Tarihin Uzun Soluklu Koşucusu : Atlar
Kemal BAYRAKTAR
Ehlîleştirilmeden önce Asya ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yaşadığı bilinen atın, insan hayatının ayrılmaz bir parçası hâline gelmesi çok eskilere dayanır. Değişik iklimlere uyum sağlayabilen, dayanıklı ve hızda süreklilikte rakipsiz olan at, insanlık tarihi boyunca meydana gelen gelişmelerde büyük rol oynamıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de; “And olsun, soluk soluğa koşanlara, tırnaklarıyla taştan kıvılcım fışkırtanlara, sabah vakti düşmanı basıp etrafı toz-dumana katanlara.” (Âdiyat, 1-5) denilerek atlar üzerine yemin edilmiştir. Diğer bir âyette de atlarla ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır. “... Savaş atları yetiştirin ki, bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilmeyip de ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız...” (Enfal, 60) Peygamberimiz (sas) de; “Hayır, atların alınlarına nakşedilmiştir. Dünya saadeti atların sırtındadır.” gibi hadîsleriyle atları methetmiştir. Bu mazhariyetten dolayı at, asil bir hayvan kabul edilmiştir.
Atın tarihî yürüyüşü
Atlar yüzyıllar boyunca, ağır yükleri, binek arabalarını ve toplu taşıma araçlarını çekti; eti ve sütüyle faydalı oldu. O, toprağı sürer, değirmeni çevirir, yükü taşır, haberi götürür, mesafeleri aşardı. Üzenginin, eyerin ve mahmuzun icadı ile de süvariler savaşlarda yer almaya başladı. İskitlerde okla, Romalılarda kılıçla, Orta Çağ’da da mızrakla donatılan süvariler, zamanla savaşların vazgeçilmezi hâline geldiler. Böylece at, makinelerin kullanılmasına kadar birçok sahada, kuvvetin, üstünlüğün ve başarının sembolü oldu. Nitekim makinelerin gücü tespit edilirken at mikyas kabul edilmiş ve ‘beygir gücü’ terimi literatüre girmiştir (Bir beygirgücü, HP = 76 Kg/Kuvvet/Metre).
Tarih boyunca insanoğlunun serüvenine, at kadar ortak ve şahit olan başka bir canlı yok gibidir. At, sahibine sürekli statü sağladı. Anadolu beyleri ve yiğitleri, tarih sayfalarına adını hep onunla yazdırdı. Yönünü Anadolu’ya dönen Alparslan’ın altındaki kır at, Malazgirt’ten, Anadolu ve Balkanların kaderine gülümsüyordu. At, Söğüt yaylalarında Ertuğrul Gazi’ye yoldaş oldu, Kanûnî kırk altı yıllık hükümdarlığı döneminde 43.000 kilometrelik yolu onunla kat etti. Sina Çölü’nde Yavuz’u sırtlayan da, orduya yol gösteren Kâinatın Sultanı’nın (sas) izinde yürüyen de o idi. Yedinci asırda Ukbe Bin Nafi ile okyanusa dayanan at, 15. asırda Haliç kıyılarında Fâtih’i fethe taşıyordu.
Bir milleti tarih sayfasına taşıyan varlık
Eldeki mevcut bilgilere göre at, ilk olarak Türkler tarafından ehlîleştirilmiştir. Asya steplerinde; Türk ve at ikilisi, âdeta birbiriyle kaynaşmıştı. Türkler atların üzerinde meclis kurar, müzakere eder, yer, içer ve uyurdu. Türkler, at yetiştirme ve kullanmadaki maharetleri sayesinde, bulundukları bölgelere kolaylıkla hükmetmişlerdir. Atilla’nın ordusunun Orta Asya’dan yola çıkıp Roma İmparatorluğu’nu dize getirmesi, atlı birlikler sayesinde olmuştur.
Geleneğimizde at, bahadırın en sâdık arkadaşı ve zaferinin ortağı sayılırdı. İslâm’da at etinin mekruh sayılması sebebiyle İslâmiyet’in kabulünden sonra, at kurban etme geleneğinden vazgeçilmiştir. Türkler at binmedeki maharetlerini, “Bir gün benim adım Güneş’in doğup battığı her yere ulaşacak.” buyuran sevgili Peygamberimiz’in (sas) gösterdiği hedefi gerçekleştirmek uğrunda kullanmışlardır. Büyük süvari birlikleri bulunan Selçuklu ve Osmanlı ordularının başarısında da atın büyük rolü vardır. Bu sebeple Karacabey, İnönü, Konya, Çukurova, Eskişehir ve Akköprü gibi yerlerde ‘hara’lar kurulmuştur. Osmanlılarda ilk olarak Orhan Gazi zamanında ‘müsellem’ adı verilen 1.000 kişilik atlı birlikleri oluşturulmuştu. Evliya Çelebi’ye göre Mohaç Savaşı’nda (1526) Osmanlı ordusunda binlerce atlı bulunmaktaydı. 1. Murad devrinde de, binicilerden kurulu sipahi birlikleri vardı.
