'Kürt açılımı başörtüsünü de çözecek'   Konuyu açan: ..Sahra...   İlk Mesaj: 08-29-2009 (19:16)   Son Mesaj: 09-08-2009 (04:28)    Cevap: 1    Gösterim: 1330  

Ağaç Şeklinde Aç1Beğeni
  • 1 gönderen ..Sahra...

    08-29-2009

    'Kürt açılımı başörtüsünü de çözecek'

    'Kürt açılımı başörtüsünü de çözecek'
    'Kürtlerinin varlık mücadelesi Türkiye’yi demokratikleştiriyor.' diyen 'Alevi, Kürt, Türk' yazar şair, düşünür Bejan Matur, çarpıcı analizler yaptı....


    Nursel TOZKOPRAN'ın röportajı

    Sözlerin ağzınızda toparlandığını “şimdi söyleyeceğim” deyip de tıkandığınız oluyor mu? Dakikalarca düşünürsünüz aslında aklınızda olanı söylemek için.Şimdi söyleyeceğim, der yine dakikalarca kalırsınız öylece. Bu röportajın girişini yazarken bu duyguları hissettim.

    Çünkü Bejan Matur,
    “Gündoğumuyla gelen huzura da
    günbatımının sancısına da
    yabancısın.
    de ki;
    sabahın efendisi sen değilsin
    kimse değil.
    yol gidenin
    gün dönenindir
    şiir hayatın
    ve görenin.” Bu şiirinin sahibi.

    Çünkü Bejan Matur Kürt meselesinde herkes iyi ya da kötü bir şeyler söylerken, yazarken Alevi-Kürt, Türk şair olarak kendisini tanımlayan ve “Hangi dilde düşünüyorsanız o dil sizin yaşayan dilinizdir. Rüyalarınızı da yaşayan dilinizde görürürsünüz. Ben Kürtçe’de düşünemediğim gibi, rüya da göremiyorum.” Sözlerini söyleyebilen bir isim.

    Bejan Matur benim için (şiirlerinden sonra) yaklaşık bir yıl önce, Zaman gazetesine yaptığı müthiş bir gazetecilik başarısı olarak değerlendirdiğim “Dağın Ardından Bakmak” dizisiyle birlikte “ne söyleyeceğini” merakla beklediğim birisi olmuştu.

    “Ben Kürt milliyetçisi değilim, hiçbir zaman olmadım. Kürtlere, o halkın kültürüne olan sevgim gençliğimde romantik eğilimler gösterdiyse de bu romantizmin milliyetçiliği besleyen süslü bir yatak olduğunu fark etmem uzun sürmedi.” (16.09.2006, Zaman)

    kullanDaha o kadar çok sebebim vardı ki Bejan Matur’la röportaj yapmak için. Şiirleriyle tanıdığımız, özellikle şu günlerde ne söyleyeceğini önemsediğimiz bir isimdi.

    İşte tam bunların adını koymak için düşünüyordum ki imdadıma Alper Görmüş’ün Aktuel dergisinin bu sayısında Bejan Matur portresinde “O kalp siyasetinin müellifi”, çünkü “kalbinden konuşuyor” cümlesi imdadıma yetişti.

    Kalbinden konuşan Bejan Matur’la çocukluğu, ailesi, şiirleri ve Kürt meselesine dair herşeyi konuştuk�

    RESMEN BEJAN OLMAM ÇOK ZAMANIMI ALDI

    Şiir gibi kulağa hoş gelen isminiz var. Bejan’ın anlamı nedir? Ya da adınızın bir hikayesi var mı?
    Ben doğduğumda önce dedeme gösteriyorlar. Dedem de “Bu benim annem. Annem yeniden doğdu.” diyor.Ve annesinin adını vermek istiyor. Annesinin adı “Alan”. Alan, Kürtçede daha çok erkekler için kullanılan bir isim. Ama Maraş bölgesinde sık rastlanmasa da, kadınlarda da var. Aslında adı Ale yahut Elif olan kadınlara güzel olmaları halinde bir paye olarak Alan deniliyor. Dedemin annesi de herhalde güzel bir kadınmış!

    Evde dedemin Alan dediğine, resmi kayıtta Elif demek zorundalar. Ama Elif olmam mümkün değil çünkü evde üç Elif var! Babaannem, ablam ve halam. Hepsi Elif ve soyadları Matur. Babam siyasete meraklı. Behice Boran’a çok hayran. Diyor ki: “Kızımın adı Behice olacak”. Fakat nüfus memuru hata yapıyor. Behice yerine Bercan yazıyor!

    Bercan Matur olarak kayıt düşülüyor. Evde Alan’ım. Babam arada resmi adımın Behice olduğunu söylüyor. Bercan’dan hepimiz bihaberiz. İlkokula başladığımda hoca hepimizi sıraya dizdi ve adımızı, soyadımızı sordu. Ben Alan, Behice, Bercan adları arasında öyle bir bocalama yaşıyorum ki, heyecandan ağzımdan Bercan yerine Bejan çıkıyor. Altı yaşındayım, ilkokula başlıyorum. Bejan Matur olarak sınıf listesine yazılıyor adım. Uzun süre Bejan olarak gelip gittim okula. Gayet memnunum Bejan olmaktan. İşin tuhaf tarafı ailem de benimsedi. Herkes için Bejan oldum.Yılsonunda karne zamanı geldi ve nüfus cüzdanlarımız istendi. Hocamız şaşkınlıkla ‘senin adın Bejan değil, Bercan yazılmış’ dedi. Ağlayarak‘ ben Bejan’ım, Bercan değilim” dediğimi hatırlıyorum. İsim karmaşasını düzeltmek için babam ilkokulu bitirmemi bekledi. Ortaokula Bejan olarak başlamam için tashih davası açma sözü vermişti. Ama Ortaokula başlayacağım günlerde darbe oldu. Okul kaydımı yapmak üzere sokağa çıktığımızda askerler durdurdu ve evinize dönün dediler. Darbe nedeniyle okul kaydım 10 gün gecikti. O günlerde bırakın isim tashihini herhangi bir nedenle mahkeme kapısında adalet dilemek zordu.Böylece isim tashih davası hayallerimiz suya düştü. Sonraki teşebbüslerim de başarısızlıkla sonuçlandı. Birkaç denememde reddedildim. Benim Bercan’dan kurtulup Bejan olmam yıllarımı aldı. Ama her yerde fiilen hep Bejan’dım. Arkadaşlarım beni Bejan olarak çağırırlardı. Evde Alan diyen de var,Fakülteden mezun olduğum yıllarda avukat olan bir arkadaşım telefon etti ‘hadi düzeltelim adını, yeter artık. Yasalar da değişti”.dedi.

