Sultan 4. Murad
Yusuf KARAOSMANOĞLU
Sultan 4. Murad
[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/356/4452.mp3[/SES]
“O, düşüşe geçen bir Cihan Devleti’ne dur demek için, kollarını açıp altına giren padişahtır.”
M. Fethullah Gülen

4. Murad’ın doğumu ve yetişmesi
4. Murad (27 Temmuz 1612-8 Şubat 1640), 1. Ahmed ile Kösem Sultan’ın oğlu olarak İstanbul’da Beylerbeyi İstavroz Bahçesi’ndeki bir köşkte dünyaya geldi. Tam bir İslâm-Türk terbiyesi ve ahlâkı ile yetiştirildi. Enderûn Mektebi’ndeki hocalarından Kur’ân-ı Kerîm, okuma-yazma, siyer, hüsn-ü hat ve edebiyat gibi dersler aldı.

Osmanlı’nın bir dönemine damgasını vuran Dördüncü Murad, birçok tarihçi tarafından Kanûnî sonrası en büyük Osmanlı padişahı olarak kabul edilir. Naima, 4. Murad’ın karakter ve kabiliyet bakımından dedesi Yavuz Sultan Selim’e benzediğini belirtir. Birçok vasfı bakımından Yavuz’a benzeyen 4. Murad’ın eksikliğini çektiği en önemli şey, Yavuz gibi bir tecrübeye ve âkil devlet adamlarına sahip olmamasıydı. Aldığı sağlam eğitim sayesinde, Allah’ın emir ve yasaklarına itaat onun için her şeyin önünde geliyordu. İslâmî ilimlerde âlimlerle sohbet edebilecek kadar iyi yetiştirilmişti. İbadetlerini ve Kur’ân-ı Kerîm okumayı hiç ihmal etmezdi. Dedesi Yavuz Sultan Selim gibi Hırka-i Saadet Dairesi’nde Kur’ân-ı Kerîm okurdu. 12 yaşındayken Farsçayı, Arapçayı ve bazı Batı dillerini çok iyi seviyede konuşabiliyordu. Aldığı eğitim sayesinde hem Doğu ve Batı’daki siyasî coğrafyanın ne anlattığını; hem sanat, edebiyat ve şiirin ruhuna akıttığı ilhamları; hem de Cihan Devleti’nin içinde bulunduğu sıkıntıdan nasıl kurtarılabileceğine dâir hususları ilgili kişilerle müzakere edebilme zenginliğine kavuşmuştu.

Tahta çıkışı

Şehzade Murad, 10 Eylül 1623 tarihinde -11 yaşını yeni doldurmuştur- Osmanlı Devleti’nin on yedinci padişahı olarak Eyüp Sultan Hazretleri’nin türbesinde, Hocası Aziz Mahmut Hüdayi’nin elinden kılıç kuşanarak devlet mührünü eline aldı. Devletin içinde bulunduğu sıkıntılar, sarayda yaşadığı ve şahit olduğu bazı menfî hâdiseler, onun çok erken yaşlarda olgunlaşmasına vesile olmuştur. Sultan 4. Murad, çocuk gibi görünmesine rağmen, hem ailesine, hem çevresine, hem de devlet teşkilâtına kısa zamanda hâkim olur. O, devlet işlerini bir an önce öğrenmek, etrafında olup bitenleri kavramak istiyordu. Genç hükümdarın yaşı ilerledikçe idarî tecrübesi de artıyordu. 12 yaşında tahta çıkıp 17 yıl hükümdarlık yapan 4. Murad’ı, İlber Ortaylı bir dâhi olarak değerlendirir. Ona göre, 17. yüzyılda dünya üzerinde Sultan 4. Murad’a denk biri yoktur. Uzunçarşılı da 4. Murad’ı 17. asırda yaşamış Osmanlı padişahlarının en iyisi kabul eder.

Karakteri ve özellikleri
Sultan 4. Murad heybetiyle, sert ve keskin bakışlarıyla, güçlü ve kalın pazılarıyla, çehresindeki kararlılık ve celâdetle etrafını toparlanmaya sevk ediyordu. Oldukça zeki olan Sultan 4. Murad, kuvvetli ve gözü pek idi. Vasıfları Nizamü’l-Mülk’ün Siyasetname’sindeki ‘bir sultanda bulunması gerekli vasıflar’a uyuyordu.

