Sâmânoğulları Devleti’nin çöküşüyle Gazneliler yeni bir Müslüman-Türk devleti olarak bugünkü Afganistan topraklarında tarih sahnesine çıktı. Kuzey Hindistan tarihini, sosyal ve kültürel açıdan köklü bir biçimde etkileyen Gazneliler; İranlı hükümdarlarca yönetilen Sâmânoğulları Devleti’nin devamıydı. Ancak hâkimiyet alanlarını İndus vadisi ve Hindistan içlerine kadar genişletme becerisini göstermişlerdi.
Sâmânoğulları’nın zayıflayarak dağılma sürecine girdiği 1000’li yıllarda Karahanlılar, bu devletin topraklarının bir kısmını ele geçirmişti.
Öte yandan çökmekte olan devletin Türk asıllı komutanı ve Herat Valisi Alptekin, içte yaşanan taht mücadelelerinden yararlanarak Sâmânî yönetimini ele geçirmek istediyse de başarılı olamadı. Kendisine bağlı kuvvetlerle Gazne’ye gelerek mevziî bir hâkimiyet elde etti. Böylece Gazneli Devleti’nin ilk nüvesi bu tarihî kentte bir Türk komutanı tarafından atılmış oldu.
Türkler daha IX. yüzyıldan itibaren güçlü Sâmânoğulları’nın teşvik ve yardımlarıyla Mâverâünnehir yoluyla İslâm dünyasına girmeye başlamış, Abbâsî Halîfeleri’nin ve eyaletlerdeki Arap ve İranlı valilerin hizmetinde daha çok askerî roller üstlenmişlerdi. Bu yüzden İran, Horasan ve Afganistan topraklarında çok sayıda Müslüman olmuş Türk askerine rastlanmaktaydı.
Alptekin’den sonra yerine geçen komutanlardan Sebüktekin, Gazne Devleti’nin hâkimiyet sınırlarını kısa zamanda genişletmeyi başardı.
Toharistan, Zebulistan, Gur, Zemindaver ve Belûcistan topraklarını ele geçirerek Gazneliler Devleti’nin asıl kurucusu oldu. Zaman içerisinde Gazneliler, Horasan, Afganistan ve Kuzey Hindistan’da hâkimiyet kurarak istikrarlı bir iktidar oluşturmuştu.
Devletin kurulduğu yıllarda Abbâsî Halîfeliği siyasî bütünlüğünü kaybetmiş, halîfeliğin eyaletlerdeki nüfuzu ve otoritesi de oldukça zayıflamıştı. İran’da hâkimiyetlerini genişletme eğilimi taşıyan Büveyhoğulları Abbâsî başkentinin korkulu rüyasıydı.
Orta Asya’da Mâverâünnehir bölgesinde Karahanlılar hüküm sürmekteydi. Kuzey Afrika’da ve Mısır’da hüküm süren İsmâilî Fâtımîler, Abbâsîleri batıdan siyasî baskı altında tutmaktaydı. Öte yandan İslâm dünyası genel bir durgunluk içerisine girmiş, İslâmiyet’in yayılışında da hissedilir bir yavaşlama baş göstermişti.
Şarkın en büyük Hıristiyan devleti Bizans İmparatorluğu, Basilios II iktidarında en parlak dönemlerinden birini yaşamaktaydı. Anadolu’da ve Tuna’ya kadar Balkanlarda, Bizans’ta çoktandır görülmeyen güçlü bir siyasî birlik bulunmaktaydı.
Basilios II döneminde Kafkaslardaki askerî başarılar sonucu imparatorluk doğuda genişlemeyi sürdürmüş bölgedeki küçük Hıristiyan devletleri ve beylikler itaat altına alınmıştı.
Oldukça önemli bir başka gelişme de Kiev Prensliği’nin Hıristiyan olmasıdır.
Bizans’ın aile bağları kurarak gerçekleştirdiği değişim sonrasında prenslik, İstanbul Patrikliği’ne bağlandı.
