Nureddin Şirin / nureddinsirin@anadolugenclik.com.tr
Üzerinden 11 yıl geçen -bin yıl geçse de süreceği söylenen- "28 Şubat Süreci"nin üzerini kazıdıkça, ardında yatan siyonizmin çirkin yüzünü daha belirgin bir şekilde görmekte; aslında bu sürecin salt Türkiyeye yönelik bir girişim olmadığını, aksine, emperyalizmin global stratejisinin Türkiye ayağını oluşturduğunu daha iyi anlıyoruz.
Soğuk savaş döneminin iki kutuplu dünyasından ABDnin dünya jandarmalığına geçiş dönemiyle birlikte, Amerikan emperyalizminin küresel anlamda İslam dünyasına yönelik bir haçlı savaşı başlattığı; bu savaşını ideolojik, politik ve askeri alanlarda koordineli bir şekilde sürdürdüğü, bu savaşın amacının ABD firavunluğunu yeryüzü coğrafyasına yerleştirerek önüne çıkan "İslam engeli"ni bütünüyle ortadan kaldırmak olduğu yapılan açıklamalarla da ortaya konuluyordu.
ABDnin birinci körfez savaşıyla birlikte, Kuveyt-Irak üzerinden Ortadoğuya yerleşme çabaları ve ardından Afganistan-Irak işgalleriyle devam ettirilen askeri saldırganlık, adı konulan hedeflerin ötesinde gerçekte "siyasal İslamcılık" ya da "İslam fundamentalizmi" şeklinde tanımlanan "İslam tehdidi"ni ortadan kaldırmaya ve İslami direniş cephelerinin karşısında ölümcül bir kıskacın içine düşen Siyonist İsrail rejiminin varlığını güvence altına almaya yönelik geniş çaplı bir Haçlı Savaşı´nın seyri anlamına geliyordu…
Siyonizmin uluslararası hedeflerini, "Siyon Liderlerinin Protokolları"nda okuduğumuzda, günümüzde İslama karşı sürdürülen küresel savaşın arkasında iki yüz yıllık bir çalışmanın yattığını daha iyi anlayabiliyoruz. Ancak tarihin seyri, emperyalist-siyonist projelerin amaçlandığı üzere gerçekleşmediğini, aksine sahip olunan devasa ekonomik-askeri güce rağmen İslam Ümmetinin bağrından yeşeren diriliş ve direniş güçleri karşısında tökezleyip çoğunlukla hüsrana uğradığını göstermekte, ezeli hak-batıl savaşının değişmez yasalarının her geçen zaman tecelli ettiğini ortaya koymaktadır.
Böyle bir süreçte, ABD emperyalizminin 90lı yıllarda Birinci Bush döneminde "Yeni Dünya Düzeni" diye adlandırdığı, şimdilerde İkinci Bush döneminde ise "Büyük Otadoğu Projesi" ya da "Yeni Ortadoğu" gibi nitelendirmelerle gerçekleştirmeye çalıştığı küresel haçlı savaşının başlıca hedeflerinin ne olduğunu ortaya koyacak olursak, "28 Şubat Süreci"nin de taşıdığı anlamı daha iyi anlayabiliriz.
Emperyalizm ve Siyonizm´in İslama karşı açtığı bu geniş ölçekli ve şiddetli savaşta, ABDdeki Beyaz Saray çetesinin dilinde sürekli olarak "aşırı İslamcılık" ya da "İslamo-faşizm" gibi deyimlerin kullanıldığını görüyoruz. Yani onlara göre iki "İslam" var; bir yanda "tehlikeli İslam", diğer yanda ise "tehlikesiz İslam"
Onlara göre, "Tehlikeli İslam", dünya Müslümanlarının birliğini savunuyor; İslam ümmetinin siyasi-askeri-ekonomik müşterek pakt ve yapılanmalarla kendi gücünü ortaya koymasını, sahip olunan tüm yer altı ve yerüstü kaynakların emperyalizmin sömürü ve talanından kurtarılmasını, İslam ülkelerindeki yabancı-işgalci varlığının sona erdirilmesini, İslam toplumlarının kendi medeniyetini inşa etmesini, Batının tüm ifsadının kökünün kazınmasını savunuyor. Tehlikeli İslam, İslam topraklarındaki haçlı-siyonist işgallerin bütünüyle son erdirilmesini, özel de Siyonist rejimin ortadan kaldırılmasını ve Kudüsün özgürleştirilmesini bunun için ise emperyalist Siyonist saldırganlığın her türlüsüne karşı cihad ve mücadeleyi öngörüyor.