Büyük bir kumandan, devlet adamı ve diplomat olan Sultan 4. Murad, Osmanlı Devleti’ni derleyip toparlayarak yeniden inşa eden büyük bir irade idi. Onun sürekli Yavuz’u örnek alması, içten içe de Kanunî Sultan Süleyman’ın yumuşak huyluluğuna hasret gitmesi içinde bulunduğu sıkıntılı dönemin bir neticesidir. Zenginlik ve ihtişamın doruğa çıktığı Kanunî devrinde devletin içten içe çürümeye başladığını fark edenlerden biri olan sırdaşı Mehmet Ağa bir gün; “Devlet güneşi battı batacak!” deyince, Sultan: “O zaman ufka inen devlet güneşini Allah’ın izniyle tuttuğumuz gibi yeniden oturturuz göğün doruğuna.” demişti. O, devletin ikbali için devamlı sancı çekiyor, kafa yoruyordu. Bir gün Müftü Yahya Efendi’ye hitaben; “Sultanlar ölür müftü efendi, lâkin devletler ölmemeli.” dediğinde, Yahya Efendi: “İyi söylediniz Sultanım, devletler ölmemeli, ama bunun için sultanlar çalışmalı, didinmeli; kendi ikballerini değil, devletin ve ahalînin ikbalini düşünmeli” şeklinde cevap vermişti. Bunun üzerine Sultan 4. Murad tek cümleyi bir mühür gibi basarak; “Öyle yapacağız Yahya Efendi!” demişti. Yine bu meyanda sırdaşı ve dostu Molla Doğan’a hitaben; “Geçen gün güneşimizin doğuşunu gördük Molla, gayri dur durak yok bize! Sırf gösteriş için, tantana olsun diye padişah olmak, sadrazam olmak isteyenlere şaşıyorum. Birkaç cariye, birkaç hizmetkâr, boyun büken birkaç harem ağası için bu ezaya tâlip olunur mu? Süslü urbalar giymekten bıktık Doğan Bey. Gönlümüz zırhlara bürünmek diler. Gözümüz gibi sevdiğimiz atlarımız harp meydanlarında şahlanmayı bekler!” diyerek saltanat döneminde nasıl bir portre çizeceğinin işaretlerini veriyor ve dedelerinin yolunu kendine yol yapacağını ifade ediyordu. 4. Murad, haklı söze gücenmez, değerli fikirlerden sürekli faydalanmak isterdi. Bir seferinde Molla Doğan ile bir gece yarısı tebdil-i kıyafet dışarıda dolaşırlarken Doğan’a hitaben; “Mert olduğunu biliriz, yeri geldiğinde aleyhime dahi geçersin. En çok bu tarafın hoşumuza gidiyor zaten.” der.

Sultan, içli ve duygulu bir insandı. Kimseye fazla yüz vermez, değil kahkahalar attığı, dudaklarını azıcık yayıp gülümsediği bile pek görülmezdi. Çünkü kendisine Sultanlar Sultanı’nı (sas) örnek almıştı. Çünkü O’nun (sas) hayatında sadece üç kez güldüğünü öğrenmişti. Duygulu kalbini zâfiyet olarak göstermemek için kendisine ağlamak bile yasaktı. Izdırabını içine gömecek ve hak bildiği yolda yürüyecekti. Kendi dünyasını hiçbir zaman yaşamayacaktı. Yine bir gün nedimlerinden biri kendisini uzun süre uyumamanın verdiği bitkinlikte görüp, “Uyumadınız mı Sultanım?” deyince, “Hayır burada nöbet tutuyorum, beden dayanmasa da, ben dayanmak zorundayım. Bana emanet insanları korumak için, diğer insanlardan farklı olmalıyım.” demişti