    Resmen Bejan olmam çok zamanımı aldı. O kadar da uzun sürdü ki. Çileliydi.

    Herhalde adını kendisi koyan ilk kişi siz oluyorsunuz...
    İlk miyim bilmiyorum ama adıma sahip çıkmaktaki inadım belki farklıdır başkalarından. ‘Şair olacağın çocukken belliymiş’ demişti biri. Bejan kelime olarak bizim Kürtçemizde yok. Jan; ağrı, sızı demek. Ama gönül sızısı, kalp acısı gibi. Bejan; kalp ağrısı; gönül sızısı olmayan demek. Doğum sancısı için de Jan kullanılıyor. Yani fizik ağrıya eşlik eden daha derin bir ruhsal acı Jan.

    Peki asi biri misiniz? Yani isim noktasındaki bu kararlılığınız her yerde de geçerli mi? Bildiğini okuyan biri misiniz?
    Adına asilik demem ama bildiğimi, emin olduğumu sonuna kadar savunurum.

    YAZMAK NEFES ALMAK GİBİYDİ

    Ne zaman şiir yazmaya başladınız? Çocukluğunuzda ilkokul, lise dönemlerinizde yazdığınız bir şeyler var mıydı?Şiir hep vardı. Evde Nazım okunurdu. Ahmet Arif, Pir sultan Abdal deyişleri, Aşık Veysel, Yunus Emre okunur, söylenirdi. Seküler bir aile ortamında ne kadar olabiliyorsa o kadar. Alevi, Bektaşi, Tasavvuf geleneğinden yansıyanlarla Sol çizgide bir kültürlenme. Ortaokul,lise yıllarında yazdıklarımı saymıyorum.Herkesin yazdığı türden şeylerdi. Şiir yazmaya asıl Ankara’da başladım. Hukuk fakültesinde ikinci sınıfta talebeydim. Baktığım her şey bana başka bir hakikati işaret ediyordu. O buhrandan ancak şiirin yardımıyla çıkacağımı bir biçimde biliyordum. Dilin anaforuna kapılmış gibiydim. Yazmak nefes almak gibiydi. Öyle bir esrime halinde geceler boyunca defterler dolduruyordum.

    Yazdıklarımı kimseye göstermiyordum. Yayımlamak konusunda da hep geride durdum. Dergilerde hala görünmeme nedenim bu ruh halinden kaynaklı. Çok az şiir yayımladım dergilerde. Defter dergisinde yayınlamaya başladıktan sonra gelen ilgiden de cesaret alıp kitap haline getirdim. Böylece ilk şiir kitabım 1996’da çıkmış oldu.

    GİZLİ BİR DERTLE KONUŞMAYI SEÇEN BİR ŞİİR BENİMKİ

    Şiirleriniz politik midir?
    Bilinen anlamda politik değildir. O türden bir şiiri tercih etmedim. Derdini gizlemeyi, daha doğrusu gizli bir dertle konuşmayı seçen bir şiir benimki. Bağırmayan, gürültüsüyle varoluşun sukunetini, anlamını bozmayan bir şiir yazmaya uğraştım. Sancısını, derdini bir hesap olarak okurun önüne koymayan bir şiir. Ama nihayetinde şiirimin bir derdi olduğu da orada.

    Bir kavmi anlatıyorum çünkü. Bir yerden konuşuyorum ve o yer okura çok da tanıdık bir yer değil. Bir kavmin yeryüzündeki hikayesini anlatırken apolitik olma lüksünüz yoktur. Dilin derinlerinde dolaşmayı seçiyorsunuz. Gündelik politik hesapların alanında değil. Bu anlamda şiirim politik görünmese de aslında son derece politik bir şiir. Bana hep öyle gelir. Çünkü bir dertle bakar dünyaya.

    İNSANIN KENDİNİ GİZLEMESİ BÜYÜK BİR GÜNAH

    Dolayısıyla siz o ruh haliyle yazıyordunuz...
    Bir yerden, bir kimliğin içinden yazıyorum. Adını koyarak, bağırarak tanımlamıyorum ama bir oluşu anlatıyorum. Biir kavmin hallerini anlatıyorum. Dünyada kapladığı yeri, yersizliği. Böyle olunca hayatı da öyle görüyorsunuz. Politik olmak ‘adınızın anlamı nedir?’sorusuyla başlıyor. “Bejan Kürtçe”. Dememle, kendimi, adımın anlamını gizlemememle başlıyor politik olan.

    İnsanın kendini gizlemesini büyük bir günah olarak değerlendirdim hep. Kendini gizleyen hiç kimse bende saygı uyandırmıyor. Bu tersinden bir yüceltme getirmemeli. Kimliğine bir tevazu ve kader duygusuyla sahip çıkmayı da fazlasıyla insani bir işaret olarak okuyorum.

