O’nun yeme-içme âdâbı da üzerinden asırlar geçse bile tazeliğini koruyor ve daha çok gündeme geliyor.
Diğer sünnetleri gibi yemek âdâbı da sadece sağlığın korunmasına yönelik değil, bilemediğimiz daha nice hikmetlerle doludur.
Özellikle günümüzde atıştırma (fast food),
bir öğünde çok çeşitli yeme,
işlenmiş besinlerin
(bol kalorili, özellikle doymuş yağa sahip, besin değeri az,
katkı maddeleri bol besinlerin)
ön plana çıkması, beraberinde birçok fizîkî rahatsızlıklar
(kilo problemleri, reflü, kötü vücut kokusu, bağımlılık, alerji, peklik, bulantı, çarpıntı, üriker)
ile mizaç ve davranış bozukluklarını
(sinirlilik, depresyon, zihin dağınıklığı, uyku bozukluğu, fobiler, gerginlik, unutkanlık vs.)
ortaya çıkarmıştır.
Yemek mi bizi yiyor,
biz mi onu, bilemiyoruz. Bunun için yeme içme âdâbımızı bir defa daha
Peygamber Efendimiz’in uygulamalarıyla kıyaslayıp gözden geçirmemiz gerekiyor.
Sevgili Peygamberimiz
-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in
bu konuyla alâkalı hadîs-i şerîflerini,
sağlığa faydaları bakımından,
maddeler hâlinde açıklayarak yeniden hatırlatmaya çalıştık. Bu hadîs-i şerîflerin hepimize doğru ve dengeli beslenmeyi ve Cenâb-ı hakk’a lâyıkıyla kulluk yapabilmek için gerekli olan yeme miktarını göstereceğine inanıyoruz.
Peygamber Efendimiz’in yemek yerken oturma âdâbından yemek yeme şekline kadar yaptığı hemen her şeyin, Allah tarafından kendisine öğretildiği anlaşılıyor. Nitekim bir defasında Cebrâîl -aleyhisselâm- yüksek bir tepeye yaslanıp yemek yerken kendisine gelip âdâba uygun olan yeme şeklinin nasıl olması gerektiğini kendisine tâlim buyurmuşlardır. Ashâb-ı kiramdan Ebû Cuheyfe -radıyallâhu anh-, Kâinatın Efendisi’nin:
“Ben, bir şeye dayandığım hâlde yemek yemem!..” (Buhârî, Et’ime 13) buyurduğunu rivâyet etmiştir.
EFENDİMİZ’İN YEMEK YEME ÂDÂBI
1-Sevgili Peygamberimiz, yemeği oturarak ve sağ ayağını böğrüne çekerek yerlerdi. Bu hâliyle fazla yemeği engellemiş olurlardı. Peygamber Efendimiz’in Garra diye anılan bir karavanası vardı. Kuşluk vakti, kuşluk namazını kıldıktan sonra içinde serid (tirid) bulunan bu karavana getirilip ortaya konulurdu.
Tirid, ufak ufak doğranmış ekmek ve çokça etle birlikte yapılan yemeğe denir. Müslümanlar, tirid karavanasının başına toplandıkları zaman, Peygamber Efendimiz’in, iki dizinin üzerine çöküp oturduğunu gören bedevi:
“-Bu ne biçim oturuş?!” demekten kendini alamadı.
Peygamber Efendimiz:
“-Şüphe yok ki, Allah beni kerem sahibi bir kul kıldı, inatçı bir zorba değil! Haydi, kıyısından yemeğe başlayınız! Tepesinden, ortasından yemeyi bırakınız. Yemeğin bereketi, tepesinde, ortasındadır! Sizden biriniz, yemek yiyeceği zaman, çanağın orta tarafından yemesin. Fakat, alt tarafından yesin. Çünkü bereket, onun orta tarafından iner!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Et’ime, 17)
2-Acıkmadan yemezlerdi. Böylece sindirim sistemine gereksiz yere yüklenilmesi engellenmiş olur.
3-Sofradan doymadan kalkarlardı. “Mü’min bir bağırsağı, kâfir de yedi bağırsağı doyuncaya kadar yer.” Ve yine “İnsanoğlunun belini doğrultacak kadar yemesi kâfîdir. Mutlaka yemesi gerekirse, midesinin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye üçte birini de nefes alıp vermeye ayırmalıdır.” (Buhârî, Et’ime, 12) buyurarak az yemeye dikkat çekmişlerdi.