Cesareti, civanmertliği ve kuvveti
Sultan 4. Murad’ın cesareti, her türlü zorluğa tahammülü, hünerleri, silâh kullanma, atıcılık ve binicilikteki başarısı, asker ve halk tarafından çok takdir ediliyordu. İki yüz okkalık gürzleri kolayca kaldırır, hızla giden iki atın birinden diğerine atlardı; attığı ok, tüfek mermisinden uzağa düşerdi. Kılıç, ok, gürz ve mızrak gibi devrinin bütün silâhlarını en iyi şekilde kullanırdı. 256 kiloluk gürzlerle idman yapardı. Evliya Çelebi ve Peçevi’ye göre okçuluğu Hüsamzade Abdurrahman’dan, ata binmeyi de Emir-i Ahur Cündi Halil Paşa’dan öğrenmişti Kâtip Çelebi’nin anlattığına göre silâhdarı Vezir Musa Paşa’yı, bir gün kuşağından kavrayıp tek eliyle havaya kaldırmış, Hasoda’yı birkaç defa o vaziyette dolaştırıp, hiç yorgunluk eseri göstermeden yere indirmişti. Naima onun pazı-kol ve beden gücünü şöyle anlatır: “Fil kulağından yapılmış bir siper ki, gergedan postu kaplanmış idi. Tüfenk ve kılınç kâr etmez itikadı ile götürülmüş idi. Eli kuvvetli Padişah Hazretlerine her hususta büyük işler, hiç gibi gelmişdür. Pehlivanca kuvvetini göstermek içün mızrak istedi. Siperi meydana kodular. Bazu kuvvetiyle ana öyle bir mızrak urdu ki, delip öte tarafından göründü.” Sultan 4. Murad, Revan Seferi’nde, Aras nehrini geçerken suya kapılıp boğulmak üzere olan zırhlı bir askeri tek eliyle yakasından tutup kıyıya kadar çekmiş, boğulmaktan kurtardığı gibi, ona bir kese de altın ihsan etmişti.

Tarihçi Hammer’e göre cirit ile deldiği 8 Arnavut kalkanını Budin’in Beç Kapısı’na astırmış, yine ok sapladığı 12 zırhı Kahire’ye göndermişti. Okmeydanı’nda 706 m. ok atmış, namına nişan taşı diktirmişti. Topkapı Sarayı’ndaki demir-gümüş karışımı kapıyı okla delmişti. Attığı ciridin delemeyeceği kalkan yoktu.

İstanbul’da 2 Eylül 1633 tarihinde korkunç bir yangın çıktığında Sultan 4. Murad’ın yaptıkları şöyle anlatılır: “‘Atımız Rüzgâr eyerlensin, yangın yerine gideceğiz!’ deyince etrafındakiler telâşlanıp endişe etmişler ve biraz duraksamışlardı. Bunun üzerine tekrar ‘Atımız eyerlensin!’ demişti. ‘Bre Bostancıbaşı, canına mı susamışsın!.. Sen mübarek vücudumuzu düşüne dur, Asitane gürül gürül yanıyor. Tez atımız eyerlensin!’

Rüzgâr’ın sırtına atladığı gibi tek başına yangın mahalline, Zeyrek’e doğru atını tepikledi ve fırladı! Rüzgâr, adına yaraşır şekilde rüzgârlaşıp yangının orta yerine düştü.. Herkes şaşırmıştı. Padişahın burada ne işi vardı? Sultan Murad atından inmiş, eline geçirdiği sapı yarı yanmış bir tırpanla alevlere savaş açmıştı tıpkı yanan devleti kurtarmak için çırpındığı gibi. Yüzü simsiyahtı. Başlığı düşmüştü. Sırtındaki kaftanı çıkarıp atmıştı. Bu hâliyle herhangi bir delikanlıdan farkı yoktu. Çoğunluk onu tanıyamamıştı. Fakat Bayram Paşa tanımıştı.

- Bağırıp durma Bayram, eğleşecek vakit değildir. Tez davranın! Bu canavarın ağzından ne kurtarırsak kârdır!

Şu yangınla birlikte yüreğindeki yangını da söndürür gibiydi. Tırpanı her sallayışta mutlu oluyor, herhangi bir nefer gibi çalışmaktan memnun görünüyordu. Sabaha kadar çalıştı. En tehlikeli yerlere sokuldu. Yavrusu evde kalmış bir anneyi teskin için vücuduna ıslak bir çarşaf sararak her yanı tutuşmuş ahşap eve daldı. Görenlerin yüreği ağzına gelmişti! Onun bu cesareti karşısında kimse yerinde duramamış, bir anda koca kafile eve dolmuştu. Çocuğu Padişah buldu. Beşiğinde ağlıyordu. Beşiğiyle birlikte kaldırıp dışarı çıkardı. Bebeği annesinin yanına bıraktı.

- Hiçbir şeyciği yok, hem gönlünü ferah tut, yanan evin yeniden yapılacak, dedi.”

