Bütün ilahi dinler, “Allah bilgisi” etrafında örgülenmişlerdir.
İnsan da O'ndan gelmiştir, dinler de O'ndan gelmiştir.
İnsan da O'nunla vardır, dinler de O'nunla vardır.
Dinler insanın yeryüzü hukukunu – hududunu belirler, bu hukuk ve hududu çizen, insanı Yaratandır.
Yaratan'ı bilmeden, O'nu olabildiğince kavramadan, O'na bağlanmadan, insanın ne kendisini kavraması ne de “Din ile olan hukuk”unu kavraması mümkün olmaz.
Kainat, bir Rububiyyet – Ubudiyyet ilişkisiyle deveran etmektedir. Bu, Rab ve kul arasındaki ilişki demektir. Bir O vardır, bir de O'nun yarattıkları... Yaratılmışlar, Yaratan'ın iradesine göre tanzim edileceklerdir. Varlıklar içinde bir tek insana, seçme hakkı tanınmıştır, onun için Rabbin kelamına muhatap kılınmış, onun hukuku, ilahi hudutlar içinde kalma – çıkma tercihi yapabilir halde düzenlenmiştir.
“Allah'ı bilmek”, Rububiyyet – Ubudiyyet ilişkisini doğru zemine oturtmak ve doğru şekillendirmek için olmazsa olmaz niteliktedir.
Peygamberler, insanlara, Yaratıcıları'nı tanıtmak ve O'nunla hukuklarını bildirmek üzere görevlendirilmişlerdir.
İlahi kitaplar, Rabbin kelamıdır ve Allah Teala, bizatihi kendi kelamıyla zatını insanoğluna tanıtmaktadır.
Kur'an'da, insanın yeryüzü hukukuna ilişkin ölçüler bulunmakla birlikte, bu ilahi kelam, özde, insana Rabbini tanıtma ekseninde dönüp durmaktadır.
İhlas Suresi “Kul -De” diye başlar ve ardından Allah'ı tanıtan ayetler gelir:
“O ehaddir, tektir, eşi ve benzeri yoktur, sameddir, hiçbir varlığa muhtaç değildir, bütün varlıklar O'na muhtaçtır, doğurmamış, doğurulmamıştır, O'na denk bir varlık söz konusu değildir.”
İhlas Suresi Rasulullah Efendimiz tarafından “Kur'an'ın kalbi” diye değerlendirilmiştir.
Bunun anlamı, İhlas suresindeki “Rububiyyet”i tam ve doğru kavrayan insan, bir anlamda Kur'an'ın kalbine ulaşır, yani son ilahi mesajın künhüne vakıf olur demektir.
Ayetü'l- Kürsi, yine Kur'an'ın, Peygamberimizin özel medihlerine mazhar olan bir ayetidir.
O da, “Allahü lailahe illa huve...” diye başlayarak, önce tevhidi, ardından Allah Teala'nın diğer sıfatlarını saymaktadır. “O'ndan başka ilah yoktur, o haydır, kayyumdur.” Bunlar Rabbimizin bize kendi zatını tanıttığı ayetlerdir. Bu demektir ki, Allah Teala, zatının, yarattığı kullarınca böyle bilinmesini istemektedir. Bu bilgiyi, insanın kendi zihnine nakşetmesi bir ilahi taleptir. Bu bilgi olabilirse, insanın Ubudiyyeti - Kulluğu gerçek anlamda idrak edebileceği öngörülmüş olmaktadır. Ya da tersi, insan Rabbini yeterince tanımadığı takdirde, yeterince kulluk bilincini kuşanması da söz konusu olmayabilir, demektir.
Buradaki “O haydır – Her zaman var olan, diri olan, ezeli ve ebedi hayat sahibi olan” “O kayyumdur – kendi zatı ile var olup, zeval bulmayan ve bütün kainatı varlıkta tutup, onları yöneten” ifadelerinin ne anlam taşıdığını, kapsamının ne olduğunu bilmeden, idrak etmeden, idrak etmek için özel gayret göstermeden Rabbimizi bilme imkanımız yoktur.
Ayetü'l-Kürsi'nin devamı da, yine Allah Teala'nın zatını, insana anlatan tespitler ihtiva etmektedir:
“...Onu ne bir uyuklama ne de uyku tutamaz.
“Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur.
“İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine.
“Yarattığı mahlukların önünde ardında ne var, hepsini bilir.
“O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır.
“Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O'na ağır gelmez. O öyle ulu, öyle büyüktür.” (Bakara, 255)
Bir de Haşr Suresinin son üç ayeti var.
O da, “Hüvellahüllezi – O Allah ki” diye başlayarak, yüce Yaratıcı'yı anlatıyor:
Meali şöyle:
“Allahtır gerçek ilah. Ondan başka yoktur ilah. Görünmeyen ve görünen her şeyi bilir. O rahman'dır, o rahim'dir.
“Allahtır gerçek ilah. O'ndan başka yoktur ilah. O melik'tir, kuddus'tür, selam'dır. Mü'min'dir, müheymin'dir, aziz'dir, cebbar'dır, mütekebbir'dir. Allah, müşriklerin iddialarından münezzehtir.
