Bazı saftirikler zaman zaman aynı lafı, ‘Yahu, ne uğraşıyorsunuz, filanla’ lafını tekrar ederler.. Halbuki, mes’ele, hayattan çekilip gitmiş bir kişiyle, bir hayaletle uğraşılması değil, bir zihniyetle uğraşma mes’elesidir.. Evet, bu, başlı başına ve çok önemli bir mes’eledir..
Çünkü, resmî idelojinin dayatmasıyla ve bir ‘taife-i laicus’un, ‘mütegallibe zümresi’nin toplumu ‘sürüleştirme / köleleştirme operasyonu’na karşı çıkmaktar, asıl mes’ele..
Bu konuda, bir ‘tek adam’ figürü adına, ‘lider tapıcısı, şahısperest zümre’nin sergilediği komik, traji-komik ve hattâ dramatik sosyal tablolar karşısında, nasıl susulabilir?
Binlerce yıl önce dünyadan çekilip gitmiş Fir’avunlar, Nemrud’lar, Ebû Leheb ve Ebû Cehl’ler ve tarihin diğer nice zorbalarına karşı çıkmayı öğreten bir inanç sisteminin mensubu olan hür insanlar, kitleleri tahakkümleri altında tutmak isteyenlere bugün de,karşı çıkmakla, o zihniyetle uğraşmakla mükelleftir.. Evet, mes’ele kişi değil, zihniyet karşıtlığıdır..
Dün, bir taraftan, medyada yazılıp çizilenlere bakıyorum, diğer taraftan da, 29 Ekim dolayısiyle, TRT/ İnt.’den yayınlanan ‘Cumhûriyet’ isimli bir filmi hüzünle izliyorum..
‘Hılafet’ tartışmaları sürüyor, Meclis’te.. Karşı çıkanlar oluyor.. M. Kemal, ‘Bu iş behemehal tatbik olunacak.. Ama, ihtimaldir ki, bazı kelleler koparılacaktır!’ diyor. Hemen arkasından, ‘ulemâ’dan bir sarıklı’nın cevabı halk’a, nasıl davranacağının telkınini yapıyor:
-‘Affedersiniz, biz mes’eleyi başka türlü mütalaa ediyorduk, şimdi aydınlandık..’
Bir yerinizde bir sızı hissetmez misiniz? Sonra da, ‘saltanat bitmiştir, hiç kimse artık halkı esir edemez..’ lafları.. Ve sonra, ‘Yaşasın Cumhûriyet!.’ nidâları.. Hurraaaa!..
Tek doğru vardı, o da, ‘tek adam’ın sözleriydi..
Böylesine saptırıcı resmî yalanlarla dolu bir filmi yayınlatan TRT Gen. Müdürü, sorumludur.
Gazetelere gelince.. ‘Ulusalcı-türkçü’ bir gazete manşet üstünden, başı kalpaklı ve bir gözü kapalı bir M. Kemal resmi yayınlamıştı, zemini kaplayan bayrak üzerinde, ‘tek adam’ figürünün versiyonu bir resim.. Bir köşede de, ‘Bu memleket, tarihte türktü, bugün de türktür ve ebediyyen de türk olarak yaşacaktır.. Türkiye Türklerindir..’ cümlesi..
Ama, işler sarpa sarınca, ‘türk bir ırk, bir kavim değil, bir kültürel kavramdır..’ diyeceksiniz. Halbuki, bizzat M. Kemal bile, Ankara’da Meclis’te, 1 Mayıs 1920 günü başka sözler söylüyor ve, ‘Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız türk değildir, yalnız çerkez değildir, yalnız kürd değildir, yalnız laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anâsır-ı İslamiye’dir, samimî bir mecmuadır. Bu mecmuayı teşkil eden herbir unsûr-u İslam.. Yekdiğerinin her türlü ırkî, içtimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr..’ diyordu..
Sözkonusu ‘ulusalcı/ türkçü’ gazete ise, bunları yok sayıp, M. Kemal’in resminin yanına kocaman harflerle, ‘Seni sevmeyen ölsün..’ yazısını da kondurmuştu; arabesk şarkı sözü gibi..
Öyleyse, milyonlarca insan ölsün! Mantık bu kadar sefil olunca.. İnsan söz bulamıyor.. Sevginin kalblere zorla sokulamıyacağını anlamayan donmuş kafalar bunlar..
*SAHİ, BUNLARI BİR BAŞKA ÜLKE LİDERİ YAPSAYDI, NE DERDİNİZ?