Askerliği
‘2. Yavuz’ olarak da tanınan Sultan 4. Murad iyi bir askerdi. Hammer’e göre o, devletin en güzel adamı, en seçkin askeriydi. Osmanlı padişahlarının ordularıyla beraber başkumandan olarak sefere gitmeleri usulü, Kanûnî Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra terk edilmişti. 4. Murad’ın çekidüzen verdiği ordusunun başında çıktığı seferlerde askerleri ile birlikte güç şartlarda yaşaması, askerlerin sevgisini kazanmasını sağlamış; bu hareketi, içerde ve dışarıda büyük tesir uyandırmıştı. Tarihçilerin büyük çoğunluğuna göre o, devletin ömrünü 50 yıl uzatmıştır. Avrupalı hükümdarların en büyük korkusu, daha 30’una gelmemiş 4. Murad’ın Batı’ya yönelme ihtimalidir. Atının eyerinden başka yatak görmeden uyuduğu çok olmuştu. Muharebe meydanında askerine karşı çok şefkatliydi. Her gün seyyar ordu hastanelerini, yaralı çadırlarını ziyaret eder, gazilerin dertlerine çare bulmaya çalışırdı.

Sultan 4. Murad saltanat dönemlerinde adını her yere yazdırabilecek destansı zaferler kazanmıştı. Bağdat ve Erivan fâtihi olarak adını tarihe yazdırdı. Bu işleri başardığında ise, 24’ünü yeni doldurmuştu. Türklerin asker bir millet olduğunu belirten Ortaylı, mareşalliğin kolay kazanılan bir rütbe olmadığını ifade eder. Ortaylı, 12 yaşında tahta çıkan 4. Murad’ın 19’unda devlete hâkim olduğunu; sancağa çıkmadığı hâlde 17. yüzyılın en büyük mareşali unvanını hak ettiğini belirtir.

Osmanlı padişahları arasında gerçekten farklı bir yere sahip olan Sultan 4. Murad her türlü memleket meselesine vâkıftı. Topkapı Sarayı’nda kapalı yetişmişti; askerî eğitim alması da mümkün değildi. 12 yaşına kadar orada diğer şehzadelerle birlikte büyümüştü. Onu ata bindirip araziye çıkarmadılar, askerî eğitim vermediler. Enderun avlusunda belki birkaç defa diğerleri ile birlikte ata binmiştir. Daha 17 yaşında iken kendisiyle görüşen Venedik elçisi onun zekâsından, sertliğinden çekinmiş; istikbalde büyük işler yapacağını, Avrupa için çok tehlikeli olacağını bildiren bir raporu hemen senatoya göndermiştir.

Sanat ve kültür yönü
Kanûnî ile 2. Mahmud arasındaki 242 yılda gelip geçen en büyük padişahlardan olan 4. Murad ilmi ve âlimleri çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, oradakileri teşvik ederdi. Aydınları ve sanat adamlarını himaye ederdi. Doğu musikisi hakkında geniş bir birikime sahipti. Genç yaşta şiirle uğraşmaya başlamıştı. Şiirlerinde ‘Murad-Muradî’, bestelerinde ise ‘Şah Murad’ mahlaslarını kullanmıştır. Şiirlerinde sosyal-siyasî ve günlük hâdiseleri işlemiştir. Kelime oyunları yapma ve tarih düşürme gibi kabiliyetlere sahiptir. Diğer Osmanlı padişahları gibi o da hatla meşgul olmuştur. Güzel konuşurdu. Meclislerde sanat adamlarını toplardı. Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi gibi âlimler, teşvik ve himaye ettiği kimseler arasında idi. Onun zamanında pek çok âlim, şair, tarihçi ve sanatkâr yetişmiş; bu kişiler kıymetli eserler meydana getirmişlerdir. Bibliyografya, tarih, coğrafya sahasında Kâtip Çelebi, Vekayi-nâme sahibi Topçular Kâtibi Abdülkadir, Ravdatü’l-Ebrar ve Zafername sahibi Karaçelebizade Abdülaziz, Tarih-i Gılmanî yazarı Mehmed Halife, teşkilât ve idare sahasında da Koçi Bey bu dönemde yetişmiş âlim ve yazarlardır. Erzurumlu Ömer, Nef’i, Azmizâde Mustafa Hâleti, Nâibi, Yahya, Bahaî, Cevrî ve Fehim-i Kadîm devrin önde gelen şairleridir. Süslü nesrin on yedinci yüzyıldaki temsilcilerinden Nergisi de 4. Murad devrinin meşhurlarındandır. Avrupa ülkeleriyle hiç büyük bir savaş yapmadığı hâlde 4. Murad’ın Batı’da tesiri büyük olmuş; kendisi hakkında daha 1630’larda yazılan piyesler Batı edebiyatında önemli akisler yapmıştır.

