MUHAKEME.NET FORUMU

MUHAKEME.NET FORUMU (https://www.muhakeme.net/forum/)
-   Türkiye Tarihi (https://www.muhakeme.net/forum/turkiye-tarihi/)
-   -   Atatürkün Kanlı devrimleri (https://www.muhakeme.net/forum/turkiye-tarihi/7888-ataturkun-kanli-devrimleri.html)

alptraum 12-27-2008 04:13

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Arkadaslar seriat her müslümanin arzulamasi gereken Kurani bir sistemdir diyoruz. Simdi bende bir kac soru sorayim. Size bir toprak verildi ve hakimiyeti buyur elinde denildi ve yasayan halki var. Ciftcisi,iscisi,memuru var... Böyle bir teklif karsisinda ne yapardiniz?

Seriat ise kanunnameleri nerden alirdiniz. Biliyorsunuzki bir firka bir mezhep peki siz hangisinden olurdunuz. En cok benimsediginiz sistem ne olurdu? Iletisim araclarini kabul edermiydiniz? Islam olmayan bir ürünü barindirirmiydiniz yoksa hersey sirayla olacak ve bu da yillari alacak der yavas yavass mi ilerlerdiniz?

el_feta 12-27-2008 09:46

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Hepimiz alleme-i cihan olunca bu soruyu cevaplarız efendim... :) :) :)

dionysoz 01-01-2009 23:56

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

el_feta´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 19226)
İslam

Her fikir, her inanış tek mevsimlik vesselam;

Zaman ve mekan üstü biricik rejim, İslam.

din adına yol kesen dünkü yobazın oğlu
yine sen kesiyorsun küfür uğrunda yolu...

el_feta 01-02-2009 09:07

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

İşte ben mürteciyim, gelsin işitsin dünya!
Hem de baş mürteciyim, patlasanız, çatlasanız!
Hadi kânûnunuz assın beni, yâhut yasanız!

MEHMED AKİF ERSOY


Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana
Yükselidk sanıyorlar alçaldıkça tavana

NFK


vesselam...

cnbrg 03-03-2009 18:23

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

kardeşim sen çağa ayak uydurma.İstemiyosan batılaşma.Bilgisayara da girme o da batıdan geliyor ya evine kapan duanı et geliştirme kendini öle aman allah ölürsün felan geliştirirsen.Biz ingilizceyi dünyaya ayak uydurmak için öğreniyorus sen öğrenme gadaşım.Arkadaşım atatürk'e takmışın onun için senden tarafsız yorum beklenmez dediğim gibi sen iran'a felan git tam senin istediğin yerler oralar buralarda madem mutsuzsun oraya git yerleş !

el_feta 03-03-2009 18:53

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

cnbrg´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 35480)
kardeşim sen çağa ayak uydurma.İstemiyosan batılaşma.Bilgisayara da girme o da batıdan geliyor ya evine kapan duanı et geliştirme kendini öle aman allah ölürsün felan geliştirirsen.Biz ingilizceyi dünyaya ayak uydurmak için öğreniyorus sen öğrenme gadaşım.Arkadaşım atatürk'e takmışın onun için senden tarafsız yorum beklenmez dediğim gibi sen iran'a felan git tam senin istediğin yerler oralar buralarda madem mutsuzsun oraya git yerleş !

diğer mesajlarımı okuyun efendim...
Dünyaya ayak uydurmanın adı yozlaşma ya da batılılaşma olamaz...
pozitif ilimler denilen ilimler de farzdır...Yani Allah'ım EMRİDİR...

bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevketmesin

bu bir ayet mealidir... Bir kimseyi sevmeyişim,onun hakkında adaletsiz olmamı gerektirmez,bilakis adalet düsturdur...

yakın tarih konusunda çok kere tartıştık burada..tekrarlamaktan teedüp ediyorum..

selametle...

cnbrg 03-06-2009 17:02

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

kardeşim sizin dualarınız kabul olsaydı şuan cumhuriyet olmasdı ama var ve dimdik ayakta çünkü yüce allahımız böle istiyor istemeseydi anında değiştirirdi düzeni.Ne olur bi mantıklı düşün eski düzenle bu düzeni ne olur adil ol düşün hangisi mantıklı bir düşün ama nafile çocuk yaştayken beynin yıkanmış.O yüzden atatürk gelse seni değiştiremes o şimdi senin karşında olsa ona öle diyebilecek misin bakalım suratına acı bir ifadeyle baktığında ne yapardın acaba.İzmir suikastındaki atatürk'ü öldürecek adam atatürk'ü tanımıyordu bile sen de aynı durumdasın.Ama sonra atatürk o adama dediki al silah beni vur da yere kapanarak ağlamaya başladı ya öle atıp tutmak kolay askerlerimiz vatanın bağımsızlığı için öldü sizin gibiler için deil siz hala eski rejimdesiniz ama burası türkiye anasaya'nın ilk 5 maddesi değişmez ve 4. maddeyle korunur ilk 3 madde.Onlardan biride Türkiyenin yönetim şekli cumhuriyettir o yüzden dediğim gibi irana git !

el_feta 03-06-2009 18:31

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

yorumunuz ilginç... Allah cc ırak'da 1.5 milyon insanın öldüürlmesine razı mıdır? - HAYIR
Allah cc bir hesabı ve bu kainatın bir düzeni vardır... Ve Allah nasıl ki hiçbir yaratılmışa benmzemez,onun dünyanın çarkını çevirişi de hiçbirşeye benzemez...
kaldı ki bunu rad 11 de şöyle açıklıyor
Bİr MİLLET KENDİ NEFSİNDE OLANI DEĞİŞTİRMEDİKÇE,ALLAH O KAVMİ DEĞİŞTİRMEZ

..............

MUSTAFA KEMALİN KARŞISINDA GÜCÜM OLSA İDİ EMİN OLUN SÖYLERDİM...SÖYLEYENLER VART ZATEN...
ÖRNEĞİN HEMŞERİM ALİ ŞÜKRÜ BEY...MİLLETVEKİLİ İDİ,1.MECLİS DE,SONU NASIL OLDU??

YA DA SAİD NURSİ... O DA MECLİS DE İKEN MUSTAFA KEMAL E ÇIKIŞIR,HAAYTINA BİR BAKIN DERİM...

YA DA MEHMED AKİF Kİ DEVRİMLERE KARŞI BİRİDİR,NEDEN MISIRA GİTMİŞTİR!(GİTMEK ZORUNDA KALMIŞTIR) BÖYLE BİR VATAN SEVDALISI..YA DA OĞLU NERDE ÖLÜ BULUNMUŞTUR BİR BAKIN...

DÜNYADA KILIK -KIYAFET DEVRİMİ NERDE YAPILMIŞ VE İTİRAZ EDENLER NEREDE ASILMIŞ,BİR ARAŞTIIRN BAKALIM...

VS VS....

cnbrg 03-06-2009 18:34

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

o zaman idamların olması çok normal adam hapse gircek çıkcak tekrar isyan etcek hem bunların hepsini atatürk'ün emir verdiğini açıklar mısın elinde belgen var mı ?

el_feta 03-06-2009 18:41

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

o zaman ki hükümet kimin elindeki zaten..tarih belli,her şey belli işte...

isyanm derken neyin isyanı...dedim ya gidin mahkeme zabıtlarına bakın derdi neymiş kocaa şeyh said'in...

O ingilizlerin yapmadığını,kendi içlerinden birilerinin yaptığını ne iyi farkedenlerden...

taa 2. mahmud dan başlayan hastalığımız: batı çarpılmışlığı. . . ve bunun meyvesi işte o dönemlerde alınıyor,batılılar ve BATICILAR tarafından,bunu gören halk da isyan ediyor...

bakın İstiklal mahkemelerinin meşhur 3 ALİ sinden kılıç ali'nin itiraflarına mesela... sadce kendi kestiği kelle sayısının 5040 dolaylarında olduğunu ve genelde konya bölgesinde olduğunu itirafa eder... hatta erzurum da şapka giymediği için çarşaflı bir kadın bile idam edilir..(altemur kılıç babasının bunu yaptığını itiraf etmişti)

ve daha bir yığın şey...

alptraum 03-07-2009 01:13

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Siz seyh said i mi savundunuz anlayaamdim? Hangi konumda savundunuz ya da hangi konumda görerek?

AsMhA 03-07-2009 02:45

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

dionysoz´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 18525)
yahu dostum seni şöle irana doğru alalım biz.sen git orda layık olduğun rejimde yaşa.sen ve senin gibi bu iran rejimini savunan bütün herkez.şu humeyni sevdalısı kızlar gibi;

o kızlardan biri diyorki ben en temel hakkım olan başörtüsüyle okula girme hakkımı istiyorum.bu ülkede ben özgür değilim diyor sona kalkıp humeyniyi seviyorum.onun rejimini istiyorum diyor.

yahu kardeşim demezlermi adama humeyniyi ve onun rejimini savunan birinin hakla hukukla ne işi olur

kadınlara tanınan seçme seçilme hakkını haktan saymayan,özgürce kılık kıyafet giyebilme hakkını haktan saymayan,kadınları toplumda özgür ve saygın yerlere taşıyan hakları haktan saymayıp başörtüsüyle üniversiteye giremedi die kendini özgür hissetmeyen birine ve sırf bu hakkı için humeyni rejimini isteyen birinede bi tarafıyla gülerler yani.aslında bu çelişkinin anlamsızlığının anlamı tamda aşağıda bahsettiğim şeydir.

osmanlı imparatorluğu son zamanlarında istihbarat konusuna hiç önem vermemiş bi istihbarat teşkilatı kurmayı akıllarına bile getirmemişlerdi.lakin diğer milletler artık istihbarat ve casusluk faaliyetlerinde o kadar ilerlemişlerdiki istanbul 10 larca ülkenin casusunun cirit attığı elini kolunu sallay sallaya gezdiği her türlü bilgiye rahatlıkla ulaşabildiği inanılmaz bi casusluk ağının örüldüğü bir şehir haline gelmişti.aslında osmanlı imparatorluğunun yıkılmasının en büyük nedenlerinden biri budur.belkide en önemlisi.hep denirya osmanlı hükümeti içten çökertilmiştir die.işte bu casusluk aktiviteleri ile devletin gizli bilgilerini ele geçirmekle,binbir çeşit tezgahlarla,onu bunu kışkırtmak ,ayaklandırtmak şeklinde devleti zayıflatıyorlardı.
halen daha yakın tarihimizde alevi sunni,türk kürt,sağcı solcu gibi çatışmaları pompalayan itici kuvvetler daha ozamanlardan örülen o casusluk ağının faaliyetlerinin devam ettiğini anlatmaya yeter.ne yazıkki ülkemizde cahil sürüleri provake edip önüne katma çok kolay olmaktadır.

işte bu din ve atatürk ,bi başka deyişle laik-dinci kavramlarını iki karşı kutup haline getirme planıda ingilizlerin bi oyunundan başka bişi değildir.ingilizler bu çatışkının toğumlarınıda ozmandan atmıştır.şeyh said ayaklanması falan.itirazı olan araştırsın.bu zavallı cahil ,kara cahil cübbeli dincilerde ingilizlerin kuklaları olduklarını bilemeden ellerindeki davulları çalıp durmaktadırlar.
ZAVALLILAR
ne diyelim Allah akıl ihsan eylesin.



Bu konunun altında bir bu mesaja dayanamadım sanırım yine uçuk kaçık birkaç yaklaşım var uçlarda yaşayan insanlar uçlarda örnekler verenler cehaletlerinin bir maskenin arkasına saklayanlar bazı tabuları hala dokunulmaz sayan yorumlarda sustum ama burda susamıyorum . Bu konunun altında 2 arkadaşın yorumları dikkatimi çekti bişeyler kazandırm diyebilirim birisi admin arkadaşım diğeri konu sahibi arkadaşım.. Şimdi senin bu cevabını kendi paradigmamda değerlendirmek istedim..

(yahu dostum seni şöle irana doğru alalım biz.sen git orda layık olduğun rejimde yaşa.sen ve senin gibi bu iran rejimini savunan bütün herkez.şu humeyni sevdalısı kızlar gibi;)
Benim anladığım arkadaş iran yada afganistan rejimini savunmuyor arkadaş Allah'ın kanunu olan şeriatten bahsediyor . İran yada başka arap devletinde gerçekten Allah ıın kanunları uygulanıyor olsa idi durumları çok daha farklı olurdu.

(o kızlardan biri diyorki ben en temel hakkım olan başörtüsüyle okula girme hakkımı istiyorum.bu ülkede ben özgür değilim diyor sona kalkıp humeyniyi seviyorum.onun rejimini istiyorum diyor.)

O kızların arasında provakatörler de çok oluyor bence bunu sen de biliyorsun. Sivil hayatta minileri giyip Fatih e gidip çarşaf giyip paparazzilere poz verip röportaj yapan şahısların yorumlarını sen bu özgürlükten yoksun kardeşlerimin sesi olarak değerlendiremezsin. Ki beyin fırtınası kuralları vardır bir olayı değerlendirirken 2 tane alt sınır ve üst sınırdan örnekler verirsin arasında herkes bi fikir sunar o arkadaş provakatör değilse eğer Humeyni örneğini üst sınır olarak vermiştir ki senin bildiğin özgürlük ile o kardeşimin anladığı özgürlük aynı şey değil demekki.. Onun özgürlüğü Allah a kölelikten geçiyor senin özgürlüğünün tanımını yapmak bana düşmüyor. Ki madem felsefe ile yaklaşıyorsun bilirsin ki felsefi kurallar içinde mutlak özgürlük yoktur özgürlük tercihlerdir: Tercihlerini kendi yapabilen insan bi nebze özgürdür..

(yahu kardeşim demezlermi adama humeyniyi ve onun rejimini savunan birinin hakla hukukla ne işi olur )


Bunu demeye kim nasıl kendinde bi hak buluyor? Hak ve hukuktan bahsetmeye mani olacak kadar hakkı kim kendinde buluyor?

(kadınlara tanınan seçme seçilme hakkını haktan saymayan,özgürce kılık kıyafet giyebilme hakkını haktan saymayan,kadınları toplumda özgür ve saygın yerlere taşıyan hakları haktan saymayıp başörtüsüyle üniversiteye giremedi die kendini özgür hissetmeyen birine ve sırf bu hakkı için humeyni rejimini isteyen birinede bi tarafıyla gülerler yani.aslında bu çelişkinin anlamsızlığının anlamı tamda aşağıda bahsettiğim şeydir.)

Bu paragrafta geçen özgürce kılık kıyafet giyme hakkı sencede üst paragrafın ile çelişmiyor mu? Haklar içinden sana seçme ve seçilme hakkı sunuyorum istediğin kıyafeti giyebilirsin istersen hiç giymezsin ortalıkta dolaşırsın kargaşa çıkartırsın ama başörtüsü yasak. Hee dersin ki yasak değil sokakta giy iyi de ben öğrenciyim eğitim dersi ve hukuk görüyorum ve anayasal hak olarak her bireyin eğitim alma hakkı var peki bu eğitim alma hakkını kıyafeti ile yargılayarak mı elinden alacaksın kardeşimin? Bu bakış açısını somutlaştırmak için derler ki kendini sağduyulu sanan insanlar her doğuluya her kürt kardeşime pkk lı muamelesi yapmayın o da bizim kardeşimiz sen onu toplumdan soyutlarsan o tabi mecburen pkk nın kucağına oturacak ona başka şans bırakmıyorsun diyorsun.. Diğer yandan başörtüsünü yasaklıyorsun sebep olarakta bunun bir sembol olarak kullanıldığını söylüyorsun ama bu kişinin bir insandan almadan önce Allahtan aldığı emirdir ki kusura bakma ama bu senin anayasanın da üzerinde bir kanundur (inançlı insan için) he yokmudur bunu kullananlar evet vardır ama kullananlar var diye sen pireye kızıp yorgan yakamazsın. Pkk örneğinde olduğu gibi sen bu sefer başörtülü kardeşimi toplumdan soyutlarsan onu da siyasi yada farklı amaçlara başörtüsünü alet etmiş olan şahısların kucağına itersin bu hakkı kim veriyor sana. Geçen yasak kalkmıştı ve benim yan sıramda başörtülü arkadaşım derse giriyordu hiçbir sıkıntı olmuyordu bu yasaktan nemalananlar kimler ? yasak varken kullanılır serbert olsa bu durum bunu siyasi olarak ta kimse kullanamaz. Bu olduğu gibi siyonist mantık olan kaos çıkart ordan ekonomik olarak ve siyasi olarak nemalan mantığıdır...

(osmanlı imparatorluğu son zamanlarında istihbarat konusuna hiç önem vermemiş bi istihbarat teşkilatı kurmayı akıllarına bile getirmemişlerdi.lakin diğer milletler artık istihbarat ve casusluk faaliyetlerinde o kadar ilerlemişlerdiki istanbul 10 larca ülkenin casusunun cirit attığı elini kolunu sallay sallaya gezdiği her türlü bilgiye rahatlıkla ulaşabildiği inanılmaz bi casusluk ağının örüldüğü bir şehir haline gelmişti.aslında osmanlı imparatorluğunun yıkılmasının en büyük nedenlerinden biri budur.belkide en önemlisi.hep denirya osmanlı hükümeti içten çökertilmiştir die.işte bu casusluk aktiviteleri ile devletin gizli bilgilerini ele geçirmekle,binbir çeşit tezgahlarla,onu bunu kışkırtmak ,ayaklandırtmak şeklinde devleti zayıflatıyorlardı.
halen daha yakın tarihimizde alevi sunni,türk kürt,sağcı solcu gibi çatışmaları pompalayan itici kuvvetler daha ozamanlardan örülen o casusluk ağının faaliyetlerinin devam ettiğini anlatmaya yeter.ne yazıkki ülkemizde cahil sürüleri provake edip önüne katma çok kolay olmaktadır.)