    Bu anlamda topluma, olup bitenlere politik bir gözle bakıyordum. Kürt meselesinin bu kadar acı ve şiddetle, sancılı bir evreye geçmesi, sorumluluk duygusu olan her insanı harekete geçirir. Sözü olan o sözü söylemeli. O sözü sakınırsanız bir şeyi tarih karşısında, toplum karşısında eksik yapmış olursunuz. Bir sorumluluk duygusuyla gazetede yazmaya ben karar verdim. Gazetenin yorum sayfasında yazıyorum. Bir şair gibi yazmaya gayret ediyorum. Bir edebiyatçı gibi bakıyorum. Bunca ağır ve insan hayatıyla ilgili bir meselede kalem oynatırken büyük bir hassasiyet ve samimiyetle davranmanız gerekir. Ben siyaset bilimci değilim. Siyaset bilimin terminolojisi ile konuşmam. Ama bir şair, o toplumun içinden çıkmış biri olarak gördüklerimi başkalarıyla paylaşmak, itirazlarımı dile getirmek zorunda hissediyorum.

    YAZI YAZMAK BİR İTİRAZDIR

    Zaman gazetesinin okurları sizi kabul ettiler mi? Ya da şöyle söyleyelim, Kürtler, Aleviler Zaman gazetesini okumaya alıştılar mı?
    Bir yazar kabul edilmeyi bekleyerek yazmamalı. Yazı yazmak bir itirazdır. Benim için fazlasıyla böyledir. Entelektüel bir itirazdır. Var olandan farklı bir şey söyleme iddiasıyla hareket etmelidir yazar. Bu anlamda popüler olana ilgi duymuyorum. Genel ne söylüyor oradan gideyim demiyorum hiç.

    Kimlik meselelerine sorgulayıcı bir gözle baktım hep. Bu anlamda bazı marjinal çevrelerin hedefinde oldum. Ya da tersi, kimliğimden dolayı, ne yazdığıma bakmadan eleştirildiğim oluyor. Ama şunu da teslim etmek zorundayım. Zaman okuru dikkatli, entelektüel potansiyeli yüksek bir okur. Bir tevazu ve disiplinle okuyor. Gerektiğinde sorguluyor. Bu anlamda yazılarım ilgi görüyor.

    Yazılarınızda Kürt haklarıyla beraber Alevi haklarına da değiniyor musunuz?
    Aleviliğe olan politik ilgim Kürt meselesine ilgim kadar değil. Bu nedenle Alevilik yazmayı çok tercih etmiyorum. Ama öyle oluyor ki, mutlaka bir şey söylemek gerekiyor. Kritik eşikler oluyor. Cem evleri tartışılıyor, hükümet Alevi çalıştayları düzenliyor. Alevi gruplar hararetle tartışıyorlar o süreçte. Gözünüze çarpanları söylemezseniz doğru olmaz. O nedenle az da olsa Alevi meselesine değiniyorum. Ayrıca kendimi bu iki konu ile sınırlı tutmak da istemiyorum. Zaman zaman başka konularda yazdığım oluyor.

    KÜRTLÜK DUYGUMU BİR FANATİZM İLE GÖLGELEMEK İSTEMEM

    Kendinizi Kürt milliyetçisi olarak görüyor musunuz? Böyle bir deyimi kendinize uygun görüyor musunuz?
    Hayır. Hiçbir şeyin milliyetçisi değilim. Yani bir varlık bir birey olarak Kürtlüğünü yaşamak isteyen bütün Kürtler gibiyim ben de. Kürtlük duygumu bir fanatizm, bir milliyetçilik ile gölgelemek istemem.

    Peki bir Kürt olarak, bir Alevi olarak ezildiğinizi ötekileştirildiğinizi söyleyebilir misiniz?
    Ben bu türden sorunları bu kelimelerle anlatmaktan hiç hazzetmiyorum. Anlatmıyor. Eksik çünkü. ‘Kürtler eziliyor’ böyle tanımlamalar, dilin içinde oluşmuş büyük kalıplar, duracağımız son zemini de tahrip ediyor çünkü. Buradan birbirimize varmak için çıkış bulamıyoruz.

    HÜZÜN VE ACIDAN BİR BARIŞ ÇIKARMAK ZORUNDAYIZ

    Kürt ve Alevi kimliğinizi gizlediğiniz oldu mu? Böyle bir hisse kapıldığınız an ya da bir şey yaşadınız mı?
    Mutlaka yaşamışımdır ama kimliğimi asla gizlemedim. Kırılmalar olmuştur. Yüzüne kapatılan kapılar olmuştur. Benim bir pilot arkadaşım vardı. THY’da. Şiirlerimi çok sever, öyle tanıştık. ‘Dağların üzerinden uçarken Nemrut’tan, Tendürek’ten geçerken senin şiirlerini mikrofondan yolculara okumak geçiyor içimden’ diyordu. O kadar seviyordu şiirimi. ‘Bir gün kokpitte beraber uçsak ve o dağları ben sana göstersem’ diyordu. Beraber uçmak mümkün olmadı tabi. O da bu hayalini gerçekleştirmek için, bana jest olsun diye başka pilot arkadaşlarını aramış. Londra'ya gidiyordum “çok sevdiğim bir arkadaşım var şair, kokpitte sizinle uçsun dağları, vadileri Avrupa’dan da olsa gösterirseniz ”diyor. Ben de sevindim. Hem arkadaşımın jestine, hem de ilk defa yaşayacağım deneyim adına. Uçakta hostese söyledim. Çünkü bana öyle talimat verilmişti. Hostes geldi “tamam bekliyorlar” dedi. Gittim kokpitin kapısına genç bir pilot çıktı. “merhaba efendim” dedi. Elini uzattı.

