Sinema
ŞÜPHE Doubt 2009 filmi   Konuyu açan: alptraum   İlk Mesaj: 01-04-2009 (22:37)   Son Mesaj: 01-04-2009 (22:37)    Cevap: 0    Gösterim: 2155  

    01-04-2009

    ŞÜPHE Doubt 2009 filmi

    Yönetmen: John Patrick Shanley ŞÜPHE Doubt 2009 filmi Filminden Resimler Oyuncular: Meryl Streep, Philip Seymour Hoffman, Amy Adams, Viola Davis Senaryo: John Patrick Shanley Yapımcılar: Scott Rudin, Mark Roybal Görüntü ...

    Film Puani: 0 üye puan vermiştir / 10.00


    Yönetmen: John Patrick Shanley
    ŞÜPHE Doubt 2009 filmi Filminden Resimler Oyuncular: Meryl Streep, Philip Seymour Hoffman, Amy Adams, Viola Davis
    Senaryo: John Patrick Shanley
    Yapımcılar: Scott Rudin, Mark Roybal
    Görüntü Yönetmeni: Roger Deakins,
    Prodüksiyon Tasarımı: David Gropman
    Kostüm Tasarımı: Ann Roth, Kurgu: Dylan Tichenor,
    Sanat Yönetmeni: Peter Rogness
    Set Dekorasyonu: Ellen Christiansen,
    Özgün Müzik: Howard Shore
    Scott Rudin Productions
    VİZYON TARİHİ
    27.02.2009


    PRODÜKSİYON NOTLARI:

    “Bu filmin konusu sonbahar üzerinedir. Burada sonbahar derken sadece yılın bu mevsimini değil, belirli bir çağın sonbaharını kastediyorum. Bir zamanlar parlak ve yeşil olan fikirler artık kahverengiye dönüşmüş ve toprağa düşmüştür. Yepyeni bir çağın taze fikirleriyle yer değiştirmek üzeredirler. Bu yeni bir kültürün gelişidir. Bunu özellikle iç mekan sahnelerinde sürprizli renk kullanımıyla vurguladık.”
    John Patrick Shanley

    2008 yılı sonunda Kuzey Amerika sinemalarında gösterime sunulan ödül avcısı filmlerin en çok öne çıkanlarından biri 25 milyon dolarlık bir yapım bütçesiyle gerçekleştirilen “Doubt-Şüphe” oldu. Bu filmdeki oyunculardan Meryl Streep, Philip Seymour Hoffman, Amy Adams ve Viola Davis Altın Küre(Golden Globe) ile ABD Oyuncular Derneği Ödülleri’nde (Screen Actors Guild Awards) toplam 9 ödül adaylığı elde ettiler.”Şüphe” Altın Küre ödülüne yılın en iyi film senaryosu dalında da aday gösterildi.Bilindiği gibi Meryl Streep bugüne kadar 14 kez Oscar ödülüne aday gösterildi ve ödülü iki kez kazandı.Hoffman iki kez Oscar adaylığı bir kez de Oscar ödülü elde etti.Amy Adams’ın ise bir Oscar ödülü adaylığı bulunuyor.”Doubt-Şüphe”nin görüntü yönetmenliğini ise yedi kez Oscar ödülü adaylığı kazanan Roger Deakins üstlendi.

    “Doubt-Şüphe”nin kısa konusu:
    1964 yılındayız. Bronx’taki St. Nicholas kilisesi… Karizmatik Rahip Flynn (Philip Seymour Hoffman), korkunun ve disiplinin gücüne yürekten inanan Rahibe Aloysius Beauvier’in (Meryl Streep) ateşli bir şekilde savunduğu katı gelenekleri yıkmak için çaba göstermektedir.

    Ülkenin politik iklimindeki değişim rüzgarlarının kilise camiasını da etki altına almasıyla okula ilk kez Donald Miller adlı siyah bir öğrenci kabul edilmiştir. Geleceğe umutla bakan genç ve masum rahibe James (Amy Adams), Peder Flynn ile ilgili bir şüphesini Rahibe Aloysius ile paylaşarak Peder Flynn’ın Donald’a karşı aşırı bir yakınlık gösterdiğini anlatır. Bu iddia ve suçlama üzerine harekete geçen Rahibe Aloysius, gerçeği ortaya çıkartmak ve Peder Flynn’ı okuldan attırmak için büyük bir mücadele başlatır. Rahibe Aloysius artık Peder Flynn’a karşı müthiş bir irade savaşına kilitlenmiştir. Bu mücadelenin hem kilise hem de okul üzerinde yıkıcı sonuçlar getirmesi tehlikesi vardır.