İşte burda çok büyük bir yakın tarih gafı yaptın ... Dünyaya istihbarat nedir bunu öğreten insan II. Abdulhamid dir. Öyle bir istihbarat ağı kurmuştur ki mossad bundan bunalmıştır. Ve bitti denilen osmanlıyı yeniden canlandırarak Türk orta asya tarihi de dahil olmak üzere Tc yi de kapsayacak en büyük eğitim referandumunu gerçekleiştirmiştir ekonomiyi düzene koymak üzeredir ki Ünlü yahudi ideoloğunun Tüm borçları silme karşılığı istediği toprağı ona vermeyecek kadar ileri görüşlüdür. O çok övündüğümüz Çanakkaleyi iyi araştırın o savaşı kazanan insanlar aydın kesimdir ve hepside Abdulhamid in son dönemde açtığı okullardan mezundur. Peki boğaza yığılan toplar oraya ne zaman konmuştur gene Abdulhamid zamanında alınıp oraya dahice yerleştirilmiştir. Bütün dünya bu adama hayranken neden bi yahudiler birde siyonist yerli aydınlar bu adama kızıl sultan diyor iyi araştırın sonrasında nasıl ah edip vah edip sultanım keşke başımızda olsa idin diyorlar.. (Belge isteyen arkadaşlar Abdulhamidin kurtlarla dansı adlı kitabını okuyabilirler)
Orda bahsettiğin provakasyonu gerçekleştiren kısım bugün ergenekon adı ile tanıdığımız Türk tarihine genç osmanlılar diye giren İttihat ve terakki adı ile devam eden Türk tarihini mundar eden kesim olan mason sözde Türk aydınlarıdır . Meşrutiyet diye ağladılar aldılar hakkı ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Baskıdan yakındılar iktidar olmaktansa iktidarı arkadan dürten güç oldular. Bunun için suikastler dahil her türlü baskıyı yaptılar. Şimdi biraz daha düşün bakalım baskıyı yapanlar kimler..?

(işte bu din ve atatürk ,bi başka deyişle laik-dinci kavramlarını iki karşı kutup haline getirme planıda ingilizlerin bi oyunundan başka bişi değildir.ingilizler bu çatışkının toğumlarınıda ozmandan atmıştır.şeyh said ayaklanması falan.itirazı olan araştırsın.bu zavallı cahil ,kara cahil cübbeli dincilerde ingilizlerin kuklaları olduklarını bilemeden ellerindeki davulları çalıp durmaktadırlar.
ZAVALLILAR
ne diyelim Allah akıl ihsan eylesin.)

Söylediklerinin bu kısmında haklılık payı olmakla birlikte tam olarak doğru diyemeyeceğim. Laik ve dinci kesim karşı karşıya gelmesi derken dini bir rejimden başka bir rejime geçmek kesinlikle sancılı bir dönem olacaktır. Peki günümüzdeki sorun laiklik olsun olmasın konusu mudur? Bence değildir . İlkokuldan itibaren öğretilen basit tanımında Laiklik ..: din kuralları devletin işine müdahale etmieyecek , devlet te dinin kurallarına kota koyamayacak ...Bunun temeli laiklik hristiyan mezheplerinin çatışmalarını engellemek için koyulmuş bir kuraldır bizde eğreti duracağı zaten belli ama peki bu laik iz diyenler laikler mi? Dini bir kural olan başörtüyü belli alanlarda serbest belli alanlarda yasak demek ne demektir? Bu kapıdan içeriye dini inançları olan insanlar giremez mi? O kurum kamusal alandır derler peki kamusal olmayan alan nedir ? Bunların net tanımlarını yapmayarak herkes işin bi ucundan çekiyor ...

Ana konuya dönecek olursak Atatürk ve icraatları ile Atatürk diktatör müdür? Bir dahi olduğunu düşünüyorum ama hızlı karar alma adı altında katakulleye gelen kararlar , istiklal mahkemeleri ile aydın olan ama kendi düşüncesine uymayan insanları temizlemek demokrasi ise demokrattır. Kendisi isteyerek tek parti değil böyle demokrasi olmaz diyerek 2, parti kurduruyor ama bakıyor ki diğer parti sandıkta onun partisini gömecek bu parti hemen kapattıracak kadar demkrattır.
He peki kurtuluş savaşı ne alaka ? Kurtuluş savaşındaki duruşu kesinlikle mükemmel bir liderlik örneği askeri yönüne lafım yok milliyetçiliğine de ama ulus devleti kurarken ulusa değilde kendi kararlarına göre devleti kurması siyasi bir talihsizliktir. Peki dini o devirde kullanan yokmuydu inanılmaz bir kokuşmuşluk vardı ama kolay olan zaten yasak koymaktı Bunu kurtarması gerekirken Halifeliği kaldırması çok tartışılacak bir konu ki hala tartışılıyor bu inklaplar ne kadar demokratik kararlar olarak alındı ve ne kadarı halkın kabulü ile alındı : Neydi cumhuriyet? Ulus devleti ne? Bİr süre boyunca İmpareatorluktan farkı şu oldu son kararı veren 1 padişah değil de 3 5 kişi oldu ama bunu yine topluma mal etmediler kendi düşüncelerini dayattılar.
Kurtuluş savaşını tek başını Mustafa Kemal e maletmek de diğer konutanlara ve anadolu halkına kuvai milliyeye büyük ayıp olur. Bunları da değerlendirin ama onun yaptığı liderlik gerekli idi . Bana göre mükemmel bir komutan ama o derece başarılı olmayan bir devlet adamı.. Lozan benim için kazanç değil kanla kazandığımız toprakların bir kısmını farketmeden masada geri verdik bu başarısız bir siyasettir.
Ama Atatürkün din konusunda dinsizdir diyecek kadar iddialı değilim ki İman konusunda insan son sözü söyleyemiyor Müslüman olan bir insana kafir demek insanı dinden çıkartır.. Bu büyük ithamdır.
Kanıt konusuna gelince admin arkadaşıma hak veriyorum bakış açıları ile değerlendirmeler kutuplaşmaya yol açar (bazıları bakar ama görmez) o bakıp görmeyenler için belgeler lazım buna da dikkat etmek gerekir..

Neyse Allah Hakkımızda hayırlı olanı versin demekki böyle bir idareyi hak ediyoruz ki böyle yönetiliyoruz...

Selam ile...

#Not:
*Alfabemizde ''w'' harfi bulunmamaktadır.(w değil v)
*Party değil parti.

AsMhA 03-07-2009 03:27

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alfabe ve Türkçe konusundaki duyarlılığınıza hayran oldum lakin klawye kullanma alışkanlığımı mazur görürsünüz umarım .. Ben yazar olurum editörler düzeltsin:)

alptraum 03-07-2009 03:35

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Sözlükle bilahare kendisi Führer hocamiz mesgul olunca böyle oluyor :) Bu arada yazinizi cani gönülden tebrik ederim. Özgün yazilari cok seviyorum. Haddim olmayarak elestirecegim bir kac kistas var ama sicagi sicagina degerlendirmek istemem lakin yanlis düsünüyor olabilirim tartmak gerekir

kipchak 03-07-2009 03:59

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

AsMhA´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 35760)
Alfabe ve Türkçe konusundaki duyarlılığınıza hayran oldum lakin klawye kullanma alışkanlığımı mazur görürsünüz umarım .. Ben yazar olurum editörler düzeltsin:)

Bizimde hatalarımız oluyor tabiki ama elimizden geldiğince dikkat etmeye çalışıyoruz ve gösterdiğimiz bu duyarlılığın aynısını siz üyelerimizdende bekliyoruz :)

AsMhA 03-07-2009 05:09

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Türkçe konusunda gerçekten bende hassaımdır ama elimde kalem olduğunda rahat olurum we konuşurken diksiyon açısından değerlendiririm klavyede sürekli acele işler yaptığımdan sıkıntılar oluyor anlayışınızı bekliyorum:)

alptraum 03-07-2009 06:30

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

cnbrg´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 35699)
o zaman idamların olması çok normal adam hapse gircek çıkcak tekrar isyan etcek hem bunların hepsini atatürk'ün emir verdiğini açıklar mısın elinde belgen var mı ?

Baska bir yerde bizim hakkimizda "o siteyi yapanlarin sitelerini baslarina gecirelim tabirini" kullanmak size yakisiyor mu?

Burda birseyler yazip arkamizdan vurmak mertlikmidir?

Yakismadi!!!

emirahmedyasin 03-07-2009 21:59

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

el_feta´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 30852)
İşte ben mürteciyim, gelsin işitsin dünya!
Hem de baş mürteciyim, patlasanız, çatlasanız!
Hadi kânûnunuz assın beni, yâhut yasanız!

MEHMED AKİF ERSOY


Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana
Yükselidk sanıyorlar alçaldıkça tavana

NFK


vesselam...

Yazdığınızı yeni gördüm.Bizimle paylaştığınız için ayrıca teşekkür ederim.
Galiba ben de aynı tanıma uyuyorum:)

hamiyoda 03-08-2009 13:42

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Canım kardeşim sizi anlamak gerçekten mümkün degil,

Atatürk şöyle kaptı ,böyle kesti,

evet dogrudur , kürtlerle savaştı, seriatçılarla savaştı, yobazlarla savaştı..

önce misaki milli sinirlarini güvence altına aldı, sonra sanayi ve ekonomik icraatlarını geliştirdi, (şeker,kumaş vs,vs fabrikaları gibi)

O senin faşit veya kanlı dedigin atatürk, bu ülkedeki insanlarin okuma yazman ögrenmesi için alfabeyi değiştirdi , alfabe degişincede aynı şapka devreminde oldugu gibi karşı gelenler oldu ...

kadınlara seçme ve seçilme hakkını verdi , bugün hangi arap ülkesinde kadınlar bu ülkedki haklara sahip, tek eşliligi verdi , bunun gibi bir çoksey daha ve hep karşı cıkanlar oldu...

bugün sahip oldukların, o karşı çıkanlar yüzünden degil, bu devrimleri yapanlar yüzünden ...

teşşekürler

AsMhA 03-08-2009 14:04

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

hamiyoda´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 35923)
Canım kardeşim sizi anlamak gerçekten mümkün degil,

Atatürk şöyle kaptı ,böyle kesti,

evet dogrudur , kürtlerle savaştı, seriatçılarla savaştı, yobazlarla savaştı..

önce misaki milli sinirlarini güvence altına aldı, sonra sanayi ve ekonomik icraatlarını geliştirdi, (şeker,kumaş vs,vs fabrikaları gibi)

O senin faşit veya kanlı dedigin atatürk, bu ülkedeki insanlarin okuma yazman ögrenmesi için alfabeyi değiştirdi , alfabe degişincede aynı şapka devreminde oldugu gibi karşı gelenler oldu ...

kadınlara seçme ve seçilme hakkını verdi , bugün hangi arap ülkesinde kadınlar bu ülkedki haklara sahip, tek eşliligi verdi , bunun gibi bir çoksey daha ve hep karşı cıkanlar oldu...

bugün sahip oldukların, o karşı çıkanlar yüzünden degil, bu devrimleri yapanlar yüzünden ...

teşşekürler

Bu ülke askeri yargılamak konusunda o kadar sıkıntı çekmişken Atatürk ün yargılanması ciğdden çok ama çok sancı doğurur..

Atatürk düşmanı mıyım hayır değilim. Kemalist miyim değilim... Arasındayım .. Kimisi dünyanın tüm kötürlüklerinin sorumlulşuğunu Mustafa Kemal'in üzerine yıkmaya çalışırken kimisi de kemalizm dinini icat ediyor we hem tanrısı M: Kemal oluyor hem Peygamberi.. Ona peygamberlerdeki ismet sıfatını yakıştırıorlar.. İşte sıkıntı burdan çıkıor..

Bir kesim dinle alakası olmadığı halde insanların din duygusunu sömürken bir kesim de Atatük nedir bilmeden ben kemalistim diyor we kemalizmin arkasaında saklanıyor.. We o adamı eleştirince de ben kemalistim sen beni eleştiremessin beni eleştirmekle mustafa kemale hakaret ediyorsun diyecek kadar sapıtıyorlar. Bu kutuplar her zaan olacak Atatürk ne ilah ne peygamber onunda doğruları we yanlışları war öncelikle bunu kabul ederek diyaloğa başlamak gerekiyor..

Kadınların hakları derken araplar ile kıyaslama araplar şeriat rejimi uygulamıyor.Bi şerefsiz başa geçiyor günlük 10milyon dolar yakın para harcıyor keyfi adına kral deniyor we ağzından çıkanlar da buyruk. İStediği fetvayı çıkartıyor şeriat için onu örnek wermeyin basitleşmeyelim.. Hiçbir beşeri kanun İlahi kanundan yüce olamaz... Kadın hakkını aldı derken istediği hakkı değil onlara dayattıkları hakkı weriyorlar... Belki bir kesim kadın seçme we seçilme hakkını üniversitelerde kendi vicdani hakları ile dinini de bir kenara yaşamadan eğitim görerek kullanmak istiyorlar.? Sen bu hakkı alıp yerine seçme we seçilme hakkı werince demokrat mı oluyorsun?

Hee diyorlar ki dini sömürüyorlar , kullanıyorlar . Yalan mı ewet doğru din ile töreleri birbirine karıştırarak kendi çaplarında din türetmeye çalışanlar war . Buna engel olmak için dinin bariz kurallarına kota mı koymak gerekiyor? Madem o kadar ileri o kadar muasır medeniyet oluyoruz muasır medeniyet olmanın temeli eğitimden geçer. Kuran kurslarını kapatmak yerine adam gibi dewlet denetimli 8 yıllık eğitimin içine içi boş bir müfredat değil de Seçmeli değil mecburi din eğitimi wersinler? We herkes dinini adam gibi öğrenince de kuru sıkı sallayanlara kimse itimat etmes. Cennetten toprak satan adamdan o toprağı almayı düşünmez bile...

Selam ve dua ile...

dionysoz 03-08-2009 17:39

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

AsMhA´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 35758)
Bu konunun altında bir bu mesaja dayanamadım sanırım yine uçuk kaçık birkaç yaklaşım var uçlarda yaşayan insanlar uçlarda örnekler verenler cehaletlerinin bir maskenin arkasına saklayanlar bazı tabuları hala dokunulmaz sayan yorumlarda sustum ama burda susamıyorum . Bu konunun altında 2 arkadaşın yorumları dikkatimi çekti bişeyler kazandırm diyebilirim birisi admin arkadaşım diğeri konu sahibi arkadaşım.. Şimdi senin bu cevabını kendi paradigmamda değerlendirmek istedim..

(yahu dostum seni şöle irana doğru alalım biz.sen git orda layık olduğun rejimde yaşa.sen ve senin gibi bu iran rejimini savunan bütün herkez.şu humeyni sevdalısı kızlar gibi;)
Benim anladığım arkadaş iran yada afganistan rejimini savunmuyor arkadaş Allah'ın kanunu olan şeriatten bahsediyor . İran yada başka arap devletinde gerçekten Allah ıın kanunları uygulanıyor olsa idi durumları çok daha farklı olurdu.

(o kızlardan biri diyorki ben en temel hakkım olan başörtüsüyle okula girme hakkımı istiyorum.bu ülkede ben özgür değilim diyor sona kalkıp humeyniyi seviyorum.onun rejimini istiyorum diyor.)

O kızların arasında provakatörler de çok oluyor bence bunu sen de biliyorsun. Sivil hayatta minileri giyip Fatih e gidip çarşaf giyip paparazzilere poz verip röportaj yapan şahısların yorumlarını sen bu özgürlükten yoksun kardeşlerimin sesi olarak değerlendiremezsin. Ki beyin fırtınası kuralları vardır bir olayı değerlendirirken 2 tane alt sınır ve üst sınırdan örnekler verirsin arasında herkes bi fikir sunar o arkadaş provakatör değilse eğer Humeyni örneğini üst sınır olarak vermiştir ki senin bildiğin özgürlük ile o kardeşimin anladığı özgürlük aynı şey değil demekki.. Onun özgürlüğü Allah a kölelikten geçiyor senin özgürlüğünün tanımını yapmak bana düşmüyor. Ki madem felsefe ile yaklaşıyorsun bilirsin ki felsefi kurallar içinde mutlak özgürlük yoktur özgürlük tercihlerdir: Tercihlerini kendi yapabilen insan bi nebze özgürdür..

(yahu kardeşim demezlermi adama humeyniyi ve onun rejimini savunan birinin hakla hukukla ne işi olur )


Bunu demeye kim nasıl kendinde bi hak buluyor? Hak ve hukuktan bahsetmeye mani olacak kadar hakkı kim kendinde buluyor?

(kadınlara tanınan seçme seçilme hakkını haktan saymayan,özgürce kılık kıyafet giyebilme hakkını haktan saymayan,kadınları toplumda özgür ve saygın yerlere taşıyan hakları haktan saymayıp başörtüsüyle üniversiteye giremedi die kendini özgür hissetmeyen birine ve sırf bu hakkı için humeyni rejimini isteyen birinede bi tarafıyla gülerler yani.aslında bu çelişkinin anlamsızlığının anlamı tamda aşağıda bahsettiğim şeydir.)

Bu paragrafta geçen özgürce kılık kıyafet giyme hakkı sencede üst paragrafın ile çelişmiyor mu? Haklar içinden sana seçme ve seçilme hakkı sunuyorum istediğin kıyafeti giyebilirsin istersen hiç giymezsin ortalıkta dolaşırsın kargaşa çıkartırsın ama başörtüsü yasak. Hee dersin ki yasak değil sokakta giy iyi de ben öğrenciyim eğitim dersi ve hukuk görüyorum ve anayasal hak olarak her bireyin eğitim alma hakkı var peki bu eğitim alma hakkını kıyafeti ile yargılayarak mı elinden alacaksın kardeşimin? Bu bakış açısını somutlaştırmak için derler ki kendini sağduyulu sanan insanlar her doğuluya her kürt kardeşime pkk lı muamelesi yapmayın o da bizim kardeşimiz sen onu toplumdan soyutlarsan o tabi mecburen pkk nın kucağına oturacak ona başka şans bırakmıyorsun diyorsun.. Diğer yandan başörtüsünü yasaklıyorsun sebep olarakta bunun bir sembol olarak kullanıldığını söylüyorsun ama bu kişinin bir insandan almadan önce Allahtan aldığı emirdir ki kusura bakma ama bu senin anayasanın da üzerinde bir kanundur (inançlı insan için) he yokmudur bunu kullananlar evet vardır ama kullananlar var diye sen pireye kızıp yorgan yakamazsın. Pkk örneğinde olduğu gibi sen bu sefer başörtülü kardeşimi toplumdan soyutlarsan onu da siyasi yada farklı amaçlara başörtüsünü alet etmiş olan şahısların kucağına itersin bu hakkı kim veriyor sana. Geçen yasak kalkmıştı ve benim yan sıramda başörtülü arkadaşım derse giriyordu hiçbir sıkıntı olmuyordu bu yasaktan nemalananlar kimler ? yasak varken kullanılır serbert olsa bu durum bunu siyasi olarak ta kimse kullanamaz. Bu olduğu gibi siyonist mantık olan kaos çıkart ordan ekonomik olarak ve siyasi olarak nemalan mantığıdır...