    - İsminiz dedi
    - Bejan dedim. Bejan Matur
    - Bejan? dedi durdu.
    - Hangi dilde bu?
    - Kürtçe dedim, Farsça diyemezdim tabii! Rengi tamamen değişti. Yüzü düştü, merhaba diyen genç adamın yerini perdeli bir yüz aldı ve peki, efendim dedi. Memnun oldum. Elimi bile sıkmadan kapıyı çekti ve ben öylece kaldım kapının önünde

    Ne yaptınız ?
    Çok kötü hissettim. Berbat hissettim� Sadece uçakta değil Londra’ya gittiğimde de uzun süre kendime gelemedim. Bu küçük bir örnek ama buna benzer birçok şey yaşamışımdır. Ama ben bunları biriktirmekten yana değilim. Buralardan bir yere varılmıyor çünkü. Biriktirilmesi gerekenler bunlar değil. Bu kırgınlıklar, bizde bir hüzün bir mazlumluk yaratabilir ama o hüzün ve acıdan bir barış çıkarmak zorundayız. Yoksa her yer çıkmaz sokak.

    TÜRKİYE BUGÜNE KADARKİ KURULUŞ FELSEFESİYLE VATANDAŞLARINI MUTLU EDEMEDİ

    Şimdi gelelim gündemdeki meseleye. Hükümetin Kürt açılımı ile ilgili girişimine � Öncelikle hükümetin samimiyetine inanıyor musunuz?
    İnanmak istiyorum.

    Peki Kürt tanımı değişiyor mu sizce?
    Değişmek zorunda. Zaman değişiyor çünkü. Türkiye’nin bölgesel iddiaları değişiyor. Türkiye bugüne kadarki kuruluş felsefesiyle vatandaşlarını mutlu edemedi. Şimdi insanlarını ayrım gözetmeden mutlu etmeyi hedefleyen bir ülke olacağının işaretlerini veriyor. Böyle olunca ilk değişecek olanın resmi Kürt tanımı olduğu muhakkak. Cumhuriyetin uygulamalarından bir mutsuzluk piramidi yapacak olursak Kürtler en tepedeki yeri kimseye kaptırmazlar.

    Aynı şekilde DTP’nin de bakış açısının değiştiğini düşünüyor musunuz?
    DTP kimlik mücadelesi veren bir parti. Kürt kimlik siyasetinin vitrinini halihazırda onlar dolduruyor. Tek olması ve kapladığı yer itibariyle daraltıcı ve tek sesli bir yapı olduğu da açık. Yani bütün Kürtleri temsil etmediği. Fakat devletin resmi Kürtlük anlayışı değiştikçe, DTP de daha çoğulcu bir Kürtlük arayışına girecektir diye düşünüyorum. Daha geniş kesimlere hitap eden bir parti olmayı isteyecektir.

    Devlet, Kürtler karşında pozisyonunu değiştirdikçe, Kürtlüğün kendini yaşamasına müsaade ettikçe, Kürtler de baskı karşında sığındıkları, kapalı, tek tip kimlikten çıkıp daha renkli bir kimlik arayışına gireceklerdir.

    ÜLKENİN ŞARTLARI DEĞİŞTİKÇE,İMKANSIZLIĞA VURGU YAPAN YAPI DEĞİŞİR

    Yani DTP’nin de demokratik bir açılım sürecinden geçmekte olduğunu söyleyebilir miyiz?
    Geçmesi gerekiyor. Bu doğal. Çünkü paralel seyreder. Aynı sertlikte, aynı kapalılıkta devam edemeyeceğini onlar da görüyor. Zemin bulamazlar. Bölgenin, ülkenin şartları değiştikçe, tek tip, hep imkânsızlığa vurgu yapan yapı değişir. Yoksa ayakta kalmaz.Baksanıza Öcalan bile ‘süreci doğru okumazlarsa DTP’de aşılır’ diyor.

    Peki "Leyla Zana ve arkadaşlarının olduğu dönemle şimdiki DTP’li milletvekillerini karşılaştırın" desem nasıl bir yorum yaparsınız? Yani o dönemin milletvekillerinin çabasıyla şimdikilerin çabasını karşılaştırır mısınız?
    O günden bu güne Türkiye çok değişti. Aksak da olsa Türkiye demokrasisi gelişmeler gösterdi. Ama ne yazık ki Kürt siyasetinin Meclis'teki temsili ve buna imkan veren mekanizmada aynı hızda değişim olmadı. Zihniyet pek değişmedi. Bugün Meclis'te etnik Kürt siyasetini temsilen DTP var. Kapatılmaması için herkes hemfikir, bu bir gelişmedir.

    Ama değişmeyen yanlar daha fazla. Mesela hepimizin her vesileyle olmasını dilediğimiz DTP içinden güvercinlerin sesinin hakim olması gerçekleşmiyor bir türlü. Şahinle, güvercinler bir türlü somutluk kazanamıyor. Özellikle kritik eşiklerde muhakkak şahin ses öne çıkıyor. Ve tek sesmiş gibi yansıtılıyor. Dün nasılsa bugün de öyle. DTP tek ses çıkaran, bir merkezden yönetilen bir parti. Bu anlamda DTP’nin nihai tavrını belirleyen, yapısal bir dönüşüm yaşadığını düşünmüyorum. Yani HEP, DEP, HADEP sürecinden başlayarak tek sesle konuşan bir partiydi. Hala öyle. Şimdi siyasetin zemini değişiyor, dönem farklı. Bu değişimin DTP’de de görülmesi kaçınılmaz. Dışarıya karşı değil belki ama kendi içlerinde daha liberal olabilecek seslere imkan tanıyacak bir zemin oluşuyor.

    Bu etkiyi somut olarak görebilmemiz için DTP’nin süreci doğru okuması ve cesaret göstermesi gerekiyor. Daha net ifade ile DTP’nin siyaset yapmaya başlaması gerekiyor. DTP propaganda yöntemlerini çok iyi kullanan dinamik bir yapı. DTP’nin insiyatif alması ve siyaset yapmaktan korkmaması gerekiyor. Bir yerlerden talimatlarla değil, kendi başına karar vermesi gerekiyor. Bu anlamda geçmişle kıyaslanırsa çok daha şanslı sayılır. Ama bu imkanı doğru kavrıyor mu göreceğiz.