    “Doubt-Şüphe”nin yönetmenliğini üstlenen John Patrick Stanley, filmin senaryosunu da kaleme aldı.Shanley “Ay Çarpması-Moonstruck”la Oscar ödülünü kazanmıştı.Yapımcılığını Scott Rudin ile Mark Roybal’ın gerçekleştirdiği filmin başrollerinde Meryl Streep, Philip Seymour Hoffman, Amy Adams ve Viola Davis kamera karşısına geçti. Görüntü yönetmenliğini Roger Deakins, prodüksiyon tasarımlarını David Gropman, kurgu editörlüğünü Dylan Tichenor, kostüm tasarımlarını Ann Roth gerçekleştirdi. Müziklerini Howard Shore besteledi.

    PRODÜKSİYON BİLGİLERİ
    “Emin değilsen ne yaparsın?” - Peder Flynn
    John Patrick Shanley’in “Doubt-Şüphe”sinin açılış sahnesinden başlayıp güçlü mesajlar içeren finaline kadar sürekli bir belirsizlik havası hakimdir. Filmde iki rahibe, bir rahip ve küçük bir çocuğun annesi olmak üzere dört önemli karakter vardır. Bunlar çeşitli kesin hüküm, inanç ve şüphelerle mücadele ederken kendi öz değer yargılarıyla yüzleşme zorunda kalırlar. Filmde oluşan gizemli havanın sarmaladığı izleyici de kaçınılmaz olarak kendi değer yargılarıyla yüzleşmeye başlar.

    Son 10 yılın en çok sevilen,en çok beğenilen,en çok övülen,en çok heyecan uyandıran tiyatro oyununu/tiyatro olayını yaratan Shanley’in esin kaynağı “şüphe” sözcüğü olmuştu. Şimdi kendi yazdığı tiyatro oyununu sinemanın akıcı diline uyarlarken arzuladığı belirsizlik ortamını yaratmak için yine aynı sözcükten esinlendi.
    “Doubt-Şüphe”yi kaleme almaya başladığı günlerde televizyon ekranlarında izlediği politikacılardan esinlendiğini söyleyen Shanley, “Politikacıların hemen hemen her konuda son derece kesin konuştuğu izlenimine kapıldım. Hepsinin kemikleşmiş fikirleri vardı. Böyle olunca gerçek bir görüş alışverişi olamıyordu. Üstelik hiçbir politikacı, ‘Ben bilmiyorum’ demiyordu. Sanki ‘bilmiyorum’ dese medya tarafından ölüme mahkum edilecek gibi bir halleri vardı. Toplumumuzu bir kesinlik maskesinin sardığını fark ettim. Bu kesinliği kırmak için bir çatlak oluşturmak gerekiyordu. Bu çatlak da şüpheci olmaktı.Şüpheci bir yaklaşım belirlemekti’ diyor.

    Shanley sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu durumu fark edince, hiçbir şeyi kesin olarak bilemeyeceğimiz olgusunu kutsayan bir oyun yazmaya karar verdim. Şüphe kavramının sınırsız ve mutlak doğasını keşfetmek istedim. Şüphelenmek daima büyümeye ve değişime izin verir. Buna karşılık kesinliğin ucu kapalı bir yapısı vardır. Bir yerde kesinlik varsa tartışma bitmiştir. Açıkçası ben tartışabilmeye ilgi duyuyorum. Çünkü tartışmalar esnasında kullanılan bir sözcük, başka bir sözcüğe yol açtığı için tartışabilmede ‘hayat’ vardır. Belli miktarda belirsizlikle yaşamayı öğrenmek zorundayız. Günümüzde her yanı saran içi boş konuşma ve gereksiz gevezeliğin altındaki sessizlik işte bu belirsizliktir.”

    Şüphe kavramı üzerine yazmaya karar veren Shanley, bunun inançlar üzerindeki kaçınılmaz etkisini anlatmak için en uygun ortamın kilise ortamı olacağını hissetti. Gerisini kendisinden dinleyelim:
    “Konunun nasıl bir ortamda geçeceği üzerinde kafa yorarken kilise ortamı üzerinde odaklandım. Bu yaklaşım sonucunda kilisedeki görevini suistimal eden bir rahip fikrine ulaştım. Aslında kilise skandallarıyla ilgilenen birisi değilim ama tartışmalı bir ortam olmasını istediğim için kiliseyi düşündüm. Böylece izleyicinin herşeyi farklı bir ışık altında görmesini istedim.”

