Neden insanlar birbirlerini bırakmak zorundadır?

Ben 17 yaşındayken bir rüya görmüştüm. Kendimi bir mescidin içinde otururken ve bir küçük bir kızı bana soru sorarken hatırlıyorum. O bana neden insanlar birbirlerini terk etmek zorunda diye sordu. Soru kişisel bir soruydu fakat ben bu sorunun niye bana sorulduğunu kestirebiliyordum.

Bağlanılacak olan bendim.

Çocukluğumdan bu yana bu şahsiyet bende sabitti. Kreşteki diğer çocuklar aileleri boşandığı zaman kolayca bunun üstesinden gelirken ben yapamadım. Gözyaşlarım başladı mı durmak bilmezdi. Büyüdükçe çevremdeki her şeye bağlanmayı öğrendim. İlk sınıfa başladığımdan beri hep bir sadık dost aradım. Daha da yaşlanıp büyüdükçe arkadaşımla herhangi bir tartışma beni kırmaya başladı. Hiçbir şeye varsın olsun deyip geçemedim. İnsanlar, olaylar, mekânlar, dakikalar, fotoğraflar hatta herhangi bir sonuç benim için bağlanılacak bir nesne haline gelmişti. Eğer işler istediğim şekilde gitmezse hayal kırıklığına uğruyordum. Ve hayal kırıklığı benim için sıradan bir duygu değildi. O yıkıcı bir şeydi. Bir kez düştüm mü asla tam ayağa kalkamıyordum. Hiç unutamıyor ve sorunu düzeltemiyordum. Masanın köşesine konulmuş cam vazonun kırıldığı zaman bir daha hiçbir şekilde eski haline getirilemediği gibi...

Lakin problem vazonun değildi. Hatta kırılıp duran vazolarla da alakalı değildi. Mesele benim o vazoları sürekli masanın ucuna koymamdı. Bağlandığım şeyler vasıtasıyla ihtiyaçlarımı gidermek için tamamen ilişkilere muhtaç idim. Bu ilişkilerin benim mutluluğumu ve üzüntümü, doymuşluğumu veya boşluğumu, güvenliğimi hatta kendi değerimi tanımlamalarına müsaade ettim. Masanın ucuna koyulan cam vazonun kırılmasının aşikâr olması gibi ben de bu ilişkiler nedeniyle kendime hep hayal kırıklıkları hazırladım. Kırılmaya ayarladım kendimi hep.

Fakat beni kıran insanların suçu. cam vazonun kırılmasına neden olan yer çekiminin suçu kadardı. Biz bir dala yaslanıp o da kırıldığında fizik kuralların suçlayamayız değil mi? Bir dal bizi taşımak için yaratılmamıştır.

Ağırlığımız ancak Allah tarafından kaldırılmaya müsaiddir. Allah Kuran’da şöyle buyurmuştur Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara suresi 256. ayet)

Burada hayati bir ders mevcud: hiç kopmayan sadece bir kulp vardır. Sadece bir yer vardır tüm bağımlılıklarımızı bırakabileceğimiz. Kendi değerimizi biçmesi gereken sadece bir ilişki mevcuddur, mutluluğu, doyumu ve güveni arayacağımız sadece bir kaynak vardır o da Allah'dır.

Fakat bu dünya bütün bunları başka yerlerde arama serüvenidir. Bazılarımız bunu makamda bazılarımız parada kimimiz ise sağlıkta arar doyumu ve mutluluğu. Benim gibi olan bazıları ise arkadaşlarında. Elizabeth Gilbert ünlü kitabı Ye, Dua et,Sev isimli kitabında kendi mutluluk arayışını açıklamış. İlişkilerinden birini bitirip diğerine bağışladığını doyum için dünyayı dolaştığını, tatmini ilişkilerinde meditasyonda hatta yemekte aradığını belirtiyor Gilbert.

işte burası benim hayatımın çoğunu içimdeki boşluğu doldurmak için harcadığım yerdir. Yani rüyadaki küçük kızın bana o soruyu sormasında hiçbir anormallik yoktu. O soru bir kayıp bir hayal kırıklığı hakkında düşüpte gönlünde onulmaz yaralar açma hakkında idi. O soru bir şeyi aramak ve bulamayıp boş ellerle geri dönmek hakkında idi. O bir betonu ellerinle kazmak istediğinde başına gelen şey hakkında idi; Hiçbir yere varamadığın gibi kazarken parmaklarını da kırardın. Ve ben bütün bunları okuyarak ya da bir bilge insandan dinleyerek öğrenmedim. Ben bunları tekrar tekrar deneyerek öğrendim.

