Ne kadar hicran varsa kalbimi esaretiyle dağlayıp, hıçkırığın kollarına bırakacak
Gönlüm yanacak, dil susacak, bilmem ki aşk ne vakit muhtaçlığımı anlayacak
Bahtım için sürurla esini yüreğimin yalnızlığına koyup sevdayı yaşatacak
Ne yüreğimin burukluğuna gamsızım, ne hazzın nidasında uyur sayıklarım
Lehçenin şehredemediği mananın edebine vurgunum, ruhumun serencamında yorgunum
Ne kadar çile varsa meftun olmak için halime sarun, muhabbet olmazsa kullukta sorun
Vecdin pınarında şahikalar dile geliyor, aşk sedasını gönüller için hasrediyor haz onun
Sorma artık hazanın gönlüme ülfetle sunduğu bizarlığın çaresiz çırpınışlarını
Kuruyan yaprağın ziknimde şimşek çaktıran hicranını, bir hesabın tutulduğu anı
Ne kadar mahzunluk varsa, yüreğimde filizlenen hüzünlü ağıtın ibretli nutuklarını
Boyun büktüren burukluğu, umutlarım için vaktin ilzam olmayan sonucu ve arı
Boşver diyemiyorum, kalbimden sancıları ayıtlayıp felaha eremiyorum
Yeter Allahım çektiğim çileler diyecek kadar, gönlümü aczin pervazlarına bırakmıyorum
Sabır diliyorum, kanaatin raksında umutla bekliyorum, bahtım için hamt ediyorum
Bir heves olsa, nefsim için zevk kapımı çalsa, gönül kapımı açmam, asla sürurla bakmam
Sine-i melalimi zerketmek için hanifliğin rahlesinden inşirah için aşka muhtacım
Dil ne kadar lal olsa da, gönül sesinin perdesinde sazendeyim, mızrabın sancısında arım
Ruhumun duyulmayan hicranı, idrakim için ne varsa vicdani kul olmak için sevdalıyım
Gözler görmese de, kulaklar işitmese de, nefes şahitlik etmese de, gönlümü aşka adarım
Azat olan kuş gibi sinemi yakan hüznün busesini nasıl şehrederim aklıma sorarım
Anlaşılmaya muhtaç ne kadar gönül varsa, yanan gün misali gecenin sesinden anlarım
suskun sokakların eleminden mahzunluğun gönül acısını okur, vicdanıma koyarım
Sahnelenen ömür perdesinden, kul olmanın reçetesini aşka sorup, kalbi edebiyle korurum
Mustafa CİLASUN