    Öykünün tartışmalı altyapısını dini kurum olarak belirleyen Shanley, kaleme aldığı oyunun kişisel derinliğini oluştururken bir Katolik okulunda geçen kendi çocukluğundan esinlendi. İrlanda kökenli Katolik olan ve çalışan sınıftan insanların yaşadığı Bronx’ta katı kurallarıyla tanınan dini okulla ilgili aklında kalanları şu sözlerle anlatıyor:
    “O insanları çok iyi tanıyorum. Rahibe Aloysius karakterini yaratırken birinci elden kendi tecrübelerimden yola çıktım. Rahibe Aloysius’un kişilik yapısına sahip insanlarda belirli bir hüzün vardır.O karakter günümüzde artık var olmayan sessizlik, dinginlik ve Platon okuyan öğrenciler gibi kavramları temsil eder.”

    Bugün bile hala canlı olan kendi anılarından yola çıkan Shanley, Rahibe Aloysius ile Peder Flynn arasındaki çatışmanın 1964 yılındaki çalkantılı atmosferde geçmesine karar verdi. Başarısızlıkla sonuçlanan Küba işgal girişiminin ve Başkan Kennedy’nin bugün bile aydınlatılamayan öldürülme olayının hemen sonrasındaki o dönemde 60’lı yıllara damgasını vuran sivil haklar hareketi zirve noktasına çıkmıştı. Bu dönem, kurumlara ve hiyerarşiye duyulan kesin güvenin iyice sarsıldığı, silahlı kuvvetler ve organize din gibi kurumlardaki hiyerarşinin sorgulanmaya başladığı, Vietnam Savaşının başladığı bir dönemdi.

    Sözkonusu dönemde ayrıca Katolik Kilisesinde önemli değişiklikler de olmuştu. Vatikan’da Papa 23. John’un göreve gelmesiyle kaydadeğer bir dizi reform gerçekleşmişti. Reformlar sonucunda kilise daha modern,daha çağdaş hale gelirken kilise dışındaki topluluklara daha kolay ulaşabilir olmuşlardı. 60’lı yılların ortasına gelindiğinde kilisenin görünümü artık çok farklıydı. Rahibelerin artık geleneksel kıyafetleri giymesi istenmediği gibi rahipler ile cemaatleri arasında daha az resmiyet vardı.

    Yönetmen / senaryo yazarı Shanley’in bu konudaki yorumu şöyle: “Kaybedilen o anları temsil eden birşeyleri yakalamak istedim. 1964 yılında Bronx’ta yürürken kepleri ve dini kıyafetleriyle dolaşan rahibeler görürdünüz. Sonra birkaç yıl içerisinde biz farkında bile olmadan o kıyafetleri artık giymez oldular ve o dönemler sonsuza kadar geride kaldı. Ayrıca Peder Flynn’ın da, sistem içerisinde çalışmaya devam ederken kurumları sorgulayan yapısıyla 60’ların başının ürünü olduğunu düşünüyorum. Çok sevdiği kiliseyi hızla değişen dünyada yaşayabilir kılmak ister.”

    Öte yandan Donald Miller karakterinin dahil edilmesiyle öyküye ırk boyutu da eklendi. Peder Flynn ile sıradışı ve yakın ilişkisi olan bu siyah çocuk, Rahibe Aloysius’un verdiği mücadelenin destek noktasını oluşturdu. Okullardaki entegrasyon döneminin gerilim dolu günlerinde tek siyah öğrenci olarak okula devam eden çocukla ilgili anılarını Shanley şu sözlerle aktarıyor:
    “Okuldaki tek siyah öğrenci olunca hemen fark edilmeniz kaçınılmazdır. Diğer öğrenciler, o çocuğun yerinde olmanın nasıl bir şey olduğunu merak etmeye başlarlar. Bu durum kendimi ve sosyal konumumu daha kompleks şekilde görmemi; böyle konuları daha derinlemesine sorgulamamı sağladı.”
    Karakterler arasında taraf tutmaktan kaçındığını söyleyen Shanley, Peder Flynn ile Rahibe Aloysius’un her ikisine de ilgi duyduğunu itiraf ederek şöyle konuşuyor: “Yarattığım karakterlerin konuşurken söylediği her sözcüğe katılmak gibi bir eğilimim vardır. Bu benim yaşam deneyimimdir. Sonuçta insanlar çelişkili, esrarengiz ve mantıkdışıdır ; hep böyle kalırlar.”

