H. Nebil Evren, CNN Türk'ün Spor Servisi'ni yönetiyor. Genç yönetici, aynı zamanda kanalın maçlarını da anlatıyor. Ve o bunu aslında maç gördüğü her yerde yapıyor.
Gülay Altan'ın röportajı:
Nebil Evren, CNN Türk'ün spor müdürü. Pazar günleri AKŞAM Gazetesi Spor Müdürü Hakan Yaşar ve Cem Yılmaz ile birlikte Sınırsız Futbol isimli bir program sunuyor. Bir yandan günlük spor bültenleri hazırlarken ekrana da çıkıyor ve aynı zamanda Doğan Grubu'nun televizyon kanallarında Şampiyonlar Ligi maçlarını anlatıyor. Peki, sadece bu kadar mı deyip yakından tanımak üzere kapısını çaldığımız Nebil Evren'le keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
- Ekranın tanınan yüzlerinden birisiniz ama hakkınızda çok şey bilmiyoruz. En baştan başlayalım, hayal ettiğiniz işi mi yapıyorsunuz?
Aslında çok küçük yaşlardan beri hayalim televizyonda olmaktı. Ancak ekran önünde olmak değil, maç anlatmak. Çok futbol seyredilen bir evde büyüdüm ben. Babam tam bir futbol aşığıydı ve onun aşkı bana da geçti. Bilgisayar başında oynarken ya da televizyonda maç seyrederken bile sesi kısıp maçı kendim anlatırdım. Böyle bir merakım ve hayalim vardı.
- Çocuklar futbolu anlatmaktan çok oynamayı severler, siz neden anlatmayı seçtiniz?
Uzun sayılabilecek bir süre Galatasaray Spor Kulübü'nde lisanslı yüzücüydüm. Hayatımdaki en büyük pişmanlıklarımdan biri yüzmeyi bırakmaktır. Futbolcu olmak gibi bir hevesim hiç olmadı, belki o kadar yetenekli değildim... Aslında mahallede arkadaşlarımla futbol oynarken de anlatırdım.
- Kanal D'de staj yaparken kendinizi kanıtlayıp Galatasaray muhabiri olmak sizin dönüm noktanız. Ekrana geçişiniz nasıl oldu?
Aslında Galatasaray'ın çok başarılı olduğu ve benim de muhabirlikten çok keyif aldığım bir dönemdi. Ancak bir süre sonra özelliklerim doğrultusunda sunucu olmanın daha doğru olacağını düşündüm ve bu kendi kendime çalışmaya başladım.
- İlk yayınınız hangisiydi?
2000-2001 sezonu Fenerbahçe şampiyon oldu ve bir hafta sonra statta şampiyonluk kutlaması yapılacaktı. Açıkçası ağabeylerim pek gitmek istemedi bu yayına. O zaman İlker Yasin 'Nebil gitsin' dedi. O yayını izlerken, 'Bu çocuk oluyor galiba' demiş, o benim için kırılma anlarından biridir. Ondan sonra da zaten ertesi gün işe geldiğimde 'Sen artık çalışmalarını arttır, ekrana çıkacaksın' dedi. Nitekim Kanal D'de spor haberlerini sunmaya başladım.
BAROS AMAN NE HOŞ!
- Ardından da maç anlatma hayalinize kavuştunuz herhalde. İlk anlattığınız maç hangisiydi?
CNN Türk'te İtalya Kupası maçlarını vermeye başladık. Fioerentina'nın bir karşılaşmasıydı ama stattan değil, burada anlatmıştım. Statta anlattığım ilk maç Kayserispor-AZ Alkmaar Avrupa Kupası ön eleme maçıydı.
- Unutamadığınız maç yayını hangisi?
Milano'da San Siro Stadı'nda Milan-Arsenal maçı anlatmıştım. O stada girip anlatıcı pozisyonuna oturup kulaklığı taktığımda, 7-8 yaşıma döndüm... Halının üstünde oynarken hayalimdeki maçları anlatmalarım geldi aklıma...
- Canlı yayın kazaları kaçınılmaz, başınıza eminim birçok ilginç olay geliyordur, birini paylaşır mısınız bizimle?
Olmaz mı? Galatasaray Hamburg'la çeyrek finale kalma yolunda önemli bir maç yapacaktı. Hamburg'daki maçı da ben anlatmıştım 1-1 bitmişti. Galatasaray çok avantajlıydı, statta da çok iyi bir atmosfer vardı. Maç öncesi yayını Ertem Şener yapacaktı. Yayından önce Ertem Şener'le sohbet ederken 'Baros aman ne hoş' diye bir cümle çıktı ağzımdan. Hiç böyle kafiyeli anlatımı sevmem, gülüştük ve dedim ki 'İnşallah maçta da söylemem!' Ondan sonra Baros gol attı, ağzımdan 'Baros aman ne hoş' lafı çıkıverdi!!! O an yıkıldım...