Sultanlar, saraydan çıktıklarında mutlaka ata binerlerdi. At dışında başka bir bineğe binmek makbul sayılmazdı. Atın rengine özel bir önem verilir, daha çok beyaz renkli atlar tercih edilirdi. Sultan Alparslan’ın ve Fâtih’in atları beyazdı.
Osmanlılarda at, haberleşme ve taşımacılıkta da önemli bir yere sahipti. Belgelere göre, 1726 yılında Anadolu’dan Halep’e uzanan yollarda, bu işle vazifeli 1.300 civarında at bulunuyordu.
At, Osmanlı’nın yeryüzünün büyük bölümüne bir medeniyet projesi olarak sunduğu insanı merkeze alan adalet ve hoşgörü anlayışının ikamesinde önemli vazifeler üstlenmiştir.
Hz. Peygamber (sas) döneminde de, at birçok alanda ustalıkla kullanılmıştır. Peygamber Efendimiz’in (sas) at yetiştirilmesini teşvik ettiği; Lizöz, ez-Zarif ve Luheyf isimli atlarının olduğu kaynaklarımızda belirtilmiştir. Ayrıca O (sas), çocuklara, yüzmenin, ok atmanın yanı sıra, ata binmenin de öğretilmesini tavsiye etmiştir. İslâmiyet’le birlikte, Arap atları, dünyanın dört bir yanına Nâm-ı Celîl-i Muhammedî’yi götürmek için koşturan yiğitlerin emrine girmiştir. İslâmiyet’ten aldığı ruhla Kisraların tahtını deviren, Bizans zırhlılarını çiğneyen, İspanya’ya, Atlas Okyanusu’na dayanan ve Allah’ın ismini daha uzaklara götüremediği için müteessir olan ashabın altında şahlanan, soylu Arap atıydı.
At, edebiyat ve sanata da konu olmuş; adına şiir ve hikâyeler yazılmış, heykel ve kabartmalar yapılmıştır.
Günümüzde at
Günümüzde atın birçok vazifesini makineler yaptığından, at sayısında büyük azalma olmuştur. Fakat at kırsal bölgelerde, askeriyede, motorize araçların ulaşamadığı yerlerde ve polisler için yakın mesafe takiplerinde hâlâ önemini korumaktadır. Ayrıca atın kanı; serum, aşı ve panzehir üretiminde; yele ve kuyruk kılları ise çeşitli enstrümanlarda (keman vb.) kullanılmaktadır. Günümüzde ayrıca gösteri maksadıyla tören ve sirk atları; gezi ve turizm için yürüyüş atları; engelli yarışlar için konkur atları yetiştirilmeye devam edilmektedir. Atla yapılan müsabakalardan biri, ata sporumuz cirittir. Fâtih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra, Romalılar zamanından kalan büyük hipodromu tamir ettirip at yarışları yapılan, cirit oynanan bir spor külliyesi hâline getirmiştir. Takım hâlinde oynanan cirit, atla insanın, uyumunun bir ifadesi olduğu kadar, atla insanın birlikte neler yapabileceklerini gösteren eğlenceli bir spordur. Cirit bazı bölgelerimizde hâlâ oynanmaktadır. Eskiden beri yaygın olarak yapılan at yarışları, günümüzde de atın en çok kullanıldığı alan olmuştur. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, atlar üzerine bahis oynanarak yapılan bugünkü yarışlar, at yarışlarını asıl maksadından saptırarak sosyal bir yara hâline getirmiştir.
Günümüzde at tarihte oynadığı rolü kaybetmiş olmasına rağmen, adı ve zengin çağrışımlarıyla, günümüzün ‘kara sevdalılarının’ gönlünde taht kurmaya devam etmektedir.
Kaynaklar
- İslâm Tarihi Ansiklopedisi, İst., 1989.
- Necip Fazıl Kısakürek, Ata Senfoni. B. D. Yayınları, İst., 1999.
- Eser Tutel, At ve Atçılık, Cep Üniversitesi, İletişim Yay., İst., 1998.