    Tüm bunlar, öykünün en zorlu anında, Rahibe Aloysius’un sonunda şüpheleri olduğunu ilk kez kabul ettiği anlarda yapılandırılır. Aloysius’un keskinliği artık eriyip gitmiştir. Donald Miller’a, annesine, diğer öğrencilere Rahibe James’a karşı giderek çoğalan şefkat beslemekte, hatta empati duymaktadır. Cemaatini kuşku içinde bulmuş, böylece daha hümanist olmuş ve değişmiştir. Bu noktada izleyici kendi inanç ve duygularını deneyimlemesi için kendi haline bırakılır.

    “Doubt-Şüphe”yi sinemaya uyarlarken bu konunun kendisi için hayati önem taşıdığını ifade eden Shanley, “100 yılı aşkın zamandır film yapımcılarının ortak eğilimi, bir soru sormak ve filmin sonunda o soruyu yanıtlamak şeklinde oldu. ‘Doubt’ ile bu eğilimi değiştirmek istedim. Filmin sonunda izleyiciye yanıt sunmak yerine ‘Bu ne güzel bir soru böyle’ dedirtmeyi hedefledim. Böylece bir bakıma “Doubt-Şüphe” adlı sinema filmi izleyicinin öyküsü oldu” diyor.

    Shanley’in “Doubt-Şüphe” adlı tiyatro oyununun dünya galası, 2004 sonbaharında Broadway dışında yapıldı. Ardından çığ gibi büyüyen coşku dolu eleştiriler eşliğinde oyun Broadway’e taşındı. Açılışı 2005 yılında Walter Kerr Tiyatrosu’nda gerçekleşti. 25 ön gösterimi yapılan oyun 525 defa sahnelendi. Daha sonra ulusal turneler ve çeşitli uluslararası prodüksiyonlar gerçekleşti.

    Oyunun uluslararası başarısından cesaret alan Shanley, dünyanın her köşesindeki seyirciyi etkileyen “Doubt-Şüphe”nin film izleyicisi üzerinde de aynı etkiyi bırakacağına inanma noktasına geldi. Yaklaşık 20 yıldır senaryo yazan ve “Moonstruck-Ay Çarpması” adlı filmdeki senaryo çalışmasıyla Oscar ödülü kazanan Shanley için “Doubt-Şüphe”nin senaryosu bugüne kadarki en zorlu deneyimi olacaktı. Bekleyen zorlukların başında kendi oyununu yeniden gözden geçirmek, beyazperdeye onu mümkün olan en iyi şekilde taşımaya çalışmaktı. 1960’lı yıllar New York’unda yeni yeni filizlenmeye başlayan çalışan sınıf ortamının daha dinamik ve daha açık bir görünümünü elde etmeye çalışacaktı.

    “Doubt-Şüphe”nin Bir Başka Görünümü: Film Uyarlaması
    Uyarlama senaryoyu yazmaya başlayan Shanley, bu öyküyü beyazperdeye uyarlarken daha önce tiyatro sahnesinde hayata geçirilemeyen çok sayıda unsuru keşfedebileceğini fark etti. Bunlar arasında rahibelerin yaşamı, okuldaki diğer öğrenciler, büyük değişim yaşamakta olan dış dünya gibi unsurlar vardı. Shanley bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle açıklıyor:
    “Toplumun gerçek bir algılamasını yansıtmak istedim. Çünkü bu aileler ve çocuklarına daha fazla zaman ayırırsak, kilisenin içinde olup bitenlerin dışarıdaki dünyaya nasıl yansıdığının izini sürme fırsatı bulacaktık. Flynn ile Aloysius arasındaki savaşın ve çatışmanın bedelini kimin ödediğini bildiğimiz ve gördüğümüz için bu çatışmanın sonuçlarının çok önemli duygusal yansımalar getirdiğini biliyoruz. Daha önce tiyatro oyununda hayata geçirme şansı bulamadığım ama her zaman yapma isteği duyduğum bu görünümün detaylarını sinema filmi sayesinde verdim.”