- Maç anlatmak bir metne bağlı olmadan 90 dakika süren bir maraton, maçlar dışında doğaçlama çalışması yapıyor musunuz?
Bazen diğer anlatıcılardan duyduğum ve bu da güzelmiş, söylenebilirmiş dediğim cümleleri not ederim. Bazen evde ya da iş yerinde maç seyrederken anlatıcı olsa bile, onun üstüne anlatıyorum. Orada olsaydım, nasıl anlatırdım pratiği yapıyorum. Maçı anlatıyor olmak daha zor ama stüdyoda olmaktan daha avantajlı. Statta sürekli gelişen bir olay var, durağan değil. Stüdyo programlarında masada oturuyorsunuz, insanı biraz daha kasıyor.
- Başka ülkelerdeki meslektaşlarınızı takip ediyor musunuz? Türk maç anlatıcılarıyla dünyanın diğer yerlerindekini kıyaslıyor musunuz?
Maç spikerlerinin performansları aslında biraz da o ülkenin insanlarının duygularını yansıtıp yansıtmamalarıyla paralel. Örneğin İngiltere de çok daha soğukkanlı anlatılıyor. Mutlaka yorumcu ile birlikte oluyorlar, aralarında zaman zaman sohbet bile ediyorlar. İtalyan anlatılarsa bir an bile durmuyor. Biz de burada bazı akımlara kapılabiliyoruz. Herkes kendi stilini oturtmaya çalışıyor.
- Anlatıcının kişiliğiyle de ilgili mi?
Çok dikkatli bir dinleyici, maç anlatıcısının maçı nasıl anlattığına bakarak aşağı yukarı karakteriyle ilgili tahminde bulunabilir.
HAYATIMIN ÖNEMLİ KISMI FUTBOL
- Radyodan farklı olarak izleyicinin de gördüğü bir şeyi anlatıyorsunuz ve söylediğiniz şeyler 'iyi de kardeşim, onu biz de görüyoruz' demeyecekleri şeyler olmalı, nasıl sağlıyorsunuz bu dengeyi?
Örneğin ilk anlattığım maçlar tam bir radyo anlatımı olmuş. Şimdi daha törpülendim. Orta sahada oyun kurma pasları dediğimiz paslar verilirken çok fazla isim telaffuz edip izleyiciyi yormamak, gole yakın noktalarda heyecanı yansıtmak gerekiyor. Temel kural, sahayı üçe bölersek, iki kaleye yakın olan iki dilimde daha heyecanlı, orta dilimde biraz daha sakin olmak.
- 'Futbol sadece futbol değildir' metaforunu size uyarlarsak, futbol sizin için nedir?
Futbol hayallerimi gerçekleştirme aracı... Hatta futbol bana önce hayal kurdurttu, sonra o hayalleri gerçekleştirmeme yardımcı oldu.
- Hayatınızın ne kadarı futbol?
Bunu eşime sorsanız daha iyi olur... Hayatımın önemli bir kısmı futbol; bazı dengeleri korumaya çalışıyorum, en azından bazı maçları canlı seyretmeyebiliyorum.
- Ne kadar süredir evlisiniz?
Beş yıldır. Beş yılı bitirdik.
- Herkes sizi yakışıklı olarak tanımlıyor. Kadın hayranlarınız mutlaka vardır...
Galiba evli olduğumu biliyorlar.
- Eşiniz sizi kıskanır mı?
Hiç kıskanç biri değilimdir, eşimin de öyle biri olmaması benim şansım. Bu karşılıklı güvenden kaynaklanıyor. Belki onun güvenini sarsacak bazı şeyleri yapmış olsaydım, kıskançlaşabilir, pençelerini çıkarabilirdi.
Arabistan'da büyüdüm
- Nasıl bir aile sizinki?
Tek çocuğum. Annem Türk, babam Lübnanlı. Babam iç savaştan sonra memleketinden ayrılmak zorunda kalıyor ve Suudi Arabistan'a gidiyor. Annem de Suudi Arabistan Hava Yolları'nda hostes. Suudi Arabistan'da tanışıp aşık oluyorlar, evleniyorlar. Hemen sonra ben dünyaya geliyorum. 4-5 yaşına kadar Suudi Arabistan'da kaldık. İlkokul çağına gelince, eğitimim için Türkiye'ye kesin dönüş yaptılar.