Yani küçük kızın bana sorduğu soru nihayetinde bana sorulan kendi sorumdu.

Nihayetinde o soru bu geçici bağlılıkların ve uçup giden anların dünyasıyla ilgili idi. Bugün dünya'da sizinle beraber olanlar yarın terk eder veya ölür. Fakat bu gerçeklik bizi en derinden sarsar çünkü bu durum doğamıza aykırıdır. Biz insanoğlu, aramak sevmek ve mükemmel ve baki olan için çabalamak üzere yaratılmıştır. Ebedi olanın peşinden koşmaya programlanmışız açıkçası. Bu böyledir çünkü biz bu dünya için yaratılmadık bizim ilk ve tek gerçek memleketimiz Cennetti ki O hem ebedi hem de kusursuzdur. Yani böyle bir hedefe koşmak bizim varlığımızın bir parçasıdır. Öyle bir problem ki cevabı burada bulmaya çalışırız. Bu yüzden, bu dünyayı olmadığı ve hiçbir zamanda olmayacağı bir şeye dönüştürmek için esteteik cerrahlar ve genç gösteren ürünler üretiriz.

İşte bu yüzden eğer bu dünyayı kalbimizle yaşarsak o bizi incitir. Bu yüzden dünya bizi hırpalar. Çünkü geçici ve kusurlu olan dünya bizim amacına yaratıldığımız herşeyin tersinedir. Allah fıtratımıza öyle bir şey koymuştur ki ancak ebedi ve kusursuz ile tatmin olur. Geçici heveslerde tatmin olmaya çalışarak aslında bir hologramın serabın ardından koştuğumuzu anlayamıyoruz. Betonu çıplak ellerimizle kazmaya uğraşıyoruz. Doğası gereği geçici olan bir şeyi ebedi hale getirmeye çalışmak ateşten su üretmeye çalışmak gibi bir çaba. Sadece yandığınla kalakalırsın. Ancak ve ancak ne zaman ki bu dünyayı olmadığı hiçbir zaman olmayacağı bir şeye (cennete) dönüştürmekten vazgeçip hayallerimizi bu dünyaya bağlamadığımızda bu hayat bizi derbeder etmeyi bırakacaktır.

Hiçbir şeyin anlamsız ve gayesiz olmadığını da fark etmek zorundayız. Hiçbir şey. Kırık kalpler bile. Acı bile. Kırılan kalplerimiz ve acı bile bize birer derstir işarettir. Bir şeylerin yanlış olduğunu uyaran birer uyarıcıdır. Değişmemiz gerektiğini ihtar eden uyarıcılardır. Yanan elimizden gelen acı nasıl bizi ateşten uzaklaşmak için uyarıyorsa, duygusal acılar da içsel bir değişim yapmamız gerektiğini bize ihtar eder. Bizim dünya bağımızı koparmamız gerektiğini. Acı bir zorunlu ayrılıktır. Senin sevdiğinin seni defaatle incitip kırması gibi, dünya bizi ne kadar incitir sallar silkeler ihanet ederse biz de kaçınılmaz olarak ondan o kadar ayrılırız. Sonunda onu sevmeyi mecburen bırakırız.