Araştırmalar, şişmanlığın bir sebebinin de beynin doyma merkezi uyarılana kadar yemeye devam etmekten meydana geldiğini göstermiştir. Doyma merkezi uyarılana kadar geçen sürede ihtiyacımız olmayan kalorileri de almış oluruz. Onun için yetecek miktar yedikten sonra yemeye ara verdiğimizde, biraz önce yediklerimizle zaten doymuş olduğumuzu fark ederiz.
4-Bir öğünde çok çeşitli yemezlerdi. Gıda alerjisi, hazımsızlık ve gaz sorunlarının sebeplerinin başında, aynı anda çeşitli ve karışık yemek gelmektedir.
5-Yemekten önce ve sonra ellerini yıkarlardı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Yemeğin bereketi hem yemekten önce, hem de yemekten sonra elleri yıkamaktadır.” (Tirmizî, Et’ime, 39) buyurmuştur.
Bir başka hadîs-i şerîfinde de:
“Her kim elinde et ve yemek kokusu olduğu hâlde elini yıkamadan uyur ve ona bir zarar dokunursa, kendisinden başkasına suç bulmasın!..” buyurmuştur.
6-Akşam yemeğini terk etmemeye îtina ederlerdi. Nitekim:
“Bir avuç hurma ile de olsa, akşam yemeklerinden vazgeçmeyiniz, zîrâ akşam öğününün ihmâli, insanı ihtiyarlatır, bünyeyi yıpratır.” (Tirmîzî) buyurmuşlardır. Sabaha kadar uzun bir süre, vücudun enerji depolaması için akşamları az da olsa bir şeyler yemek gereklidir.
7-Yemekten önce ve sonra bir miktar tuz alırlardı, tuz ile başlarlardı. Yemekten sonra aldıkları tuz, yenilen şeylerin hazmını kolaylaştırır. Ekmekteki tuza niyet edince de bu sünnet yerine getirilmiş olabilir. Nitekim rivâyetlerde Peygamber Efendimizin:
“Ya Ali! Yemeğe tuz ile başla!..”
“Yemeğe tuz ile başlayıp tuz ile bitirenin vücudundan Allah Teâlâ yetmiş hastalığı alır!..” buyurduğu nakledilir.
8-Yemekten hemen sonra yatmanın kalbi katılaştıracağını bildirmişler, ancak yenilenlerin hazmedilmesinden sonra yatılabileceğini söylemişlerdir. Yemekten hemen sonra yatmak, “reflü” denilen, mideden yemek borusuna kaçak oluşma hastalığına, bu da kronik öksürük, göğüs ağrısı, mide yanması gibi rahatsızlıklara yol açar. Reflüye, aynı zamanda çok ve karışık yemek, alkollü içkiler içmek de sebep olabilmektedir.
9-Ömrü boyunca kepeği alınmamış ekmek yemişlerdir, bunu tercih etmişlerdir. Rivâyet edildiğine göre biri, ashâbtan Sehl bin Sa’d -radıyallâhu anh-’a:
“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiç kepeksiz has undan yapılmış beyaz ekmek yedi mi?” diye sormuş. O da ona şu cevabı vermiştir:
“-Hayır! Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allâh’ın O’nu peygamber olarak gönderdiği günden ölünceye kadar hiç beyaz ekmek yemedi.”
O şahıs tekrar:
“-Elekleriniz var mıydı?” diye sormuş, Sehl bin Sa’d da:
“-Hayır!” demiştir. “Aleyhissalâtu vesselâm, Allâh’ın kendisini peygamber olarak gönderdiği günden ölünceye kadar hiç elek görmemiştir.” Bunun üzerine o şahıs:
“-Öyleyse,” demiş, “siz arpa ununu elemeden nasıl yiyebiliyordunuz?”
Sehl -radıyallâhu anh- da:
“Arpayı öğütüyorduk, sonra üflüyorduk. Üfürüğümüzün tesiriyle uçabilen kepek uçuyor, geri kalan kısmına su katıp hamur yapıyor ve yiyorduk.” diye cevap vermiştir. (Buhârî, Et’ime, 22; Tirmîzî, Zühd, 38)
Bugün araştırmalar, kepek ve posalı besinlerin, sindirim sistemi hastalıklarından damar sertliği ve kansere kadar koruyucu bir rol üstlendiklerini ispat etmiştir.