(osmanlı imparatorluğu son zamanlarında istihbarat konusuna hiç önem vermemiş bi istihbarat teşkilatı kurmayı akıllarına bile getirmemişlerdi.lakin diğer milletler artık istihbarat ve casusluk faaliyetlerinde o kadar ilerlemişlerdiki istanbul 10 larca ülkenin casusunun cirit attığı elini kolunu sallay sallaya gezdiği her türlü bilgiye rahatlıkla ulaşabildiği inanılmaz bi casusluk ağının örüldüğü bir şehir haline gelmişti.aslında osmanlı imparatorluğunun yıkılmasının en büyük nedenlerinden biri budur.belkide en önemlisi.hep denirya osmanlı hükümeti içten çökertilmiştir die.işte bu casusluk aktiviteleri ile devletin gizli bilgilerini ele geçirmekle,binbir çeşit tezgahlarla,onu bunu kışkırtmak ,ayaklandırtmak şeklinde devleti zayıflatıyorlardı.
halen daha yakın tarihimizde alevi sunni,türk kürt,sağcı solcu gibi çatışmaları pompalayan itici kuvvetler daha ozamanlardan örülen o casusluk ağının faaliyetlerinin devam ettiğini anlatmaya yeter.ne yazıkki ülkemizde cahil sürüleri provake edip önüne katma çok kolay olmaktadır.)

İşte burda çok büyük bir yakın tarih gafı yaptın ... Dünyaya istihbarat nedir bunu öğreten insan II. Abdulhamid dir. Öyle bir istihbarat ağı kurmuştur ki mossad bundan bunalmıştır. Ve bitti denilen osmanlıyı yeniden canlandırarak Türk orta asya tarihi de dahil olmak üzere Tc yi de kapsayacak en büyük eğitim referandumunu gerçekleiştirmiştir ekonomiyi düzene koymak üzeredir ki Ünlü yahudi ideoloğunun Tüm borçları silme karşılığı istediği toprağı ona vermeyecek kadar ileri görüşlüdür. O çok övündüğümüz Çanakkaleyi iyi araştırın o savaşı kazanan insanlar aydın kesimdir ve hepside Abdulhamid in son dönemde açtığı okullardan mezundur. Peki boğaza yığılan toplar oraya ne zaman konmuştur gene Abdulhamid zamanında alınıp oraya dahice yerleştirilmiştir. Bütün dünya bu adama hayranken neden bi yahudiler birde siyonist yerli aydınlar bu adama kızıl sultan diyor iyi araştırın sonrasında nasıl ah edip vah edip sultanım keşke başımızda olsa idin diyorlar.. (Belge isteyen arkadaşlar Abdulhamidin kurtlarla dansı adlı kitabını okuyabilirler)
Orda bahsettiğin provakasyonu gerçekleştiren kısım bugün ergenekon adı ile tanıdığımız Türk tarihine genç osmanlılar diye giren İttihat ve terakki adı ile devam eden Türk tarihini mundar eden kesim olan mason sözde Türk aydınlarıdır . Meşrutiyet diye ağladılar aldılar hakkı ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Baskıdan yakındılar iktidar olmaktansa iktidarı arkadan dürten güç oldular. Bunun için suikastler dahil her türlü baskıyı yaptılar. Şimdi biraz daha düşün bakalım baskıyı yapanlar kimler..?

(işte bu din ve atatürk ,bi başka deyişle laik-dinci kavramlarını iki karşı kutup haline getirme planıda ingilizlerin bi oyunundan başka bişi değildir.ingilizler bu çatışkının toğumlarınıda ozmandan atmıştır.şeyh said ayaklanması falan.itirazı olan araştırsın.bu zavallı cahil ,kara cahil cübbeli dincilerde ingilizlerin kuklaları olduklarını bilemeden ellerindeki davulları çalıp durmaktadırlar.
ZAVALLILAR
ne diyelim Allah akıl ihsan eylesin.)

Söylediklerinin bu kısmında haklılık payı olmakla birlikte tam olarak doğru diyemeyeceğim. Laik ve dinci kesim karşı karşıya gelmesi derken dini bir rejimden başka bir rejime geçmek kesinlikle sancılı bir dönem olacaktır. Peki günümüzdeki sorun laiklik olsun olmasın konusu mudur? Bence değildir . İlkokuldan itibaren öğretilen basit tanımında Laiklik ..: din kuralları devletin işine müdahale etmieyecek , devlet te dinin kurallarına kota koyamayacak ...Bunun temeli laiklik hristiyan mezheplerinin çatışmalarını engellemek için koyulmuş bir kuraldır bizde eğreti duracağı zaten belli ama peki bu laik iz diyenler laikler mi? Dini bir kural olan başörtüyü belli alanlarda serbest belli alanlarda yasak demek ne demektir? Bu kapıdan içeriye dini inançları olan insanlar giremez mi? O kurum kamusal alandır derler peki kamusal olmayan alan nedir ? Bunların net tanımlarını yapmayarak herkes işin bi ucundan çekiyor ...

Ana konuya dönecek olursak Atatürk ve icraatları ile Atatürk diktatör müdür? Bir dahi olduğunu düşünüyorum ama hızlı karar alma adı altında katakulleye gelen kararlar , istiklal mahkemeleri ile aydın olan ama kendi düşüncesine uymayan insanları temizlemek demokrasi ise demokrattır. Kendisi isteyerek tek parti değil böyle demokrasi olmaz diyerek 2, parti kurduruyor ama bakıyor ki diğer parti sandıkta onun partisini gömecek bu parti hemen kapattıracak kadar demkrattır.
He peki kurtuluş savaşı ne alaka ? Kurtuluş savaşındaki duruşu kesinlikle mükemmel bir liderlik örneği askeri yönüne lafım yok milliyetçiliğine de ama ulus devleti kurarken ulusa değilde kendi kararlarına göre devleti kurması siyasi bir talihsizliktir. Peki dini o devirde kullanan yokmuydu inanılmaz bir kokuşmuşluk vardı ama kolay olan zaten yasak koymaktı Bunu kurtarması gerekirken Halifeliği kaldırması çok tartışılacak bir konu ki hala tartışılıyor bu inklaplar ne kadar demokratik kararlar olarak alındı ve ne kadarı halkın kabulü ile alındı : Neydi cumhuriyet? Ulus devleti ne? Bİr süre boyunca İmpareatorluktan farkı şu oldu son kararı veren 1 padişah değil de 3 5 kişi oldu ama bunu yine topluma mal etmediler kendi düşüncelerini dayattılar.
Kurtuluş savaşını tek başını Mustafa Kemal e maletmek de diğer konutanlara ve anadolu halkına kuvai milliyeye büyük ayıp olur. Bunları da değerlendirin ama onun yaptığı liderlik gerekli idi . Bana göre mükemmel bir komutan ama o derece başarılı olmayan bir devlet adamı.. Lozan benim için kazanç değil kanla kazandığımız toprakların bir kısmını farketmeden masada geri verdik bu başarısız bir siyasettir.
Ama Atatürkün din konusunda dinsizdir diyecek kadar iddialı değilim ki İman konusunda insan son sözü söyleyemiyor Müslüman olan bir insana kafir demek insanı dinden çıkartır.. Bu büyük ithamdır.
Kanıt konusuna gelince admin arkadaşıma hak veriyorum bakış açıları ile değerlendirmeler kutuplaşmaya yol açar (bazıları bakar ama görmez) o bakıp görmeyenler için belgeler lazım buna da dikkat etmek gerekir..

Neyse Allah Hakkımızda hayırlı olanı versin demekki böyle bir idareyi hak ediyoruz ki böyle yönetiliyoruz...

Selam ile...

#Not:
*Alfabemizde ''w'' harfi bulunmamaktadır.(w değil v)
*Party değil parti.

Lütfedip kasmış yazmışsın.tebrikler ve eywallah..

el_feta 03-09-2009 00:54

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Esselamu aleyküm... Nickim el_feta,el-cevap diyorum:
1. İran ya da afganistan rejimini istememek,ya da onlar TAM anlamıyla islamı uygulamıyorlar !!! bu ne demek??? tam anlamıyla islamı uygulamak ne demek??? müslüman devletleri yönetecek kimdir?? insanlar değil mi? hata yapılamaz mı? ve bu hatalar yine islam ile düzeltilmez mi??? ya zaten onlarda tam uygulayamıyorlar demek,basit bir kaçıştan ibarettir... humeyni nin fikirlerini biliyor musunuz hakikaten,hiç onu yakından tanıma araştırma ihtiyacı hissetiniz mi??? talibanı tanıyor musunuz???(ingiliz gazeteci yvon ridley i bi dinleyin) molla ömer kimdir bilir misiniz??? Abdullah azzamı duydunuz,okuudnuz mu???

inanın o kadar basit bir cümle ki,zaten onlar da tam uygulayamıyorlar...
hataları olabilir...devrim prematüre olmuştur ,eksiklikleri vardır,ama bu onun ortadoğunun en büyük devrimi olduğu gerçeğini yoketmez...
iranı eleştirenler medyanın etkisiyle dillerine pelesenk etmişler şu örtü muhabbetini başka bildikleri bişey yok...eee diyorum en çok bilen iki cümle daha söylüyor,sonra susuyor,kafalar o kadar esir ki medyaya...talibanı falan hiç bilmiyo zaten kimse,öcü onlar öcü,ben biliyorum!!!!

2.BİR TARAF OLMAYAN BERTARAF OLUR...
islam taraftır..kuran insanlığı ikie ayırır...HİZBULLAH(allah taraftarları) Hizbuşşeytan(şeytan taraftarları)...Siz hangisiniz????
Allah'ın tarafı iseniz,kuranla konuşun...Özgürlük de ne demekmiş???
müslüman özgür değil kul dur...ben müslümanım demiş ise,örtünecek tabi ve evet zorla,adı üstünde FARZ...zorunlu yani...bunu iman etmedeb önce anlayacak...müslüman eğilse bu zorunluluk yoktur o ayrı bir tartışma konusu...batı özü - gür(özgür) kavramında öz yerine nefs i oturtmuştur...dolayısıyla heva ve hevesi neyi dilerse onu yapar..varsa biraz sosyal baskı vardır...o da zamanla yırtılır... tıpkı değerlerini bilmeyen ve ona sarılmayan bu toplumda olduğu gibi...akif "burnunu göstermeye utanırdı ninem" diyordu,sütçü imam bir kadının çarşafına dokunana kurşun sıkıyordu,çok değil 1 asır geçmedi,gelsin görsünler halimizi...
bu dediklerim müslümana anlatılır...değer yargıları batı aklına göre şekillenmiş bir insana nasıl anlatayım ben,bu değerleri..almıyor kafalar,kalpler...
3.Şeyh said kıyamı meselesi...Şeyh said,yakın tarihin gururudur...araştırdım efendim,mahkeme zabıtları dahil...Sizin ingiliz parmağı dediğinizi,ismet inönü dahi itiraf eder,o zaman ismet inönünün konumunu düşünürsek,herhalde ondan daha iyi biliyo olamazsınız...ismet inönü de,ingiliz parmağı olmadığını itiraf eder..gidin siz bir bakın efendim,hatıralarına...
4.Laiklik....
laiklik batı paradigmasından çıkmadır...onlarda Tanrının hakkı tanrıya,sezarın hakı sezara dır...ve laiklik dine değil,din adamlarına karışmıştır yani kiliseye...o yüzden bugün batıda din oldukça serbesttir...ama islamın ilahı olan v eyegane ilah olan ALLAH;YERİN DE GÖĞÜN DE RABBİDİR...Dolayısıyla hükme karışır...
ALLAHIN İNDİRDİKLERİYLE HÜKMEYMEYENLER KAFİRLERİN TA KENDİLERİDİR...(maide 44)

ve rakamını şimdi hatırlayamadığım bir ayet: BİLİN Kİ YARATMAK DA HÜKMETMEK DE ALLAHA AİTTİR...

sözkonusu islamsa ,dinin karışmayacağı bir alan olamaz...
islamı beşer ideolojisi gibi düşünüyor herkes...ya peki müslüman olmayanlar ne yapacak,onlara zulüm olmaz mı diye hemen düşünüveriyor???
kafaya takılan bu soru ontolojik olarak saçam bir kere...demezler mi adama,senin ne biçim ilahın var..Senin bir kere de aklına gelen ,YOKTAN VAREDENİN aklına gelmemiş!!! olabilir mi böyle bişey....şunu bilin ki,yahudinin bile en adalatle yaşayacağı yer ŞERİATTIR....İSLAMDIR...bilmiyorsanız,islam hukuku okuyun...Kuran okuyun,hayatınızın tamamını değiştirecek bir kitap olarak ama...Kuranı elinize aldığınızda iyi bakın o kitaba,o kitap hayatınızın tamamını değiştirmek için inmiştir...


insanlar kendilerine göre bir orta yol tutturabilirler efendim...uç olmak ne demek..orta neresi ki,ben ya da o uç oluyor...merkez neresi????
bana orta yolun ne olduğun söyleyin...
Böylece sizi vasat bir ümmet(orta yollu-dengeli) kıldık ki, insanlara karşı Şahitler olasınız.

Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun…(el-Bakara,2/143).



selam ile...

gecmiseozlem 04-30-2009 18:03

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

görüyorum ki burda atatürke laf söylenmesinden çok rahatsız olan arkadaşlar var hemen klasik yöntemlerle savunuyorlar. eğer ki koskoca kainatın efendisini bile insanlar eleştirme hakkı göre biliyosa ona hakaret edebiliyosa atatürk de kim ve madem atatürk o kadar iyi vatan sever işte klasik şekilde savunmak yerine iddiaların aksini ispatlayın yalnız kendi zihniyetinizle yazan yazarlardandeğil gerçek tarih kitaplarından ispatlayın

xxl_no 05-23-2009 16:42

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

bugün siz burda ulu önder mustafa kemal ATAtürke rahatça hakaretler savvurmanız bile demokrasi ve O'nun sayesinde değil midir ki!!Biraz düşünün..Allahın verdiği aklı niye kullanmaz ki sizin gibiler!!Bugün egemenlik bir zümreye diğil de size yani millete aitse,beni yönetenleri ben kendim seçiyorsam veyahud ben de seçilmek için aday olabiliyorsam,bugün istediğim gibi sinemaya tiyatroya bırakın onları istediğim gibi sokakta dolaşabiliyorsam,bugün dinimi istediğim gibi yaşayabiliyorsam hiçbir kısıtlama getirilmiyorsa,bugün irandaki gibi yargısız infaza recim gibi çağ dışı şeylere mağruz kalmıyorsam,bugün başka miletler tarafından örnek alınan bir liderim varsa,çocuğumun bayramı,gencimin bayramı varsa,ülkesini küllerinden doğuran,istanbul hükümetinin nedense kafirlerin!! emellerini gerçekleştirmek için yaptıkları hertürlü çalışmaya karşın vatanına olan sevgisiyle yurdu düşman işgalinden kurtaran,o olamasaydı belki de bizans imparatorluğunda yaşayabileceğimiz,milletini çağdaş uygarlıklar seviyesine çıkarmak isteyen bir insana nasıl dil uzatabilirsiniz.Anlamış değilim!!

abı-hayat 05-23-2009 20:13

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

xxl_no´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 43989)
bugün siz burda ulu önder mustafa kemal ATAtürke rahatça hakaretler savvurmanız bile demokrasi ve O'nun sayesinde değil midir ki!!Biraz düşünün..Allahın verdiği aklı niye kullanmaz ki sizin gibiler!!Bugün egemenlik bir zümreye diğil de size yani millete aitse,beni yönetenleri ben kendim seçiyorsam veyahud ben de seçilmek için aday olabiliyorsam,bugün istediğim gibi sinemaya tiyatroya bırakın onları istediğim gibi sokakta dolaşabiliyorsam,bugün dinimi istediğim gibi yaşayabiliyorsam hiçbir kısıtlama getirilmiyorsa,bugün irandaki gibi yargısız infaza recim gibi çağ dışı şeylere mağruz kalmıyorsam,bugün başka miletler tarafından örnek alınan bir liderim varsa,çocuğumun bayramı,gencimin bayramı varsa,ülkesini küllerinden doğuran,istanbul hükümetinin nedense kafirlerin!! emellerini gerçekleştirmek için yaptıkları hertürlü çalışmaya karşın vatanına olan sevgisiyle yurdu düşman işgalinden kurtaran,o olamasaydı belki de bizans imparatorluğunda yaşayabileceğimiz,milletini çağdaş uygarlıklar seviyesine çıkarmak isteyen bir insana nasıl dil uzatabilirsiniz.Anlamış değilim!!

hayır onun sayesinde değil ancak o vesile oldu bugün kamuya ve üniversitelere başörtülü giriş yapılmıyorsa yine onun kılık kıyafet devrimi sonucu oldu ve nice kişiler sadece şapkayı kabul etmediği için idam edildiler.(mesala iskilipli atıf hoca gibi)tarih ortadayken fazla söze ne hacet.