Ve acı bağımlılıklarımızı bize gösterendir. Bizi ağlatan, en büyük acılara neden olan kurtulamadığımız saplantılarımızdır. İşte bu saplantılar veya bağımlılıklarımızdır bizi Allah'a bağlanmaktan alıkoyan. Lakin acının kendisi saplantımızın varlığını kanıtlayan şeydir. Acı içimizdeki değişim kuvvetini verendir ve eğer kendimizle ilgili bir şeyden hoşlanmıyorsak bunu değiştirmek için bir kutsal formül mevcududur. “ Bir topluluk kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. (Rad Suresi 11. ayet)


Yıllar boyu aynı şekil hayal kırıklıklarına ve gönül kırıklığına muhatap kaldıktan sonra, nihayet hayatımda çok önemli bir şey fark ettim. Her zaman dünya sevgisi mala mülke bağlanmak onlar için yaşamak diye düşünürdüm. Ve aslında ben mala mülke paraya değil insanlara bağımlıydım duygulara saplantılı yaşanan an'a muhtaç idim. Yani dünya sevgisi kavramının bende olmadığına inanırdım. Fakat fark edemediğim şey insanlara an'a veya duygulara bağımlı muhtaç olmak da dünya sevgisinin bir parçası dünyanın bir parçası olduğu gerçeği idi. Fark etmediğim şey bu hayatta tecrübe ettiğim her acı sadece bir şey sebebi ile idi. Sadece bir şey: dünya sevgisi.

Bunu fark eder etmez gözlerimden bir perde kalktı sanki. Meselemin ne olduğunu anlamaya başladım. Bu hayattan bana karşı kusursuz davranmasını bekliyordum hâlbuki dünya ve hayat hiç mükemmel değildi olmadı ve olmayacaktı. İdealist bir insan olarak bunun böyle olması için bütün hücrelerimle beyhude bir mücadele veriyordum. Hayat mükemmel olmalı idi. Olana kadar da durmayacaktım. Kanımı, terimi ve gözyaşlarımı bu mücadeleye verdim bunun adı dünyamı cennete dönüştürmekti. Bu etrafımdaki insanların mükemmel olmasını gerektiriyordu. İlişkilerimin arkadaşlıklarımın kusursuzluğunu talep ediyordu. Etrafımdakilerden ve bu hayattan çok fazla talebim vardı. Beklentiler. Beklentiler, beklentiler. Ve eğer mutsuzluk için bir reçete varsa o da beklemek ve ummaktı. Fakat işte burada benim en kötü hatam yatıyor. Bu hata çok fazla beklenti içinde olmak değildi insan olarak asla ümit kesmemeliyiz. Ümit kesen iblis demektir Arapça'da garip değil mi? Mesele benim bu talepleri nerden beklediğimdi. Bu ümidi nereye bağlamıştım. Nihayetinde ümidim ve beklentilerim Allah'tan değildi maalesef. Ümidim ve beklentilerim insanlardan ve ilişkilerdendi aracılardandı. Yani bu dünya'ya bağlanmıştım Allah yerine.

Sonra keskin bir gerçeği anladım. Bir ayet zihnimde dolanmaya başladı. Daha önce birçok kere duymama rağmen bu ayetin ilk defa beni tasvir ettiğini anladım: “Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olan, ona gönüllerini kaptıranlar ve bizim ayetlerimizden gafil olanlar var ya” (Yunus Suresi 7. ayet)

her şeyi bu dünyada elde edebileceğimi düşünerek Allah'la buluşmaktan gafil bulunuyordum. Ümidim bu dünya idi. Fakat bu dünyaya ümit beslemek ne demekti? Bundan nasıl kaçınabilirdik? O arkadaşların varken onlardan iç boşluğunu doldurmalarını bekleme demektir. Evlendiğinde eşinin her türlü ihtiyacını karşılayacağını umma demektir. Başın belaya girdiğinde kendini yeter sanma demektir. İnsanlara bel bağlama, yalnız Allah'a dayan demektir.

