Yitik yılların, figanlaşan anıların, ruhumun bizarlığında ki hülyaların acı çığlıklarıydı
O vakit an ve kuşatan efkarın sedası yüreğimi burkanken, hıçkırıklarım hiç dinmiyordu
Zihnimi tarumar eden sualler, akıl sır ermeyen ve inşirahı vededen sitayişler artıyordu
Ne yapacağımı, nasıl bir izanla yolun istikametinden emin olacağımı düşünüyordum
Zaman nasıl geçti, rüzgarın üşüten tılsımı o an çok manidardı, derin izler bırakıyordu
Sanki nazarlarım uçsuz bucaksızlığın izharında rakseden müddetin aşkı solumalarıydı
Ölüm her vakit ruhuma seslenen zahitti, fikretmek ve sadakati teslim etmenin vaktiydi
Bir köpeğin havlamasıyla irkildim, ne müthiş bir ritimmiş meğer çok silkelenmiştim
Zavallının bir derdi vardı anlaşılan, lakin lisan-ı hali hiç anlaşılmıyordu tarafımdan
Çok hırçın değildi, adeta saldırmak istemiyor gibiydi, bilmem ki nasıl bir dil-i melaldi
O an hüzün içinde hayıflandım, ne kadar bizar kaldığımı hiç kuşkusuz çok anlamıştım
Kim sahipsizdi, şayet bir can yaşıyorsa muhakkak ki umut içinde ki aşka adanmalıydı
Ne kadar hilkat varsa, aidiyetin manasında vuslata tabi olan sevda hicranıysa koşmalı
İnsanın ruhunda ve kalbinde yılgınlığa sevketen her ne varsa sökülüp o an atılmalıydı
Yakarışlar mana ve mesnetten uzak bir halde, elbette nefesin kadrine bırakılmamalıydı
Kalbin serencamında vakfedilen bekaret ve iradeyi teslimiyet aşka hasret kalmamalı
Hatta kulluğun ihsanını idrak edebilecek nefesin sahibi, ruhunu esarete taşımamalı
Her ne yaptıysa, fiktiyatın sahnesinde yolunu aşikar eyleyen sadıksa idrake koşmalı
Aklın ve kalbin saikinde vucut bulmalı, işte o vakit aşkın banisini ülfetle koklamalı
Mustafa CİLASUN