xxl_no 05-24-2009 12:02

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

milli mücadelenin aleyhinde çalışmış, islam teali cemiyetinin fertlerinden. ingiliz işgalini destekleyen, halkı milli mücadeledeye destek olmamaları konusunda fetva veren kişilerden iskipli atıf hocayı mı diyoorsun sen!!!Kahraman şehitlerimiz cephede canları pahasına savaşırken o ne yaptı hiçbirşeyy,Atam ülkesi için çağdaş uygarlıklar seviyesini yakıştırırken o ne yaptı gerici geri kalmış kadınların sayılmayacağı,anamın bacımın hiçbir hakkının olmayacaği rejimi savundu!!Bu kadar açık ve netken asıl kurtarıcına nasıl dil uzatabiliyorsun!!

abı-hayat 05-24-2009 13:22

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

sizi iskilipli atıf hocanın hayatını araştırmaya davet ediyorum.ne yaptı söylermisiniz.sadece suçu sapkayı kabul etmemekmiydi.onun için mi sehitlik makamına yükseldi?ne bahsediyorsunuz siz ya!Ya Kahramanmaraş da idam edilen kişiler.maraş isyanı(7 idam 7 kişiye 15 yıl 9 kişiye 10 yıl 1 kişiyede 3 yıl hapis cezası )tarih ortadayken neyin mücadelesini yapıyorsunuz.lütfen tarihinizden haberiniz yoksa araştırın.

abı-hayat 05-24-2009 13:23

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

ve siz atıf hocayı vatan hainliylemi suçluyorsunuz? lütfen kendinize gelin ve gözlerinizi açın da iyi görün.

xxl_no 05-24-2009 17:25

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

"Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın hoca olmak sarıkla değil dimağladır"
Atatürk

abı-hayat 05-24-2009 18:00

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

xxl_no´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 44020)
"Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın hoca olmak sarıkla değil dimağladır"
Atatürk

bu sizin düşünceniz. biliyorum ki her sarıklı hoca değildir.sarığın altına giripte dini istismar eden okadar kişiler varki islama yazık ediyorlar.ama rica edrim,atıf hocayı bu konuma sokmayın.peki atıf hoca dediğiniz gibiyse Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca aynı gün idam edildiler. iskilipli atıf hoca yıllarca dine hizmet için çalişmiş ve birçok eseride bulunan ve sehadet şerbetini(o na ne mutlu) tadan bir zattı.yani bizler çağdaş olmak adına dinimizi mi istismar etmeliyiz?.zaten bilinçli mü,min aynı zamandada çağdaştırda ve kimliğiyle islamı sergiler.iskilipli atıf hoca birgün yıldız sarayında vahiddüddinin iftar sofrasında ....tam bir avrupalı edasıyla yemek yiyor ve çatal bıçak kullanıyor.doğal olarak padişah şaşırıyor ve bu zerafeti gözünden kaçmıyor ve ekliyor:sizi tebrik ederim hoca efendi çatal ve bıçak kullanmnızdaki zarif ve hakim edanızı çok beğendim. oysa çatal ve bıçakla yemek yemeyi günah sayanlar bile var... hoca bir tebessümle cevap verir :hayır haşmetmahapbu işte hiç günah yoktur!çünkü peygamber efendimiz ucu tırtıllı bir dal parçasıyla yemek yedikleri gibi, kendilerinden sonra icat edilen temizlik vasıtaları ve faideli aletlerin kullanılmasında hiç bir sakınca düşünülemez. görüyormusunuz asıl yanlış zihniyet sizin gibi düşünenlerindir.en çağdaş biçimde islamı dünyanın dört bir tarafında anlatan o kadar önemli zatlar varki.bilgili ve kültürlü aynı zamanda çağdaş. şimdi size onları tek tek saymayacağım.

abı-hayat 05-24-2009 18:17

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Avrupa’da birkaç ay kalabilme fırsatını elde etmiş ve şöyle-böyle bir yabancı dili hecelemeye başlamış pek çok insan, yapacak başka bir şey kalmamış gibi kendi insanını tezyif etmekte (alaya almakta) ve milletini hakir görmektedir. Bu tür insanların ağzından şu ifadeleri çok duymuşsunuzdur:

“Ah, ne kadar geri bir milletmişiz!.. Meğer hayat Batı'daymış... Bizim ülkenin insanları âdetâ canlı cenazeler... Bu yığınların, yaşadıkları çağı yakalamaları mümkün değil... Hele Müslümanlık, o bütün bütün çağdışı... Biz, bu kılık ve kıyafetle varılabilecek yerlerin en yakınına dahi varamayız!.. Dünya başını almış göklerde dolaşırken, bizler bu sıkma başlarla hâlâ yerde yürürken de tökezliyoruz. Milletin yükselip çağıyla hesaplaşması düşünülüyorsa, bu, Batılılaşmadan geçer...” vs...

İşte bu düşünceler, merhametsiz yılların ve karanlık günlerin yabancılaştırdığı derbeder nesillerin düşünceleri ve bir dönemde heder olup (boşa) gitmiş yığınların hezeyanlarıdır (boş konuşmaları). O talihsiz günlerde bu hezeyanlara cevap veren bir başyüce kamet vardır: İskilipli Atıf Hoca. O, “Frenk Mukallitliği (taklitçiliği) ve Şapka” ismiyle yazmış olduğu eseriyle geri kalışımızın gerçek sebepleri üzerinde durarak hakikati haykırmıştır. Ne var ki, hak ve hakikata tahammülü olamayan yarasa ruhlular, sesini soluğunu kesmek için onu sudan bahanelerle idam sehpasına kadar götürmüşlerdir. Şimdi sizleri bu büyük dava adamının ibret dolu hayatıyla başbaşa bırakıyoruz...


YETİŞTİĞİ ÇEVRE

Atıf efendi Akkoyonlu aşiretinden ve İmamoğulları denilen aileden Mehmed Ali ağanın oğlu olup, 1292 hicri senesinde Çorum’un İskilip kazasının Tophane köyünde dünyaya gelmiştir.

Annesi Mekke-i Mükerremeden göç etmiş Ben-i Hattap aşiretinden, Arap dedenin torunlarından Nazlı hanımdır. Altı aylıkken öksüz kalan Mehmed Atıf, dedesi Hasan Kethüda efendinin himayesinde yetişmiştir.

TAHSİL HAYATI
Büyük babası Hasan Kethüda efendinin himmetiyle evvela köy hocasından başladığı tahsiline 1891 yılından itibaren iki sene İskilip’te, müderris Hoca Abdullah efendi nezaretinde devam etmiştir. 1893 Nisanında ailesinin karşı çıkmasına rağmen İstanbul’a geldi ve medrese tahsiline burada devam etti. Meşhur Çarşambalı hocanın rahle-i tedrisine (Bir âlimden alınan ders) oturdu. Medresede daha çok “İskilipli Mehmed” olarak anılırdı.1902’de medrese eğitimini iyi derece ile bitti ve aynı yıl açılan Ruus imtihanına(bir nevi mesleki kariyer sınavı) girerek İstanbul müderrisliğini (Profesör) kazandı, ertesi sene Fatih Camiinde ders vermeye başladı.

Bu arada İstanbul Dar-ül Fünunu ( Üniversite) İlahiyat Fakültesine girdi ve 1905’te buradan mezun olarak Kabataş Lisesi Arapça muallimliğine (öğretmenliğine) atandı.

MEYVELİ AĞAÇ
Mehmed Atıf Efendi Cumhuriyet döneminde olduğu gibi, Meşrutiyet ( Bir hükümdarın başkanlığı altında millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi) öncesi ve sonrasında da çeşitli garazkarların (Hased ve düşmanlık) yanlış tevil (yorum) ve nazarları (bakış açıları) yüzünden taşlanıp durdu. Ama o bunlara tevekkülle sabretti, fazilet yemişleri vermeyi sürdürdü.

Meşihat –ı İslamiye dairesinde ( İslâmî işlerin ilmî mes'eleleri ile uğraşan devlet dairesi) bulunan dersiamların (Asistan) mağduriyetini giderme konusunda yaptığı çalışmalar üzerine devrin Şeyhülİslam’ı tarafından Bodrum’a sürüldü. Üzerinde yoğunlaşan baskılar yüzünden Kırım’lı İbrahim Tali efendinin pasaportu ile gizlice Kırım’a geçti. Kırım’dan Varşova’ya kadar gitti.. Meşrutiyet’in ilanından bir hafta evvel İstanbul’a geri döndü.

1910’da medreselerin genel müfettişliğine getirildi. Bu sıralar Sebilürreşad, Beyan-ül Hak, Mahfel gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Fazileti ve ilmi İstanbul’un her tarafına yayıldı, hatta yurtdışına kadar taştı. Kosova, Plevne, Üsküp gibi yerlerden heyetlerin memleketlerinde yerleşmesi için yaptıkları ricaları, Kırım evkaf nazırlığı (vakıflar bakanlığı) tekliflerini nazikçe geri çevirdi.

Rivayete göre Japon büyükelçisi Baron Uşida kendisini ziyaret ettiğinde Atıf Hocaya şöyle söylemiş: “Sizin gibi birkaç hoca daha olsaydı, İslamiyet bütün Doğuyu, bu arada Japonya’yı da fethederdi.”

Bilahare Çorum’dan mebus (milletvekili) adayı oldu. 31 Mart olayında bir hafta tutuklu kaldı. Suçsuz olduğu tebeyyün edince (ortaya çıkınca) serbest bırakıldı. İttihatçıların entrikaları ile, Mahmud Şevket paşanın öldürülmesi olayında dahli (katkısı) olduğu gerekçesi ile Sinop’a sürüldü. Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu'da yaklaşık 1,5 yıl sürgün hayatı yaşadı.

Sinop sürgününün canlı şahitlerinden emekli imam Cevdet Soydanses bey, Atıf hocayı şöyle anlatmakta: “Atıf hocayı ilk defa Sinop’ta gördüm. Küçük bir çocuktum henüz. İttihatçılar 600 kadar kişiyi Sinop’a sürmüştü. Aralarında babamla Atıf Hocanın da bulunduğu bu sürgünlerin mühim kısmı hoca idi, din adamıydı. Atıf Hoca çok efendi bir insandı. Sessiz, sedasız, ağzı çok iyi laf yapar, eli kalem tutardı. Bu sürgünden sonra İstanbul’a dönmüştü.”

Bahsi geçen iki hadisede de resmi makamlar, bir yanlışlığa kurban gittiğini, suçlu olmadığının anlaşıldığını ifade etmişlerdir.

1919 yılında Dar-ül Hilafet-i âliye (Yüce Hilafet merkezi) medresesi İbtida-i Dahil umum müdürlüğü ve Medreset-ül Kudat’ta (Hakimler okulu) Hikmet-i Teşriiyye (kanun yapma hikmetleri) dersi müderrisliğine getirildi. Bu yıllardan itibaren Atıf Hocanın şöhreti iyice arttı. 21 Ocak 1926 tarihli Ankara İstiklal mahkemesi zabıtlarında Reis Kel Ali bu durumu şöyle ifade etmekte ve idam konusunda bize bir ipucu vermektedir: “Fatihin en tanınmış bir hocasıdır.”

CEMİYET HİZMETLERİNDE
Atıf efendi içine kapalı, toplumdan uzak, kitapları arasında ördüğü kozasında yaşayan bir insan değildi. Eserlerine baktığımızda da her birinin bir toplumsal yarayı tedaviye, bir hayır hizmetine matuf (yönelik) hazırlandığını görürüz. Mesela, geliri donanma cemiyetine bağışlanmak üzere kaleme aldığı “Nazar-ı Şeriatta Kuvve-i Berriye ve Bahriyenin Ehemmiyeti Ve Vücubu - Şeriata göre Deniz ve Kara kuvvetlerinin önemi ve gerekliliği” adlı eser o sıralar çok takdir toplamıştı.

19 Ocak 1919’da Mustafa Sabri, Bediüzzaman Molla Said efendi, Ermenekli Saffet efendi gibi arkadaşları ile beraber Müderrisler cemiyetini (profesörler derneği) kurdu ve ikinci başkanlığına getirildi. Bu cemiyet müderrislerin haklarını korumak ve aralarında dayanışmayı sağlamak üzere kurulmuştu. Daha sonra cemiyet aldığı bir karar gereği ismini Teali-i İslam’a (İslamı yüceltme) çevirdi ve halka açıldı. Mustafa Sabri beyin Şeyhülİslam olması üzerine cemiyetin başkanlığına getirildi.

Tahir-ül Mevlevi bey Atıf Hocayla ilk tanışmasını şöyle anlatıyor:“Fatih dersiamlarından İskilip’li Mehmed Atıf efendi 1336(1920) tarihlerinde İbtida-i Dahil medresesi umum müdürlüğüne getirilmişti ki, ben de orada müderris bulunuyordum. İttihat hükümeti tarafından nefy (sürgün) edilmiş ve birkaç sene sürgünde kalmış olan Atıf Efendiyi o vakte gelinceye kadar tanımıyordum. Kendisi ile vazife sebebiyle görüştüğümde “Cemiyet-i Müderrisin” adı ile teşkil eylemiş (kurmuş) olduğu cemiyete benim de dahil olmamı (katılmamı) teklif etti.”

İŞGAL GÜNLERİ
Memleketin kara günleriydi...Payitahta (başkente) düşman çizmesi girmiş, vatan toprakları yüzyıllar sonra yeni bir haçlı işgaline maruz kalmıştı. Şairin dediği gibi “felek bi rahm (acımasız) , devran bir sükun. Dert çok, derman yok, düşman kavi (kuvvetli) , talih zebundu (acizdi) ”

İzmir’in işgali üzerine Teali-i İslam cemiyeti bir protesto beyannamesi neşretti.

1922 yılı Ramazan ayında Saray’daki Huzur derslerine muhatap olarak katıldı. Huzur dersleri Ramazan aylarında, Saray’da padişah huzurunda yapılan ve seçkin bazı alimlerle saray erkanının katıldığı ilmi sohbetlerdi. Huzurda doğrudan ders veren alimlere “mukarrrer” ders veren hocalara soru tevcih eden (yönelten) , ve kendisine soru sorulursa cevap veren hoca efendilere ise “muhatap” denirdi. Bu gelenek 1922 yılında son bulmuştu.

Bu sıralar Atıf hocanın Alemdar ve Mahfil’de yazıları yayınlandı. Bu arada şunu da belirtelim; Alemdar Gazetesinde 11 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa hakkındaki idam kararı yayınlanmıştı. Atıf Hocanın idamında burada yazı yazmasının etkisi var mıdır, bilemiyoruz.

Fakat tam bu sıralar cereyan eden bir başka hadise hocanın idam edilmesinde mühim bir amil (sebep) olmuştur. İstanbul hükümeti Anadolu’daki Kuvva-i Milliye (milli kuvvetler) hareketine karşı halkın teveccühünü (yönelişini) kırmak için bir fetva yayınlamış, ama Anadolu ulemasının (alimlerinin) karşı fetvası bunu boşa çıkarmıştı. Bunun üzerine Şeyhülislam Mustafa Sabri efendinin marifetiyle Teali-i İslam cemiyeti namına yazılmış ve bastırılmış bir beyanname zorla Teali-i İslam cemiyeti idare heyetine imzalatılmaya çalışılmıştı. Ama Atıf Hoca ve Tahir-ül Mevlevi’nin şiddetle karşı koymaları üzerine de mühürsüz olarak Yunan uçaklarınca Anadolu’ya atıldı. Buna karşın, o zamanın Vakit gazetesinde Atıf Hoca tekzibname (yalanlama) yayınladıysa da, Ankara İstiklal mahkemesi zabıtlarında okuduğumuza göre, bu beyanname Hocaefendi’ye karşı güdülen kinin mühim bir amili (sebebi) olarak zihinlerde kaldı. (Geniş bilgi için Tahir-ül Mevlevi’nin hatıralarının 73 ila 81. sayfalarına bakılabilir.)

CUMHURİYET DÖNEMİ YAZILARI
Atıf Efendi, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki yazılarında, Frenkleşme (batılılaşma) illetine (hastalığına) tutulmuş Cenab Şahabeddin, Ömer Rıza Doğrul, Süleyman Nazif gibi zatlarla çeşitli mevzularda kalem münakaşalarına girişti. Yazılarını ve eserlerini incelediğimizde onun Şark (doğu) ve Garb’da (batıda) yazılan eserlere vukufu (haberdar) rahatlıkla anlaşılmaktadır. Yalnız şunu da hatırlatalım ki, merhum hocamız bazen muhataplarına çok sert bir üslup kullanmıştır. Mesela meşhur İslam seyyahı ve alimi Abdürreşit İbrahim hakkındaki “Bir Müçtehid Taslağının Dalalet Ve İdlali (sapkınlığı ve azgınlığı)” adlı yazısında olduğu gibi…

O, Ehl-i sünnet vel cemaat düşüncesinin yılmaz bir müdafaacısı ve kalesi idi. Tabii bu özelliği, onun İbn-i Teymiyye’den alıntılar yapmasına engel teşkil etmiyordu. Ona göre güzel bir fikir kimden gelirse gelsin alınır ve sahip çıkılırdı.

Özelikle modernist düşüncelerin Osmanlı ülkesinin saçaklarını sardığı bir zamanda engin bilgisiyle bunlara karşı dimdik durdu. Şimdilerde memlekette cirit atan bir grup modernist, oryantalist (doğu bilimci) mütercimi, ilmilik yaparak meşhur olmak isteyen zavallılar o zaman da vardı. Ama karşılarında Atıf Hoca ve emsali çetin ceviz ulemayı bulmuşlardı. Beyan-ül Hak dergisinde bir yazısında Atıf Hoca bunlar hakkında şunları yazıyordu:

“Vakıa şimdiye kadar İslam dini aleyhinde hasımlar (düşmanlar) tarafından hücumlar olmuş ve bu konuda pek çok küfür ve hezeyanlar neşredilmiş ise de, ulema-i kiram hazeratı (saygın alimler) ilmi satvetleri (ezici ilmi güçleri) ile hepsini red ve iptal etmişlerdir. Son zamanda ise bir taraftan maddeciler, tabiatçılar, farmasonlar gibi İslam dininin en şiddetli düşmanları tarafından ilahi nurun mahvına çalışılıyor. Diğer taraftan İslamiyet kisvesi altında türlü türlü küfür, hezeyan ve fesatlıklarla İslam dininin yıkılmasına çalışılıyor.