İnsanlardan yardım arayabilirsin fakat anlamalısın ki insanlar hatta kendin bile kendini kurtaramaz. Ancak Allah bunları yapabilir. İnsanlar ancak araçlar aracılardır Allah'ın sınadığı. Fakat yardımın veya herhangi bir çeşit kurtuluşun kaynağı değillerdir. İnsanlar bir sineğin kanadını bile yaratamazlar. ( Hacc Suresi 73. ayet) insanlarla muhabbet halinde iken bile kalbini Allah'a yönelt. Hz. İbrahim'in dediği gibi yüzünü ona dön. “Şüphesiz ben sadece hak dine (tevhîde) boyun eğip yüzümü, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah’a çevirdim; ve ben, O’na ortak koşanlardan (müşriklerden) değilim. (Enam Suresi 79. ayet)

Fakat İbrahim (as) ın nasıl Allah'ı bulduğunu biliyor musunuz? Ayı inceliyor. Güneşe ve yıldızlara bakıyor ve onların kusursuz olmadığını anlıyor. Batıyorlar çünkü.

Bizi yarı yolda bırakıyorlar.


Sonuçta İbrahim (as) Allah'a tam olarak teslim oldu. Aynen onun gibi bizim de tüm ümidimizi, inancımızı ve acizliğimizi ona yöneltmeli ondan medet ummalıyız. Ve yalnız Allah'a. Ve eğer bunu yaparsak gerçek huzurun ve itminanın ne olduğunu o zaman anlayacağız. Ancak o zaman bindiğimiz hız treni aynı lunaparklardaki gibi bizi sallayıp duran o araç duracak. Bu öyledir çünkü, eğer bizim iç dünyamız sürekli değişen ve istikrarsız bir şeye dayanıyorsa o zaman ruhumuz daim çalkantılı ve isyanlarda olacak demektir. Bu eğer biz bir anlığına mutlu isek mutluluğumuzun dayandığı şey gittiğinde mutluluğumuzda gidecek demektir. Ve üzülmeye başlarız. Aşırı duygularda gezinir dururuzda neden olur anlayamayız.

Bu duygusal treni tecrübe ederiz çünkü medet beklediğimiz şeyler istikrarlı ve ebedi olmadıktan sonra hiçbir zaman uzun ömürlü bir huzur bulamayız. Kendisi geçici ve yok olmaya mahkûm olan bir şeyden sürekli bir huzur ve tatmin beklemek nasıl bir şeydir. Hz. Ebu Bekr'in söyledikleri bu gerçeği çok güzel açıklamaktadır. Peygamberimizin vefatını haber alan sahabeler durumu anlayamamış ve şok geçirmişlerdi. Kimsenin Peygamberimizi Hz. Ebu Bekr kadar sevmesi söz konusu olmamasına rağmen o durumu anlamış ve kabul edebilmiştir. Çünkü o bizim talep kapımızın neresi olduğunu iyi öğrenmiştir. Onun şu sözleri meseleyi iyice açıklığa kavuşturmuştur. Eğer Muhammed'e kulluk ediyorduysanız bilin ki O ölmüştür. Fakat eğer Allah'a kulluk ediyorsanız bilin ki Allah asla ölmez.


Bu anlayışa ulaşmak için kendi itminanını Allah ile olan ilişkinden başka yerde arama. Kendi değerini. Başarı kıstasını ve başarısızlığını da Allah' a olan yakınlığın ile kıyas et. Eğer bunu yapmayı başarabilirsen. Hiçbir şey incitmez kıramaz seni çünkü sen hiç kopmayan bir kulpa yapıştın. Ele geçirilemez olursun çünkü senin vekilin fethedilemez. Ve hiçbir zaman manasız ve boşlukta olmazsın çünkü seni yaratan sonsuz ve kendisinden hiçbir şey azalmayandır.

17 yaşında iken gördüğüm o rüyayı düşündüğümde o küçük kızın ben olup olmadığını merak ediyorum. Merak ediyorum çünkü o küçük kıza verdiğim cevab uğruna acı dolu yıllar verdiğim cevaptı. O küçük kızın “Neden insanlar birbirlerini terk etmek zorunda” sorusuna cevabım şu olmuştu: “Çünkü bu hayat mükemmel değil, eğer olsaydı gelecek hayatımıza ne diyecektik?

Bu yaziyi Amerikan muslumanlarin bir blogundan cevirdim. Orjinal adresi buradadir.
Emhilhüm Ruveyde: Kopmayan Kulp (Neden İnsanlar Terk Eder)

Ingilizcesi Why do people have to leave each other?