Spor yazarlarının, haber ve fotoğrafları en kısa sürede merkeze yetiştirebilmek için yaşadığı yorucu maraton daha dün gibi diyen Halit Kıvanç, gazetecilik ve muhabirlik mesleğindeki teknolojik devrimi anlattı.
Spor yazarlarının, haber ve fotoğrafları en kısa sürede merkeze yetiştirebilmek için yaşadığı yorucu maraton daha dün gibi. Manyetolu telefonların yerini alan cep telefonları, telefotoların yerini alan internet, ''Öyle bir geçer zaman ki'' sözünün en net göstergesi...
Statlardaki telefonlardan PTT memureleriyle yapılan ricalı-minnetli diyaloglar, maçın 60. dakikasında yazdırılmaya başlanan haberler, yurtdışından mektupla gönderilen röportajlar, bazen tek kare fotoğrafı sabaha kadar geçme çabaları, uçakla Türkiye'ye giden yolculara yalvar yakar verilen fotoğraflar, yolcuların korkudan çöpe attığı değerli kareler...
84 yaşında mesleğine hala dört elle sarılan emektar sunucu Halit Kıvanç, duayen foto muhabiri Yaşar Saygı ve deneyimlerini genç gazetecilere aktaran Milliyet Gazetesi Spor Müdürü Cem Şengül ile Sabah Gazetesi Spor Müdürü Emrah Kayalıoğlu, mesleklerinde yaşadıkları teknolojik devrimi AA muhabirine anlattı.
Teknolojinin bu kadar ilerlemediği yıllarda gerek spiker, gerek gazeteci olarak birçok zorlukla karşılaştığını belirten Halit Kıvanç, ''Yurtdışından Türkiye'ye telefonla bağlanmak çok zordu. Polonya'da 17.00'de biten bir maçı bir otel odasında aç biilaç bekleyip, saat 01.00'e 5 kala yazdırdığımı hiç unutmam'' dedi.
Gazetecilik yaptığı dönemde bazı maçlarda meslektaşlarıyla işbirliği yaptıklarını ifade eden Kıvanç, ''Birimiz bir gazeteye telefon eder yazdırırdık, onlar da diğerlerine verirdi. Veya kısıtlı konuşma süremiz olduğunda birimiz maçın ilk devresini anlatırdık, diğeri ikinci devresini... Haber de kendi imzalarımızla çıkardı'' diye konuştu. Gittikleri organizasyon, dünya kupası veya olimpiyat gibi devam eden bir görevse röportajları mektupla gönderdiklerini dile getiren Kıvanç, ''Pazartesi yollardık, çarşamba-perşembe ellerinde olur, cuma da gazetede çıkardı haber'' ifadelerini kullandı.
Halit Kıvanç, o zamanlar fotoğraf yollama konusunda da büyük sıkıntı yaşadıklarını belirterek, ''Ya telefotoyla geçerdik ya da havaalanına gidip, Türkiye'ye giden yolcu arardık. Bugünkü gibi o da çok değildi. Yalvarır, fotoğrafları ellerine verirdik. Bir sefer bir yolcuyla yolladık fotoğrafları. Uçak o gece inmiş, adam yemeğini yemiş, yatmış, uyumuş. Ertesi gün öğlene doğru telefon ediyor gazeteye, 'Ben size fotoğraf getirdim' diye, o gün gazetede çıkması gereken fotoğrafları...''
''O zamanlar çok sıkıntı çekerdik, bugün ise tekniğin en mükemmeline biz de sahibiz'' diyen Kıvanç, mesleğinin sonlarında da olsa bunu görebildiği için mutlu olduğunu söyledi. Kıvanç, genç gazetecileri şanslı gördüğünü, ancak bazılarının bu şansı hiç kullanmadığını ifade etti.
-YAŞAR SAYGI-
Fanatik Gazetesi Foto Muhabiri Yaşar Saygı da fotoğraf çekip geçmenin, teknoloji bu kadar ileri değilken olağanüstü emek ve güç isteyen bir iş olduğunu söyledi. O zamanlar sadece birkaç gazeteyle Anadolu Ajansı ve Türk Haberler Ajansı'nda bulunan Hell marka telefotoları hatırlatan Saygı, ''20-25 kilogram ağırlığındaki telefotoları taşır, onlarla telefon hattı aracılığıyla fotoğraf geçerdik. Üç renk ayrı ayrı geçilen fotoğrafların üzerinde bazen hatlardaki parazit nedeniyle çizgi oluşurdu. Bazen bir fotoğrafı sabaha kadar zor geçerdik. Yurtdışından telefotoyla bir tek fotoğraf geçmek, o günün şartlarında bir fotomuhabiri için olağanüstü bir başarı sayılırdı.'' diye konuştu.