Bu durum Bizans’ın siyasî ve kültürel gücünü ve etkisini artırmakla kalmamış, zamanla Rusya’nın çok büyük bir güç olarak ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Kaderin cilvesi, tam bu dönemlerde yaşayan Gazneliler, putperest ve Mecûsî Kuzey Hindistan’ın İslâm’la şereflenmesinde başrol oynayacaktır.
GAZNELİ MAHMUD VE HİNDİSTAN’IN FETHİ
Gazneliler’in gerçek kurucusu Sebüktekin’in vefatının ardından oğlu Gazneli Mahmud, devletin yeni hükümdarı olmuştur.
Kudretli sultan, Sâmânî Devleti topraklarının büyük bir kısmı üzerinde hâkimiyetini kabul ettirmiş, bu devletin 999 yılında ortadan kalkması üzerine mirasını Karahanlılar’la paylaşmıştı.
Gazneli Mahmud daha sonra, Hindistan’ı kuzeyden fethe girişerek burada İslâm dinini yayma konusunda ısrarlı teşebbüslerde bulundu.
Yeni ve gelişmekte bulunan başkent Gazne’nin, Kuzey Hindistan ovalarına hâkim yüksek bir yaylanın tepesinde bulunması, bu seferlerin yapılmasında büyük kolaylıklar sağlıyordu.
Mahmud, Hindistan’a on yedi sefer yaptı. Bu seferler onun saltanat devrinin büyük bir kısmını doldurmuştur. Sultanın Hindistan seferlerinin en önemlisi, 1025-1026 yıllarındaki Somnat Seferi idi.
Etkili sonuçlar doğuran bu seferin olumlu yankıları süratle bütün İslâm dünyasında görüldü. Bu fetih Sultan Mahmud’un İslâm dünyasının kahramanı olmasına, ününün yayılmasına yardım etti. Abbâsî Halîfesi tarafından sultan ve ailesine yeni şeref lakapları gönderildi.1
Somnat’taki put, yaklaşık dört metre uzunluğunda ve türlü mücevherlerle süslü idi. Oradan kaldırılarak Gazne’ye götürüldü. Sultanın Gazne’de inşa ettiği meşhur büyük caminin eşiğine konuldu. Altından bir zincir ile puthane tavanına asılmış yaklaşık 1200 kilogram ağırlığındaki altın çan ile kıymeti pek fazla olan taşlar ve mücevherler, birçok gümüş kap-kacak Gazne’ye nakledildi.
Somnat’ın zaptı sayesinde Hindistan’da İslâmiyet’in yayılışı kolaylaşmıştı. Daha önce sadece biraz yaklaşılabilmiş olan Hindistan gibi büyük bir kıtayı İslâm âlemine kazandırmak şerefi Gazneli sultanın nâmını, tarihin en şanlı sayfalarına kaydettirmiştir.
Mahmud Sebüktekin, yaptığı etkili ve başarılı seferlerle Hindistan’da büyük bir içtimaî inkılâbın esaslarını hazırlamıştı.
Hintliler, kocası ölen kadınları kocalarının na‘şlarıyla beraber diri diri yakıyor, ölüleri mukaddes kabul ettikleri Ganj Nehri’ne atıyorlardı. Birinci âdet menfur bir vahşetti. İkinci an’ane de bulaşıcı hastalıkların yayılması için başlıca sebebi teşkil ediyordu. Gazneli Mahmud bu âdetlerin her ikisini de şiddetle yasakladı.2
Hindistan seferleri, maddî bakımdan da Gaznelilere büyük faydalar sağlamış ve bol miktarda savaş ganimeti ele geçirilmişti.
Seferler sonucunda Gazneliler Devleti devrinin en zengin ve görkemli ülkeleri arasına girmişti.
Bu büyük inkılâbı gerçekleştiren Sultan Mahmud, devlet yönetimindeki başarısı, siyasî ve askerî alandaki dehâsı ve göz kamaştıran fetihleriyle Türk-İslâm tarihinin en güzide kişileri arasına girmiştir.