    Shanley sözlerine şöyle devam ediyor: “Hayati önem taşıyan bir başka konu da rahibelerin spritüel bağlılığını görsel açıdan yakalayabilmekti. Rahibelerin yaşamı öyle esrarengizdir ki, çoğu zaman dışarıdaki dünya tarafından yanlış anlaşılır. Film sayesinde rahibelerin yaşadığı ortam ile gerçek bir iletişim kurma şansını buldum. Onların dünyasının geleneklerini ve güzelliğini yansıttım. Rahibelerin yaşamındaki sessizliği, filmin yapısal düzeninin parçası olarak kullanmak istedim. Onların dünyasındaki sessizliğin büyük anlam taşıyor olması, dışarıdaki dünyanın ne kadar gürültülü olduğunu hatırlattı.”

    Bu sessizliğin dramatik boyutun güçlenmesine hizmet ettiğini vurgulayan Shanley sözlerini şöyle sürdürüyor: “Sessizlik sayesinde izleyici neler dendiği üzerinde düşünmeye zaman bulacak. Filmdeki karakterlerin söylediği sözcükler üzerine gerçek anlamda odaklanacak. Örneğin Peder Flynn karakteri, kullandığı sözcüklerin etkisini çok iyi bilen bir karakterdir. Cemaatine her hafta verdiği vaazlarda değişim ve açıklık gibi kavramlar üzerinde durur. Özenle seçtiği sözcükler ve ölçülü davranışları daima anlam yüklüdür. Cemaat onu tam bir sessizlik içerisinde dinlerken Flynn’ın kullandığı sözcüklerin diğer karakterler üzerindeki etkisini izleyiciye gösterme fırsatı buldum. Ayrıca onların kalpleri ve beyinleri üzerinde bıraktığı etkileri de yansıtma şansına ulaştım.”

    Shanley’in bu konudaki son sözleri şöyle: “Benim için önemli bir başka nokta da, filmin sadece senaryosunu yazmakla kalmayıp aynı zamanda yönetiyor olmamdı. Böylece anlatıma ateşleyici enerji sağlamak için bu tarz filmlerin –ki burada gizem söz konusudur- genel eğilimlerini kullanma fırsatı buldum. Film basit bir soruyla başlar: Yaptı mı, yapmadı mı? Bu soruyu aklımdan hiç çıkartmadığım için senaryoyu yazmaya başladığım andan itibaren bu soruyu yanıtlamamaya kesin kararlıydım. Belki bu tarz filmlerin geleneğine ihanet etmiş olacaktım ama soru yanıtsız kalacaktı. Gizem ve merak vurgusu olan bir filmi yapılandırmak inanılmaz zor olsa da, mutlaka kesin bir sonuç sağlama zorunluluğundan uzak durmanın getirdiği beklenmedik özgürlük duygusundan yararlandım.

    Filmin Oyuncu Kadrosu
    Oyuncu belirleme aşamasında gelindiğinde Shanley’in tiyatro sahnesinde boy göstermiş ünlü oyunculara kolayca yönelme şansı vardı. Ancak bildiği ve tanıdığı tiyatro oyuncularıyla çalışmak yerine sahne uyarlamasında olmayan parıltılı oyuncularla kadro kurmayı seçti. Shanley böylece karakterlerin yepyeni ve beklenmedik perspektifler kazanacağına inanıyordu.

    Bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle özetliyor: “Filmde sahne deneyimini aynen yansıtmayı istemedim. Tiyatro oyununun yönetmeni Doug Hughes’ın ortaya koyduğu çalışma gerçekten müthişti ama ben “Doubt-Şüphe”nin kendi filmim olmasını istiyordum. Sinema dünyasının en yaratıcı ve en zeki oyuncularıyla işbirliği yapmak suretiyle yepyeni bir yapıt elde etmeyi kafama koymuştum.”

    Rahibe Aloysius rolünde Meryl Streep
    Filmin geliştirme sürecinin ilk aşamalarında bile Rahibe Aloysius rolü için Shanley’in aklından Meryl Streep’in ismi geçmişti. Diktatör ruhlu ve kalpsiz rahibe rolü için sıradışı beceriler sergileyecek bir kadın oyuncuya ihtiyacı vardı. Ayrıca bu rolde bu karakterin iç dünyasındaki tutkuları, adalet arayışındaki, hatta inancındaki kuşkuları izleyiciye adım adım hissettirecek çapta büyük bir oyuncuyla çalışılmalıydı. Shanley ,rahibe Alysius karakterini cazip kılan tüm detayları sergileyebilecek performansı ancak Meryl Streep gibi güçlü ve deneyimli bir oyuncudan alacağını hissediyordu.