[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/331/2480.mp3[/SES]
Kemal BAYRAKTAR
Ehlîleştirilmeden önce Asya ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yaşadığı bilinen atın, insan hayatının ayrılmaz bir parçası hâline gelmesi çok eskilere dayanır. Değişik iklimlere uyum sağlayabilen, dayanıklı ve hızda süreklilikte rakipsiz olan at, insanlık tarihi boyunca meydana gelen gelişmelerde büyük rol oynamıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de; “And olsun, soluk soluğa koşanlara, tırnaklarıyla taştan kıvılcım fışkırtanlara, sabah vakti düşmanı basıp etrafı toz-dumana katanlara.” (Âdiyat, 1-5) denilerek atlar üzerine yemin edilmiştir. Diğer bir âyette de atlarla ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır. “... Savaş atları yetiştirin ki, bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilmeyip de ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız...” (Enfal, 60) Peygamberimiz (sas) de; “Hayır, atların alınlarına nakşedilmiştir. Dünya saadeti atların sırtındadır.” gibi hadîsleriyle atları methetmiştir. Bu mazhariyetten dolayı at, asil bir hayvan kabul edilmiştir.
Atın tarihî yürüyüşü
Atlar yüzyıllar boyunca, ağır yükleri, binek arabalarını ve toplu taşıma araçlarını çekti; eti ve sütüyle faydalı oldu. O, toprağı sürer, değirmeni çevirir, yükü taşır, haberi götürür, mesafeleri aşardı. Üzenginin, eyerin ve mahmuzun icadı ile de süvariler savaşlarda yer almaya başladı. İskitlerde okla, Romalılarda kılıçla, Orta Çağ’da da mızrakla donatılan süvariler, zamanla savaşların vazgeçilmezi hâline geldiler. Böylece at, makinelerin kullanılmasına kadar birçok sahada, kuvvetin, üstünlüğün ve başarının sembolü oldu. Nitekim makinelerin gücü tespit edilirken at mikyas kabul edilmiş ve ‘beygir gücü’ terimi literatüre girmiştir (Bir beygirgücü, HP = 76 Kg/Kuvvet/Metre).
Tarih boyunca insanoğlunun serüvenine, at kadar ortak ve şahit olan başka bir canlı yok gibidir. At, sahibine sürekli statü sağladı. Anadolu beyleri ve yiğitleri, tarih sayfalarına adını hep onunla yazdırdı. Yönünü Anadolu’ya dönen Alparslan’ın altındaki kır at, Malazgirt’ten, Anadolu ve Balkanların kaderine gülümsüyordu. At, Söğüt yaylalarında Ertuğrul Gazi’ye yoldaş oldu, Kanûnî kırk altı yıllık hükümdarlığı döneminde 43.000 kilometrelik yolu onunla kat etti. Sina Çölü’nde Yavuz’u sırtlayan da, orduya yol gösteren Kâinatın Sultanı’nın (sas) izinde yürüyen de o idi. Yedinci asırda Ukbe Bin Nafi ile okyanusa dayanan at, 15. asırda Haliç kıyılarında Fâtih’i fethe taşıyordu.
Bir milleti tarih sayfasına taşıyan varlık
Eldeki mevcut bilgilere göre at, ilk olarak Türkler tarafından ehlîleştirilmiştir. Asya steplerinde; Türk ve at ikilisi, âdeta birbiriyle kaynaşmıştı. Türkler atların üzerinde meclis kurar, müzakere eder, yer, içer ve uyurdu. Türkler, at yetiştirme ve kullanmadaki maharetleri sayesinde, bulundukları bölgelere kolaylıkla hükmetmişlerdir. Atilla’nın ordusunun Orta Asya’dan yola çıkıp Roma İmparatorluğu’nu dize getirmesi, atlı birlikler sayesinde olmuştur.
Geleneğimizde at, bahadırın en sâdık arkadaşı ve zaferinin ortağı sayılırdı. İslâm’da at etinin mekruh sayılması sebebiyle İslâmiyet’in kabulünden sonra, at kurban etme geleneğinden vazgeçilmiştir. Türkler at binmedeki maharetlerini, “Bir gün benim adım Güneş’in doğup battığı her yere ulaşacak.” buyuran sevgili Peygamberimiz’in (sas) gösterdiği hedefi gerçekleştirmek uğrunda kullanmışlardır. Büyük süvari birlikleri bulunan Selçuklu ve Osmanlı ordularının başarısında da atın büyük rolü vardır. Bu sebeple Karacabey, İnönü, Konya, Çukurova, Eskişehir ve Akköprü gibi yerlerde ‘hara’lar kurulmuştur. Osmanlılarda ilk olarak Orhan Gazi zamanında ‘müsellem’ adı verilen 1.000 kişilik atlı birlikleri oluşturulmuştu. Evliya Çelebi’ye göre Mohaç Savaşı’nda (1526) Osmanlı ordusunda binlerce atlı bulunmaktaydı. 1. Murad devrinde de, binicilerden kurulu sipahi birlikleri vardı.