    KİMİNLE SAVAŞIYORSANIZ ONUNLA BARIŞIRSINIZ

    Peki Emine Ayna’nın bir sözü var diyor ki ‘bu Kürt sorunun çözümünün olmasını istiyorsanız işin içinde Apo’nun olması gerekiyor.’ Yani gerçekten Apo’nun olması gerekiyor mu bu süreçte?
    ‘Kiminle savaşıyorsanız onunla barışırsınız’ derler. Kürt gençlerinin dağa gitmesinin yolunu açan düşünce kimden çıktıysa ve o düşünce hala bazı çevrelerde etkiliyse o etkiyi hesaba katmak zorundasınız. Öcalan meselesine böyle bakmak gerekiyor. Özellikle meselenin şiddet boyutunun sona ermesinde bir enstrüman olarak sürece dahil edilmesi kaçınılmaz. Öcalan’ın kendi tabanı üzerindeki etkisini kullanmak başka şeydir, bir müzakere aktörü olarak muhatap alınması başka bir şeydir. Benim tahminim devlet açık bir aktör olarak Öcalan’ı tanımayacaktır. Dolaylı görüşmelerin yürütülmesinde hiçbir mahsur yok. Sonuçta onun vereceği destekle daha kolay olacaksa neden kullanılmasın, ben böyle düşünüyorum. Yani bu meseleyi taraflar galibiyet, mağlubiyet meselesi olarak görmemeli. Çünkü bu sorunun mağlubu ve galibi yok. Bu kadar büyük bedeller ödetmiş, bunca hayata mal olmuş bir sorunda galibiyet aramak ahlaken de doğru değil.

    Acil olarak yapılması gerekenler var; şiddetin durması gerekiyor, kanın durması gerekiyor. Öncelik bunlar olmalı. Bunun için herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekiyor. Bu anlamda; ‘bensiz olmaz ben olmazsam, kan devam eder’ yaklaşımı sorumlu bir yaklaşım değil. Bu bakımdan Başbakanın DTP ile görüşmesi çok önemli.

    DTP sürecin içinde olmalı çünkü. Sadece DTP’nin değil diğer siyasi partilerin de sürece dahil edilmesi gerekiyor. İçişleri Bakanının turları bu bakımdan önemli. Herkesi dahil etmeye çalışıyorlar belli ki. Hükümet bir irade gösteriyor ve bu iradenin arkasında bu ülkeyi seven, değer veren herkesin durmasını istiyor. Bu iradeye katılıp katılmamak bir turnusol etkisinde. Kim memleketten ve hakiki bir kardeşlikten yana turnusolda görünüyor.

    APONUN BÜTÜN KÜRTLERİ TEMSİL ETTİĞİ DOĞRU DEĞİL

    Peki Apo’nun açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Apo’nun Atatürk olma, Kürtlerin lideri olarak kendini görmesine ne diyeceksiniz?
    Öcalan’ın bir tabanı var. Ona sadakatle bağlı bir çevre bu. Ama bütün Kürtleri temsil ettiği doğru değil. Hatta DTP’ye oy verenler içinde Öcalan’a duygusal anlamda mesafeli olabilecek kesimlerin olduğunu düşünüyorum. Oyunu yerel seçimde DTP’ye veriyor evet. Ama bir tepkiyle veriyor. AK Parti'ye tepkiyle veya kimlik talebiyle veriyor.

    Öcalan’ın kendisini nasıl konumlandırdığını bilmem mümkün değil. Yani ne olmak istiyor? Ne kadar hükmetmek istiyor? Kendi sorunu ve doğrusu ilgimi hiç çekmiyor.

    Ama şu var; Kürt toplumu homojen bir toplum değil. Kürtlerin içinde muhafazakarlar var. Çok farklı görüş ve yaklaşımı olan kesimler var. Ayırarak bakmak gerekiyor. Ayırarak bakmayı beceremezsek total siyasetler üretiriz ve bu yıkıcı olur.

    TÜRKİYE KÜRTLERİNİN VARLIK MÜCADELESİ, TÜRKİYE'Yİ DEMOKRATİKLEŞTİRİYOR

    Kürt sorunu uzun yıllardır Türkiye’yi meşgul eden bir mesele. Bugüne kadar AK Parti ve diğer siyasi partiler de sorunun çözümüyle ilgili bir girişimde bulunmadılar. AK Parti bu cesareti nereden aldı?Sorunun çözümü için diğer partilerin kendilerine güvenleri yok muydu? Söylendiği gibi Tayyip Erdoğan ve AK Parti Hükümeti Amerika’nın arkasına sığınarak mı bu işe girişti? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
    Ben hiç komplocu olmadım. Komplo teorilerine saygı duymuyorum. Şimdi Türkiye’nin uzun bir zamandır başlayan yeni bir yönü, yolu var. Yeni bir mecrada seyretme hevesinde. Cumhuriyet tarihi boyunca sergilediği içine kapalı, komşularıyla sorunlu, ürkek tavrını aşmak isteyen bir ülke. Açıkçası önünde de çok büyük fırsatlar var. Yani siz Irak’la komşuysanız ve orada bir Kürt yapılanması varsa ve bütün bölgenin dengeleri yeniden oluşuyorsa, gerekirse duruşunuzu gözden geçirirsiniz. Şimdi olan bu. Moda tabirle konjonktür Türkiye’yi bir yere getirdi. O yerde büyük bir aktör olarak, bölgede belirleyici olmanız bazı değişimleri cesaretle göze almanıza bağlı. Bütün siyasetinizi gözden geçirmeniz gerekiyor. Buna adaysanız korku siyasetini rafa kaldırmanız gerekiyor.