    “Aslında Rahibe Aloysius’u seviyorum” diyen Shanley, neden böyle düşündüğünü şu sözlerle açıklıyor: “Uğruna mücadele ettiği konularda sonuç alması mümkün olmasa bile onun büyük ölçüde haklı olduğunu düşünüyorum. Rahibe Aloysius’un verdiği mücadeleyi kaybedeceğini biliriz. Çünkü onun karşı çıktığı değişiklikler bizim kültürümüzde artık yerini bulmuş durumdadır. Ancak değişime direniyor olması onun bir kahraman olmadığı anlamına gelmez. Değişim sürecinde güzel şeylerin de kaybolacağını söylediğinde ona katılıyorum. Ayrıca Rahibe Aloysius’un 2. Dünya Savaşı sırasında rahibelik yaptığını anlamak da önemlidir. Bu nedenle kendisini iyilerle kötüler arasındaki mücadelenin bir parçası olarak görür. Ancak şu da var ki, 40’lı yıllardaki ‘kötü’ kavramı ile 60’lardaki ‘kötü’ kavramı oldukça farklıdır. Aloysius’un duruşu 1944 yılında mükemmel işlemiştir ama 1964 yılında ve özellikle bugünlerde onun yaklaşım tarzı demode olmuş gibidir. Peki gerçekten demode midir? Pek emin değilim.”

    Shanley’in beyazperde uyarlamasına heyecanla katıldığını söyleyen Meryl Streep, “Doubt-Şüphe” projesiyle ilgili yorumunu şu sözlerle dile getiriyor:
    “Bu öykü yaşayan bir organizmadır. John bana bu projeye katılma fırsatını verdi. Bence en şaşırtıcı yanı, senaryoyu çok farklı şekilde açma şekliydi. Bunu karakterler, sahneler ve çocukları eklemek suretiyle yaptı. Hepsi de önemliydi ve olayların merkez noktasında yer alıyordu. Büyüleyici ve cesur bir yönetmen olduğunu düşünüyorum. Daha spesifik konuşacak olursam, buradaki öykünün daha gerçek olması sayesinde her ortamda yaşayan herkese uygulanabilir. Kendi çevremizdeki, ailemizdeki, işimizdeki ve dünya ile ilişkilerimizdeki bildik, tanıdık detaylarla doludur.”

    Meryl Streep filmdeki rolüne hazırlanırken Mount St. Vincent Koleji’ndeki rahibelerle yakın işbirliği içinde çalıştı. Bundan farklı bir zevk aldığını belirten ünlü oyuncu, “O kadınlardaki disiplin, temizlik, saflık ve net zeka beni büyüledi. Hepsi bana rolüme hazırlanırken son derece yardımcı oldu” diyor.

    Portresini çizdiği Rahibe Aloysius karakterine akla gelebilecek her açıdan baktığını ifade eden Meryl Streep bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle açıklıyor:
    “Rahibe Aloysius’un kim olduğu konusuna bildik alışkanlıkların ötesinden bakmak istedim. O kimdir? Nereden gelmiştir? Hayatını neden bu şekilde bir hizmete adamıştır? Sırları nelerdir? Özgeçmişindeki en harika şey nedir? Müthiş yanları nelerdir? Bu gibi sorulara yöneldim. Sonuçta bu benim işim...”

    Peder Flynn rolünde Philip Seymour Hoffman
    Rahibe Aloysius rolünü Meryl Streep’e veren Shanley’in önünde Peder Flynn için sınırlı seçenekler vardı. Birebir çatışma rollerinde gerçek başarı sağlayabilecek çapta oyuncu sayısının az olduğunu biliyordu. Bu rolü Philip Seymour Hoffman’a neden verdiğini şu sözlerle açıklıyor:
    “Meryl Streep’i her sahnede terletebilecek ve zorlayabilecek çapta tek aktörün Philip Seymour Hoffman olduğunu düşündüm. Filmin en büyük ve önemli tartışma sahnesini yaratırlarken gerçek anlamda bir meydan savaşına girmişe benziyorlardı. Gladyatörlerin kavgası gibiydi. Seyretmesi keyifli büyük bir mücadeleydi. Bugüne kadar yaşadığım en elektrikli haftalardan birisiydi.”