45 yılını savaş meydanlarında geçirmiş, cesur ve tedbirli bir komutan olarak ordularını sevk ve idare etmiş, filleriyle yöneldiği bütün bölgeleri itaat altına almayı başarmıştı.
İlk kez sultan unvânını kullanan Gazneli Mahmud, devlet yönetiminde muktedirdi; ancak zulüm yoluna sapmamış, adaleti ile şöhret kazanmıştı.
Gazneli hükümdar, Kuzey Hindistan’da giriştiği olağanüstü çabalardan sonra birçok savaş yaparak devletini imparatorluk düzeyine çıkarmıştı.
O, sadece Hindistan’a İslâmiyet’i yaymakla kalmamış Asya’nın sarp ve dağlık arazilerinde yaşayan cesur, savaşçı ve inatçılığıyla ünlü Afgan yerlilerinin de İslâm dinine girmelerine vesile olmuştur.
Sultan Mahmud, bilim adamlarına değer vermiş, onları sarayında barındırmış, Afganistan ve Hindistan’da Nizamiye Medreseleri’nden çok daha önce birçok medreseyi faaliyete geçirerek Bağdat, Şam, Hemedan,
Şiraz gibi büyük İslâm kültür havzalarının benzerlerini oluşturmuştu.
Esasen İslâm medeniyeti X. ve XI. yüzyıllarda çağdaşlarından kat kat yüksek bir konumdaydı. İslâm bilim ve medeniyeti; tıp, astronomi, geometri, coğrafya ve tarih gibi birçok ilmî disiplinin formatlarını şekillendirmekteydi.
Meselâ; İbn-i Sînâ ve çağdaşı Bîrûnî, sadece Türk ve İslâm dünyasının değil, dünyanın da en büyük bilim adamlarından sayılmaktaydı.
Sultan Mahmud, Harizm bölgesinin hâkimiyetini ele geçirmesinin ardından Gazne’ye dönerken burada yaşayan Bîrûnî ve hocaları
Ebû Nasr, İbn-i Irak Mansur, Abdussamed ve yine Gürgenç kentinde yaşayan bilim adamı Ebu’l Hayr el-Hammar’ı Gazne’ye götürmüştü.
1 Erdoğan MERÇİL, Müslüman Türk Devletleri Tarihi s. 37.
2 Filibeli Ahmet Hilmi, İslâm Tarihi s. 381.
Yazar Ahmet MERAL
Sâmânoğulları’nın zayıflayarak dağılma sürecine girdiği 1000’li yıllarda Karahanlılar, bu devletin topraklarının bir kısmını ele geçirmişti.
Öte yandan çökmekte olan devletin Türk asıllı komutanı ve Herat Valisi Alptekin, içte yaşanan taht mücadelelerinden yararlanarak Sâmânî yönetimini ele geçirmek istediyse de başarılı olamadı. Kendisine bağlı kuvvetlerle Gazne’ye gelerek mevziî bir hâkimiyet elde etti. Böylece Gazneli Devleti’nin ilk nüvesi bu tarihî kentte bir Türk komutanı tarafından atılmış oldu.
Türkler daha IX. yüzyıldan itibaren güçlü Sâmânoğulları’nın teşvik ve yardımlarıyla Mâverâünnehir yoluyla İslâm dünyasına girmeye başlamış, Abbâsî Halîfeleri’nin ve eyaletlerdeki Arap ve İranlı valilerin hizmetinde daha çok askerî roller üstlenmişlerdi. Bu yüzden İran, Horasan ve Afganistan topraklarında çok sayıda Müslüman olmuş Türk askerine rastlanmaktaydı.
Alptekin’den sonra yerine geçen komutanlardan Sebüktekin, Gazne Devleti’nin hâkimiyet sınırlarını kısa zamanda genişletmeyi başardı.
Toharistan, Zebulistan, Gur, Zemindaver ve Belûcistan topraklarını ele geçirerek Gazneliler Devleti’nin asıl kurucusu oldu. Zaman içerisinde Gazneliler, Horasan, Afganistan ve Kuzey Hindistan’da hâkimiyet kurarak istikrarlı bir iktidar oluşturmuştu.