    Aslında şunu da görmemiz gerekiyor; Kürtlerinin varlık mücadelesi Türkiye’yi demokratikleştiriyor. Sadece Kürtleri değil muhafazakarları da etkiliyor, azınlıkları da, Alevileri de. Başörtüsü meselesi de bu süreçte oluşan yeni demokratikleşme perspektifiyle çözülecektir.

    Bu içerdeki durum. Sürece etki eden bir de dışarıdaki Kürtlerin durumu var. Irak Kürtleri kaderlerinin ancak Türkiye’yle beraberlikte pozitife dönüşeceğini gördüler. Yani bir Arap-Kürt kavgasında kan gölüne dönme ihtimali çok yüksek bir kullanOrtadoğu’dan söz ediyoruz. Bu anlamda Irak Kürtlerinin Türkiye’ye meyletmesi akılcı ve olması gerekendir. Tam bu süreçte Türkiye’nin de şansı bütün bu gelişmeleri doğru okuyan bir iktidara sahip olmasıdır. Burada Amerika’nın dayatması var demek komplodan daha anlamlı değil çünkü Amerika bir şey dayatacak konumda değil. Obama’nın “Model ortaklık” demesi boşuna değildi. Model ortaklık derken herhalde yeni oluşan koşulları, dengeleri kastediyor ve yeni bir ortaklık kuralım diyordu. Ve bu ortaklık bölgeye de model olsun. Çünkü Amerika bildiği usulleri uygulayarak Irak’ta yenildi. Şiddetle bir yere varılamayacağını Irak’ta Amerika’nın yenilmesinden anlıyoruz. Bölgede artık barışçı, pozitif siyaset, ılımlı siyaset büyük bir güç. Hükümet bunu doğru okuyor. AKP’nin en başarılı olduğu alan dış siyasettir. Ekonomide de başarılı muhakkak ama dış siyasetteki başarısı Türkiye’nin gelecek perspektifini kuruyor. Ahmet Davutoğlu’nun vizyonu ile değişen diplomaside güdülenen değil, belirleyen, partner olan güçlü bir Türkiye oluşuyor. Bütün bu gelişmelerin iç siyasete yansıması kaçınılmaz.

    Sayın başbakana ”Nisan’a kadar bu sorun çözülür mü?” diye soruluyor. Kendisi de ‘Nisan’a kalmaz’ diye bir cevap veriyor. Tayyip Bey’in bu acelesi nedir? ’Nisan’a kadar kalmaz’ demesinden siz ne anlıyorsunuz?
    Tabi ne demek istediğini bilemem. Ne söylesek spekülasyon olur. Bölgedeki hareketlilik, Amerika’nın Irak’tan çekilme takvimi. Bütün bunların yanında Türkiye’nin içindeki sorunların yığılmış olması etkiliyordur. Ben Türkiye’nin geç kaldığını düşünüyorum. Eğer bu bir bahçe temizliği ise, yani görmezden geldiğimiz, yok saydığımız ve arka bahçeye yığdığımız molozların temizlenmesi kararıysa bunda geç kalındığını düşünüyorum. Aslında Nisan erken diyoruz ama geç sayılır. Çünkü hala insanlarımız ölüyor. Çok büyük bedeller ödendi. Bir tek insanın hayatı kurtulacaksa nisan geç bile sayılır.

    BAHÇELİNİN MUHALEFETİ BAŞARISIZ BİR MUHALEFET

    Bu açılıma karşı gelen bir muhalefet var. Bahçeli’nin bu tepkileri kendi tabanını memnun etmek için mi? Siz nasıl yorumluyorsunuz? Özellikle CHP’den Gürsel Tekin’in bir açıklaması var: “Kürt sorununu çözen tarihe geçecektir” diye� Ama bunu rağmen karşı çıkıyorlar.
    Muhalefette olmak zorunlu olarak bir pozisyona hapsediyor sizi. Bir yanı bu. Mecburen muhalefet edeceksiniz. Katıldığınız an süreci her kim başlattıysa ona hizmet etmiş olursunuz. Ama bu süreçte muhalefetin doğasına uymamak gibi bir ahlak sergilememiz gerekiyor. Şık bir tamlama olsun diye değil, milli mutabakat sahiden gerekiyor. Bu anlamda Bahçeli’nin muhalefeti başarısız bir muhalefet. Çünkü kontrolü kaybetmiş gibi davranıyor. Üslubuna da yansıyor. Boyun damarları şişerek, bağırarak konuşuyor. Güçsüzlüğünü bağırarak kapatmaya çalıştığı sokaktaki insanın gözünden kaçmaz. Daha sakin bir muhalefet yapsa daha tehlikeli olurdu belki de. Bir Erdoğan’a bakıyorsunuz bir Bahçeli’ye. Hangisine oyunuzu verirsiniz? Erdoğan daha samimi ve kalbe hitap eden bir tarzla konuşuyor. Diğeri bağırıp çağırıyor. Rahatsız edici bir üslup. Ben bu öfkenin MHP tabanında karşılık bulmayacağını düşünüyorum.

    En nihayetinde bu toprağın insanı kalbi, vicdani sesleri duyar. Hakkaniyetli karar verir. Diğer yandan bu öfkeyi bir çerçevenin içerisinde tutup” Siz sokağa taşmayın, ben sizin adınıza da konuşuyorum” diyen bir lider Bahçeli. Bu da olumlu yanı. Ölçüyü daha fazla kaçırmazsa, bu öfke siyasetin alanına çekmeyecektir toplumda varolan negatif duyguları. Bu haliyle iktidar açık ara önde görünüyor. Kürt meselesini çözen büyür.

    KÜRT-ALEVİLER CHPNİN KÜRT POLİTİKALARINDAN RAHATSIZLAR

    Yıllarca Kürtler ve özellikle Aleviler oylarını CHP’ye, sol partilere oy verdiler. Ama böyle bir konuda CHP’nin karşı çıkması beni çok şaşırtıyor. Üstelik o kadar eski moda argümanlarla karşı çıkıyor ki, Baykal neredeyse ‘bu konu ekonomik gelişmemişliktir’ diyebildi.