Zamanımızdan ikinci zümreden olmak üzere bir takım müçtehid, istinbat (Bir mes'eleyi derin tetkik neticesinde kaynaklarından güçlükle anlamak.) melekesine malik imişler gibi içtihada yeltenmek ve hatta bütün Ehl-i sünnetçe Allah katında umum (bütün) Ümmet-i Muhammed’den efdaliyetleri (daha faziletli olmaları) müsellem (herkesçe kabul edilmiş) olan şeyhayn hazeratına(Hz. Ebubekir ve Ömer) dil uzatmak, dört imam gibi müçtehidin-i kiram (şerefli) ve fukaha-i izamı (Büyük hukuk alimleri) hatalı bulmak ve tahkir etmek (aşağılamak) , esası bütün müçtehidlerce kabul olunan dini meseleleri inkar etmek cüretinde bulunan dalalet ve idlal erbabının Müslümanları zehirlemekte olduğu maalesef görülmektedir. Nitekim bunlardan evvel birisinin de hakkında nass varit olan (hakkında ayet ve hadis ile hüküm verilmiş) kurban meselesinde içtihad hülyasında bulunduğu malumdur.”(Not: Hatırlanacağı gibi günümüz Türkiye’sinde de sözüm ona bir profesör böyle bir iddiayı önümüze sunmuştu; Tavuktan kurban olabilir diye…)

1923 yılında yayınladığı “Tesettür-ü Şer’i” (dini örtünme) ve 1924’de neşrettiği “Din-i İslam’da Men-i Müskirat” (islamda içki yasağı) adlı eserleri ile “Atıf Efendi Kütüphanesi Neşriyatından” adıyla yeni bir serinin telifine başladı. Bu seriyi 10 sene içerisinde 50 kitaba ulaştırma azmindeydi. Üçüncü eser “Frenk Mukallitliği -batı taklitçiliği- ve Şapka”dır. Dikkat edilirse, üç eser de devrin idaresini rahatsız edecek cinstendir ve devam etmesine meydan verilmemiştir.

ESERLERİNDEN SEÇMELER
*** “Ehl-i Sünnet vel cemaat mezhebi haktır. Bundan başka mezhepler hep batıldır. Doğru değildir. Ehl-i Sünnet vel cemaat itikadı, Cenab-ı Hakkın Kur’an-ı Kerim ve Peygamberin(sav) hadis-i şerifleriyle beyan buyurdukları müstakim, doğru yol olup bu itikatta olanların itikatlarında bozukluk yoktur.”

*** Osmanlı devletinin kuruluş sıralarında fevkalade durumlarda sancak beyleri ve Ocak ağaları gibi milletin ileri gelenlerin görüşleri sorulur ve ona göre hareket olunurdu. Sonraları, meşveret adı ile, meclislerde işlerin müzakeresi yapılmaya başlandı. Fakat çoğunlukla hükümetin satvetine mağlup olup, şeriatın tarifi şekliyle söz hürriyeti ve azarlayanın azarlamasından sakınmamak esaslarına dayanmadığından, hakkıyla fayda sağlanamadığı gibi, sultanların istibdatlarını ve onların keyfi muamelelerini de kaldıramamıştır.”

*** “Zulüm üç kısımdır:
1-Allah Tealaya karşı icra olunur: Küfür(İnkar), Şirk, Nifak, İsyan gibi…
2-Halka karşı icra edilir: Halkın canlarına, ırzlarına, mallarına ve sair haklarına tecavüz gibi…
3-Kendi şahsına karşı yapılır: “bir şahsın, nefsi arzularına kapılarak dünya ve ahirette nefsi için zararlı hal ve hareketlerde bulunması gibi…

*** Tesettür-ü Şer’i gibi dini hükümler, esasen süfli medeniyeti ve terakkiyat-ı sefihaneyi yıkmak ve men etmek üzere vaz olunduğundan onunla içtimaı gayr-i kabil ise de, medeniyet-i fazıla ve hakiki terakkilere hiçbir suretle mani teşkil etmez. Çünkü medeniyet-i fazıla ulum, maarif, sanayi, ticaret ile hasıl olmuş olur. Halbuki tesettür-ü şer’i buna mani değildir.”

***Atıf efendi Osmanlı medreselerinin gerileme sebeblerini bir yazısında şöyle sıralıyor:

1- Osmanlılar zamanında, ilim tahsili hususunda Seyyid(Cürcani) ve Sadeddin(Taftezani) mesleği, yani allamelik davasında bulunmak için her ilmi, her fenni öğrenmek ve bilmek usulü takip olunup, daha faydalı, daha semereli olan mütekaddimin ve eslaf mesleği yani ilmi şubelerinde birinde ihtisas kesbetmek usulünün terk olunması…

2- İlmin kaynakları mesabesinde bulunan eslafın eserlerini terk ve ihmal ederek müteahhirin ulemanın kısa ve muğlak kitaplarının medreseler programında kabulü ile maksatlarını anlamak için şer, haşiye, haşiyet’ül haşiye tedrisd olunarak talim ve terbiyede suubet(güçlük) gösterilmesi

3-Ulum-u aliye(alet ilimleri denilen dilbilgisi dersleri) ve ibarelerin lafızlarının tahlilleri ile lüzumundan fazla vakit harcanıp, dini ilimler ve faydalı hakikatlere pek az iştigal olunması ve ilimlerin göğüslerde değil, satırlarda muhafazasına çalışılması

4-İlmiye mensupları maişetçe darlığa düçar olup, ilmi şerefleri ile gayr-i mütenasip ve mezelleti mucip bir çeşit maişete sevk olunmaları ve bu vesile ile de talebelerin zekilerinin memuriyet ve makam arkasından koşarak ilmi araştırmalarla meşgul olmaktan mahrum olmaları

5- İbn-i Kemal, Ebu Suud merhumlar ile bazı emsallerinden sonra riyaset ve idare-i ilmiyeyi ihraz ile ilmiyenin mukaderratını tedvir edenlerin ehliyetsiz ve ilmiye mesleğine ruh verecek kabiliyetten mahrum olmalarıdır.”

***Ashab-ı Kiram hazretleri de rızkını talep konusunda son derece gayret gösterip de kendi el emeklerini yemeye ehemmiyet verirlerdi. Bu cümleden olarak Aşere-i Mübeşşereden Zübeyir bin Avvam hazretleri vefatında bin at, bin cariye geriye bırakmakla beraber, terk ettiği malların kıymeti büyük bir yekun teşkil etmekteydi. Hz. Talha’nın Irak’ta mevcut olan emlak akarından beher gün bin altın, başka yerdeki mülklerden de pek çok irat hasıl olmaktaydı. Abdurrahman bin Afv hazretleri de bin at, bin deve, on bin koyuna sahip olduğu halde vefatlarında terekesinin dörtte biri 84.000 altına ulaşmıştı. Hz. Osman da servet sahibi idi. Hatta vefatlarında bir milyon dirhem ve bir milyonu mütecaviz dinar terk ettiği rivayet edilmektedir. Artık bu kadar izahtan anlaşılıyor ki, zahid asla malı olmayan kimse değil, belki bütün dünya malı kendisinin olsa bile, mal ile kalbi meşgul olmayan kimsedir. İşte bunun için İmam-ı Ali(kv) hazretleri buyurmuşlardır ki; “Bir kimse yeryüzünde bulunan bütün şeyleri alıp onlarla Allah’ın rızasını murad ederse, Cenab-ı Haktan yüz çevirmiş sayılmaz.”


FRENK MUKALLİDLİĞİ VE ŞAPKA
Atıf hoca 1924 yılında Frenk mukallitliği ve Şapka kitabını neşretti. Yani Şapkaya dair kanunun kabulünden bir buçuk sene evvel. Tabii, diğer kitapları gibi neşretmeden önce onu da Maarif vekaletine (milli eğitim teşkilatı) gönderdi, izin hatta takdir aldı.

Bu risale körü körüne Avrupa taklitçiliğini eleştiren bir eserdi. Atıf efendi 32 sayfalık bu eserinde; Avrupa’nın ilim ve fennini almanın caiz, hatta lüzumlu bulunup, ama bizde yapılanın ise daha çok şuursuz bir batı taklitçiliği olduğunu, kılık kıyafette onlara benzemenin aslında ruhtaki bir bozuluşa alamet veya onun bedene aksetmesine sebebiyet vereceğini, bunun ise müstakil (bağımsız) bir şahsiyet inşa eden İslam düşüncesine zıt düştüğünü, Resul-i Ekrem’in Ebu Davud gibi sünen kitaplarında geçen “Bir kavme benzemeye çalışan onlardandır.” hadis-i nebevisi ışığında izah etmeye çalışıyor ve şu hükmü veriyordu:

“Bir Müslüman şiar (simge) ve alamet-i küfür addolunan (sayılan) bir şeyi zaruretsiz giymek ve takınmak suretiyle gayr-i Müslimleri (müslüman olmayanları) taklit etmesi ve kendini onlara benzetmesi şer’an (dinen) memnûdur (yasaktır.)”

Hoca bu görüşünde yalnız da değildi. İşte Bediüzzaman’dan bir misal: “Sonra o zâlim, dünyaca büyük makamlarda bulunan bedbahtlar dediler: "Sen, yirmi senedir bir tek defa takkemizi(şapka) başına koymadın. Eski ve yeni mahkemelerin huzurunda başını açmadın, eski kıyafetinle bulundun. Halbuki on yedi milyon bu kıyafete girdi."

Ben de dedim: “On yedi milyon değil, belki yedi milyon da değil, belki rızasıyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupa-perest (avrupa hayranı) sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer'iye (dini izin) ve cebr-i kanunî (kanun baskısıyla) cihetiyle girmektense, azîmet-i şer'iye ve takvâ (dine sıkı bağlanma ve duruş) cihetiyle, (yönüyle) yedi milyar zatların kıyafetlerine girmeyi tercih ederim.”

Atıf efendi kitabını neşrettikten sonra bu eser hakkında bir tenkit (eleştiri) kaleme alan Süleyman Nazif’e verdiği cevapta şöyle diyordu: “Risalede şapkaya dair olan bahisleri Fetava-i Hindiyye, Kadıhan, Bezzaziye, Muhit-i Burhani gibi muteber fıkıh (hukuk) kitaplarından ahz ile (almakla) tercüme ettim. Meselenin ruhuna kendiliğinden bir şey ilave etmedim.”

Bu arada şunu da belirtelim ki, Atıf efendi meselesinde iki jurnalciden (ispiyoncu) bahsetmek doğru olacaktır;

1-Zeynelabidin; İsmi ile müsemma olmayan bu şahıs, medrese öğrencisiyken Atıf efendiye haksız yere kin bağlamış bir ruh hastasıdır. Şapka inkılabı (devrimi) olunca çeşitli yerlere “filan şapka aleyhtarıdır” diye ihbarlarda bulunan bu zavallı, Atıf efendinin asılmasında ve onca mazlumun zindanlarda sürünmesinde başlıca amillerden birisidir. Mesela, iğrenç bir hareketinden dolayı kendisini pataklayan ve medreseden kovan Nuruosmaniye camii imamı Hafız Osman efendi için; “Frenk Mukallitliği ve Şapka eserini Atıf efendi ile birlikte kaleme aldı” gibi iftiralarda bulunmuştur.

2-Süleyman Nazif: Bu edibimiz (edebiyatçı) de daha önce oruç ile alakalı bir meselede kaleminin Atıf efendi karşısında susması üzerine intikam için fırsat kollamış, Şapka risalesi yazılınca “Bir Hocaefendiye cevap” adıyla vukufsuzca (meseleye hakim olmadan) bir yazı yazmıştı. Atıf efendi’nin mukabil (karşı) yazısı ve cevabı üzerine daha sert karşılık vermiş ama bunu hocanın eli kolu bağlanıp, hapse gönderildiği sırada yayınlamıştır. Daha sonra da kendi iki makalesini maalesef-Atıf Hocanın verdiği cevabı araya koymadan- "İmana Tasallut" adıyla neşretmiştir.

Süleyman Nazif adı geçen yazısında tehevvürle ( Korkusuzlukla düşünmeden hareket etmek) ve hakaretvari davranmış ve selef ulemasına(islamın ilk dönem alimleri) ağır ithamlarda bulunmuştu. İşte bazı misaller: “Fetva kitapları İslam’a ayak bağı olacak satırlarla dopdoludur.” “Ben bile bugün usulden hüküm çıkarmaya ilmim yeterli olsa bin iki yüz senelik mezhebimin imamı olan Ebu Hanife’yi aradan hürmetle çıkartarak Peygamberim ve Allahımla yalnız kalacağım.” “Hicretin bin senesinden beri fıkıh ve fukaha (hukuk alimleri) bizde cehaleti çoğaltıp, istismar eden zararlı bir kuruluş ve bir sürü zararlı şahıslardır.”

Nazif bu yazısında Atıf efendi için de “dar düşünceli, cahil, Allah’ın haram etme yetkisini gasp eden” gibi seviyesiz ithamlarda bulunmuştu.

Atıf efendi bu hücuma mükemmel bir cevap verdi. İşte bir paragrafı:“Fıkıh ilminde ihtisas sahiplerinden bulunan ve sözleri her vech (yönü) ile itimada şayan olan (güvenilen) muhterem zatların sözlerine mi Müslümanların itimad ve iman etmesi vacip olur, yoksa kendi itiraf ettiği vech ile, 20’den 45 yaşına kadar 25 sene şüphe vadisinde dolaşıp ve diğer bir makalesinde itiraf ettiği üzere bu esnada bir çok kimseleri dalalete sürüklemiş (sapıklığa yöneltmiş) olan, on bir senelik bir Müslüman olduğu halde, benim bildiğim bir sene içinde iki defa, dini zaruretlere taarruz eden, (biri orucun mükellefiyetinin vücubunu inkar, diğeri Hz. İsa’yı(as) tahkir ve tezyif etmiş olması) artık 25 sene dinsizlik, dalal ve idlal vadisinde yaşayan, on bir senelik İslamiyet zamanında da dini zaruretlere saldırmaktan geri durmayan Süleyman Nazif beyin Şapka hakkında vermiş olduğu hükümlere, fetvaları mı itimat etmeleri lazım geleceğine dair verilecek hükmü yine efkar-ı ammeye havale ederim.”

Bu konuda da sözü Tahir-ül Mevlevi’ye bırakalım: “Bir adam; dine, imana, peygambere hatta Allah’a karşı dil uzatabilir. Bu, onun vicdanına ait bir şeydir. Fakat dindar görünmemek şartıyla. Hem dindar, hem dine tecavüzkar görünmek ya daimi nifaktır (iki yüzlülük) , yahut gizlenemez bir deliliktir. Bana karşı Mevlana’yı takdis ettiğini söyleyen bir adamın, asrın en beliği gazel söyleyeni Muhyiddin Raif bey muvacehesinde (huzurunda) onun, (haşa) Hüsameddin ismindeki oğlana abayı yakmış bir kallaş olduğunu ağıza alması, zekasının taşkın ve derece-i lüzumu pek aşkın bulunduğuna delalet eder. Bu gibilere acınır ve Allah şifa versin denilir.

Lakin bir adamın en tehlikeli anında, sırf ilmi bir mübahesedeki (tartışmadaki) mağlubiyetin hıncını çıkarmak için onun aleyhinde ve müdafaa edemeyeceği bir surette jurnal vermeye (şikayete) kalkışmak ne dinde hoş görülür ne dinsizlikte.”

Süleyman Nazif, İskilipli Mehmed Atıf hocanın şehadetinden tam bir yıl sonra 4 Şubat 1927’de zatürreeden öldü...


ŞAPKA İNKİLAPI VE TEPKİLER
1 Kasım 1925’te kabul edilen Şapka kanunu Anadolu’da yer yer protestolara sebeb olunca, hükümet demir yumruğunu kullanmaya karar verdi. Konya, Maraş, Giresun, Rize, Erzurum, Kayseri gibi şehirlerde halkın şapkaya direnmesi buralarda gezici İstiklal mahkemelerinin dolaşmasına sebep oldu. Bu mahkemeler sadece Erzurum’da 30 kadar idam hükmü verdi.

Bu arada Şapka olaylarında etkili olduğu gerekçesi ile Frenk Mukallitliği ve Şapka kitabı toplatıldı ve müellifi (yazarı) hakkında inceleme başlatıldı. Halbuki, müellif bu eseri Şapka kanunundan evvel neşretmişti (yayınlamıştı). Kanunların ise geçmişe yönelik işlememesi bütün hukuk sistemlerinde en temel bir esastı ve bu bir güzel çiğnenecekti Atıf Hocanın mazlumiyet, mağduriyet, mahkumiyet dakikaları artık gün sayıyordu...

TEVKİFİ
Ve nihayet beklenen oldu. 7 Aralık 1925’te tutuklandı. Ankara İstiklal mahkemesi tarafından Giresun’a gönderildi. Buradaki mahkemede suçsuz olduğu anlaşılıp beraatine karar verilmesine rağmen, İstanbul’a getirildiğinde salınmadı. Çünkü asıl mesele Atıf hocanın suçlu olup olmaması meselesi değildi. Suç olmasa bile icad edilecekti. Hani kurdun kuzuya “Suyu bulandırıyorsun” demesi hikayesi vardır ya... Necip Fazıl’ın da dediği gibi artık onu mahkum edebilmek için “Halis dindar olmak kabahati yüzünden asılacaksın” demekten başka çare yoktu.

İstanbul’a getirildiği zaman bitkin ve zayıflamış bir haldeydi. Tahir-ül Mevlevi anlatıyor: “Akşama doğru Atıf ve Nuruosmaniye imamı Hafız Osman efendilerin getirildiklerini ve müdüriyet dairesine götürüldüklerini yine pencereden gördük. Her ikisinde de yol hali olmak üzere yorgunluk ve zayıflık vardı.”

