi
vakitte ve nasıl gireceklerini izah etmiş ve basit görülen
böyle bir konuda bile en hassas edeb kaidelerini koymuştur.
Âyet-i kerîmelerde buyurulur:
“Ey iman edenler! Elinizin altında bulunan köle ve
câriyeler ile henüz büluğa ermemiş çocuklar şu üç
vakitte izin almadan yanınıza (yatak odasına) girmesinler:
Sabah namazından önce, öğle sıcağında elbisenizi çıkarıp
soyunduÄŸunuzda ve yatsı namazından sonra…
Bunlar sizin mahrem vakitlerinizdir.
Bu vakitlerin dışında yanınıza izinsiz girerlerse,
ne size, ne de onlara bir günah vardır.
Çünkü sizler, her hâlükârda birbirinizin yanına girip çıkarsınız.
Ä°ÅŸte Allah sizin için kurallarını böyle açıklar. Allah ilim ve hikmet sahibidir.”
(en-Nûr, 58-49)
Başta anne ve babalar olmak üzere,
âile içinde herkes;
kıyafetlerine titizlik göstermelidir.
Büyüklerin rehberlik etmek ve örnek olmak gibi
sorumlulukları bulunduğu unutulmamalıdır.
Son olarak çocuklarımıza; korkutmadan, paniğe kapılmalarına
sebep olmadan, kötü niyetli insanlara karşı dikkatli olmayı da
öğretmeliyiz. Onları, bozuk ortamlara, bozuk insanlara karşı
uyarmalıyız. Ama nasıl?
Açıkçası bu iş belki de en zoru!..
Hem insanları tamamen kötülemeden, insanlardan ve
insanlıktan soğutmadan ve hem de her türlü ihtimale karşı
uyanık olmalarını sağlamak, cidden en çetin mesele!..
Anne ve babalar, kendi ferâsetlerine uygun bir dil
geliÅŸtirmelidirler.
Belki size de ufuk açar, farklı bir fikir verir diye kızımla
aramdaki sohbeti sizinle de paylaÅŸmak istiyorum.
Kızıma:
“-YavrucuÄŸum, en güzel elbisen hangisi, söyler misin?” diye
sordum.
Kızım:
“-GelinliÄŸim!..” dedi. Ben:
“-Hayır, daha güzeli var.” dedim.
“-Pembe elbisem…” dedi.
“-Daha da güzeli var.”
O örneklerini çoğalttıkça, ben «Daha güzeli var!..»
diyordum. Nihayet pes etti:
“-Peki öyleyse, hangi elbisem?” diye sordu.
Ben de:
“-GelinliÄŸinin aynısını veya daha güzelini bir terzi dikebilir.
Ya da elbiselerinin daha güzelini satın alabiliriz.
Ama sende öyle özel bir elbise var ki, onun aynısını ne terzi
dikebilir, ne de daha güzelini çarşı-pazardan alabiliriz.”
dedim. Kızım, iyice meraklanmıştı.
“-Hangi elbisem?” diye tekrar sordu.
“-Bedenin, yavrucuÄŸum!..” dedim.
Durdu:
“-Nasıl yani?” dedi. Ä°zah ettim:
“-Allah senin bedenini, sana özel yaratmış ve sana emanet
etmiÅŸ. Allâh’ın sana özel verdiÄŸi bu hediyeyi çok dikkatli
koru!.. Kimsenin ona bir zarar vermesine fırsat verme!..”
Sevinçle:
“-Anne, ne güzel bir elbisem var!..” deyiverdi.
En azından
taşıdığı emânetin biraz farkına varmış oldu.
Unutmayalım, muhterem ebeveynler!..
Çocuklarımız, bize Allâh’ın emâneti ve emâneti koruma
sorumluluğumuz var. Bu vazife bize Allah tarafından
yüklenmiş:
“Ey îmân edenler!.. Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taÅŸlar olan ateÅŸten koruyun!..” (et-Tahrim, 6)
Allah cümlemize kendimizi ve âilemizi her türlü ateşten
korumayı kolaylaÅŸtırsın!.. Nusret (yardım), Allah’tandır.
Üç Arkadaş
Su, ateş ve nâmus arkadaş olmuşlar.
Hep beraber gezerlermiÅŸ.
Bir gün ayrılmak zorunda kalmışlar ve demişler ki:
“-Birbirimizi tekrar görmek istersek, nasıl buluÅŸacağız?”
“-Nerde çayır-çimen görürseniz, eÅŸeleyin, ben oradan
çıkarım!..” demiÅŸ su…
AteÅŸ:
“-Ben de duman gördüğünüz yerdeyim.” diyerek yerini
söylemiş. Sıra üçüncü arkadaşları nâmusa gelmiş.
O içini çekmiş ve:
“-ArkadaÅŸlar, eÄŸer ben gidersem, bir daha geri gelmem!..” demiÅŸ.
Su, ateş ve nâmus arkadaş olmuşlar.
Hep beraber gezerlermiÅŸ.
Bir gün ayrılmak zorunda kalmışlar ve demişler ki:
“-Birbirimizi tekrar görmek istersek, nasıl buluÅŸacağız?”
“-Nerde çayır-çimen görürseniz, eÅŸeleyin, ben oradan
çıkarım!..” demiÅŸ su…
AteÅŸ:
“-Ben de duman gördüğünüz yerdeyim.” diyerek yerini
söylemiş. Sıra üçüncü arkadaşları nâmusa gelmiş.
O içini çekmiş ve:
“-ArkadaÅŸlar, eÄŸer ben gidersem, bir daha geri gelmem!..” demiÅŸ.
Rukiye Gönüllü