    Sizce yıllarca kendilerine oy verenlere ihanet etmiyor mu?
    Yok aslında öyle değil. Onu kendi mantığı içinde düşünürsen, Cumhuriyet ideolojisi, üniter devlet, ulus devlet, tek bir anlama sıkıştırılmış Türklük tanımı bütün bunlar CHP’nin ideolojisinde var. CHP’nin üzerinden siyaset yaptığı ideoloji bu. Bu anlamda aslında tabanıyla çelişmiyor. Fakat Kürt-Alevi CHP seçmeni için aynı şey geçerli değil. CHP Kürtlerin olduğu doğuda yok zaten. Teşkilatları kilitli neredeyse. Kürt-Alevilerin oyunu alıyor evet ama orada da Alevilikten kaynaklanan seküler hayat tarzı kaygısı etkili, Kürtlük değil. Alevi kimliği Kürtlüğün hep önünde yer alıyor. Öncelikli hassasiyetleri Alevilikle ilgili. Kürt �Aleviler CHP’nin Kürt politikalarından rahatsızlar. Ama oy verecek başka bir parti de çıkmıyor ne yazık ki.

    SUSKUN KALANLARIN DAHİ SUSMAKLA HATALARI OLDUĞU BİR KAN DERYASI YAŞADIK

    Bu Kürt sorununun çözümünde devletin Kürtlerden özür dilemesi gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
    Ben özürden daha anlamlı olacak şeyin samimiyet olduğunu düşünüyorum. Devlet adına söz alanlar bir irade göstersin ve bu iradeyi gerçekleştirecek samimiyeti bize hissettirsin. Bu çoğu şeyi yoluna koymaya şu aşamada yetebilir. Bakın hala Başbakanın 2005 konuşması referans gösteriliyor. Bırakın büyük hazırlıkları, bazı küçük jestler dahi Kürtlerin gönlünü almaya yetebilir. Ben bu kadar büyük tanımların içinden birbirimize giden yolları bulacağımıza inanmıyorum.

    Karşılıklı masaya oturacağız ve bizden özür dilenecek gibi bir yaklaşımın reel bir karşılığı yok. Başbakan Diyarbakır’da ‘hatalarımız oldu, Devletin hataları oldu” demişti. Bir küçük cümleydi ama insanların gönlünde bir yakınlık yarattı. Kısa süreliğin de olsa buzları eritti.

    Peki Kürtler bir özeleştiri yapacak olurlarsa, Kürtlerin de özür dileyecek hiç hataları olmadı mı Bejan Hanım?
    Herkesin hataları oldu. Hepimizin. Suskun kalanların dahi susmakla hatalı olduğu bir kan deryası yaşadık. İnsanlar ölürken hepimiz baktık. Şiddeti kolay tölare ettik.

    KÜRTLERLE TÜRKLERİN ARASINA GİREN KANLA HENÜZ YÜZLEŞMEDİK

    Aynı şekilde Kürtlerin de özür dilemesi gerekmiyor mu?
    Kürtlerle Türklerin arasına giren kanla henüz yüzleşmedik. O yüzleşme henüz gerçekleşmedi. Yani biz hayatımızda şiddete bu kadar kolay nasıl yer açabildik? Bu soru sorulmadı. Ve nasıl bu kadar uzun sürdü ve biz nasıl göz yumduk? Henüz konuşulmadı. Bunlar sonra konuşulacak. Bir şiddet kültürü oluştu. Şiddet kutsandı adeta. İnsan hayatı yok sayıldı. İki taraf içinde böyle.

    Kürt açılımı ile ilgili endişelerden bir tanesi de Kürtlerin ayrılacağı konusu .Katılıyor musunuz? APO’nun bir açıklamasında “Kürt ulusu bir bütün kabul edilmedikçe bu sorun çözülmez ve kan devam eder” diyor.
    Öcalan başka şeyler de söylüyor; Federasyon verseniz almam diyor. “Bağımsız devlet fikri doğru değilmiş” diyor. Marjinal kesimlerin ne düşündüğü üzerinden biz siyasetin geniş gövdesini tanımlayamayız. Yani marjinal olanlar dün olduğu gibi bugün de, yarın da bağımsız Kürt devletini savunacaklardır.

    Ama bu düşüncenin siyasetin geniş gövdesine ne kadar etki ettiği önemli. Ben böyle bir etki görmüyorum. Görenlerin de yanıldığını düşünüyorum. Kürtlerin ve Türklerin iyiliği ve geleceği artık daha anlamlı kurulmuş bir beraberlikte. Aramızdaki kardeşliğe Cumhuriyet tarihi boyunca cebir eşlik etti. Zorla biz kardeşiz denildi. Cumhuriyet Kürtleri dar bir Türklük kalıbının içinde eritmeye çalıştı. Kürtlerin kafasından sopayı eksik etmeyerek “sen kardeşimizsin” dedi. Şimdi bu kardeşlik yeniden ve gönüllü kuruluyor. Ve galiba ilk defa kuruluyor. Daha anlamlı ve geniş bir perspektifle. Bu anlamda ayrılma hikayelerinin, senaryolarının hiçbir gerçekliğinin olmadığını düşünüyorum.

    Ayrıca bu sadece Türkiye Kürtlerinin meselesi değil artık. Diğer Kürtlerin, yani Irak’takilerin kararı da etkili olacağa benziyor. Irak Kürtleri bugün şartların onların önünde açtığı vizyonla Türkiye’ye teklif getiriyorlar. Nerdeyse birleşmek istiyorlar Türkiye ile. Bu çok açık. Sakınmıyorlar bu teklifi açık etmekte. Dün Bölgesel Kürt Hükümetinin başbakanı Neçirvan Barzani bir açıklama yapmış; Kürt açılımına her kesim destek vermeli” diyor. Bunu Türkiye için söylüyor. Destek vermek için söylüyor. Irak Kürtleri bu kadar Türkiye’ye yaklaşmaya, işbirliğine davet içindeyken Türkiye Kürtlerinin ayrılık hayal etmesi sadece fantezi. Çok kanlı bir fantezi üstelik. Bu bedeli ödemeye hiç kimse hazır değil. Olmamalı da.