    Peder Flynn rolü için Hoffman’ın seçilmesi, Streep açısından özellikle ilginç bir gelişme oldu. İki oyuncu daha önce “The Seagull – Martı” adlı oyunda anne-oğul olarak sahneye çıkmışlardı. Burada ise birbirleriyle sürekli çatışan ve mücadele eden iki din görevlisini oynadılar.

    Meryl Streep’in bu konudaki yorumu şöyle: “Bu öyküde muhalif konumdayız. Ancak ‘Martı’dakinden çok daha karmaşık bir ilişki sözkonusu. Phil rolünü oynarken oyununa hümanizmin bütün katmanlarını getirdi. Birçok insan belki bu rolü ‘kim haklı, kim haksız’a indirgemek isteyecektir ama Phil ile birlikteyseniz asla bu kadar basite gidemezsiniz. Çünkü her türlü insani çelişkiyi gündeme taşımak yönündeki tutkusu nedeniyle onu asla köşeye sıkıştıramazsınız.”

    Peder Flynn rolünü üstlenen Philip Seymour Hoffman, entrika ağlarıyla dolu temaları her zaman cazip bulduğunu ifade ederek şunları söylüyor:
    “Bu öyküde insanların tutkularının ele alınması dışında mutlak kusursuzlukların olmaması hoşuma gitti. Eski ile yeni arasındaki mücadeleyi her zaman sevmişimdir. Daha da önemlisi dini, ahlaki, politik, cinsiyetle ilgili konularla ırkçılık konusu havada uçuşuyordu. Bunların hepsinin bir arada olmasının şaşırtıcı ve ender bulunan bir durum olduğunu düşünüyorum.”

    Peder Flynn karakterinin yüzeyinin derinliklerine inmeye başladıkça bu karakterden daha çok etkilendiğini söyleyen Hoffman, “Peder Flynn’ı modern bir düşünce adamı olarak tanımlıyorum. İnanç ve din kavramlarının yanısıra hayata karşı da belli bir bakış açısı vardır. Kilisenin nasıl yönetileceğini belirleyen statükoya meydan okuduğunu düşünüyorum” diyor.

    Flynn’ın modernist yaklaşımları Rahibe Aloysius’un tepkisini çeker. Üstelik bu tepkisi, onu suçlayacak bir sebep bulmasından ve doğal düşman haline gelmelerinden önce de vardır. Philip Seymour Hoffman, iki karakter arasındaki ilişkiyi şu sözlerle yorumluyor:
    “Aslında ikisi ortak birşeyleri paylaşırlar. Birçok açıdan da benzer olduklarını düşünüyorum. İkisi de çok güçlü bireylerdir. Rahibe Aloysius onu kendi yaşam tarzına, kimliğine ve kiliseye bakış açısına yönelik bir tehdit, bir saldırı olarak görür. Buna karşılık Peder Flynn da onu cemaatine yönelik olarak yapmak istediği yeniliklere karşı bir tehdit olarak algılar. Üstelik ikisi de geri adım atacak gibi değildir.”

    Hoffman sözlerine şöyle devam ediyor: “İkisi arasında temel bir farklılık sözkonusudur. Rahibe Aloysius şüpheler dünyasında yaşayamaz. Grilerin dünyasında yaşaması imkansızdır. Çünkü doğru ve yanlışlara ihtiyacı vardır. Kesin olanlara,kesin çizgilere ihtiyaç duyar.Belirsizliği yeğlemez. Peder Flynn ise bilinmeyenin dünyasında var olmaya çalışır. Bilinmeyenin dünyası kolay yaşanabilecek bir yer olmadığı halde tercihi o yöndedir.”

    İzleyicinin kendi kararını kendisi vermesi konusunda Shanley’in uyguladığı yaklaşımı çok sevdiğini ifade eden Hoffman, bu konudaki düşüncelerini de şu sözlerle açıklıyor:
    “Bu öykünün en harika yanlarından birisi, izleyicinin herhangi bir noktada karakterlerden herhangi bir tanesine empati duyabilmesidir. İzleyicinin Peder Flynn konusunda bölüneceğini düşünüyorum. Ortada çözümlenmemiş bir gizem var. Bence izleyiciye mutlaka bir cevap sunmaya gerek yok.”

