Rabita bidatmi

... RÂBITA Bid’at ne demektir? Hükmü nedir?[1] Feyyûmi el-Misbah’da şöyle dedi: Allah (Celle Celalühü) mahlûkatı ibdâ’ etmekle ibdâ’ etti, onları model*siz olarak yarattı demektir. Ebda’tü ve Ebda’tühü onun çıkardım ve ...


  1. Alt 06-03-2009, 19:19 #1
    mucahid_tr Mesajlar: 17
    ...RÂBITA
    Bid’at ne demektir? Hükmü nedir?[1]
    Feyyûmi el-Misbah’da şöyle dedi: Allah (Celle Celalühü) mahlûkatı ibdâ’ etmekle ibdâ’ etti, onları model*siz olarak yarattı demektir. Ebda’tü ve Ebda’tühü onun çıkardım ve ihdâs ettim, demektir. Bu mana’dan olarak muhâlif hale bid’at denilmiştir. Bidat ibtida’dan isimdir. Nasıl ki, rıf’at (yükseklik) irtifa’dan ise, sonra bulunan (bid’atın) dinde noksanlık ve yahut fazlalık olan şeylerde kullanılması galip oldu. Lakin kimi zaman bir kısmı mek*ruh olmaz ve mübah bid’at olarak isimlendirilir. Feyyümi’nin sözü bitti.
    Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz veya as*habının yapmadığını yapmanın hükmü nedir? Terk, yani bir şeyin Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile as*hâbı tarafından yapılmamış olması onun haram olduğuna veya câiz olamdığına delilmidir? İddia edildiği gibi, râbıta onlar tarafından yapılmadıysa, ona ne hüküm verilecektir? Terk, yapmama işi demektir. Bu yüzden şu husus, usul-î Fıkh’ın Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) efendimizin fiilleri bahsiyle alakalıdır.
    Hâfız Ğumârî şöyle diyor: Yalnız başına terk, kendi*siyle beraber, terk edilenin yasaklanan bir şey olduğuna dâir bir nass bulunmadıkça, onun (terk edilen şeyin) haramlı*ğına delâlet etmez. Aksine o işin en fazla, meşru olduğunu gösterir. O terk edilen (yapılmayan) işin mah*surlu oluşu ise tek başına terkten anlaşılmaz.
    Selef’in bir şeyi terk etmesi, yani yapmaması da o işin mahzurlu (yasaklanmış) olduğunu göstermez.
    İmâm Şâfii şöyle dedi: Şeriat’tan dayanağı olan hiç*bir şey, selef onu yapmasa bile bid’at değildir. (Ğumâri’den nakiller bitti.)[2]
    Şu hususta mezheplerde değişik görüşler olduğu farz ve isbat edilse bile, böyle bir ictihâdî genişliğe rağmen, kimse Râbıta’ya küfürdür, diyemez.
    من سن فى الاسلام سنة حسنة فعمل بها بعده كتب له مثل اجر من عمل بها، ولا ينقص من اجورهم شيئ ومن سن فى الاسلام سنة سيئة فعمل بها بعده كتب عليه مثل وزر من عمل بها ولا ينقص من اوزارهم شيئ
    “Kim İslâm’da iyi bir çığır açar da, kendinden sonraki*ler onunla amel ederlerse, onunla amel edenlerin sevaplarının aynısı, o çığırı açan kimseye yazılır ve öbürleri*nin sevaplarından da hiçbir şey eksiltilmez. Kim de İslâm’da kötü bir çığır açar da kendinden sonrakiler onunla amel ederlerse, onunla amel edenlerin günahları*nın aynısı, o kötü çığırı açan kimseye yazılır ve öbürlerinin günahlarından hiçbir şey eksiltilmez.” [3]
    Bu, Allah (Celle Celalühü) ve Rasûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) efendimizin emri zıddına olduğu zamandır. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)’ın bu ne güzel bir bid’attir [4] sözü bu türdendir. Bu (terâvîh namazın topluca kı*lınması) hayırlı fiillerden olunca ve methedilen fiillere dâhil bulu*nunca, onu bid’at diye isimlendirip, methetmiştir. Çünkü Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu bu şekliyle on*lara sün*net kılmamıştır. Onu bazı gecelerde kılmış sonrada terk etmiş, ona devam etmemiş, onun için insanları toplama*mıştır. Hz. Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) zamanında da yoktu. Sadece Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) insanları onun için topladı ve ona teşvik etti. Bu yüzden ona bid’at ismini verdi. Hâlbuki o, gerçekte sünnettir. Çünkü (Aleyhi’ssalatü ve’s-selâm) Efendimiz:
    “Sünnetime ve benden sonraki raşid halifelerin sünne*tine yapışınız[5] ve benden sonra iki kişiye Ebû Be*kir ve Ömer’e uyunuz” buyurdu.[6] Diğer “Her icad edilen bid’attır”, hadisi bu te’vile hamledilir. Sadece şunu murad etmektedir; Şeriatın asıllarına ters düşen, sünnete uyma*yan şeyler.[7](İbnü’l Esir’in sözleri burada son buldu.)
    “İftira atan cennete giremez”
    “Sıla-i Rahmi kesen ve ana babaya itaat etmeyen cen*nete giremez” hadis-i şerifleri de aynı şekilde değerlendi*rilmelidir.
    Ulema, bu hadisleri izah ederken şu açıklamalarda bulu*nurlar: “Buradaki cennete giremez” ifâdelerinin mana*ları, “böyle yapan kimse ilk olarak cennete giremez” ya da “bunu helal görerek yapan kimse cennete giremez” şeklinde anlaşılmalıdır.
    Her halükarda ulema, bu hadislerin zâhirinden anlaşıl*dığı şekliyle değil, te’vil ederek anlamışlardır. Bid’atlerin sapkınlık olduğunu ifâde eden hadisi şerif de diğer benzerleri gibi bu şekilde te’vil edilmiştir. Zira hadisle*rin geneli ve Sahâbeyi kiram’ın tatbikatları, burada bid’atten maksadın, şeriatte asli bir temele istinat etmeyen “bid’ati seyyie” olduğunu açıkça götermektedir.
    Bu hadisin böyle anlaşılması gerektiğini Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şu ifâdeleriyle kendisi göstermiştir:
    “Kim güzel bir yol ihdas eder ise, bu yolun ve onunla amel eden herkesin sevabı o kimseye de yazılır.”
    Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübahların tama*mını işlememiştir. Hatta kendisi işlediği zaman ümmetine farz olması yahut meşakkatli hale gelmesi korkusuyla bazı mendupları kasten terk etmiştir. O yüzden kim Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bir şeyi yapmadı davasıyla bir şe*yin haramlığını iddia ederse, hakkında delil bulunma*yan bir şey iddia etti demektir.
    Bida’atle murad edilen Şeriatın kendisine dela**let edeceği aslı bulunmayan şeyler türünden ya*pılan icadlardır. Şeriat’tan kendisine delalet ede*cek bir aslı bulunan şeyler ise, lugat olarak her ne kadar bid’at ise de şeriat’ça bid’at değildir.
    Nevevî şöyle demiştir: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in her bir bid’at sapıklıktır sözü sınırlandırılmış bir umûmî hükümdür. Kastedilen bid’atların çoğunluğudur. Lugat âlimleri demişlerdir ki: Bid’at demek geçmiş misali olmadan yapılan her bir iştir. Âlimler bid’atın beş kısım olduğunu söylemiştir: Vacip, mendub, haram, mekruh ve mübah. Vacip olan bid’atlerden birisi kelam âlimlerinin mulhid ve bid’atçılara karşı delilleri dizmeleri ve benzeri şeylerdir. Mendub olan bid’atlerden biri de ilim kitaplarını yazmak, medreseleri, tekkeleri ve başka şeyleri bina etmek*tir. Mübah olan bid’atlerden biri de değişik yemek*ler ve benzeri şeylerde genişliktir. Haram ve mekruh olan bid’atler ise açıktır. Bu anlattığım bilinirse hadisin aslında manası genel olan sınırları (başka deliller yüzünden) daraltı*lan bir hadis olduğu bilir. Gelen buna benzer sair hadislerde böyledir. Ömer (Radıyallahu Anh)’ın ne güzel bid’at sözü de bunu teyid etmektedir.
    İmâm Nevevî, Tehzibu’l-Esmâ ve’l-Lügat isimli ese*rinde şöyle demiştir: Şeriat’ta bid’at, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanında bulunmayan bir şeyin sonra*dan ihdas edilmesi demektir ki, güzel ve çirkin olarak ikiye ay*rılmaktadır. Abdülaziz b. Abdisselâm el-Kavâid isimli kitabının sonunda şöyle demiştir: Bid’at, vacip, haram, mendup, mekruh ve mübaha ayrılmaktadır. Bundaki yol şeriatın kaidelerine ahzedilmesidir. Eğer vaciplik kâidesine dâhil oluyorsa, vaciptir. (Abdülaziz b. Abdisselâm’ın sözü bitti.)