10-Ayakta ve yürürken yiyip içmezlerdi.
11-Suyu tek yudumda içmemeyi tavsiye buyururlardı. Oturarak yudum yudum içerlerdi. Allah Rasûlü’nün şöyle buyurduğu nakledilir:
“Deve içişi gibi tek bir içişle su içmeyin, ikişer üçer yudumda için, içmeye «bismillah» diyerek başlayın, bitirince «elhamdülillah» deyin.” (Tirmizî)
Midenin ayakta ve oturur vaziyetteki pozisyonu farklıdır. Ayakta içilen su, doğrudan doğruya onikiparmak bağırsağına geçer. Midenin küçük eğriliğine uyan kısmında, mide caddesi denen bir oluk bulunur. Sıvı gıdalar bu yolu takip ederek zaten devamlı küçük bir açıklığı olan mide çıkışını geçerek, onikiparmak bağırsağına geçer. Sıvılar oturarak içilirse, bunlar önce midede birikir, asitle karışarak mikropları ölür ve sonra onikiparmak bağırsağına geçer. Böylece oturarak su içen, birçok hastalıklarından korunmuş olur. Suyu veya meşrûbâtı ayakta içen, bu tehlikeye daha fazla mâruz kalır. (Dr. Hamit İspirlioğlu)
12-Meyveyi yemekten önce yerlerdi. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, erkenden kana karışan meyve şekeri, doyma merkezinin daha erken uyarılmasını sağlar, ayrıca meyve yemekten sonra yendiğinde sindirimin gecikmesiyle fermente olur ve sağlığa zararlı etil alkol, az miktarda da olsa vücut içinde teşekkül eder.
13-Eti sık yemez ve yağsız kısımlarını tercih ederlerdi. Böylece damar sertliğinin en önemli faktörlerinden olan doymamış yağ asitlerinden korunmuş olurlardı.
14-Çok soğuk ve çok sıcak yemezlerdi. Bu durum, diş sağlığını koruduğu kadar, kansere yol açabilecek doku hasarlarını da engeller.
15-Yemeği koklamamak lâzımdır. Zira bu hayvanların işidir. Rasûlullâh-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Yırtıcı hayvanların kokladığı gibi, yemeği koklamayınız.”
Yine Peygamber Efendimiz yemek kabına üflemeyi ve onda nefeslenmeyi yasaklamıştır. İbni Abbas -radıyallâhu anhümâ- bu hususta şöyle demektedir: “Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yiyeceğe ve içeceğe üflemez; kabın içine de solumazdı.” (İbni Mâce)
16-Eti bıçakla kesmez, ısırarak yerlerdi. Böylece normal lif yapısı, daha az kesintiye uğradığından daha rahat çiğnenir ve dişlerin arasında daha az artık kalır.
17-Yemeği sağ elle ve baş, şehâdet parmağı ve orta parmakla (üç parmakla) yerlerdi. Isırdıkları lokmayı tekrar tabağa sokmazlardı. Abdullah İbni Ömer -radıyallâhu anhümâ-, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“Biriniz yemek yediği zaman sağ eli ile yesin. Bir şey içtiği zaman da sağ eliyle içsin. Çünkü ancak şeytan, sol eliyle yer ve içer.” (Tirmizî, Et’ıme, 9)
18-Ağızlarından bir şey çıkaracakları zaman sol tarafa dönerler ve sol elleriyle çıkarırlardı.
19-Yemeğin toplu yenilmesini öğütlerlerdi.Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashabı dediler ki:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü!.. Biz yiyoruz, ancak bir türlü doymuyoruz (ne yapalım)?”
Bunun üzerine, Rasûlullâh:
“-Ayrı ayrı yemekte olmayasınız?” diye sordu.