- İç savaştan kaçış ve aşk; ilginç bir hikaye. Babanızın Arabistan'a gidişini anlatır mısınız?
Dedem Lübnan'da birçok sendikanın başkanı, sevilen sayılan bir adam. Babam da zaten siyasal bilgiler okumuş ve gençlik yıllarında aktif politikanın içinde. Üniversiteden bir arkadaşının Lübnan'da evleri var, iç savaş sırasında bu ev çok tahribat görüyor, illa gelip evi görelim diyorlar ve babamdan yardım istiyorlar. Sonra teşekkür için ülkelerine çağırıyorlar. O da gidiyor, tam o sırada Lübnan Havaalanı ulaşıma kapanıyor. Kalışını uzatıyor. Derken burada bir hayat kurabileceğini düşünüyor ve kuruyor. Sonra da annemle tanışıyor.
- Görüşüyor musunuz akrabalarınızla?
Son zamanlarda iş temposundan gidemedim. Babamlar 10 kardeş, 34 kuzenim var. Ben tek çocuğum, annem tek, rahmetli anneannem tek. Böyle olunca oradaki kalabalık aile, büyük sofralar çok enteresan oluyor. Beyrut çok güzel. Umarım bir daha o savaş yılarına dönmezler.
- Yakışıklılığınız melezliğinizden mi geliyor?
Fiziğim babadan, rengim annemden. Böyle bir karışım olmuş. Hep melezler daha güzel, daha yakışıklı olur derler; öyleyse ne güzel...
- Lübnanlı olmanın size kattığı neler var?
Ortadoğu kültürüne yakınım. Babamın Lübnan hikayeleriyle büyüdüm. Türkiye'nin Avrupa'daki imajı şu anda olduğundan farklıysa, Ortadoğu'nun da imajı buradan göründüğünden daha farklı. Bunu arkadaşlarıma anlatmak hoşuma gidiyor. Orada da Türküm dediğim zaman mutlaka herkesin çok olumlu fikirleri oluyor.
Kadın spor spikerine karşı değilim ama...
- Medyada spor servisleri gençleşiyor. Neler değişti sizce?
Öncelikle her şey Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray odaklı gidiyordu; bu değişti. Futbol programlarında artık daha fazla bilgiye yer vermeye çalışıyoruz. Biraz daha dinamiğiz. Sonuçta ağabeylerimiz ne kadar kendilerini geliştirirse geliştirsinler, çağın temposu değişiyor. Gençleşen servisler yurtdışıyla entegrasyonu da arttırdı. Ama neticede büyüklerimizden öğrendiğimiz prensiplerden de vazgeçmiyoruz.
- Spor servislerinde sunucu ya da yönetici kadınlar da var; nasıl buluyorsunuz?
Kadın spiker konusuna asla karşı değilim ama bazı yöneticilerin bir kadını sadece güzel olduğu için ekrana çıkarıp 'bizi erkekler izliyor, buradan reyting alırız' mantığı tasvip etmediğim bir şey. Bu, hem o kişiye hem de kadınların geneline hakaret. Maalesef bazı sunucu arkadaşlarımız da bunun rahatlığı ile kendilerini geliştirmeye çaba göstermiyor ama çaba gösteren, emek veren, belli bir spor alt yapısına sahip olanları da var.
Paralarında gözüm yok ama Türk futbolcular çok kazanıyor
- Üç büyüklerin en büyük gider kalemlerinden biri yabancı oyuncuya verdikleri paralar...
Sadece yurtdışı da değil, alttan çok fazla futbolcu gelmiyor. Gelmeyince de Anadolu kulübünde birazcık yıldızlaşan futbolcu 7-8 milyon euroluk bonservis bedeli ile alınmaya başlıyor. Örneğin Mehmet Topuz, İsmail Köybaş, Bülent Akın...
- Yani futbol ekonomisi bu kadar da büyümedi mi aslında?
Kesinlikle büyümedi. Yayın gelirleri çok arttı diyorlar. Yayıncı kuruluş çok büyük paralar ödüyor ama bu reel değil. Yayın gelirlerinde Avrupa'da 5. sıradayız. O zaman Türk futbolu Avrupa'da 5. sırada mı? Hayır, değil. Şu an şişen bir balon var. Bu balon ancak o gelirler doğru şekilde harcanırsa patlamaz.
- Doğru şekilde harcamak, o paranın futbola dönmesi demek mi?
Evet. Şirketleşseler de, öncelikli hedefleri başarılı olmak. 3 büyüklerden biri, 'Biz her yıl 20 milyon euro kar ediyoruz' diyebilir. Peki, kupan var mı? Yok! Bir anlamı yok o zaman.