Sultanlar, saraydan çıktıklarında mutlaka ata binerlerdi. At dışında başka bir bineğe binmek makbul sayılmazdı. Atın rengine özel bir önem verilir, daha çok beyaz renkli atlar tercih edilirdi. Sultan Alparslan’ın ve Fâtih’in atları beyazdı.
Osmanlılarda at, haberleşme ve taşımacılıkta da önemli bir yere sahipti. Belgelere göre, 1726 yılında Anadolu’dan Halep’e uzanan yollarda, bu işle vazifeli 1.300 civarında at bulunuyordu.
At, Osmanlı’nın yeryüzünün büyük bölümüne bir medeniyet projesi olarak sunduğu insanı merkeze alan adalet ve hoşgörü anlayışının ikamesinde önemli vazifeler üstlenmiştir.
Hz. Peygamber (sas) döneminde de, at birçok alanda ustalıkla kullanılmıştır. Peygamber Efendimiz’in (sas) at yetiştirilmesini teşvik ettiği; Lizöz, ez-Zarif ve Luheyf isimli atlarının olduğu kaynaklarımızda belirtilmiştir. Ayrıca O (sas), çocuklara, yüzmenin, ok atmanın yanı sıra, ata binmenin de öğretilmesini tavsiye etmiştir. İslâmiyet’le birlikte, Arap atları, dünyanın dört bir yanına Nâm-ı Celîl-i Muhammedî’yi götürmek için koşturan yiğitlerin emrine girmiştir. İslâmiyet’ten aldığı ruhla Kisraların tahtını deviren, Bizans zırhlılarını çiğneyen, İspanya’ya, Atlas Okyanusu’na dayanan ve Allah’ın ismini daha uzaklara götüremediği için müteessir olan ashabın altında şahlanan, soylu Arap atıydı.
At, edebiyat ve sanata da konu olmuş; adına şiir ve hikâyeler yazılmış, heykel ve kabartmalar yapılmıştır.
Günümüzde at
Günümüzde atın birçok vazifesini makineler yaptığından, at sayısında büyük azalma olmuştur. Fakat at kırsal bölgelerde, askeriyede, motorize araçların ulaşamadığı yerlerde ve polisler için yakın mesafe takiplerinde hâlâ önemini korumaktadır. Ayrıca atın kanı; serum, aşı ve panzehir üretiminde; yele ve kuyruk kılları ise çeşitli enstrümanlarda (keman vb.) kullanılmaktadır. Günümüzde ayrıca gösteri maksadıyla tören ve sirk atları; gezi ve turizm için yürüyüş atları; engelli yarışlar için konkur atları yetiştirilmeye devam edilmektedir. Atla yapılan müsabakalardan biri, ata sporumuz cirittir. Fâtih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra, Romalılar zamanından kalan büyük hipodromu tamir ettirip at yarışları yapılan, cirit oynanan bir spor külliyesi hâline getirmiştir. Takım hâlinde oynanan cirit, atla insanın, uyumunun bir ifadesi olduğu kadar, atla insanın birlikte neler yapabileceklerini gösteren eğlenceli bir spordur. Cirit bazı bölgelerimizde hâlâ oynanmaktadır. Eskiden beri yaygın olarak yapılan at yarışları, günümüzde de atın en çok kullanıldığı alan olmuştur. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, atlar üzerine bahis oynanarak yapılan bugünkü yarışlar, at yarışlarını asıl maksadından saptırarak sosyal bir yara hâline getirmiştir.
Günümüzde at tarihte oynadığı rolü kaybetmiş olmasına rağmen, adı ve zengin çağrışımlarıyla, günümüzün ‘kara sevdalılarının’ gönlünde taht kurmaya devam etmektedir.
Kaynaklar
- İslâm Tarihi Ansiklopedisi, İst., 1989.
- Necip Fazıl Kısakürek, Ata Senfoni. B. D. Yayınları, İst., 1999.
- Eser Tutel, At ve Atçılık, Cep Üniversitesi, İletişim Yay., İst., 1998.
[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/331/2480.mp3[/SES]