Maznunlar (sanıklar) tekrar yargılanmak üzere trenle Ankara’ya götürüldüler. Ankara’da hapishaneye sevk edilirken yanında bulunan Tahir-ül Mevlevi ile aralarında şöyle bir konuşma geçmiş: “Atıf efendi ile aynı otomobile tesadüf etmiştik. “Geçmiş olsun” dedim. “Evet, kefeni yırttık. Bereket versin ki, Muharrem(Giresun’da Şapka olaylarının elebaşı olduğu iddiası ile asılan şahıs) ile tanışmıyordum” cevabını verdi.

İSTİKLAL MAHKEMELERİ
İstiklal mahkemeleri yargılamaları bana Karakuşi mahkeme fıkrasını hatırlatır: “Bir hırsız Kadı Karakuş’a gelir ve hırsızlık için girdiği evin sahibini şikâyet eder: “Kadı Efendi, evin penceresi çürükmüş; kaçarken düştüm ve kolum kırıldı” der. Ev sahibi, “pencereyi ben yapmadım, marangoz yaptı” diyerek, işin içinden sıyrılır. Marangoz, “pencereyi takarken, gözüme falanca kadının elbisesi ilişmişti” der. Kadın, elbiseyi boyayanı suçlar. Boyacı herhangi bir mazeret bulamayınca, Karakuş boyacının idamına karar verir. Ne var ki, boyacının boyu idam sehpasından uzun olduğu için yerine daha kısa boylu bir boyacı bulunur ve hüküm infaz edilir.”

Sadece şu husus bile İstiklal mahkemelerinin yargılamasının ne kadar gülünç olduğuna yeter; Ankara İstiklal mahkemesi azalarından sadece Rize mebusu Ali bey ile, savcı Necip Ali bey hukuk öğrenimi görmüştü. Reis Kel Ali(Çetinkaya) ve diğer azalar Kılıç Ali ile Reşid Galip beyler asker kökenli idiler.

Zaten bunun çok da önemi yoktu. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun “Milli Mücadele Anıları” adlı eserindeki İstiklal mahkemeleri hakkındaki şu ifadesi çok şeyi açıklıyor: "Mübalağasız denilebilir ki, bunlardan her biri kendi başına bir Büyük Millet Meclisi, kendi başına birer diktatördü.”

Uğur Mumcu bu durumu sanki meşru gösterme gayreti içindedir: “Devrim bir şiddet olayıdır! Devrim, şiddet ile gelir…her devrim idam sehpalarıyla, giyotinlerle ile başlar; sonra evrim sürecine dönüşüp barışçı yöntemlerle gelişir. Hangi devrim kansız yapılmıştır? Hangi devrim toplumsal gerilimler yaşatmamıştır? Ve hangi devrim Cavit beyin haksız yere asılması gibi adaletsizliklere ve haksızlıklara yol açmamıştır?”

İstiklal mahkemeleri zabıtlarını incelediğimizde mahkemelerin hiç de Prof. Ergün Aybars’ın İstiklal Mahkemeleri adlı kitabında anlattığı gibi pembe bir çizgide olmadığı görünecektir. Misal olarak, mahkeme heyetinin maznunlara hitap tarzına birkaç numune verelim:

“...İnkar filan edeyim deme! Temyizsiz (Yargıtaysız) , istinafsız (üst mahkemesiz) bir mahkeme karşısında bulunuyorsun. Ufak bir yalan söylersen okkanın altına gidersin.”

“Hocam ruhun karanlık.”

“Anlaşılıyor ki, İstiklal mahkemesi kanunlarına biraz daha şiddet lazım. Senin gibi muzır (zararlı) adamlara bir iki sual sorduktan sonra hemen hükmü vermeli.”

Mehmed Akif’in damadı aslen Mısır’lı Ömer Rıza Doğrul’a: “Ne olursan ol! Türk vatanında, Türk vatandaşları arasında yaşamaya hakkın yok. Sana daha açık söyleyeyim mi? Kendimizden başkasının bu toprakta oturmasını istemiyoruz.”

“Bu Gürcülüğü, Araplığı, Çerkezliği ruhunuzdan ne vakit çıkaracaksınız bilmiyorum ki? Türkiye’de doğar, Türkiye’de büyür, burada yer, içersiniz. Niye yok Gürcüyüm, Çerkezim bilmem neyim dersiniz?”

İşte mahkemeyi yürüten heyetin fikir seviyesi... Bize şairin dediği gibi şöyle dua etmekten başka bir şey kalmıyor: “Kalmasın Allahım dünyada bir hakikat nihan (gizli - sır).”

MAHKEME SAFAHATI (safhaları)

Atıf efendi mahkemenin beraat vereceğinden ümitlidir. Zira bir suç bulunamamaktadır. Mahkemeye getirildikleri bir gün kendisiyle görüşebilen dostu Tahir ül Mevlevi bu durumu şöyle anlatmaktadır. “Burada Atıf efendi ile bir parça konuşabildim. Teali-i İslam Cemiyetinin Anadolu’ya hiçbir beyanname göndermemiş olduğuna dair Vakit gazete ile yapılan ilanın para kesesinde gizlediği maktuasını (makbuzunu) mahkemeye gösterdiğini, beyanname cürmünden (suçundan) cemiyetin beri (uzak) olduğuna dair olduğuna dair heyete kanaat geldiğini, şapka risalesini kanunun neşrinden bir buçuk sene evvel tab’ettirmiş (yayınlattırmış9 olduğunu, ikinci defa basılmak şöyle dursun, ilk tabının tamamıyla satılmadığını ispat eylediğini haber verdi.

-Sonunu nasıl görüyorsun? diye sordum.

-“Cürüm bulunmadı ki ceza verilsin. Tabii beraat umuyorum” dedi. Birkaç gün münferit (hücre) koğuşuna konulmuşken oradan çıkarılıp 8. koğuşa getirilmiş olmasını da beraatine delil saydığını söyledi.

-Benim için ne düşünüyorsun? dedim.

-Ben Şapka risalesini yazmışken beraat ümidini beslersem, sen onu hakk-ı sarihin (kurtarıcı) bilmelisin” cevabını verdi.

-İnşallah öyle olur mukabelesinde bulundum.

Hoca hakikaten kurtulacağımıza ümid veriyor, bizim mahkemeye verilişimizin vehimden ileri geldiğine, biraz da o vehmi İstanbul polis idaresinin körüklediğine kani bulunuyordu.”

Hocaefendi’nin bu ümidi maalesef doğru değildi. Mahkeme bir suç bulabilmek için adeta yırtınıyordu. İşte mahkemeden bir sahne:

Atıf Hoca: “Belgeyi arz ediyorum.Vakit gazetesinin 1034. nüshasında tekzibnamem (tekzip - yalanlama) duruyor. Şimdi bu durup dururken, bendenize vesika (evrak) sormak bilmem nasıl olur?

-Sen bu tekzipnameyi (ancak bir gizli maksat için yaparsın.

-Ne maksadı beyefendi?

-Çünkü gördünüz ki, bunlar Yunan tayyareleriyle (uçak) atıldı ve aksi tesir yaptı. Anadolu halkı Milli mücadeleye daha fazla destek vermiştir. Siz de bu kötü durumdan kurtulmak için bunu yaptınız.

-Eğer öyle olsa idi, onlarla beraber olurdum, cemiyete devam ederdim. Halbuki devam etmedim. Bu da bir delildir. Eğer bu düşünceniz akla gelebilirdi.

-Sus! Bizi çileden çıkarma! Hürriyet ve İtilaftan ve Mustafa Sabri’den destek alarak bu cemiyeti kurduğun buradan belli oluyor. Sen hala onlardan ayrıyım diyorsun. Biz budala olmalıyız ki, bu sözlere inanalım. Bol bol atıyorsun. Çıkarın.”

Mahkeme Hocaefendi karşısında aciz kalmış bu da onları iyice asabileştirmiştir. İşte bir başka numune:

Atıf Hoca: Beyefendi bendeniz zat-ı âlinize (size) resmi belge sundum ve Ferid Paşa hükümetini karşı kalemimle mücadele ettiğimi açıkça ispat ettim.

-Ne ile ispat ettin? Sıkılmıyor musun, bunu nasıl söylüyorsun? Biz senin söylediğin sözlere inandık mı? İnanmak mecburiyetinde miyiz?

Atıf Hoca: -Vakit gazetesinin 1134. nüshasında ki tekzibi kim yazdı?

-Ben de sana cevap verdim, bunu din perdesi altında kötülüklerinize daha fazla devam etmek için yaptınız.

-Beyefendi ben deli olmalıyım ki, kendi yaptığım işleri kendim yalanlayayım.

-Cemiyet namına rol yapıyorsunuz. Sana sorarım. Tüzüğünüzde vatan müdafaasına, mücadeleye dair ufak bir madde, bir fıkra göster.

-Beyefendi bu bir hayır cemiyetidir.

-Sus, sus bir parça utan. Saçın, sakalın ağarmış utanmak nedir zerre kadar bilmiyorsun”

Mahkemeye dair bazı hatıralar da şöyle; O sıralar adi bir suçtan Ankara İstiklal mahkemesine verilen bir zat bir mahkeme arasında şahit olduğu manzarayı şöyle anlatıyor: “Atıf hocayı getirdiler. Kılıç Ali, Kel Ali ve Necip Ali ayağa kalktılar. Ellerinde şapkaları da var. Atıf Hocaya: “Hocam, bunu giymekte bir beis yoktur deyiver” dediler. Fakat Atıf hoca: “Hayır” dedi.

Bolu’lu Nizamettin Saraç bey anlatıyor: “Zannedersem 1926 veya 27 seneleriydi. O sıralarda vazifem icabı Ankara’da bulunuyordum. Genç olmama rağmen İstiklal mahkemelerini takip için verilen vesikalardan birini elde etmiştim. ununla imkan buldukça celseleri (duruşmaları) takip ediyordum. Bir tesadüf eseri olarak Atıf Hocanın muhakemesinde de bulundum. Muhakemeyi reis sıfatıyla Kel Ali adıyla maruf Ali Çetinkaya yürütüyordu. Büyük bir hışımla hocaya dönerek: “Sen şapka aleyhinde bulunmuşsun!” dedi.

Hoca sakin ve vakur (ağırbaşlı) bir tavırla: “Evet efendim. Şapka kanunu çıkmadan iki sene önce, şapkanın bir Müslüman kisvesi (giysisi) olmadığına dair bir risale yazmıştım.”dedi. Kel Ali: “Şimdi ne yapıyorsun?” diye sordu. Hoca: “Kanunlara itaat ediyorum” cevabını verdi. Bunun üzerine Kel Ali hiddetle bağırarak: “Sen bilmiyor musun ki şapka da bezdir, fes de bezdir” deyince hoca sükunetle: “Evet biliyorum, ancak hey’et-i hakimin (hakim heyetinin) arkasındaki bayrak da bezdir, lütfen o bezi kaldırınız da yerine bir İngiliz bayrağı asınız.” karşılığını verdi. Kel Ali hiddetlenmişti. “Ne diyorsun ?”diye bağırdı. Hoca:“Şapka bir alamettir, adet ile alamet arasındaki farkı düşünerek o risaleyi yazmıştım.” dedi. Bunun üzerine celse tatil olundu ve savunmasını yapmak için mahkeme bir gün sonrasına ertelendi.”

Ve nihayet 2 Şubat 1926 günü, mahkemede müdde-i umumi (savcı) Necip Ali bey iddianamesini ve ceza taleplerini okudu. Tek idam isteği Babaeski müftüsü Ali Rıza efendi hakkındaydı. Atıf efendi 10 senelik sürgün(kürek) cezası istenen mazlumlar arasındaydı. Normalde mahkemelerdeki bir anane olarak, hakimler savcının isteğinden fazla ceza vermezler, ya aynını yada daha azını verirlerdi. Burada da durum öyle olacağını gösteriyordu. Ama bu hüküm ertesi gün ne hikmetse, Atıf efendi hakkında değiştirilecekti.

Mahkeme son müdafaaları dinlemek ve hükmünü vermek üzere ertesi güne tehir olundu (ertelendi) .

ATIF HOCA’NIN RÜYASI

Bu meseleyi yazmak bana en zor gelen kısmı oldu bu çalışmanın. Zira, senelerdir insanların kabul ettikleri bir meselenin aksini savunmak kolay bir şey değil...İnsanlar ve özelde bizim halkımız sevdikleri kimseleri oldukları gibi sevemiyorlar nedense. Hele o zat bir kanaat önderi, bir irşad eri, bir yol göstericiyse...Hayali bir takım makamlar, usturevi hadiseler, rüyalar ile o şahsı sevmek daha cazip geliyor bize...

Türkiye’de bir çok konuda olduğu gibi, İskilipli Atıf hocayı da ilk defa maşeri vicdanda (kamuoyu) seslendiren o enfes üslubuyla merhum Necip Fazıl oldu. Çoğumuz Atıf hocayı onun “Son Devrin Din Mazlumları” adlı eserinden tanıdı. Kendisine bir kere daha Rahmet diliyoruz. Tabii, Üstad zaman ve şartlar gereği bir çok mesele de olduğu gibi bu konuda da derin araştırma imkanını bulamadı. Daha çok kulaktan duydukları ile yetindi. Bu kitabını eleştirel bir gözle takip edenler bana hak vereceklerdir. Bir küçük misal vermek gerekirse; Din Mazlumlarında, Atıf Hocanın 1926 yılının bir sonbaharında evinden alındığı yazılıdır. Halbuki Atıf efendinin idamı zaten 4 Şubat 1926’dır.

Necip Fazıl’ın naklettiği bir hadise de, Atıf efendi’nin mahkemeden bir gün evvel müdafaasını yazarken, birden dalıp rüyasında Resulullah’ı(SAV) görmesi, Kainatın Fahrinin(ASM)(Alemin övüncü) : “Yanıma gelmek dururken ne diye müdafaa karalamakla meşgul oluyorsun?” buyurması üzerine, yazdığı müdafaasını yırtması hadisesidir. Necip Fazıl bunu parlak ifadelerle kitabında anlatmış, çoğumuzda bunu gözyaşları içersinde okumuşuzdur.

Elbette böyle bir rüyayı Atıf Hocanın görmüş olması çok güzeldir. Ama görmemiş olsa da bir şey fark etmez. Biz, onun, ağuşunu (kucağını) açıp kendisini bekleyen Peygamberimize kavuştuğuna, mazlumen şehid olduğuna yürekten inanıyoruz. Ama tarihi gerçekler böyle bir rüya hadisesinin olmadığına bizi itiyor gibi. Şimdi delillerimizi sıralayalım;

1-Bu hadisede Atıf efendinin yanında olduğu iddia edilen Tahir-ül Mevlevi Ankara’da hiçbir zaman Atıf hoca ile aynı koğuşu paylaşmadı.

2-Atıf efendinin böyle bir rüya gördüğüne dair Tahir-ül Mevlevi’nin hatıratında hiçbir şey yok.

3-Tahir-ül Mevlevi’nin de belirttiği gibi, Atıf efendi uzunca bir müdafaa yazmış ve bu, mahkemede okunmuştur. Aşağıdaki kısımda bunu görebileceksiniz. Aslında son gün müdafaa yapmayan müftü Ali Rıza efendidir. (ayrıca bak: Ankara İstiklal mahkemesi Zabıtları-s: 280-281)

Tabii bir çok kaynakta bu rüya meselesinin anlatılması, hatta filimde yer alması da çok bir şey ifade etmiyor. Zira hepsinin kaynağı Necip Fazıl’ın aynı eseridir.

MAHKEMENİN SON GÜNÜ
Tahir-ül Mevlevi Atıf Hocanın mahkemede son gününü şöyle anlatıyordu: “Atıf efendi metin görünüyordu. Suud beyin söylediğine göre gece sabaha kadar oturmuş, 8-10 tane eser-i cedid ( Eskiden imâl edilen kâğıt cinslerinden birinin adı) kağıdını doldurmak suretiyle bir müdafaanâme (savunma) yazmıştı. Yazılmışını görmediğim ve mealini (anlamını) öğrenemediğim o müdafaanâmenin kıraati (okunması) epeyce uzun sürmüştü ki, o mahkemede okunurken biz merdiven altında bekliyor, mahpesimizin (hapsedilen yer) kapısı kapalı olduğu için de okunan şeyi işitemiyorduk. Ali Rıza efendi müdafaanâme yazmamış, verilecek hükme razı olduğunu söylemiş. Atıf efendi müdafaanâmesini bizzat okumuş ve hitamında (bitişinde) Reis beye tevdi etmiş (vermişti) .”

Muhakemeyi takip eden yazar Şevket Süreyya Aydemir mahkeme zulmüne olan tanıklığını şöyle anlatıyor: “Hükümlüler arasında sarıklı bir müderris göze çarpıyordu. Müderrisin Başında fes ve sarık vardı. Cübbesi ve kıyafeti temizdi. Suçu, o sıralar yayınlanan şapka kanununa muhalefet etmekti. Fakat bu suç, bir takım ithamlarla da karışınca mahkemeden en ağır hükmü yemişti. Artık son saatlerini yaşıyordu. Hocanın yüzü sakindi. Metanetini muhafaza ediyordu. Yalnız dudakları kımıldıyor ve galiba bir dua okuyordu. Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat, bu hükümle de kanmamış gibiydi. Bağırıyor, çağırıyordu. Acaba Hoca’yı bir tekmeyle merdivenlerden aşağıya yuvarlayacak mı diye bekledim. Fakat olmadı. Müderris, bu sözler üzerine kendisine değilmiş gibi bekledi. Sonra sağanak geçince yürüdü. Muhafızların arasında merdivenlerden indi. Önümüzden geçerken gene dudakları kımıldıyordu.”

ŞEHADETİ
4 Şubat 1926 Perşembe ... Sabahın ilk saatleri... Eski meclis binası yakınlarındaki Karaoğlan çarşısı...Metin bir şekilde, dilinde dualarla idam sehpasına gelen Atıf efendi kelime-i şehadetle bu dünya defterinin kapısını kapıyor ve “yevme tüble’s serair”( bütün sırların açığa çıkacağı gün) olarak Kur’an’da bildirilen dar-ı ahiretin özel bir bekleme salonu olan şehadet kapısını çalıyordu. Allah Rahmet eylesin. (Amin) ..