- Futbolcular Türk takımlarında dünyadaki muadillerine göre daha fazla mı kazanıyor?
Fransa veya İtalya ligindeki futbolculara ödenen paralarla kıyasladığımız zaman, gerçekten fazla kazanıyorlar. Paralarında gözümüz yok. Yabancı oyuncu alırken de Türkiye ligi en cazip lig değil, dolayısıyla daha fazla ödüyoruz. Gelen futbolcunun takıma ne kadar katkı sağlayacağı düşünülmüyor. Bir de havaalanında binlerce taraftar karşılayınca 'Vay be nereye geldim. Uzaydan gelmişim gibi davranıyorlar' deyip rahat hareket ediyorlar. Bunların arasında iş ahlakı yüksek olan, takımlarına katkı sağlayan büyük yıldızlar da var tabii.
- Peki, bizim burada milyon euro'luk bonservis bedelleriyle transfer olan oyuncularımız yurtdışında neden talep görmüyorlar?
Bunun olması için vitrinde olmamız lazım. Bu futbolcuların Avrupa piyasasında görünmeleri için o takımın Avrupa da yoluna devam etmesi gerek. Bir de şöyle bir handikap var: 'Barselona, Real Madrid, Manchester United olursa giderim, yoksa takımımda mutluyum' diyor. Kulüp yöneticileri için de durum böyle. Tabii bazı yetenekler var ki, onların önüne geçemeyiz. Arda Turan, bu sene değilse, seneye; seneye olmazsa bir sonraki seneye mutlaka Avrupa'ya gidecektir.
- Klasik soruyla bitirelim bu sene kim şampiyon olur?
Galiba Trabzonspor 26 yıl sonra şampiyon olacak. Aslında, Trabzon ne olur da şampiyon olamaz bunu düşünmek lazım... Sanırım bunun yanıtı da baskı; en son 1995-96 sezonunda şampiyonluğa bu kadar yaklaşmışlardı. Özellikle haftalar ilerledikçe mutlaka bazı puanlar kaybedecektir, gerilim artacaktır. Özellikle iç saha maçlarında şehrin atmosferi iyi yönetebilirse, şampiyonluğu diğer rakiplerine vermesi zor görünüyor.
Birer cümleyle futbol dünyası
Aziz Yıldırım: Çağ atlattığı Fenerbahçe için gerekirse dünyayı karşısına alır ama biraz diplomasi her şeyi kolaylaştırır.
Adnan Polat: Zor zamanda elini taşın altına koydu, en kolay sandığı futbol baş ağrısı oldu.
Yıldırım Demirören: Beşiktaş'ı tepeden tırnağa değiştirmeye soyundu. Peki şekilde mi özde mi?
Mustafa Denizli: ''Türk Futbolunda Devrim'' isimli kitabın birinci cildini yazdı.
Fatih Terim: ''Türk Futbolunda Devrim'' isimli kitabın ikinci cildini yazdı.
Aykut Kocaman: Sırat köprüsünde. Ya geçecek, ya düşecek. Sonuç ne olursa olsun o değişmeyecek.
Hagi: Böyle giderse sadece formasıyla hatırlanacak, takım elbisesi ile değil.
Schuster: Asi ruh! O Türkiye'yi, Türkiye de onu hiç anlamayacak galiba.
Quaresma: Futbol topuyla sevişen adam!
Arda Turan: Bir tutam Hagi, bir tutam Bülent Korkmaz, bir tutam Fatih Terim... Ama yemek henüz pişmedi.
Alex: İstatistikler yoruma mahal bırakmıyor. Gol ve asist profesörü!
Ertuğrul Sağlam: Sessiz, sakin ama içinde fırtınalar kopuyor. Fırtına Türkiye'yi sallıyor, Avrupa'ya az geliyor.
Şenol Güneş: Trabzon'da refleksleriyle ile büyüdü, şimdi eğitmenliği Trabzon'u büyütüyor.
Yılmaz Vural: Sahadaki mücadeleyi hücrelerinde yaşar, onu seyretmekten maçı seyredemezsiniz.
Hiddink: Gözlem, algılama, analiz, çözüm, uygulama. Türkiye'ye yeter mi? Bekleyip göreceğiz.
3 Büyükler parayı har vurup harman savuruyor
- Anadolu dalgası üç büyükleri sarsıyor...
3 büyüklerin içinde mali yapıda iyi durumda olanlar vardır ama futbol anlamında iyi yönetilmiyorlar. Çok istikrarsızlar, çok sık teknik adam değiştiriyor, çok sık kadro yeniliyorlar. İkincisi çok sabırsızlar, hemen başarıya ulaşmak istiyorlar. Bu bütçelerle daha iyi işler yapılabilir.