Devletin kurulduğu yıllarda Abbâsî Halîfeliği siyasî bütünlüğünü kaybetmiş, halîfeliğin eyaletlerdeki nüfuzu ve otoritesi de oldukça zayıflamıştı. İran’da hâkimiyetlerini genişletme eğilimi taşıyan Büveyhoğulları Abbâsî başkentinin korkulu rüyasıydı.
Orta Asya’da Mâverâünnehir bölgesinde Karahanlılar hüküm sürmekteydi. Kuzey Afrika’da ve Mısır’da hüküm süren İsmâilî Fâtımîler, Abbâsîleri batıdan siyasî baskı altında tutmaktaydı. Öte yandan İslâm dünyası genel bir durgunluk içerisine girmiş, İslâmiyet’in yayılışında da hissedilir bir yavaşlama baş göstermişti.
Şarkın en büyük Hıristiyan devleti Bizans İmparatorluğu, Basilios II iktidarında en parlak dönemlerinden birini yaşamaktaydı. Anadolu’da ve Tuna’ya kadar Balkanlarda, Bizans’ta çoktandır görülmeyen güçlü bir siyasî birlik bulunmaktaydı.
Basilios II döneminde Kafkaslardaki askerî başarılar sonucu imparatorluk doğuda genişlemeyi sürdürmüş bölgedeki küçük Hıristiyan devletleri ve beylikler itaat altına alınmıştı.
Oldukça önemli bir başka gelişme de Kiev Prensliği’nin Hıristiyan olmasıdır.
Bizans’ın aile bağları kurarak gerçekleştirdiği değişim sonrasında prenslik, İstanbul Patrikliği’ne bağlandı.
Bu durum Bizans’ın siyasî ve kültürel gücünü ve etkisini artırmakla kalmamış, zamanla Rusya’nın çok büyük bir güç olarak ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Kaderin cilvesi, tam bu dönemlerde yaşayan Gazneliler, putperest ve Mecûsî Kuzey Hindistan’ın İslâm’la şereflenmesinde başrol oynayacaktır.
GAZNELİ MAHMUD VE HİNDİSTAN’IN FETHİ
Gazneliler’in gerçek kurucusu Sebüktekin’in vefatının ardından oğlu Gazneli Mahmud, devletin yeni hükümdarı olmuştur.
Kudretli sultan, Sâmânî Devleti topraklarının büyük bir kısmı üzerinde hâkimiyetini kabul ettirmiş, bu devletin 999 yılında ortadan kalkması üzerine mirasını Karahanlılar’la paylaşmıştı.
Gazneli Mahmud daha sonra, Hindistan’ı kuzeyden fethe girişerek burada İslâm dinini yayma konusunda ısrarlı teşebbüslerde bulundu.
Yeni ve gelişmekte bulunan başkent Gazne’nin, Kuzey Hindistan ovalarına hâkim yüksek bir yaylanın tepesinde bulunması, bu seferlerin yapılmasında büyük kolaylıklar sağlıyordu.
Mahmud, Hindistan’a on yedi sefer yaptı. Bu seferler onun saltanat devrinin büyük bir kısmını doldurmuştur. Sultanın Hindistan seferlerinin en önemlisi, 1025-1026 yıllarındaki Somnat Seferi idi.
Etkili sonuçlar doğuran bu seferin olumlu yankıları süratle bütün İslâm dünyasında görüldü. Bu fetih Sultan Mahmud’un İslâm dünyasının kahramanı olmasına, ününün yayılmasına yardım etti. Abbâsî Halîfesi tarafından sultan ve ailesine yeni şeref lakapları gönderildi.1
Somnat’taki put, yaklaşık dört metre uzunluğunda ve türlü mücevherlerle süslü idi. Oradan kaldırılarak Gazne’ye götürüldü. Sultanın Gazne’de inşa ettiği meşhur büyük caminin eşiğine konuldu. Altından bir zincir ile puthane tavanına asılmış yaklaşık 1200 kilogram ağırlığındaki altın çan ile kıymeti pek fazla olan taşlar ve mücevherler, birçok gümüş kap-kacak Gazne’ye nakledildi.