Transmitterler döneminde ise film yıkadıklarını veya bir fotoğrafçıda film banyo ettirdiklerini ifade eden Yaşar Saygı, ''Bu teknoloji bizim için olağanüstü kolaylık gibi geldi'' dedi. Bu dönemde, Avrupa'daki çoğu otelin telefon hattının dijital olmadığını belirten Saygı, ''Duvarı delerdik, oradan çıkan kabloları tek tek dener, hat kablosunu bulur, fotoğrafı öyle geçerdik. Bir gün Düsseldorf'ta kaldığım bir otelin santralini patlatmışım. Duvar delme konusunda usta olmuştuk. Fotoğrafı, mutlaka ama mutlaka, her türlü koşulda gönderirdik'' ifadelerini kullandı.
1980'li yıllarda bir gün Viyana'da Hollanda Milli Takım kampına girmeyi başarıp, o dönemin yıldız futbolcuları Frank Rijkaard, Ruud Gullit ve Marco Van Basten'in fotoğraflarını çektiğini ve arkadaşıyla birlikte onlarla röportaj yaptığını söyleyen Saygı, ''Viyana Havaalanı'nda bir yolcuya yalvar yakar teslim ettim fotoğrafları. İstanbul'da arkadaşlarımız yolcuyu buluyor ancak filmleri teslim alamıyor. Çünkü yolcu korkmuş ve filmleri çöpe atmış. Fotoğraflar çok önemliydi, çünkü birer belgeydi o topçularla görüştüğümüzü gösteren. Fotoğraf olmayınca röportaj da girmedi gazeteye. Olağanüstü derecece moralimiz bozulmuştu'' diye konuştu.
Saygı şunları kaydetti:
''O zamanlar spor foto muhabiri sayısı gerçekten çok azdı. Kolay bir iş değildi bizim işimiz, sanattı. O zaman bu işi yapanlar çok başarılı oluyordu. Gazetelerde az da olsa çok kaliteli fotoğraflar çıkıyordu. Şimdiki dijital makinalarla bana göre bizim mesleğimiz sanat olmaktan çıktı. Fotoğraf çekmedeki kolaylık nedeniyle foto muhabiri sayısı da olağanüstü arttı. 80'li yıllarda bir derbi maçında 15 foto muhabirini zor görürdünüz, şimdi statlara sığmıyoruz. Bir de şimdi fotoğraflar dijital olduğu için herkes birbirine çok kolay dağıtabiliyor emeğini. Bu da kötü oldu çünkü kimsenin kimseden farkı kalmadı.''
-ŞENGÜL VE KAYALIOĞLU-
Milliyet Gazetesi Spor Müdürü Cem Şengül de maçlardan sonra haber yazdırırken yaşadıkları zorlukları anlattı. Statlarda eski model manyetolu telefonların bulunduğunu, bu telefonlarla PTT aracılığıyla gazeteye bağlandıklarını ve haberi yazdırdıklarını söyledi. Manyetolu telefonların, genelde büyük statlarda olduğunu, Anadolu kentlerindeki maçlarda ise böyle bir imkanın bulunmadığını, oralarda da PTT'de sıra beklediklerini ifade eden Şengül, şöyle devam etti:
''Bir de yurtdışında çektiğimiz sıkıntılar vardı. Oradan haberleri teleksle geçerdik. Yurtdışından bağlantı yapabileceğiniz tek alet teleksti. O nedenle Türk gazeteleri telekse geçmek zorunda kaldı. Ancak Rusya veya Bulgaristan gibi ülkelere gittiğinizde teleks yaygın olmadığı için telefonla yazdırmak durumunda kalırdınız. Bir telefon bağlatmaya kalktığınız zaman 2-3 saatinizi alırdı. Büyük bir çabayla elde etmeye çalıştığımız haberi geçmek, 4 katı daha yorgunluk demekti. Şimdi işler öylesine kolaylaştı ki bazen inanamıyorum.''
Sabah Gazetesi Spor Müdürü Emrah Kayalıoğlu da o dönemler çalıştığı Yeni Yüzyıl'da gece oynanan maçın fotoğraflarını dijital teknolojiyle taşra baskısına yetiştirdiklerinde, bunu milat saydıklarını belirtti. Yurtdışındaki bir maçı izlemeye giden ekip için PTT üzerinden oradaki stada telefon bağlatıldığını ifade eden Kayalıoğlu, ''Türkiye için tahsis edilen tek telefonda her yazara 10'ar dakika düşerdi ve 60. dakikadan başlanırdı haber yazdırılmaya'' dedi.