Bu "Tehlikeli İslam"a tersinden baktığımızda Amerikanın istediği, Şehid Seyyid Kutubun yıllar öncesinden dillendirdiği bir "Amerikancı İslam" projesi karşımıza çıkıyor. Bunun adını da "light İslam" koyuyorlar. Yani, ABDnin dünya patronluğuna ve jandarmalığına itiraz etmeyen, küfrün ve şirkin İslam dünyasındaki tasallutuna ses çıkarmayan, ümmetimizin zenginliklerinin soyulmasına, kaynaklarının yağma edilmesine karşı çıkmayan, aslında zahiri bir dindarlık kisvesi altında ABDye örtülü bir kulluk yapılmasını öngören edilgen, itaatkar, uysal ve teslimiyetçi bir İslam anlayışı. Emr-i Bil Maruf, Nehy-i Anil Münker, Cihad gibi asli İslami sorumlulukların kitaptan silindiği, direniş ve mücadele ruhunun tamamiyle köreltildiği, modern ve sapkın dini telakkilerle zihinlerin iğdiş edildiği Protestan bir İslam anlayışı..
Emperyalizm ve Siyonizm, "Büyük Ortadoğu Projesi" ilk sıralarına koyduğu bu hedeflerine ulaşabilmek için, doğal olarak önüne çıkan engelleri de her yola başvurarak tasfiye etmek, bu engellerin bir daha ayağa kalkmaması için Müslüman toplumlar için aldatıcı ve yanıltıcı "B" planlarını devreye sokma, sonuçta, küresel haçlı savaşında zemini kendisi açısından alabildiğince stabilize etme amacıyla bir takım süreçler de başlatacaktı. İşte ülkemizdeki "28 Şubat süreci" de bunun için tasarlandı ve uygulamaya konuldu…
Türkiyenin İslam dünyasında taşıdığı tarihi ve jeo-politik önem itibariyle, bu sürecin Türkiye ayağı Siyonizm açısından öncelikli önem ifade ediyor, bunun için Türkiyede "oyun bozan" engellerin bir bir aradan kaldırılması gerekiyordu. Belli spesifik ve lokal konulara odaklanıp takılmaksızın emperyalizmin makro amaçlarının arka-planlarına göz attığımızda, Refah-Yol hükümetinin niçin yıkıldığını, Refah ve Fazilet partilerinin niçin kapatıldığını çok daha iyi kavrama durumunda oluyoruz. Çünkü Refah-Yol hükümetinin dayandığı dini-politik referans ABD-İsrail açısından "Tehlikeli İslam"ı temsil ediyordu. Onlar yıllar boyu ne yaptılarsa bir türlü bu misyonu dize getirememiş, ABD patronluğunu, Siyonist rejimin varlığını, Batının sözde "üstün ve rakipsiz" olarak sunulan "değer yargıları"nı kabul ettirememişlerdi. "İslam birliği" ve "ümmetin özgürlüğü" davası canlılığını olduğu gibi koruyor, bu yönde stratejik adımlar atılıyordu. Refah Partisinin bu "büyük ve affedilemez suçlar"ı işlemekteki ısrarı, Washington ve Tel Aviv firavunlarının "harekat emri" vermesi için yeterli sebepti. Bizler bu süreçte kapatılan imam hatipler ve Kuran kursları, yasaklanan başörtüsü, gasp edilen haklar, yok edilen özgürlükler bağlamında her neye tanık olduysak, tüm bunlar söz konusu makro planın alt hedeflerini oluşturuyordu; onlar açısından asıl amaç "tehdit" olarak algıladıkları "Tehlikeli İslam"ın can damarlarını kesebilmekti…
11 yıl sonrasında 28 Şubatı bir kez daha konuştuğumuzda, gelinen noktanın bizler açısından uyarıcı olan temel yanı, bu küresel haçlı-siyonist saldırganlık karşısında nerde durduğumuzdur. Beyaz bayrak çekenlerin saflarında ya da az bir paha karşılığında davasını unutup dünyevi menfaat kuyruğunda sıralananlardan mıyız yoksa dinini, onurunu, mukaddesatını, ümmetini, geleceğini koruma ve savunma kavgasının şeref dolu mevzilerinde miyiz? Kimlerin gittiğini, kimlerin kaçtığını, kimlerinin sattığını ve kimlerin değişip yabancılaştığını görüyoruz. Ancak Rabbimize hamd olsun ki, şu veya bu bedel korkusuyla, şu veya bu çıkar tamahıyla yolumuzdan dönmedik; mukadderatında er geç "zafer" yazan bu kutlu davadan da hiçbir zaman dönmeyeceğiz…
Rabbimiz "onlar bir tuzak kurdular, Allah da onlara karşı bir tuzak kurdu, Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır" "sabah yakın değil mi?" "şüphesiz ki Allahın yardımı yakındır" buyururken ürkmek, korkmak, dönmek Müslümana yaraşır mı? Ufkumuzda fecrin aydınlığını gördükten sonra, menzile yetişmek için adımlarımızı hızlandırmaktan başka bir yol var mı?
..............
selametle..