    İmâm Beyhakî, Menâkıbu’ş-Şafî’de isnadıyla İmâm Şa*fî’den şöyle dediğini rivâyet etti. Sonradan icad edilen iş*ler iki kısımdır: Birincisi bir âyete veya bir hadise yahut bir esere yahut da bir icmaâ ters düşmeyen şeylerdir. Bu*nun hakkında âlimlerden hiç birinin muhâlif görüşü yok*tur. Bu kı*nanmayan, sonradan icat edilen şeydir. Ömer radıyallahu anhu “Terâvîh namazı için bu ne güzel bir bid’attır” derken, “önceden mevcut olmayan, olduğu za*manda kendinde geçmişi inkar bulunmayan bir icat oldu*ğunu kastetmektedir. Bu, Şafî’nin Allah (Celle Celâlühü) ondan razı olsun sözünün sonudur. (Nevevî’’nin sözü bitti.) [8]
    İmâm Şafî şöyle demiştir: Şeriattan dayanağı olan her bir şey, selef onu yapmasada bid’at değildir. Zira sele*fin onunla amel etmeyi terk etmesi bazen o anda kendileri için mevcut olan bir mazeret sebebiyle yahut ondan daha üstün bir şey sebebiyle yahut da onun bilgisi tamamına ulaşmaması sebebiyle olmuş olabilir. (Şafî’nin sözü bitti)
    Bu hadis (ve buna benzer hadisler) bid’atın hasene ve seyyie diye ikiye ayrıldığını açıkça ifâde etmektedir. Hasene şahsı bakımından bid’at ise de nev’i/türü bakımın*dan, şer’i bir kâide veya bir âyet yahut hadisin geneli al*tına girmesi sebebiyle meşrû’dur. İşte bundan dolayı hasene diye isimlendirilmiştir. Ve ecri o çığırı açan üze*rinde öldükten sonra devam eder. Seyyie de şeriatın kaidele*rine muhâlif olandır. Kınanan sünnet ve sapık olan bid’atta budur.[9](Ğumariden nakiller bitti.)
    Mühim bir sual: Râbıta inkârcıları bize sorsalar: Ey Râ*bıta’yı kabul eden Nakşî Tarikatı mensupları! Yukarı*daki nakillerinizden bid’atın hasene/güzel ve seyyie/kötü diye ikiye ayrıldığı görülmektedir. Hâlbuki Râbıta’yı kabul edip onunla emel eden sizlerin imâmlarınızın en büyüklerin*den olan İmâm Rabbânî, bunu kabul etmemekte*dir: Bid’atin hepsi kötüdür, güzeli olmaz demekte*dir;[10] buna ne dersiniz?
    Cevap: Bid’atin, hasenesi/güzeli olmaz; Hepsi seyyie*dir/kötüdür diyenler şer’i ıstılahı kastediyorlar; lügat ma’nasındaki bid’ati kastetmiyorlar. Bid’atin güzeli de vardır diyenler Şer’i ıstılahı kastetmeyip lügat ma’nâsını murad ediyorlar. Yani her iki guruba göre bid’atı hasene Şer’i manada bidd’at değildir. İmâm Rabbânî Şer’i ıstılahı esas alarak şeriat’ı ve Sünnet’in temel esaslarına uyan ama şeklen sonradan ortaya çıkan bir şeye bid’at demez. Diğerleri de şeklen sonra ortaya çıkmasından dolayı lügat manasıyla bid’at, şeriat esasına dayandığından dolayı hasene demişlerdir. Kısacası hilaf/anlaşmazlık lâfzîdir, ma*nevi değildir. Esasta hepsi bir kapıya çıkmaktadır.[11]
    Râbıta’ya şer’i ma’nâda bid’at denemez. Çünkü Kur’ân ve Sünnet’e uymayan bir yanı bulunmadığı gibi, onlarla emredilen zikrin vesilesi olmanın yanında, şer’i delillerden bir nicesinin umûmu/geneli kapsamı çerçeve*sinde düşünülebilecekleri çok açık ve esaslı dayanakları vardır........................................... .
    Rabıta ve yapılış şekli olan bir mürşidin anlından kendi anlına bir ışık veya nur geldiğini düşünmenin şirk olduğuna dair bir ayet veye hadis hatta uydurmada olsa bir hadis varmı yok yok yok delilsiz yanlızca yorum yorum yorum ve hakaret var ... bizim ise bir insanı düşünmek hatırlamak hakkında elimizde sahih zayıf delillerimiz var başka konuda açıklıcam evet bir mürşidin anlından anlına ışık ,nur akması ile ilgili sizi tatmin edecek delilimiz yok bizde olan tecrübe ve işaret yolu ile oluşan delillerdir buna inanmak zorunda deyilsiniz .................. saygılar ...........kaynak selefiler ve tasavvufçuların görüşleri