Spor yazarlarının, haber ve fotoğrafları en kısa sürede merkeze yetiştirebilmek için yaşadığı yorucu maraton daha dün gibi. Manyetolu telefonların yerini alan cep telefonları, telefotoların yerini alan internet, ''Öyle bir geçer zaman ki'' sözünün en net göstergesi...
Statlardaki telefonlardan PTT memureleriyle yapılan ricalı-minnetli diyaloglar, maçın 60. dakikasında yazdırılmaya başlanan haberler, yurtdışından mektupla gönderilen röportajlar, bazen tek kare fotoğrafı sabaha kadar geçme çabaları, uçakla Türkiye'ye giden yolculara yalvar yakar verilen fotoğraflar, yolcuların korkudan çöpe attığı değerli kareler...
84 yaşında mesleğine hala dört elle sarılan emektar sunucu Halit Kıvanç, duayen foto muhabiri Yaşar Saygı ve deneyimlerini genç gazetecilere aktaran Milliyet Gazetesi Spor Müdürü Cem Şengül ile Sabah Gazetesi Spor Müdürü Emrah Kayalıoğlu, mesleklerinde yaşadıkları teknolojik devrimi AA muhabirine anlattı.
Teknolojinin bu kadar ilerlemediği yıllarda gerek spiker, gerek gazeteci olarak birçok zorlukla karşılaştığını belirten Halit Kıvanç, ''Yurtdışından Türkiye'ye telefonla bağlanmak çok zordu. Polonya'da 17.00'de biten bir maçı bir otel odasında aç biilaç bekleyip, saat 01.00'e 5 kala yazdırdığımı hiç unutmam'' dedi.
Gazetecilik yaptığı dönemde bazı maçlarda meslektaşlarıyla işbirliği yaptıklarını ifade eden Kıvanç, ''Birimiz bir gazeteye telefon eder yazdırırdık, onlar da diğerlerine verirdi. Veya kısıtlı konuşma süremiz olduğunda birimiz maçın ilk devresini anlatırdık, diğeri ikinci devresini... Haber de kendi imzalarımızla çıkardı'' diye konuştu. Gittikleri organizasyon, dünya kupası veya olimpiyat gibi devam eden bir görevse röportajları mektupla gönderdiklerini dile getiren Kıvanç, ''Pazartesi yollardık, çarşamba-perşembe ellerinde olur, cuma da gazetede çıkardı haber'' ifadelerini kullandı.
Halit Kıvanç, o zamanlar fotoğraf yollama konusunda da büyük sıkıntı yaşadıklarını belirterek, ''Ya telefotoyla geçerdik ya da havaalanına gidip, Türkiye'ye giden yolcu arardık. Bugünkü gibi o da çok değildi. Yalvarır, fotoğrafları ellerine verirdik. Bir sefer bir yolcuyla yolladık fotoğrafları. Uçak o gece inmiş, adam yemeğini yemiş, yatmış, uyumuş. Ertesi gün öğlene doğru telefon ediyor gazeteye, 'Ben size fotoğraf getirdim' diye, o gün gazetede çıkması gereken fotoğrafları...''
''O zamanlar çok sıkıntı çekerdik, bugün ise tekniğin en mükemmeline biz de sahibiz'' diyen Kıvanç, mesleğinin sonlarında da olsa bunu görebildiği için mutlu olduğunu söyledi. Kıvanç, genç gazetecileri şanslı gördüğünü, ancak bazılarının bu şansı hiç kullanmadığını ifade etti.
-YAŞAR SAYGI-
Fanatik Gazetesi Foto Muhabiri Yaşar Saygı da fotoğraf çekip geçmenin, teknoloji bu kadar ileri değilken olağanüstü emek ve güç isteyen bir iş olduğunu söyledi. O zamanlar sadece birkaç gazeteyle Anadolu Ajansı ve Türk Haberler Ajansı'nda bulunan Hell marka telefotoları hatırlatan Saygı, ''20-25 kilogram ağırlığındaki telefotoları taşır, onlarla telefon hattı aracılığıyla fotoğraf geçerdik. Üç renk ayrı ayrı geçilen fotoğrafların üzerinde bazen hatlardaki parazit nedeniyle çizgi oluşurdu. Bazen bir fotoğrafı sabaha kadar zor geçerdik. Yurtdışından telefotoyla bir tek fotoğraf geçmek, o günün şartlarında bir fotomuhabiri için olağanüstü bir başarı sayılırdı.'' diye konuştu.