Zaman
Gülay Altan'ın röportajı:
Nebil Evren, CNN Türk'ün spor müdürü. Pazar günleri AKŞAM Gazetesi Spor Müdürü Hakan Yaşar ve Cem Yılmaz ile birlikte Sınırsız Futbol isimli bir program sunuyor. Bir yandan günlük spor bültenleri hazırlarken ekrana da çıkıyor ve aynı zamanda Doğan Grubu'nun televizyon kanallarında Şampiyonlar Ligi maçlarını anlatıyor. Peki, sadece bu kadar mı deyip yakından tanımak üzere kapısını çaldığımız Nebil Evren'le keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
- Ekranın tanınan yüzlerinden birisiniz ama hakkınızda çok şey bilmiyoruz. En baştan başlayalım, hayal ettiğiniz işi mi yapıyorsunuz?
Aslında çok küçük yaşlardan beri hayalim televizyonda olmaktı. Ancak ekran önünde olmak değil, maç anlatmak. Çok futbol seyredilen bir evde büyüdüm ben. Babam tam bir futbol aşığıydı ve onun aşkı bana da geçti. Bilgisayar başında oynarken ya da televizyonda maç seyrederken bile sesi kısıp maçı kendim anlatırdım. Böyle bir merakım ve hayalim vardı.
- Çocuklar futbolu anlatmaktan çok oynamayı severler, siz neden anlatmayı seçtiniz?
Uzun sayılabilecek bir süre Galatasaray Spor Kulübü'nde lisanslı yüzücüydüm. Hayatımdaki en büyük pişmanlıklarımdan biri yüzmeyi bırakmaktır. Futbolcu olmak gibi bir hevesim hiç olmadı, belki o kadar yetenekli değildim... Aslında mahallede arkadaşlarımla futbol oynarken de anlatırdım.
- Kanal D'de staj yaparken kendinizi kanıtlayıp Galatasaray muhabiri olmak sizin dönüm noktanız. Ekrana geçişiniz nasıl oldu?
Aslında Galatasaray'ın çok başarılı olduğu ve benim de muhabirlikten çok keyif aldığım bir dönemdi. Ancak bir süre sonra özelliklerim doğrultusunda sunucu olmanın daha doğru olacağını düşündüm ve bu kendi kendime çalışmaya başladım.
- İlk yayınınız hangisiydi?
2000-2001 sezonu Fenerbahçe şampiyon oldu ve bir hafta sonra statta şampiyonluk kutlaması yapılacaktı. Açıkçası ağabeylerim pek gitmek istemedi bu yayına. O zaman İlker Yasin 'Nebil gitsin' dedi. O yayını izlerken, 'Bu çocuk oluyor galiba' demiş, o benim için kırılma anlarından biridir. Ondan sonra da zaten ertesi gün işe geldiğimde 'Sen artık çalışmalarını arttır, ekrana çıkacaksın' dedi. Nitekim Kanal D'de spor haberlerini sunmaya başladım.
BAROS AMAN NE HOŞ!
- Ardından da maç anlatma hayalinize kavuştunuz herhalde. İlk anlattığınız maç hangisiydi?
CNN Türk'te İtalya Kupası maçlarını vermeye başladık. Fioerentina'nın bir karşılaşmasıydı ama stattan değil, burada anlatmıştım. Statta anlattığım ilk maç Kayserispor-AZ Alkmaar Avrupa Kupası ön eleme maçıydı.
- Unutamadığınız maç yayını hangisi?
Milano'da San Siro Stadı'nda Milan-Arsenal maçı anlatmıştım. O stada girip anlatıcı pozisyonuna oturup kulaklığı taktığımda, 7-8 yaşıma döndüm... Halının üstünde oynarken hayalimdeki maçları anlatmalarım geldi aklıma...
- Canlı yayın kazaları kaçınılmaz, başınıza eminim birçok ilginç olay geliyordur, birini paylaşır mısınız bizimle?
Olmaz mı? Galatasaray Hamburg'la çeyrek finale kalma yolunda önemli bir maç yapacaktı. Hamburg'daki maçı da ben anlatmıştım 1-1 bitmişti. Galatasaray çok avantajlıydı, statta da çok iyi bir atmosfer vardı. Maç öncesi yayını Ertem Şener yapacaktı. Yayından önce Ertem Şener'le sohbet ederken 'Baros aman ne hoş' diye bir cümle çıktı ağzımdan. Hiç böyle kafiyeli anlatımı sevmem, gülüştük ve dedim ki 'İnşallah maçta da söylemem!' Ondan sonra Baros gol attı, ağzımdan 'Baros aman ne hoş' lafı çıkıverdi!!! O an yıkıldım...