    [1] Râbıta bölümünün bir kısmı Hüseyin Avni Hoca Efendinin Guraba dergisinin 4-5. sayısındaki yazılarından alıntı yapılmıştır.

    [2] Hüsnü’t-Tefehhüm ve’d-Derk li mes’eleti’t-Terk, s. 25, hulâsa.

    [3] Müslim, İlm 15 “Zekat” 69, Tayâlisî, el-Müsned, s. 92 h. No: 670, Humeydî, el-Müsned, c. II, s. 353 h. No: 805, Ahmed b. Hanbel, c. 4 s. 360-361

    [4] (Buhârî, Terâvîh namazı(2010)

    [5] (önceki Hadisin kendisi (Ebû Dâvûd ve Tirmizi hadisi)

    [6] (Ahmet İbn-i Hanbel (5/382) Tirmizi, Menakıp(3662,3805) İbn Mâce (97)

    [7] (En-Nihaye fi Ğaribi’l –Hadis1/106, 1/107)

    [8] İmam Nevevî, Tehzîbu’l-Esmâ ve’l-Luğât, 3/22-23.

    [9] Ğumari’nin ismi geçen risalesinden hulasa

    [10] İmâm Rabbânî, Mektûbât:1/159-160, 186.Mektup

    [11] Bu bid’at hususunda Allame Leknevi’nin, İkâmetü’l-Hucceh isimli kıymetli bir risalesi vardır.

    Konu mucahid_tr tarafından (06-03-2009 Saat 19:23 ) değiştirilmiştir.
Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.