Dün, Vatan’da, birinci sahifeden verilen ilginç yazılar dikkati çekiyordu.. Bunlar, M. Kemal’i anlatan ve resmî belgelere dayanarak ve resmî himaye ile çevrilen ‘Mustafa’ filmindendi.. O, ‘kendi heykelini diktiren nadir kişilerden birisi’ olarak gösteriliyordu.. Çünkü, 1926’dan itibaren, İtalyan heykeltraş Pietro Canonica’ya heykellerini diktirmeye başlamıştı, en yakın silah arkadaşlarının çoğunu safdışı ettikten sonra...
M. Kemal, ‘Çanakkale Savaşları’ sırasında, 2 Temmuz 1915’de, ‘sevgilisi’ ‘Madam Corinne’e şunları da yazmış: ‘Askerlerimin hususî inançları, çok defa ölüme sevkeden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Filhakika, onlara göre iki semavî netice mümkün, ya gazi, yeya şehid gitmek.. Orada Allah’ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyyen onların arzularına tâbi olacaklar. Yüce saadet..’
(Org. Koşaner de, KKK.lığı’nı devralırken, ‘Din bize lâzım..’ dememiş miydi? Askerin ölmeye/ öldürmeye sevkedilebilmesi için, böyle bir pragmatizm, ne kadar gerekli değil mi? )
Filme göre, Mustafa Kemâl, 16 Ocak 1923’de, İzmit Kasrı’na davet ettiği ünlü 9 gazeteciye yazılmaması kaydıyla Kürd Mes’elesi’ni açmış: ‘Başlı başına bir kürdlük düşünmektense, bizim Teşkilat-i Esasiye Kanunu (Anayasa) gereğince zaten bir tür mahallî özellikler oluşacaktır. O halde hangi liva’nın, (sancağın / vilayetin) halkı kürd ise, onlar kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz..’
Şimdi bu lafları söylemek ‘hıyanet-i vataniye’den sayılıyor neredeyse..
Filmin tartışmalı, resmî ezberler dışına çıkan yanları da göze çarpıyor.. M. Kemal’in son yıllarını ‘yalnız ve mutsuz’ geçirdiğine ilişkin bölüm bu cümleden.. Onun, rakı içmeyi çok sevdiği, geç saatlere kadar bir büyük rakıyı bitirdiği bölüm de.. Bu kadar çok içmesinin sebebini soranlara, ‘Gövdem bu kafayı kaldıramıyor. Çok yoğun düşüncelerle dolu. İçince rahatlıyorum..’ diyormuş.. Ayrıca, günde 3 paket de sigara..
Kezâ, M. Kemal’in içki sofrasındaki isimlerin birer birer azaldığı, yakın arkadaşlarından koptuğu ve yalnızlaştığı; ‘devrimin önce evlatlarını yediği’ yorumu yapılıp, Dolmabahçe Sarayı ve Savanora Yatı’nda ‘büyük dram yaşadığı’ da kaydediliyor.
M. Kemal’in, öğrencilik yıllarına aid günlük notlarından da alıntılar varmış, filmde.. ‘Elime kudret geçerse, bir günde darbeyle sosyal hayatı değiştiririm. Neden ben bu kadar yıllık bir yükseköğrenim gördükten (...) sonra cahillerin seviyesine ineyim. Onları kendi seviyeme çıkarırım. Ben onlara değil, onlar bana benzesin..’
Filmin çarpıcı bölümlerinden biri de, M. Kemal’in halkla temasını dalkavukların önlediğine dair iddia.. 1930’da halkın arasına karıştığında, herkesi mutsuz ve karnını doyuramaz durumda görmüş.. Elinde dilekçelerle, kendisine koşuşanların görüntüsü ekrana geliyor ve şu yorum ekleniyormuş: ‘Çevresindeki dalkavuklar halkın ızdırablarını gizleyip iyi göstermeye çalıştılar. Gerçekle yüzleşince çok üzüldü.. Sabaha kadar uyuyamadı.’
M. Kemal’in trajedisini yansıtan bir fotoğrafı; Hürr. gazetesi yayınlamıştı birkaç yıl önce...
Bir kumsalda yapayalnızdı.. Ortalıkta halktan tek kişi bile yoktu, herkes buharlaşmıştı.. Ama, resimaltı yazı ‘enfes’ti: ‘O daima halkı ile beraberdi..’ Evet, cumhûr’la böyle bir birliktelik..
Dün, bir gazetede de kocaman bir ‘tek adam’ resmiyle birlikte ilginç bir cümle, M. Kemal’in, ‘Ben ...hiç bir dogma, hiç bir kalıplaşmış kural bırakmıyorum.’ sözü göze çarpıyordu..
‘Dogmatizm’.. Bir şeyin muhakemesiz kabulü, elbette çağdışılıktır; ama, mübtela olduğumuz bu ‘dogmatizm’ ve 80 yıldır tekrarlanan bu ‘resmî ideoloji kalıpları’ neydi?
selahaddin çakırgil