“Allah, o gerçek ilahtır ki, hâlik'tır, bâri'dir, musavvir'dir. Hâsılı en güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nu tespih ve tenzih eder. O aziz'dir, hakim'dir.” (Haşr, 22 - 24)
Bu ayetlerde zikredilen ve yine bizzat Allah Teala tarafından “esma-i hüsna” diye nitelenen sıfatların tamamı, insanlar yaratıcılarını doğru – iyi tanısınlar diye zikredilmiştir.
Demek ki bizim, “tek” olduğunu, “Melik” yani kainatın gerçek hükümdarı olduğunu, “Kuddus”, yani bütün eksikliklerden uzak ve yüce bir varlık olduğunu, “Selam”, yani kusurlardan salim, yarattıklarına esenlik veren, “Mü'min” yani, emniyet lutfeden, “Müheymin” yani, her şeyin üzerinde gözetip kollayan bir Rabbimiz olduğunu bilmemizi istiyor O celle celalüh.
İlah ancak tek olur demektir bu.
İlah ancak böyle olur, demektir bu.
İlah'ın ancak böyle olduğunu içinize sindirirseniz, sahte ilahlara yönelmezsiniz demektir bu.
Kur'an'da Allah Teala'nın bize zatını tanıttığı ayetler tabii ki bunlarla sınırlı değil. Bütün Kur'an, ister doğrudan, ister dolaylı olarak hep insanı oraya, Rabbin bilinmesi, tanınması cehdine çağırır.
Fatiha Suresi'nde, insan, Rabbin, Rahman, Rahim, Din Gününün Maliki sıfatlarıyla buluşturulur ve oradan alınarak “Hamdin ancak Allah'a yönelik olması gerektiği, ancak O'na kulluk edileceği, ancak O'ndan yardım isteneceği, sapkınlıktan kaçınmanın ve Rabbin nimetleriyle buluşmanın, sırat-ı müstakime yönelmenin ve orada durmanın ancak O'na dua ederek sağlanabileceği bilgisine – imanı”na götürülür. Bunları bulan insan, söze “Rabbine hamd ederek” başlayacaktır. İş, Rahman, Rahim ve Din Gününün Maliki sıfatlarıyla bize zatını tanıtan Allah Tealayı anlamaktır. Sanki şöyle denir bize: Allah'ı Rahman olarak, Rahim olarak anla, bunlar insana verilen ilahi lütufları bildirir. Ama bir de “Din günü” var, “Onun hakimi de maliki de Allah'tır. Din Gününü de, Allah'ın huzuruna çıkacağını da unutma.”
Kur'an'da bir çok ayet, insanın ve kavimlerin farklı hallerini anlatır ve “İnnellahe.... gerçekten Allah...” diye başlayıp, “alimün hakim” gibi, “Azizün zü'ntikam” gibi hüküm cümleleriyle sona erer.
Allah Teala, rahmandır, rahimdir ama, insan zulme bulaşmışsa, başkalarının hukukunu çiğnemişse, kendisine emanet olarak verilen kudreti hududullahı çiğnemek için kullanmışsa, haddi aşmışsa, hiç kimse görmese bile onun görüldüğünü, onun cezasını verecek olan bir Yaratıcısının bulunduğunu bilmelidir. Böyle durumlarda Allah Teala'nın insanoğluna bildirilen sıfatı, insanı, kulluk çizgisinde bulunmaya yönlendirmek içindir. Bir anlamda “Rabbini unutma” uyarısıdır.
“Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir!”
“O insanlara şah damarından yakındır.”
Bunlar da, Rabbimizi bize tanıtan Kur'an bilgileridir.
Bazı ayetlerde “Allah Teala şöyle yapanları sever...” tarzında ifadeler yer alır. “Allah tevbe edenleri, ihsanda bulunanları, Allah'ı görüyormuş gibi yaşayanları, içleri dışlarıyla pırıl pırıl tertemiz olanları sever...”
Bir kere mesela “Allah'ın sevmesi” diye bir vakıa var.
Belli ki Allah Teala, insan ve toplumların kendi sevgisine mazhar olabilecek kıvama gelmesini istiyor. Bunun çerçevesini koyuyor insanın ve toplumların önüne... (bkz. Maide, 54)
Buna mukabil Allah'ın sevmemesi de söz konusu... Hatta buğz etmesi, hatta lanetlemesi...
O zaman, Allah'ın buğzuna, lanetine maruz kalmamak gibi bir hassasiyet gerekiyor insanoğluna...
Bütün buralardan bakıldığında “Marifetullah – Allah'ı bilmek”, sadece tasavvufa – sufilere mahsus bir kalbi disiplin olarak addedilemez.
Aksine, iman, ancak Allah'ı gerçekten bilerek kemale erer. O açıdan marifetullah gerçek imanın ifadesidir.
Dini tarif ederken ifade edilen “ta'zim li emrillah veşşefekatü li halkillah – Allah'ın yüceliğini idrak ve Allah Teala tarafından yaratılan her şeye şefkat göstermek” de, ancak, Allah'ın yüceliğini, insanın ve kainatın O'nun “kün” emri ile varolduğunu, bunu göz önünde bulundurunca başka varlıklara karşı tekebbürün anlamsız olduğunu bilmekle mümkün olur.
Bu açıdan “Din eşittir Marifetullah” demek yanlış olmaz.
Ahmet Taşgetiren