    Bekir Coşkun bir yazısında Kürt açılımının Kürt ve Ermeni açılımı gibi Avrupa Birliği gibi ve diğer açılımlar gibi bir fiyaskoyla sonuçlanacağını söylüyor. Ne diyorsunuz bu yoruma?
    Bekir Coşkunun siyaset yorumlarını fazla dikkate almayın. Her şey ironi değil!

    KÜRT ANNELERİNİN,ASKER ANNELERİNİN ACILARINI YAŞAMALARINA MÜSAADE ETMEDİK

    Kürt sorununun çözümünde kadınların rolü nedir? Siz önemli bir kadın yazar ve şair olarak üzerinize düşen sorumluluğu getiriyorsunuz. Kaleminiz var bu anlamda çalışıyorsunuz. Sizce kadınlar neler yapmalı? Ya da bu güne kadar neler yapılmadı?
    Adına kadın duyarlılığı dediğimiz, daha barışçıl bir doğa, anne olmaktan kaynaklanan iyilik, vicdan gibi kavramların varlığı önemli. Bütün bunlar büyük bir potansiyel. Ama öyle süreçler yaşanıyor ki insan doğası şiddetle sarsıldıkça kendi doğasından uzaklaşıyor. Kadınlar için bu fazlasıyla geçerli. Yani biz Kürt annelerinin, asker annelerinin yaslarını, acılarını yaşamalarına müsaade etmedik. Onları politikleştirdik. Ellerine başkalarının posterlerini vererek yürüttük, kendi evlatlarının değil. Bayraklarla yürüttük. Bu anlamda insani bir eksikliğimiz oldu. Ve ben bir mücadele yürüten kadınların o erkeği model alan, kadınlıktan uzaklaşan tavrını hep eleştirdim.kullan

    Bunu edebiyatta da eleştiririm, siyasette de. Kadını kadın olarak görmek isterim. Anneyi anne olarak. Mücadelenin dili her zaman militer ve erkeksi olmak zorunda değil. Hakkaniyetle acıya sahip çıkarak, acının, yasın vakarıyla, acıdan bir intikam değil bir barış çıkararak bakabilmek önemli. Bu anlamda kadınlar çok büyük bir potansiyeldir. Ben Kürt kadınlarının toplumun anaerkil yapısı hala korunduğu için büyük bir potansiyel taşıdığını düşünüyorum. Kürt kadınlarının gücü bugün dahi siyasette görülüyor. Kota diyip geçmemek lazım. Bir güç olarak siyasette hep varlar. Olacaklar da. Bu bir potansiyel. Bu potansiyeli kendi barışçıl doğasına çekmeyi başarabilirsek çok şey kazanırız.

    DEVLET ÖNCELİKLEALDIKLARINIVERSİN,YASAKLADIKLARINI İADE ETSİN

    Kürt açılımı içinde en çok olmasını istediğiniz nedir?
    Bu bir süreç. Böyle görmek gerekiyor. Dolayısıyla elimizde bir liste ile dolaşmak pek anlamlı değil. Şu aşamada çözüme dair iradenin oluşmasını önemsiyorum. Gerisi bu irade tarafından biçimlenir. Birey olmaktan, insan olmaktan, varlık olmaktan kaynaklanan ihtiyaçlarımızı karşılayacak bir yasal düzenleme, çerçeve gerekiyor. Devlet öncelikle aldıklarını versin, yasakladıklarını iade etsin. Devletin aldıklarını vermesinde mahsur yok. Buna hiçbir Kürdün itirazı olmaz!

    Kürtlerin gözünden Türkiye nasıl diye bakılırsa sizin yazılarınız buna bir cevap veriyor mu?
    Bu kadar iddialı cümleler kurmak istemem.

    Yazılarınızda bu hassasiyete dikkat ediyor musunuz?
    İnsanın aynı fikri paylaştığı bir çevrede konuşması kolaydır. Hazır, üretilmiş kalıplara yaslanarak siyaset üretmesi zahmetsizdir. Zor olan muhalif tavrı sürdürmek. Benim pozisyonum biraz öyle. Etik açıdan muhalif duruşu önemsiyorum. Fanatizm nereden gelirse gelsin itirazım var. Bu anlamda ben pozisyonumu hep kontra bir yerde kurmaya çalıştım. Yani Zaman’da yazmamda budur. Zaman’la pek çok konuda ayrışıyoruz. Ama orada yazmayacağımı asla düşünmedim. Bana yapılan en büyük eleştiri şudur; Bir Alevi olarak Zaman gazetesinde nasıl yazıyorsunuz? Artık yoruldum bu soruyu cevaplamaktan. Şöyle söyleyeyim; Bu kadar kutuplaşmış bir toplumda toplumun diğer kesimi ne düşünüyor, ne anlıyor, tercüme eden bir pozisyonda durmak zor. Bir tür Araf. Ama gerekli, çünkü mesele anlaşılırsa buralardan anlaşılır. Yani o ateşte yanmaya razıyım ben.

    Kaynak: Haber 7

    Unnecessary bunu beğendi.



    'Kürt açılımı başörtüsünü de çözecek' Yorumları



      Permalink - Mesaj no 1  09-08-2009, 04:28

    --->: 'Kürt açılımı başörtüsünü de çözecek'


    bi kürt türk açılımıdr kii gidiyor
    Unnecessary - ait Kullanıcı Resmi (Avatar) Unnecessary