Transmitterler döneminde ise film yıkadıklarını veya bir fotoğrafçıda film banyo ettirdiklerini ifade eden Yaşar Saygı, ''Bu teknoloji bizim için olağanüstü kolaylık gibi geldi'' dedi. Bu dönemde, Avrupa'daki çoğu otelin telefon hattının dijital olmadığını belirten Saygı, ''Duvarı delerdik, oradan çıkan kabloları tek tek dener, hat kablosunu bulur, fotoğrafı öyle geçerdik. Bir gün Düsseldorf'ta kaldığım bir otelin santralini patlatmışım. Duvar delme konusunda usta olmuştuk. Fotoğrafı, mutlaka ama mutlaka, her türlü koşulda gönderirdik'' ifadelerini kullandı.
1980'li yıllarda bir gün Viyana'da Hollanda Milli Takım kampına girmeyi başarıp, o dönemin yıldız futbolcuları Frank Rijkaard, Ruud Gullit ve Marco Van Basten'in fotoğraflarını çektiğini ve arkadaşıyla birlikte onlarla röportaj yaptığını söyleyen Saygı, ''Viyana Havaalanı'nda bir yolcuya yalvar yakar teslim ettim fotoğrafları. İstanbul'da arkadaşlarımız yolcuyu buluyor ancak filmleri teslim alamıyor. Çünkü yolcu korkmuş ve filmleri çöpe atmış. Fotoğraflar çok önemliydi, çünkü birer belgeydi o topçularla görüştüğümüzü gösteren. Fotoğraf olmayınca röportaj da girmedi gazeteye. Olağanüstü derecece moralimiz bozulmuştu'' diye konuştu.
Saygı şunları kaydetti:
''O zamanlar spor foto muhabiri sayısı gerçekten çok azdı. Kolay bir iş değildi bizim işimiz, sanattı. O zaman bu işi yapanlar çok başarılı oluyordu. Gazetelerde az da olsa çok kaliteli fotoğraflar çıkıyordu. Şimdiki dijital makinalarla bana göre bizim mesleğimiz sanat olmaktan çıktı. Fotoğraf çekmedeki kolaylık nedeniyle foto muhabiri sayısı da olağanüstü arttı. 80'li yıllarda bir derbi maçında 15 foto muhabirini zor görürdünüz, şimdi statlara sığmıyoruz. Bir de şimdi fotoğraflar dijital olduğu için herkes birbirine çok kolay dağıtabiliyor emeğini. Bu da kötü oldu çünkü kimsenin kimseden farkı kalmadı.''
-ŞENGÜL VE KAYALIOĞLU-
Milliyet Gazetesi Spor Müdürü Cem Şengül de maçlardan sonra haber yazdırırken yaşadıkları zorlukları anlattı. Statlarda eski model manyetolu telefonların bulunduğunu, bu telefonlarla PTT aracılığıyla gazeteye bağlandıklarını ve haberi yazdırdıklarını söyledi. Manyetolu telefonların, genelde büyük statlarda olduğunu, Anadolu kentlerindeki maçlarda ise böyle bir imkanın bulunmadığını, oralarda da PTT'de sıra beklediklerini ifade eden Şengül, şöyle devam etti:
''Bir de yurtdışında çektiğimiz sıkıntılar vardı. Oradan haberleri teleksle geçerdik. Yurtdışından bağlantı yapabileceğiniz tek alet teleksti. O nedenle Türk gazeteleri telekse geçmek zorunda kaldı. Ancak Rusya veya Bulgaristan gibi ülkelere gittiğinizde teleks yaygın olmadığı için telefonla yazdırmak durumunda kalırdınız. Bir telefon bağlatmaya kalktığınız zaman 2-3 saatinizi alırdı. Büyük bir çabayla elde etmeye çalıştığımız haberi geçmek, 4 katı daha yorgunluk demekti. Şimdi işler öylesine kolaylaştı ki bazen inanamıyorum.''
Sabah Gazetesi Spor Müdürü Emrah Kayalıoğlu da o dönemler çalıştığı Yeni Yüzyıl'da gece oynanan maçın fotoğraflarını dijital teknolojiyle taşra baskısına yetiştirdiklerinde, bunu milat saydıklarını belirtti. Yurtdışındaki bir maçı izlemeye giden ekip için PTT üzerinden oradaki stada telefon bağlatıldığını ifade eden Kayalıoğlu, ''Türkiye için tahsis edilen tek telefonda her yazara 10'ar dakika düşerdi ve 60. dakikadan başlanırdı haber yazdırılmaya'' dedi.