Hayatından bazı kareler
“Bir gece rüyasında şeyhi Üsküdarî Aziz Mahmud Hüdayi Efendi ile sohbete oturmuştu. ‘Ben kemter Murad’ım!’ diyor, içini kemiren derdin Bağdat olduğunu söylüyor, derman aramaya geldiğini ifade ediyordu. Hüdayi Hazretleri kendisine: ‘Murad! Saltanatına mağrur olmasan her bir köprüyü selâmetle geçersin, dünya rahatına düşer de kendini bırakırsan, dünyayı kendine de, ailene de dar edersin. Gözünü her zaman ileriye dik, hedefini daima geniş tut, lâkin sık sık arkana bakıp, geçmişten ibret almayı da hiç ihmal etme. İbret almasını bilmeyenler için tarih, bir mezartaşı, ibret almasını bilenler için ise koskoca bir âbidedir. Kılıç fetheder; ama hükmetmez. Hayırla yâd edilmek istiyorsan, adaletle hükmetmelisin. Ümmetin çobanı ol, bilirsin çoban uyudu mu kurtlara gün doğar. Elinde imkânlar var, lâkin aklından çıkarma, davulcu ehîl olmadıkça, en iyi davul bile düzgün ses vermez, işinde ehîl olanlarla teşrik-i mesai eyle. Doğru tektir; ama yanlış çeşitli şekillere girip yoluna çıkabilir, sen doğru olanı ara. Kılıcın kısa geldikte, düşmana bir adım daha yaklaşmak kısalığı telâfi eder. Ahâlînin acıları, ızdırapları, iniltileri ortasında keyif sürmeye padişahlık değil, zindan bekçiliği denir. Padişahlığın dört şartı vardır: hikmet, iffet, cesaret ve adalet. Doğduğunda teb’andan herhangi biri gibi çıplaktın, öldüğünde teb’andan herhangi biri gibi, birkaç arşın kefenle gömüleceksin. Aradaki mesafe o kadar kısadır ki, mağrur olmaya değmez.’

…Padişahın rahlenin önünden kalkacağı yoktu. Okuyor muydu, düşünüyor muydu, belli değildi. Fakat daha fazla bekleyemezdi. Neredeyse namaz vakti geçiyordu. ‘Namaz vakti Padişahım, hazır mısınız?’ sesini duyduğunda, Sultan Murad Bağdat kapısından girmek üzereydi. Atının tökezlemesi ânında imamın sesini duydu. Başını öne doğru salladı. Kalktı, safa geçti. İmamla birlikte tekbir aldı: Allahuekber! Bağdat nerede kalmıştı, tâ beynine kazıdığı Bağdat? Yoktu… Önünde çimen kadar yeşil halılar vardı, secde yerleri. Padişah, rahlenin önünde kalmış, namaza Şeyh Mahmut Hüdayi’nin sâdık müridi kemter Murad durmuştu. İkisini birbirinden o kadar iyi ayırıyordu ki, onu tanıyanlar bunun şuurî bir ayrım değil, fıtrî olduğunu söylüyorlardı. Bir keresinde rahmetli Hasan Halife: ‘Padişahım tekkede başka tahtta başkasın, bu işin sırrını söyler misin?’ diye sormuştu. ‘Bilmem ki!’ demişti Sultan Murad. ‘Kendi bilmecemi çözebilseydim, kâinatın esrarını da çözebilirdim. Bu öyle bir hâldir ki düşünmeyle olmaz, kendiliğinden olur.’ demişti.”

Kaynaklar
- Şair Padişahlar, Coşkun Ak, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları/2725 Ankara, 2001, sayfa 65-71.
- Osmanlı Tarihi, 3. Cilt 1. Kısım, İ. Hakkı Uzunçarşılı, TTK Yayınları, Ankara, 1988, sayfa 177-208.
- Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı, Carolıne Fınkel, çev. Zülal Kılıç, Timaş Yay., İst., 2007, sayfa 185-201.
- IV. Murad, 1. Cilt, Yavuz Bahadıroğlu, Nesil yay, İst., 2006.
- IV. Murad, 2. Cilt, Yavuz Bahadıroğlu, Nesil yay, İst., 2006.
- cocukpinari.com
- osmanlimedeniyeti.com/makaleler/tarih/IV-Murad-Murad-Hayati- Oğuzhan Tan
- Sızıntı Dergisi, Ağustos 2003, Yıl: 25, Sayı: 295.
- Büyük Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, Cilt 5, sayfa 205-300, Ötüken Yay., İstanbul, 1977.