Ali Tahmilci bey, Hocaefendi ile aynı cezaevinde yatan amcası Hasan Tahmilci beyin anlattıklarını şöyle naklediyor:
“Mahkemeler bitmiş, kararlar verilmiş, her şey belli olmuştur. Hücrelerine çekilen hükümlüler, infaz anını bekliyorlar. Sırası gelenlerin kimisi kapıyı şaşırır, bacakları titrer, yürümekte güçlük çekermiş. Derken, sıra merhuma gelmiş. “İskilipli Mehmed Atıf” diye bağırmış bir görevli. Hoca metin ve mütevekkil... Ağır adımlarla, vakar içinde, dualar mırıldanarak yürümüş sehpaya.”

O gece hanımının gördüğü rüya şöyledir: “Bahçemizde kızı ile birlikte dikmiş olduğu çam ağacının dibinde hoca abdest almakla meşguldü. Kızı Melahat ona su döküyordu. Abdestini aldıktan sonra doğrulan hoca bize; “Ben artık gidiyorum. Sakın ağlamayın. Yalnız bana yedi Yasin okuyun” diyordu…

Nuri Saraç bey Atıf efendinin mübarek nâşını idamının ertesi günü görenlerden: “Garip bir tesadüf ki, Hocanın muhakemesinin bittiği günün ertesi günü onu asılmış vaziyette eski Meclis’in avlusunda, iri yarı gövdeleriyle ve normal ebattan daha uzun bir darağacında sallandığına şahit oldum. Tesadüfen oradan geçiyordum. Hoca pırıl pırıl parlayan sakallı ve nurani yüzüyle, sanki hiçbir şey yokmuş gibi sallanıyordu.”

Onu İdam sehpasında görenlerden biri de, yakın arkadaşı Tahir ül Mevlevi’dir. Mahkemeden beraat alan Tahir bey o gün Ankara’da kaldığı otelde geceyi üzüntü ile geçirir ve sabah namazı sonrası dışarı çıktığında eski Meclis binasının önüne gelince ciğer parçalayan manzaraya o da şahit olur. Gerisini kendi kaleminden takip edelim:

“Birdenbire gözüme ilişen bir manzara, beni olduğum yere mıhladı. Evet, eski Meclis önündeki meydanın ortasına iki tane sehpa dikilmiş, onların arasına da beyazlar giydirilmiş iki vücut çekilmişti. Yüzleri diğer tarafa müteveccih olan (yönelmiş) bu cesetlerden birinin Atıf efendi olduğu, boyunun uzunluğundan ve hala görünen metin vaziyetinden anlaşılıyor, o refi (yüksek) vaziyetiyle merhum hayatındaki halinden yüksek görünüyordu. Bilâ ihtiyar (elinde olmadan) gözlerimden yaşlar akarken dudaklarımdan da meşhur bir mersiyenin matlaı (taziye konulu kaside beyti) olan:

“Uluvvün fi’l hayati ve fi’l memat Le-hakkun ente ikdü’l mucizat”
(Sen hayatta da, ölümünde de yücesin. Gerçekten sen mucizelerden birisin) beyti döküldü.”

Cevdet Soydanses bey de şunları ifade etmekte; “Atıf hocaya İttihatçılar da düşmandı. Sanırım idamında İttihatçıların bu eski kininin rolü de olmuştur. İdam edileceği sırada başında sarığı varmış. Kılıç Ali de orada...Kılıç Ali ağır bir söz sarf etmiş ve “Alın şu herifin başından sarığı” demiş. “Son sözün ne?” diye sorduklarında, sadece “kelime-i şehadet” getirmiş... Atıf hocayı astıklarında kimsenin sesi çıkmadı. Diyanet işlerinde çok yakın arkadaşları vardı. Onlar da sustu. Kimse konuşamadı.”

Nasıl konuşacaklardı ki?...Bu ölümü göze alabilmek demekti. Ama o günden beri müminlerin vicdanında bir sızı olarak kaldı Atıf efendi. Onu her anışımızda içimiz burkuldu, gözlerimiz doldu...Ona bu muameleyi reva görenleri Rabbimize havale ettik...

A.Hamdi Ertekin bey anlatıyor: “Ömer Yüce’nin merhum babası, Atıf hocanın yanında okumuştu. Bir gün Ömer efendiye babasının Atıf hocanın idamıyla ilgili kendisine anlattığı bir şeylerin olup olmadığını sorduğumda şu cevabı vermişti: “O konu açıldığı zaman babamı bir ağlama tutar ve konuşamazdı.”

Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden Mustafa Sungur da 1.06.2003’te kendisini ziyaretimizde şu hatırayı anlatmıştı: “Büyük Doğu’ da neşredilen, İskilipli Atıf hoca’ nın başına gelenleri anlatan yazıyı Üstad’a okuyordum. Bir ara baktım, Üstad gözlerini siliyordu.”

Son olarak Atıf efendinin ders arkadaşı Şeyh Ali Haydar efendinin bir sözünü nakledelim. Emin Saraç Hoca şöyle diyor: "Ali Haydar efendi Atıf efendi ile birlikte 6 ay Ankara'da hapiste kalmış. Ne sıkıntılar çekildiğini anlatır, bir taraftan da elini dizine vurarak; "Atıf efendi kardeşimiz kazandı" derdi.

Bu arada bir şeyi de hatırlatalım; Mahkeme zabıtlarını okuduğumuzda, bazı kimselerin, Atıf hocadan beri olduklarını, tasvip etmediklerini “Bu adam bütün tarikatlara karşıdır, ben ise Halidi tarikatındanım” demeleri gibi ifadelerini okuyup, o zatlar hakkında suizanna düşmeyelim... O şartları göz önüne getirelim... Hocaefendinin en yakın arkadaşlarından Tahir-ül Mevlevi bile, beraatı sonrası Kılıç Ali beyle görüştüğünde, Ali beyin;
-Tahir Bey! Atıf Hocanın idamı hakkında ne dersin? demesi üzerine
-Ne diyeyim efendim. Cürmü varmış ki, cezasını gördü” deme zorunda kalmıştır.

İDAM SONRASI AİLESİ
Acaba Hocaefendinin şehadetinden sonra ailesi ne oldu? Atıf Efendinin yeğenlerinden Bahaddin İmal bey bu konuda şunları anlatıyor: “Tarihini pek hatırlamıyorum. Hatırımda kaldığı kadarıyla, Zahide hanımla,(eşi) Melahat hala(kızı) dayımın idamından sonra İstanbul’dan buraya(İskilip) geldiler. Köyde az bir müddet kaldılar. Burada kaldıkları müddet zarfında Zahide hanım köydeki hanımlara Kur’an okuttu. Yanlarında Zahide hanımın kız kardeşinin oğlu da vardı, Semih adında. Köydeki şartlara intibak edemediklerinden tekrar İstanbul’a döndüler. İstanbul’da ne kadar kaldıklarını tam bilemiyorum. Fakat 1960’lara doğru tekrar köye döndüler. Zahide hanım bu gelişlerinde “Kızım, ben bir daha İstanbul’a dönemeyeceğim. Kendin için ise kararını kendin ver” demiş.

“Kelebekler Sonsuza Uçar” adlı filmde de gördüğümüz gibi, Melahat hanım da İskilip’te kalmış. 1989-90’larda 75-80 yaşlarında olan Melahat hanım, babasının bir gece karanlık ruhlu adamlar tarafından evinden götürülmesi ile akli dengesinde hep gelgitler yaşamış. “Bu halim doğuştan değil. Polislerin babamı gözlerimin önünde evden alıp götürmeleri bende büyük bir korku meydana getirdi. Onu bir daha hiç görememem ise, beni yalnızlığa mahkum etti. Bu hal yaşadıklarımın eseri” demiş Bahaddin İmal beye...

Araştırmacı-yazar Hüseyin Yılmaz bey bütün ısrarlarına rağmen görüşememiş bu dertli hanımla. “Babam ölmedi, yaşıyor, gidin kendisi ile görüşün” diyormuş Melahat hanım...İnşallah şimdi, dünyada tadamadıkları rahatı yaşıyorlardır Atıf hoca ve ailesi...

Atıf hocaya uygulanan zulüm akrabalarına da teşmil edilmiştir (yaygınlaştırılmış) . Eskişehir’de Üstad Bediüzzaman hazretlerini evinde misafir eden ve el’an (şimdi) hayatta olan bir zat, bir sohbetimizde 1950’li yıllarda Eskişehir’de İskilipli Atıf efendinin bir yakını ile tanıştığını anlatmıştı. Abdülmecit efendi isimli bu zatın tırnaklarının hiçbiri yokmuş. Sebebi mi?... Atıf Hoca hakkındaki soruşturma sırasında kaybetmiş hepsini...

MEZARI NEREDE?
Bu meselede maalesef dramın bir başka parçası...Eskiden beri Atıf hocanın mezarı nerededir diye düşünürdüm. Meğer belli değilmiş... Emekli astsubay Hasan Sureykan şunları söylüyor bu konuda: “Merhumun mezarını araştıracak oldum. Fakat bulmak ne mümkün? Dikimevinden Mamak’a giderken yaklaşık bir kilometre ilerde, sağ tarafta askeri bir mezarlık var. Bu mezarlığın karşısında şimdi bir park var, bir zamanlar mezarlıktı. Merhum Atıf Hocanın mezarı da bu mezarlıkta idi. Buradaki kabirler 1954 senesinde yakınları tarafından Gülveren’de yapılan Asri mezarlığa nakledilmişler. Atıf hocanın yakınları sahip çıkmamışlar. Bu durumda mezarın bu parkta kaldığını ve park çalışmalarıyla ortadan kalktığını sanıyorum.”

Tesellimiz Hz. Mevlana’nın şu sözlerindedir:
“Biz öldükten sonra kabrimizi arama. Bizim mezarımız Ariflerin gönüllerindedir.”

ESERLERİ
1-Mirat-ül İslam
2-İslam Yolu
3-İslam Çığırı
4-Din-i İslam’da Men-i Müskirat
5- Nazar-ı Şeriatta Kuvve-i Berriye ve Bahriyye
6-Tesettür-ü Şer’i
7-Muayenet üt Talebe
8- Medeniyyet-i Şeriyye
9- Frenk Mukallitliği ve Şapka

-KAYNAKLAR-
1- Son Devrin Osmanlı uleması- Cilt:3- Sadık Albayrak- Milli Gazete yayınları- İst-1980
2- İslam Ansiklopedisi- Cilt-22- İfav yayınları
3- İnkılap Kurbanları- Hüseyin Yılmaz- Timaş yayınları- İst-1991
4-Türk Basınında Mustafa Kemal Atatürk- Gazeteciler Cemiyeti yayınları-İst:1981
5-Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi-Cilt:2- İsmail Kara- Risale yayınları- İst:1986
6-Sahabeden Günümüze Allah Dostları-10. cilt- Şule yayınları-
7-http:// Kolayweb.com - Informationen zum Thema kolay web. Diese Website steht zum Verkauf!
8- http://www.ulumulhikmekoeln.de/iskilipatif.htm
9-Son Devrin Din Mazlumları- Necip Fazıl Kısakürek- Büyük Doğu yayınları-İst-2000
10- Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları(1926)- Hazırlayan: Ahmed Nedim- İşaretyayınları- İst:1993
11-Matbuat Alemindeki Hayatım Ve İstiklal Mahkemeleri-Tahir-ül Mevlevi-Nehir yayınları- İst-1991
12- Altınoluk Dergisi- Nisan 1988-Sayı:26 (Emin Saraç’la Röportaj)
13- Fasıldan Fasıla-1-M. Fethullah Gülen- Nil yayınları
14- Şualar- Bediüzzaman Said Nursi-(12. Şua)- Envar Neşriyat- İst:1995
15-Gazi Paşa’ya Suikast- Uğur Mumcu-Tekin Yayınevi-İst-1993
16-İ.Atıf Hoca Niçin İdam edildi?-Alem yayıncılık-
17- Yakın Tarih ansiklopedisi-5. cilt-Akit Gazetesi neşriyatıbuyrun sizi iskilipli atıf hocanın hayatıyla başbaşa bırakıyorum.

Dinimiz_26 12-14-2009 15:03

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Arkadaşlar. Atatürk'ün ne yaptığını niye tartışıyorsunuz ki? Bütün olanları siz değil, Yüce Allah'ımız biliyor. Atatürk'ün iyi mi kötü mü olduğunu bilemeyiz. Ancak Yaratanımız bilir. Arapçayı, halifeliği, cüppeyi kaldırması onun dinsiz olduğunu mu gösterir? Ya da laiklik yapması iyi olduğunu mu gösterir? Ancak bunları bilebilen Allahtır. Benim söyleyeceğim yalan bilgi var ise inanmayın. Bazı tarih kitaplarını da okumayın. Onların içinde Bazı şeyleri çıkarmıyorlar. Benim amacım Atatürk'ü ve Dinimizi kötülemek değil. Bir düşünceye körü körüye bağlanmamanızı söylemektir amacım.





SAYGILARIMLA

emirahmedyasin 12-15-2009 10:58

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

Dinimiz_26´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 55096)
Arkadaşlar. Atatürk'ün ne yaptığını niye tartışıyorsunuz ki? Bütün olanları siz değil, Yüce Allah'ımız biliyor. Atatürk'ün iyi mi kötü mü olduğunu bilemeyiz. Ancak Yaratanımız bilir. Arapçayı, halifeliği, cüppeyi kaldırması onun dinsiz olduğunu mu gösterir? Ya da laiklik yapması iyi olduğunu mu gösterir? Ancak bunları bilebilen Allahtır. Benim söyleyeceğim yalan bilgi var ise inanmayın. Bazı tarih kitaplarını da okumayın. Onların içinde Bazı şeyleri çıkarmıyorlar. Benim amacım Atatürk'ü ve Dinimizi kötülemek değil. Bir düşünceye körü körüye bağlanmamanızı söylemektir amacım.
SAYGILARIMLA

Şimdi şunu kendimize açık yüreklilikle itiraf edelim ki insanlarımız sistemden korktukları iiçin m.kemal kötü diyemiyorlar "O" nun kötü bir iz bıraktığını Allah ta biliyor bizde biliyoruz.

Bediüzzaman26 12-15-2009 14:20

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Evet doğru söylüyorsun. Şapka devrimi yapmıştı ve bu şapkayı takmayanlar hala sarık takanlar öldürülmüştü. Ne yüzünden? Batı şapkası yüzünden... Kardeş kardeşini öldürdü. Ne için? Batılılaşmak için.

Kayıtsız Üye 01-04-2010 13:45

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

kADINLARIN SEÇME HAKKINA zATEN iSLAM ŞERİAT BİR SINIRLAMA KOYDUĞUNU DUYMADIM.Ama seçilme hakkı olarak sana şunu söyleyebilirim ki Tansu çiller seçildiği zaman 6 ayda istifa etmek zorunda kaldı. Niye biliyormsun Çünki Türkiye ekonomosini 6 ayda yerle bir etmişti de ondan. Kadınlar ülke yönetemez. Fıtrata aykırıdır. Senin verdiğin hükümlerin çoğu küfür memleketlerinin kanunlarına göre Biz Şeriat'a göre(Kuran ve Sünnete) göre konuşmaya çalışıyoruz. Aramızdaki fark bu. İLK önce bunların hepsini kabul etmen için İslam dairesinin içine girmen lazım. Bir müslüman Ya bütün hükümleri kabul etmek zorunda yada toptan rededetmek zorunda. Ancak KAbul ederk İslam dairesine girebilir(İskilipli Atıf Hoca). Yoksa şurasını beğenmedim(nefsine göre)yok şurası kalsın .İslam dairesine girilmez.

xyzt 01-04-2010 22:40

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

abı-hayat´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 44024)
atif hoca’nin rüyasi

bu meseleyi yazmak bana en zor gelen kısmı oldu bu çalışmanın. Zira, senelerdir insanların kabul ettikleri bir meselenin aksini savunmak kolay bir şey değil...insanlar ve özelde bizim halkımız sevdikleri kimseleri oldukları gibi sevemiyorlar nedense. Hele o zat bir kanaat önderi, bir irşad eri, bir yol göstericiyse...hayali bir takım makamlar, usturevi hadiseler, rüyalar ile o şahsı sevmek daha cazip geliyor bize...

Türkiye’de bir çok konuda olduğu gibi, iskilipli atıf hocayı da ilk defa maşeri vicdanda (kamuoyu) seslendiren o enfes üslubuyla merhum necip fazıl oldu. çoğumuz atıf hocayı onun “son devrin din mazlumları” adlı eserinden tanıdı. Kendisine bir kere daha rahmet diliyoruz. Tabii, üstad zaman ve şartlar gereği bir çok mesele de olduğu gibi bu konuda da derin araştırma imkanını bulamadı. Daha çok kulaktan duydukları ile yetindi. Bu kitabını eleştirel bir gözle takip edenler bana hak vereceklerdir. Bir küçük misal vermek gerekirse; din mazlumlarında, atıf hocanın 1926 yılının bir sonbaharında evinden alındığı yazılıdır. Halbuki atıf efendinin idamı zaten 4 şubat 1926’dır.

Necip fazıl’ın naklettiği bir hadise de, atıf efendi’nin mahkemeden bir gün evvel müdafaasını yazarken, birden dalıp rüyasında resulullah’ı(sav) görmesi, kainatın fahrinin(asm)(alemin övüncü) : “yanıma gelmek dururken ne diye müdafaa karalamakla meşgul oluyorsun?” buyurması üzerine, yazdığı müdafaasını yırtması hadisesidir. Necip fazıl bunu parlak ifadelerle kitabında anlatmış, çoğumuzda bunu gözyaşları içersinde okumuşuzdur.

Elbette böyle bir rüyayı atıf hocanın görmüş olması çok güzeldir. Ama görmemiş olsa da bir şey fark etmez. Biz, onun, ağuşunu (kucağını) açıp kendisini bekleyen peygamberimize kavuştuğuna, mazlumen şehid olduğuna yürekten inanıyoruz. Ama tarihi gerçekler böyle bir rüya hadisesinin olmadığına bizi itiyor gibi. şimdi delillerimizi sıralayalım;

1-bu hadisede atıf efendinin yanında olduğu iddia edilen tahir-ül mevlevi ankara’da hiçbir zaman atıf hoca ile aynı koğuşu paylaşmadı.