- Maç anlatmak bir metne bağlı olmadan 90 dakika süren bir maraton, maçlar dışında doğaçlama çalışması yapıyor musunuz?
Bazen diğer anlatıcılardan duyduğum ve bu da güzelmiş, söylenebilirmiş dediğim cümleleri not ederim. Bazen evde ya da iş yerinde maç seyrederken anlatıcı olsa bile, onun üstüne anlatıyorum. Orada olsaydım, nasıl anlatırdım pratiği yapıyorum. Maçı anlatıyor olmak daha zor ama stüdyoda olmaktan daha avantajlı. Statta sürekli gelişen bir olay var, durağan değil. Stüdyo programlarında masada oturuyorsunuz, insanı biraz daha kasıyor.
- Başka ülkelerdeki meslektaşlarınızı takip ediyor musunuz? Türk maç anlatıcılarıyla dünyanın diğer yerlerindekini kıyaslıyor musunuz?
Maç spikerlerinin performansları aslında biraz da o ülkenin insanlarının duygularını yansıtıp yansıtmamalarıyla paralel. Örneğin İngiltere de çok daha soğukkanlı anlatılıyor. Mutlaka yorumcu ile birlikte oluyorlar, aralarında zaman zaman sohbet bile ediyorlar. İtalyan anlatılarsa bir an bile durmuyor. Biz de burada bazı akımlara kapılabiliyoruz. Herkes kendi stilini oturtmaya çalışıyor.
- Anlatıcının kişiliğiyle de ilgili mi?
Çok dikkatli bir dinleyici, maç anlatıcısının maçı nasıl anlattığına bakarak aşağı yukarı karakteriyle ilgili tahminde bulunabilir.
HAYATIMIN ÖNEMLİ KISMI FUTBOL
- Radyodan farklı olarak izleyicinin de gördüğü bir şeyi anlatıyorsunuz ve söylediğiniz şeyler 'iyi de kardeşim, onu biz de görüyoruz' demeyecekleri şeyler olmalı, nasıl sağlıyorsunuz bu dengeyi?
Örneğin ilk anlattığım maçlar tam bir radyo anlatımı olmuş. Şimdi daha törpülendim. Orta sahada oyun kurma pasları dediğimiz paslar verilirken çok fazla isim telaffuz edip izleyiciyi yormamak, gole yakın noktalarda heyecanı yansıtmak gerekiyor. Temel kural, sahayı üçe bölersek, iki kaleye yakın olan iki dilimde daha heyecanlı, orta dilimde biraz daha sakin olmak.
- 'Futbol sadece futbol değildir' metaforunu size uyarlarsak, futbol sizin için nedir?
Futbol hayallerimi gerçekleştirme aracı... Hatta futbol bana önce hayal kurdurttu, sonra o hayalleri gerçekleştirmeme yardımcı oldu.
- Hayatınızın ne kadarı futbol?
Bunu eşime sorsanız daha iyi olur... Hayatımın önemli bir kısmı futbol; bazı dengeleri korumaya çalışıyorum, en azından bazı maçları canlı seyretmeyebiliyorum.
- Ne kadar süredir evlisiniz?
Beş yıldır. Beş yılı bitirdik.
- Herkes sizi yakışıklı olarak tanımlıyor. Kadın hayranlarınız mutlaka vardır...
Galiba evli olduğumu biliyorlar.
- Eşiniz sizi kıskanır mı?
Hiç kıskanç biri değilimdir, eşimin de öyle biri olmaması benim şansım. Bu karşılıklı güvenden kaynaklanıyor. Belki onun güvenini sarsacak bazı şeyleri yapmış olsaydım, kıskançlaşabilir, pençelerini çıkarabilirdi.
Arabistan'da büyüdüm
- Nasıl bir aile sizinki?
Tek çocuğum. Annem Türk, babam Lübnanlı. Babam iç savaştan sonra memleketinden ayrılmak zorunda kalıyor ve Suudi Arabistan'a gidiyor. Annem de Suudi Arabistan Hava Yolları'nda hostes. Suudi Arabistan'da tanışıp aşık oluyorlar, evleniyorlar. Hemen sonra ben dünyaya geliyorum. 4-5 yaşına kadar Suudi Arabistan'da kaldık. İlkokul çağına gelince, eğitimim için Türkiye'ye kesin dönüş yaptılar.
- İç savaştan kaçış ve aşk; ilginç bir hikaye. Babanızın Arabistan'a gidişini anlatır mısınız?