“-Evet.” dediler.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“Öyleyse yemeğinizde toplanın (bir sofra kurarak hep beraber yiyin), yemeğe Allâh’ın ismini zikrederek (Bismillâhirrahmanirrahim diyerek) başlayın. Böyle yaparsanız yemeğiniz, hakkınızda mübârek kılınır.” (Ebû Dâvud, Et’ime, 15)
Çok elin uzandığı sofrada bereket vardır.Bu hususla ilgili, Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “İki kişilik yemek üç kişiye, üç kişilik yemek de dört kişiye yeter.” (Buhârî)
20-Soğan ve sarımsak gibi etrafa koku yayan şeyler yenildiğinde cemiyet içerisine çıkmaktan çekinmek gerektiğini ifade buyururlardı. Hazret-i Câbir-radıyallâhu anh-Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
“Sarımsak ve soğan yiyen kimse bizden uzak dursun yahut mescitlerimizden uzaklaşsın, evinde otursun.” (Buhârî, Et’ime, 49)
21-Yemeye besmele ile başlar, tefekkürle yer, hamd ve duâ ile bitirirlerdi. Huzurla ve yavaş yemek, iyi sindirim ve yenenlerden tam faydalanmak için gerekli olduğu gibi doyma merkezi uyarılana kadarki süreyi, ihtiyacımızdan fazlasını yiyerek geçirmemizi de engeller.
22-Günde iki öğün yerlerdi. İlk devir metinlerinde, yemek için “iki öğün”den bahsedilmektedir. İki öğünden biri ise, daima hafif yiyecekler şeklinde olmuştur. Hazret-i Peygamber’in hafif yiyeceklerini ise “hurma” teşkil etmiştir.
23-Rasûlullâh Efendimiz’in yemekte aradığı başlıca özellik, onun, helâl, temiz ve vücûda faydalı olup olmayışıdır. Yemek seçme ve yemeğe kusur bulma âdetleri ise kesinlikle yoktu. Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- der ki:
“Peygamber Efendimiz, hiçbir yemeği kat’iyyen seçmezlerdi. Önüne konan yemeyi, eğer iştahı varsa yer, yoksa yemezlerdi.
24-Peygamber Efendimizin, hiçbir yemeğe karşı aşırı düşkünlüğü olmadığı gibi, “canı çekme” diye bir hâlleri de görülmemiştir.“İnsanın, canının çektiği her şeyi yemeye kalkışması israftan sayılır.”
25-Rasûlullâh Efendimiz’in yaşadığı dönemde yemek, “yer sofrası”nda ve “tek kap”tan yenirdi. Birlikte yeme yanında, “birlikte kalkma” da Peygamber Efendimiz’in sofra âdâbı konusundaki tavsiyelerindendir. Şöyle buyurdukları naklediliyor:
“Sofra konduğu zaman, hiç kimse, sofra kaldırılıncaya kadar kalkmasın. Ve karnı doysa bile, sofrada bulunanları mahcup etmemek için, herkes doyuncaya kadar elini sofradan çekmesin. Yâni, doyduğunu hissettiren bir davranışta bulunmasın. Zîrâ erken kalkmakla, kişi arkadaşını mahcup etmiş olur; o da, yemekten elini çekmek mecbûriyetinde kalır. Ola ki, onun karnı henüz doymamıştır!”
26-Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Peygamber Efendimiz, yemeği yiyip sofradan kalkacağında:
“el-Hamdü lillâhillezi et’amenâ ve sekânâ ve ce’alenâ min’el-müslimîn” yâni “Bizi yedirip içiren ve müslümanlar zümresinden kılan Allâh’a hamdolsun!.”
diyerek duâ ederdi.
Ebû Ümâme -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Rasûlullah Efendimiz, önlerinden sofra kaldırılacağı sırada “el-Hamdu lillâhi hamden kesîran tayyîben mübâreken fîhi ğayra müveddein velâ müstağnen anhü Rabbenâ” yâni “Yâ Rabbi, Sana; sonsuz, gösterişten uzak, ardı arkası kesilmeyen bir hamdle hamdederim; Dergâh-ı İzzet’inde kabûl görmemiş ve kendisinden yüz çevrilmiş bir hamdle değil Rabbim!..” şeklinde duâ ederlerdi.” buyurmuştur.
* * *
Rabbim yediklerimizi bedenimize ve ruhumuza maddî-mânevî gıda ve şifâ kılıp kulluğumuzu lâyıkıyla îfâ edebilmeyi cümlemize nasip eylesin! Âmin.
Nejla Baş