Somnat’ın zaptı sayesinde Hindistan’da İslâmiyet’in yayılışı kolaylaşmıştı. Daha önce sadece biraz yaklaşılabilmiş olan Hindistan gibi büyük bir kıtayı İslâm âlemine kazandırmak şerefi Gazneli sultanın nâmını, tarihin en şanlı sayfalarına kaydettirmiştir.
Mahmud Sebüktekin, yaptığı etkili ve başarılı seferlerle Hindistan’da büyük bir içtimaî inkılâbın esaslarını hazırlamıştı.
Hintliler, kocası ölen kadınları kocalarının na‘şlarıyla beraber diri diri yakıyor, ölüleri mukaddes kabul ettikleri Ganj Nehri’ne atıyorlardı. Birinci âdet menfur bir vahşetti. İkinci an’ane de bulaşıcı hastalıkların yayılması için başlıca sebebi teşkil ediyordu. Gazneli Mahmud bu âdetlerin her ikisini de şiddetle yasakladı.2
Hindistan seferleri, maddî bakımdan da Gaznelilere büyük faydalar sağlamış ve bol miktarda savaş ganimeti ele geçirilmişti.
Seferler sonucunda Gazneliler Devleti devrinin en zengin ve görkemli ülkeleri arasına girmişti.
Bu büyük inkılâbı gerçekleştiren Sultan Mahmud, devlet yönetimindeki başarısı, siyasî ve askerî alandaki dehâsı ve göz kamaştıran fetihleriyle Türk-İslâm tarihinin en güzide kişileri arasına girmiştir.
45 yılını savaş meydanlarında geçirmiş, cesur ve tedbirli bir komutan olarak ordularını sevk ve idare etmiş, filleriyle yöneldiği bütün bölgeleri itaat altına almayı başarmıştı.
İlk kez sultan unvânını kullanan Gazneli Mahmud, devlet yönetiminde muktedirdi; ancak zulüm yoluna sapmamış, adaleti ile şöhret kazanmıştı.
Gazneli hükümdar, Kuzey Hindistan’da giriştiği olağanüstü çabalardan sonra birçok savaş yaparak devletini imparatorluk düzeyine çıkarmıştı.
O, sadece Hindistan’a İslâmiyet’i yaymakla kalmamış Asya’nın sarp ve dağlık arazilerinde yaşayan cesur, savaşçı ve inatçılığıyla ünlü Afgan yerlilerinin de İslâm dinine girmelerine vesile olmuştur.
Sultan Mahmud, bilim adamlarına değer vermiş, onları sarayında barındırmış, Afganistan ve Hindistan’da Nizamiye Medreseleri’nden çok daha önce birçok medreseyi faaliyete geçirerek Bağdat, Şam, Hemedan,
Şiraz gibi büyük İslâm kültür havzalarının benzerlerini oluşturmuştu.
Esasen İslâm medeniyeti X. ve XI. yüzyıllarda çağdaşlarından kat kat yüksek bir konumdaydı. İslâm bilim ve medeniyeti; tıp, astronomi, geometri, coğrafya ve tarih gibi birçok ilmî disiplinin formatlarını şekillendirmekteydi.
Meselâ; İbn-i Sînâ ve çağdaşı Bîrûnî, sadece Türk ve İslâm dünyasının değil, dünyanın da en büyük bilim adamlarından sayılmaktaydı.
Sultan Mahmud, Harizm bölgesinin hâkimiyetini ele geçirmesinin ardından Gazne’ye dönerken burada yaşayan Bîrûnî ve hocaları
Ebû Nasr, İbn-i Irak Mansur, Abdussamed ve yine Gürgenç kentinde yaşayan bilim adamı Ebu’l Hayr el-Hammar’ı Gazne’ye götürmüştü.
1 Erdoğan MERÇİL, Müslüman Türk Devletleri Tarihi s. 37.
2 Filibeli Ahmet Hilmi, İslâm Tarihi s. 381.
Yazar Ahmet MERAL