Dedem Lübnan'da birçok sendikanın başkanı, sevilen sayılan bir adam. Babam da zaten siyasal bilgiler okumuş ve gençlik yıllarında aktif politikanın içinde. Üniversiteden bir arkadaşının Lübnan'da evleri var, iç savaş sırasında bu ev çok tahribat görüyor, illa gelip evi görelim diyorlar ve babamdan yardım istiyorlar. Sonra teşekkür için ülkelerine çağırıyorlar. O da gidiyor, tam o sırada Lübnan Havaalanı ulaşıma kapanıyor. Kalışını uzatıyor. Derken burada bir hayat kurabileceğini düşünüyor ve kuruyor. Sonra da annemle tanışıyor.
- Görüşüyor musunuz akrabalarınızla?
Son zamanlarda iş temposundan gidemedim. Babamlar 10 kardeş, 34 kuzenim var. Ben tek çocuğum, annem tek, rahmetli anneannem tek. Böyle olunca oradaki kalabalık aile, büyük sofralar çok enteresan oluyor. Beyrut çok güzel. Umarım bir daha o savaş yılarına dönmezler.
- Yakışıklılığınız melezliğinizden mi geliyor?
Fiziğim babadan, rengim annemden. Böyle bir karışım olmuş. Hep melezler daha güzel, daha yakışıklı olur derler; öyleyse ne güzel...
- Lübnanlı olmanın size kattığı neler var?
Ortadoğu kültürüne yakınım. Babamın Lübnan hikayeleriyle büyüdüm. Türkiye'nin Avrupa'daki imajı şu anda olduğundan farklıysa, Ortadoğu'nun da imajı buradan göründüğünden daha farklı. Bunu arkadaşlarıma anlatmak hoşuma gidiyor. Orada da Türküm dediğim zaman mutlaka herkesin çok olumlu fikirleri oluyor.
Kadın spor spikerine karşı değilim ama...
- Medyada spor servisleri gençleşiyor. Neler değişti sizce?
Öncelikle her şey Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray odaklı gidiyordu; bu değişti. Futbol programlarında artık daha fazla bilgiye yer vermeye çalışıyoruz. Biraz daha dinamiğiz. Sonuçta ağabeylerimiz ne kadar kendilerini geliştirirse geliştirsinler, çağın temposu değişiyor. Gençleşen servisler yurtdışıyla entegrasyonu da arttırdı. Ama neticede büyüklerimizden öğrendiğimiz prensiplerden de vazgeçmiyoruz.
- Spor servislerinde sunucu ya da yönetici kadınlar da var; nasıl buluyorsunuz?
Kadın spiker konusuna asla karşı değilim ama bazı yöneticilerin bir kadını sadece güzel olduğu için ekrana çıkarıp 'bizi erkekler izliyor, buradan reyting alırız' mantığı tasvip etmediğim bir şey. Bu, hem o kişiye hem de kadınların geneline hakaret. Maalesef bazı sunucu arkadaşlarımız da bunun rahatlığı ile kendilerini geliştirmeye çaba göstermiyor ama çaba gösteren, emek veren, belli bir spor alt yapısına sahip olanları da var.
Paralarında gözüm yok ama Türk futbolcular çok kazanıyor
- Üç büyüklerin en büyük gider kalemlerinden biri yabancı oyuncuya verdikleri paralar...
Sadece yurtdışı da değil, alttan çok fazla futbolcu gelmiyor. Gelmeyince de Anadolu kulübünde birazcık yıldızlaşan futbolcu 7-8 milyon euroluk bonservis bedeli ile alınmaya başlıyor. Örneğin Mehmet Topuz, İsmail Köybaş, Bülent Akın...
- Yani futbol ekonomisi bu kadar da büyümedi mi aslında?
Kesinlikle büyümedi. Yayın gelirleri çok arttı diyorlar. Yayıncı kuruluş çok büyük paralar ödüyor ama bu reel değil. Yayın gelirlerinde Avrupa'da 5. sıradayız. O zaman Türk futbolu Avrupa'da 5. sırada mı? Hayır, değil. Şu an şişen bir balon var. Bu balon ancak o gelirler doğru şekilde harcanırsa patlamaz.
- Doğru şekilde harcamak, o paranın futbola dönmesi demek mi?
Evet. Şirketleşseler de, öncelikli hedefleri başarılı olmak. 3 büyüklerden biri, 'Biz her yıl 20 milyon euro kar ediyoruz' diyebilir. Peki, kupan var mı? Yok! Bir anlamı yok o zaman.
- Futbolcular Türk takımlarında dünyadaki muadillerine göre daha fazla mı kazanıyor?