2-atıf efendinin böyle bir rüya gördüğüne dair tahir-ül mevlevi’nin hatıratında hiçbir şey yok.

3-tahir-ül mevlevi’nin de belirttiği gibi, atıf efendi uzunca bir müdafaa yazmış ve bu, mahkemede okunmuştur. Aşağıdaki kısımda bunu görebileceksiniz. Aslında son gün müdafaa yapmayan müftü ali rıza efendidir. (ayrıca bak: Ankara istiklal mahkemesi zabıtları-s: 280-281)

tabii bir çok kaynakta bu rüya meselesinin anlatılması, hatta filimde yer alması da çok bir şey ifade etmiyor. Zira hepsinin kaynağı necip fazıl’ın aynı eseridir.

Mahkemenin son günü
tahir-ül mevlevi atıf hocanın mahkemede son gününü şöyle anlatıyordu: “atıf efendi metin görünüyordu. Suud beyin söylediğine göre gece sabaha kadar oturmuş, 8-10 tane eser-i cedid ( eskiden imâl edilen kâğıt cinslerinden birinin adı) kağıdını doldurmak suretiyle bir müdafaanâme (savunma) yazmıştı. Yazılmışını görmediğim ve mealini (anlamını) öğrenemediğim o müdafaanâmenin kıraati (okunması) epeyce uzun sürmüştü ki, o mahkemede okunurken biz merdiven altında bekliyor, mahpesimizin (hapsedilen yer) kapısı kapalı olduğu için de okunan şeyi işitemiyorduk. Ali rıza efendi müdafaanâme yazmamış, verilecek hükme razı olduğunu söylemiş. Atıf efendi müdafaanâmesini bizzat okumuş ve hitamında (bitişinde) reis beye tevdi etmiş (vermişti) .”

muhakemeyi takip eden yazar şevket süreyya aydemir mahkeme zulmüne olan tanıklığını şöyle anlatıyor: “hükümlüler arasında sarıklı bir müderris göze çarpıyordu. Müderrisin başında fes ve sarık vardı. Cübbesi ve kıyafeti temizdi. Suçu, o sıralar yayınlanan şapka kanununa muhalefet etmekti. Fakat bu suç, bir takım ithamlarla da karışınca mahkemeden en ağır hükmü yemişti. Artık son saatlerini yaşıyordu. Hocanın yüzü sakindi. Metanetini muhafaza ediyordu. Yalnız dudakları kımıldıyor ve galiba bir dua okuyordu. Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat, bu hükümle de kanmamış gibiydi. Bağırıyor, çağırıyordu. Acaba hoca’yı bir tekmeyle merdivenlerden aşağıya yuvarlayacak mı diye bekledim. Fakat olmadı. Müderris, bu sözler üzerine kendisine değilmiş gibi bekledi. Sonra sağanak geçince yürüdü. Muhafızların arasında merdivenlerden indi. önümüzden geçerken gene dudakları kımıldıyordu.”

şehadeti
4 şubat 1926 perşembe ... Sabahın ilk saatleri... Eski meclis binası yakınlarındaki karaoğlan çarşısı...metin bir şekilde, dilinde dualarla idam sehpasına gelen atıf efendi kelime-i şehadetle bu dünya defterinin kapısını kapıyor ve “yevme tüble’s serair”( bütün sırların açığa çıkacağı gün) olarak kur’an’da bildirilen dar-ı ahiretin özel bir bekleme salonu olan şehadet kapısını çalıyordu. Allah rahmet eylesin. (amin) ..

Ali tahmilci bey, hocaefendi ile aynı cezaevinde yatan amcası hasan tahmilci beyin anlattıklarını şöyle naklediyor:
“mahkemeler bitmiş, kararlar verilmiş, her şey belli olmuştur. Hücrelerine çekilen hükümlüler, infaz anını bekliyorlar. Sırası gelenlerin kimisi kapıyı şaşırır, bacakları titrer, yürümekte güçlük çekermiş. Derken, sıra merhuma gelmiş. “iskilipli mehmed atıf” diye bağırmış bir görevli. Hoca metin ve mütevekkil... Ağır adımlarla, vakar içinde, dualar mırıldanarak yürümüş sehpaya.”

o gece hanımının gördüğü rüya şöyledir: “bahçemizde kızı ile birlikte dikmiş olduğu çam ağacının dibinde hoca abdest almakla meşguldü. Kızı melahat ona su döküyordu. Abdestini aldıktan sonra doğrulan hoca bize; “ben artık gidiyorum. Sakın ağlamayın. Yalnız bana yedi yasin okuyun” diyordu…

nuri saraç bey atıf efendinin mübarek nâşını idamının ertesi günü görenlerden: “garip bir tesadüf ki, hocanın muhakemesinin bittiği günün ertesi günü onu asılmış vaziyette eski meclis’in avlusunda, iri yarı gövdeleriyle ve normal ebattan daha uzun bir darağacında sallandığına şahit oldum. Tesadüfen oradan geçiyordum. Hoca pırıl pırıl parlayan sakallı ve nurani yüzüyle, sanki hiçbir şey yokmuş gibi sallanıyordu.”

onu idam sehpasında görenlerden biri de, yakın arkadaşı tahir ül mevlevi’dir. Mahkemeden beraat alan tahir bey o gün ankara’da kaldığı otelde geceyi üzüntü ile geçirir ve sabah namazı sonrası dışarı çıktığında eski meclis binasının önüne gelince ciğer parçalayan manzaraya o da şahit olur. Gerisini kendi kaleminden takip edelim:

“birdenbire gözüme ilişen bir manzara, beni olduğum yere mıhladı. Evet, eski meclis önündeki meydanın ortasına iki tane sehpa dikilmiş, onların arasına da beyazlar giydirilmiş iki vücut çekilmişti. Yüzleri diğer tarafa müteveccih olan (yönelmiş) bu cesetlerden birinin atıf efendi olduğu, boyunun uzunluğundan ve hala görünen metin vaziyetinden anlaşılıyor, o refi (yüksek) vaziyetiyle merhum hayatındaki halinden yüksek görünüyordu. Bilâ ihtiyar (elinde olmadan) gözlerimden yaşlar akarken dudaklarımdan da meşhur bir mersiyenin matlaı (taziye konulu kaside beyti) olan:

“uluvvün fi’l hayati ve fi’l memat le-hakkun ente ikdü’l mucizat”
(sen hayatta da, ölümünde de yücesin. Gerçekten sen mucizelerden birisin) beyti döküldü.”

cevdet soydanses bey de şunları ifade etmekte; “atıf hocaya ittihatçılar da düşmandı. Sanırım idamında ittihatçıların bu eski kininin rolü de olmuştur. Idam edileceği sırada başında sarığı varmış. Kılıç ali de orada...kılıç ali ağır bir söz sarf etmiş ve “alın şu herifin başından sarığı” demiş. “son sözün ne?” diye sorduklarında, sadece “kelime-i şehadet” getirmiş... Atıf hocayı astıklarında kimsenin sesi çıkmadı. Diyanet işlerinde çok yakın arkadaşları vardı. Onlar da sustu. Kimse konuşamadı.”

nasıl konuşacaklardı ki?...bu ölümü göze alabilmek demekti. Ama o günden beri müminlerin vicdanında bir sızı olarak kaldı atıf efendi. Onu her anışımızda içimiz burkuldu, gözlerimiz doldu...ona bu muameleyi reva görenleri rabbimize havale ettik...

A.hamdi ertekin bey anlatıyor: “ömer yüce’nin merhum babası, atıf hocanın yanında okumuştu. Bir gün ömer efendiye babasının atıf hocanın idamıyla ilgili kendisine anlattığı bir şeylerin olup olmadığını sorduğumda şu cevabı vermişti: “o konu açıldığı zaman babamı bir ağlama tutar ve konuşamazdı.”

bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden mustafa sungur da 1.06.2003’te kendisini ziyaretimizde şu hatırayı anlatmıştı: “büyük doğu’ da neşredilen, iskilipli atıf hoca’ nın başına gelenleri anlatan yazıyı üstad’a okuyordum. Bir ara baktım, üstad gözlerini siliyordu.”

son olarak atıf efendinin ders arkadaşı şeyh ali haydar efendinin bir sözünü nakledelim. Emin saraç hoca şöyle diyor: "ali haydar efendi atıf efendi ile birlikte 6 ay ankara'da hapiste kalmış. Ne sıkıntılar çekildiğini anlatır, bir taraftan da elini dizine vurarak; "atıf efendi kardeşimiz kazandı" derdi.

Bu arada bir şeyi de hatırlatalım; mahkeme zabıtlarını okuduğumuzda, bazı kimselerin, atıf hocadan beri olduklarını, tasvip etmediklerini “bu adam bütün tarikatlara karşıdır, ben ise halidi tarikatındanım” demeleri gibi ifadelerini okuyup, o zatlar hakkında suizanna düşmeyelim... O şartları göz önüne getirelim... Hocaefendinin en yakın arkadaşlarından tahir-ül mevlevi bile, beraatı sonrası kılıç ali beyle görüştüğünde, ali beyin;
-tahir bey! Atıf hocanın idamı hakkında ne dersin? Demesi üzerine
-ne diyeyim efendim. Cürmü varmış ki, cezasını gördü” deme zorunda kalmıştır.

.

bu çalişmaniin kime ait olduğunu pek anlayamadim.

edaeda 01-21-2010 02:30

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Ahhh atam güvendiğin ülkeyi emanet ettiğin gençliğin hakkında söylediklerini okurken ağlamamak içlenmemek ve bu insanlar için üzülmemek elde değill. kimisi atatürk alkolikti demiş kimisi dansöz oynattı demiş yahu arkadaşlar atatürk bir şeyh, bir din adamı değildi o bir komutandı hem de eşsiz bir komutan.onun alkol alması sevgililerinin olması iyi bir komutan oluşunu bu ülke için yaptıklarını yok saymanıza bir neden değildir. siz neyi ne ile kıyaslıyorsunuz allah aşkınıza

alptraum 01-21-2010 02:54

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Alıntı:

edaeda´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 55990)
Ahhh atam güvendiğin ülkeyi emanet ettiğin gençliğin hakkında söylediklerini okurken ağlamamak içlenmemek ve bu insanlar için üzülmemek elde değill. kimisi atatürk alkolikti demiş kimisi dansöz oynattı demiş yahu arkadaşlar atatürk bir şeyh, bir din adamı değildi o bir komutandı hem de eşsiz bir komutan.onun alkol alması sevgililerinin olması iyi bir komutan oluşunu bu ülke için yaptıklarını yok saymanıza bir neden değildir. siz neyi ne ile kıyaslıyorsunuz allah aşkınıza


Evet bu konuda haklisin. Dedigin gibi bakilmamasi lazim fakat unutulmamasida lazim her ne kadar sürekli söylenmesi geerkmiyorsada.

Ezanlari neden türkceye cevirdi? Saltanatin kaldirilmasi ve sonrasindaki halifelik yani kronolojik sira daki o intizam gibi ilk önce türkcelesen ezan ve sonrasinda türkcelesen namaz mi olacakti? Böyle bir beyanati varmiydi ki? Cünkü Atatürk severlerin belli bir kismi namazin türkce kilinmasinda problem olmadigini söylüyorlar ve öyle ibadet ediyorlar. Siz ne düsünüyorsunuz?

dionysoz 01-21-2010 11:41

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

nolmuşki ezan türkçe okunmuşsa.ne farkederki?veyahutta okunsa nolur yani?
ben söleyim.arapça bizim dilimiz değildir.bi çok dindar insan dualarda ne anlatılıyor ezan ne diyor kuran ne diyor bilmeden tamamen şeklen dinini icra edip gidiyor.manası ne demektir bilinsin işte ne var.bugün bakın araştırın ne kadar çok insan ne okuduğu duanın manasını bilir ne okuduğu kuranın ne anlattığını bilir.fenamıdır manasının ne olduğunun bilinmesi.bu anlamda ezanın türkçe okunması dine karşı bir hareketmidir?

kaldıki mesela atatürkün tamamen kendi kişisel girişimleriyle hazırlanmış elmalılı hamdinin kuran tefsiri bugün hala en iyi türkçe tercümelerden biridir.bu tefsirin hangi kriterlere göre hazırlanacağını atatürk bizzat oturmuş maddeler halinde kendi hazırlamış.al kardeşim bi tefsir yap ama ahanda şu maddelere göre olsun der.o maddelerde şöledir;

1- Ayetler arasında münasebetler gösterilecek.

2- Ayetlerin nüzül (iniş) sebepleri kaydedilecek.

3- Kıraat-i Aşere'yi (10 okuma tarzını) geçmemek üzere kıraatler hakkında bilgi verilecek.

4- Gerektiği yerlerde kelime ve terkiplerin dil izahı yapılacak.

5- İtikadda ehli sünnet ve amelde Hanefi mezhebine bağlı kalınmak üzere ayetlerin ihtiva ettiği dini, şer'i, hukuki, ictimai ve ahlaki hükümler açıklanacak.

6- Ayetlerin ima ve işarette bulunduğu ilmi ve felsefi konularla ilgili bilgiler verilecek.Özellikle tevhid konusunu ihtiva eden ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan ayetler genişçe izah edilecek.

7- Konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgisi bulunan İslam Tarihi olayları anlatılacak.

8- Batılı müelliflerin yanlış yaptıkları noktalarda okuyucunun dikkatini çeken noktalar konularak gerekli açıklamalar yapılacak.

şimdi atatürkün bizzat kendinin böyle dinimizi layıkiyle anlama adına bir girişimi varken onu dinin karşısına koymak art niyettir.

mus'ab 01-21-2010 21:39

--->: Atatürkün Kanlı devrimleri
 

Esselamü aleyküm: Eeey millet

Güneş balçıkla sıvanmaz derler. bu meselede öyle el feta kardeşi bende eleştireyim ama sadece bazı hakaret içeren kelimelerini. fakat genelde el feta kardeşime katılıyorum.
Kaynak isteyen kardeşler 1- abdurrahman dilipak'ın bir başka açıdan kemalizm. 2- sadık albayrak'ın irtica'nın tarihcesini 3- yine sadık albayrak'ın MENEMEN vak'asını. 4mustaf müftü oğlunun yalan söyleyen tarih utansın. 5- m kemalin doktorluğunuda yapmış olan sinop milletvekili dr rıza nur'un hatıratını. 6- kadir mısıroğlunu ve daha bi sürü kaynak bulabilirim lütfen alın okuyun

ŞİMDİ GELELİM: Bu ülkeye yapılan en büyük kötülüğe. burada yazan tüm kardeşlerime soruyorum. Görüyorumki sizlerde benim gibi türkçe yazıyor, çiziyor,okuyor ve türkçe konuşuyorsunuz. ihtimalki bir çoğunuz üniversite okuyor yada mezunsunuz düşünün ki şu an ben emir makamındayım: Gece yarısı bir kanun çıkarıyorum türkçeyi yasakladım cümleniz hinduce öğrenip okuyup yazıp konuşacaksınız bu bir emirdir uymayanlar ya idam edilir yada işkenceyle kabul ettirilir. desem: nerede kalır profluk. doçentlik. mimarlık. mühendislik, üniversitelilik hepiniz sabah uyandığınızda okuma yazma bilmeyen cahil bir toplumsunuz değilmi.
Harf devrimi yapıldığı gün osmanlıdan kalan 59.000 Ellidokuzbin alim, mimar mühendis vs 7 yaşında okula başlayan çocuklar kadar cahil olmuşlardı.

Cumhuriyet urlduktan sonra ülke yoluna devam etmiş ikinci dünya savaşında dünya cayır cayır yanmış ama türkiye bu savaşın dışında kalmış olmasına rağmen batının çıplaklığı ve ahlaksızlığının dışında hiç bir teknik ve teknolojisini alamamış. Her fırsatta geri kalmışlıklarını bir kenara sindirdikleri üç beş müslümana mal ederek irticacı gerici yobaz bilmem ne diyerek saldırmışlardır.

menemen olaylarında çoğunuz KUBİLAY olarak hatırlarsınız olay yeri izmir menemen ilçesi.
Karsın sarıkamış ilçesinin imamı getirilir ve menemnde idam edilir. bu adam menemeni ilkdefa ozaman görmüştür. Suçu sarıkamışta ahırlarda derlerde gizlica kur'an öğretmekti.

kaynak soracaklara hemen öyliyeyim: menemende idam edilenler kimlerdir diye araştırın daha neler bulacaksınız toros dağlarında ömründe hiç şehir görmemiş insanların nasıl suçlandığını ve idam edildiğini.

sadece konyada 2500 kişinin kılıç ali tarafında idam edildiğini. (kılıç ali bu günkü mlliyet yazarı altemur kılıçın babasıdır) bizzat kendi ağzından ifade ettğini.

TBMM de mustaf kemale karşı konuşabilen yürekli insan trabzon milletvekili Ali ŞÜKRÜ beyi giresunlu topal osmana nasıl öldürttüklerini. Artık bilmeyen yok sizler niye hala inat edip savunuyorsunuz niçin evet m kemel çanakkalede kahramanmış ama sonralarıda bunları yapmış diyemiyorsunuz.

Çanakkale savaşıda ayrıca bir tartışma konusudur. çünkü orada birtek mermi dahi atmadan 30.000 vatan evladını şehit ettirdiler lütfen lütfen Ekrem ŞAMA nın şu boğaz harbi ve hilelerle çanakkale isimli kitaplarını okuyun. Orada da bu kahraman zannettiğiniz insanların asla affedilmeyecek hatalarını göreceksiniz.
yazmakla bitmez arkadaşlar. bunları yeni bir tartışma meydana getirmek için yazmadım. bazı kardeşlerin m kemal'i hiç hatası olmayan ve eleştilemez insan olarak görmelerinin doğru olmadığını anlatmaya çalıştım.

Selam ve dua ile


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 10:20 .

2000- 2025
Tüm bağışıklıklar ve idelerden bağımsız olan sözcükleri sarfetmeye mahkumdur özgürlük