Önce, “ihtilaf etmek”le, “nizalaşma”yı birbirine karıştıracak olanları uyaralım: İhtilaf etmek, nizalaşmak değildir. Kur’an’ın hiçbir yerinde “ihtilaf” yasaklanmamış, yerilmemiştir. Aksine ihtilafın kozmik/kevnî bir kanun olduğu vurgulanmış, “dillerin ve renklerin ihtilafı/farklılığı”, “gece ve gündüzün ihtilafı/farklılığı” Allah’ın âyetlerinden biri olarak takdim edilmiştir.
Çünkü ihtilaf, “farklılık”tır. Farklılık eşyanın tabiatında vardır. Her insan Allah’ın yarattığı orijinal bir şaheserdir. Kendine has nitelikleri, yeri ve değeri vardır. Onun bu farklı niteliklerini ve yanını yok etmeye çalışmak, “yaratılışa müdahaleye” kalkışmaktır. Halim selim birini sert micazlı yapmaya çalışmak, sert mizaçlı birini halim selim yapmaya kalkışmak gibi.
Niza, “çatışma”, “birbirine düşme”, “ötekinin varlığını meşru saymama”, “onu hedefe koyma”, “polemik yapma”dır. Bu kelime kök olarak, “kanırtarak çekip alma”, “zorla sıyırma”, “soyup alma” anlamlarına gelir. Ölüm anında canın insandan çekilip alınmasına nez’ denir.
Demek ki niza, tezini karşıdakine dayatmadır. Özünde bencillik ve zorbalık vardır. “Allah’a itaat edin, O’nun elçisine itaat edin” talimatından sonra “nizalaşmayın” talimatının gelmesi, en başta Allah bir konuda sözünü söylemişse, Rasul onu hayatına geçirmişse, ondan öte “falanca şöyle dedi”, “feşmekanca kitapta böyle yazdı” diye diretmek, bu âyete göre nizalaşmaktır. Bir mü’min Allah’ın hakkında hüküm verdiği ve Rasulün da onu hayatıyla beyan ettiği bir konuda zaten ihtilafa düşmez. Böyle olmayan konularda ise ihtilaf doğaldır. Çünkü bu dinin sabitelerinden değil, değişkenlerindendir. Dinin değişkenlerinden olan bir konuyu sabitelerinden saymak, “âdet”e “ibadet” demek kadar yanlış ve terstir.
İhtilafı niza gibi gösterip yasaklamak, nizalaşmanın daniskasıdır. Nizacılar, her ihtilafı tefrikaya dönüştürürler. Çünkü onlar her muhalifi düşman, her eleştiriyi düşmanlık sayarlar.
Bu onmaz bir hastalıktır. Usulünce ve Muhammedi terbiye çerçevesinde yapılmış bir eleştiriyi ve muhalefeti “düşmanlık” olarak gören bir aklı, vahiy inşa etmemiştir. O aklın sahibi Allah’ın gör dediği yerden baksaydı varlığın kanununun “kesrette vahdet” olduğunu görür, bir asıldan birçok usulün/yöntemin doğabileceğini kabul ederdi.
Asıl tektir. Usul çoktur. Aslolan, tüm usullerin aslı referans göstermesidir. Vahiy bunu açıkça beyan etmiştir: “Davamız uğruna üstün gayret sarf edenleri YOLLARIMIZA yönelteceğiz” (29.69)
Yasak olan “ihtilaf” değil, “tefrika”, yani “bölük-pörçük” olmaktır. Farklı yöntemleri yok sayıp, zorba bir zihniyetle kendi yöntemini kutsamaktır. Böyle yapılırsa ne olur?
Âyet ona da cevap veriyor: İki kötülüğe sebep olur. Birincisi “başarısızlık”. Feşile “başarısız oldu”, “paramparça oldu”, “bozuldu”, “tarumar oldu” anlamına gelir.
Ve arkasından dahası gelir diyor âyet: “Rüzgarınız/kokunuz gider”. Âyet metnindeki “rîh”in iki anlamını da tercümeye yansıttık. Ne demek “Kokunuz gider?”
İmanınızın manevi bir burnu olduğunu düşünün. İman ve küfrün, hak ve batılın, doğru ve yanlışın, dost ve düşmanın kokusunu bu burunla alırsınız. İşte bu burun koku almaz olur. Hatta yanlış koku alır hale gelir. Dostu düşman, düşmanı dost olarak koklamaya başlar.
“Rüzgarınız gider” şıkkını tercih edelim. Ya bu ne demeye gelir?
Allah’ın, “İslâm cemaatine” kattığı bereket rüzgarıdır bu. Bir yelkenlide olduğunuzu düşünün. Rotanız ve istikametiniz belli. Rüzgarı arkanıza aldınız mı, menzilinize kolayca varırsınız. Önünüze aldınız mı, işiniz yaş demektir. İşte Allah arkanızdan estirdiği rüzgarınızı keser. Yelkenliniz rüzgarsız kalır. Yol alamazsınız. Her türlü tehlikeye açık hale gelirsiniz.
İşin özeti şu: Dostlarıyla dalaşanlar, düşmanlarıyla savaşamazlar, düşmanlarıyla savaşanlarsa dostlarıyla dalaşamazlar.
Mustafa İslamoğlu
Selam ve dua ile...