Fransa veya İtalya ligindeki futbolculara ödenen paralarla kıyasladığımız zaman, gerçekten fazla kazanıyorlar. Paralarında gözümüz yok. Yabancı oyuncu alırken de Türkiye ligi en cazip lig değil, dolayısıyla daha fazla ödüyoruz. Gelen futbolcunun takıma ne kadar katkı sağlayacağı düşünülmüyor. Bir de havaalanında binlerce taraftar karşılayınca 'Vay be nereye geldim. Uzaydan gelmişim gibi davranıyorlar' deyip rahat hareket ediyorlar. Bunların arasında iş ahlakı yüksek olan, takımlarına katkı sağlayan büyük yıldızlar da var tabii.
- Peki, bizim burada milyon euro'luk bonservis bedelleriyle transfer olan oyuncularımız yurtdışında neden talep görmüyorlar?
Bunun olması için vitrinde olmamız lazım. Bu futbolcuların Avrupa piyasasında görünmeleri için o takımın Avrupa da yoluna devam etmesi gerek. Bir de şöyle bir handikap var: 'Barselona, Real Madrid, Manchester United olursa giderim, yoksa takımımda mutluyum' diyor. Kulüp yöneticileri için de durum böyle. Tabii bazı yetenekler var ki, onların önüne geçemeyiz. Arda Turan, bu sene değilse, seneye; seneye olmazsa bir sonraki seneye mutlaka Avrupa'ya gidecektir.
- Klasik soruyla bitirelim bu sene kim şampiyon olur?
Galiba Trabzonspor 26 yıl sonra şampiyon olacak. Aslında, Trabzon ne olur da şampiyon olamaz bunu düşünmek lazım... Sanırım bunun yanıtı da baskı; en son 1995-96 sezonunda şampiyonluğa bu kadar yaklaşmışlardı. Özellikle haftalar ilerledikçe mutlaka bazı puanlar kaybedecektir, gerilim artacaktır. Özellikle iç saha maçlarında şehrin atmosferi iyi yönetebilirse, şampiyonluğu diğer rakiplerine vermesi zor görünüyor.
Birer cümleyle futbol dünyası
Aziz Yıldırım: Çağ atlattığı Fenerbahçe için gerekirse dünyayı karşısına alır ama biraz diplomasi her şeyi kolaylaştırır.
Adnan Polat: Zor zamanda elini taşın altına koydu, en kolay sandığı futbol baş ağrısı oldu.
Yıldırım Demirören: Beşiktaş'ı tepeden tırnağa değiştirmeye soyundu. Peki şekilde mi özde mi?
Mustafa Denizli: ''Türk Futbolunda Devrim'' isimli kitabın birinci cildini yazdı.
Fatih Terim: ''Türk Futbolunda Devrim'' isimli kitabın ikinci cildini yazdı.
Aykut Kocaman: Sırat köprüsünde. Ya geçecek, ya düşecek. Sonuç ne olursa olsun o değişmeyecek.
Hagi: Böyle giderse sadece formasıyla hatırlanacak, takım elbisesi ile değil.
Schuster: Asi ruh! O Türkiye'yi, Türkiye de onu hiç anlamayacak galiba.
Quaresma: Futbol topuyla sevişen adam!
Arda Turan: Bir tutam Hagi, bir tutam Bülent Korkmaz, bir tutam Fatih Terim... Ama yemek henüz pişmedi.
Alex: İstatistikler yoruma mahal bırakmıyor. Gol ve asist profesörü!
Ertuğrul Sağlam: Sessiz, sakin ama içinde fırtınalar kopuyor. Fırtına Türkiye'yi sallıyor, Avrupa'ya az geliyor.
Şenol Güneş: Trabzon'da refleksleriyle ile büyüdü, şimdi eğitmenliği Trabzon'u büyütüyor.
Yılmaz Vural: Sahadaki mücadeleyi hücrelerinde yaşar, onu seyretmekten maçı seyredemezsiniz.
Hiddink: Gözlem, algılama, analiz, çözüm, uygulama. Türkiye'ye yeter mi? Bekleyip göreceğiz.
3 Büyükler parayı har vurup harman savuruyor
- Anadolu dalgası üç büyükleri sarsıyor...
3 büyüklerin içinde mali yapıda iyi durumda olanlar vardır ama futbol anlamında iyi yönetilmiyorlar. Çok istikrarsızlar, çok sık teknik adam değiştiriyor, çok sık kadro yeniliyorlar. İkincisi çok sabırsızlar, hemen başarıya ulaşmak istiyorlar. Bu bütçelerle daha iyi işler yapılabilir.
Zaman