    Rolüne hazırlanırken bir cemaat rahibinin görevlerini öğrenmek için Katolik kilisesini ziyaret eden Hoffman, bu konudaki izlenimlerini şu sözlerle dile getiriyor:
    “Bir rahibin fiziksel ve lojistik davranışları hakkında bilmek istediğim birçok detay vardı. Aynı zamanda kilise tarihini ve zaman içerisinde geçirdiği dönüşümü bilmek de önemliydi. Ancak bu öykü özünde kilise üzerine bir öykü değildir. Genel anlamda insanlarla ilgilidir. Peder Flynn ve Rahibe Aloysius karakterlerini alıp başka herhangi bir ortama rahatlıkla yerleştirebilirsiniz.”

    Rahibe James rolünde Amy Adams
    Peder Flynn hakkındaki rahatsız edici şüphelerin ateşleyicisi idealist bir genç öğretmen olan Rahibe James olur. Siyah öğrenci delikanlı Donald Miller’ın Peder ile alışılmadık özel buluşmaları ve sıradışı iletişimleri hakkındaki belli belirsiz sıkıntısını Rahibe Aloysius ile paylaşır. Peder Flynn ile Rahibe Aloysius arasındaki çatışma hızla tırmanırken Rahibe James karakterinin izleyici için ayna işlevi gördüğüne tanık oluruz. Tartışmanın her iki tarafını da sürekli tartmak suretiyle bir sonuca varmaya çalışır.

    Yönetmen Shanley’in bu karakterle ilgili yorumu şöyle: “Rahibe James’in öyküdeki herkesten öğreneceği birşeyler vardır. Aynı şekilde öyküdeki herkes de ondan birşeyler öğrenir. Bu öyküde hiç kimse haklı değildir. Hiç kimse hatalı da değildir. Bu öyküdeki herkes değişmek zorundadır ve değişir. Buna Rahibe James de dahildir.”

    Filmin akışında önemli yeri olan Rahibe James rolü, “Junebug”da Oscar adaylığı getiren rolünden sonra Walt Disney’in “Enchanted” adlı çok izleyici bulan filminde başrole yükselen Amy Adams’a verildi. Shanley’in yazdığı senaryoyu okuduktan sonra “Doubt-Şüphe” adlı projesine ilgi duyduğunu söyleyen genç oyuncu, “Bu rolü alabilmek için epeyce mücadele verdim. Tiyatro oyununu da yakından tanıyordum. Beyazperdeye uyarlama şeklini çok sevdim. Ayrıca bana verilen karakteri de çok beğendim” diyor.

    Amy Adams filmde portresini çizdiği Rahibe James’ı şu sözlerle tanımlıyor: “Bu karakterin ılımlı ve nazik davranışlarından, geçirdiği içsel değişimden etkilendim. Ne yaparsa yüreğiyle, ruhuyla ve inancıyla yapan bir karakterdir. İyiliğin gücüne inanır. Ancak Peder Flynn’ın meydana getirdiği olaylar dizisi ondaki gerçeklik ve benlik bilincini derinden sarsar. Artık herşeyi farklı şekilde sorgulamaya başlamıştır. Küçük bir şüphe parçasının bile herşeyi değiştirebileceğini görmüştür. İnancını kaybetmez ama bazı şeyleri farklı gözle görür. Öğretme şekli, benlik bilinci, Tanrı’yı algılama şekli artık sonsuza kadar değişmiştir. Bir insan için doğru olan birşeyin başkası için doğru olması gerekmediğini fark eder. O andan itibaren de yenilenmiş bir inançla ileriye yönelik adımlar atmaya başlar.”
    Peder Flynn, Rahibe Aloysius ve Rahibe James arasında oluşan gerilim, üçünün birlikte çay içtiği sahnede patlama noktasına gelir. Bu sahnede Rahibe Aloysius’un Peder Flynn’a yönelik suçlamalarını ilk kez gündeme getirdiğine tanık oluruz. İkisi arasında tartışmanın başlamasıyla Rahibe James suçluluk duygusuya baş etmeye çalışmaktadır.

    Amy Adams bu sahneyle ilgili şöyle bir yorum yapıyor: “Flynn ile Aloysius arasındaki tartışmanın Rahibe James’a verdiği rahatsızlığı iliklerime kadar hissettim. Masadaki gerilimden tiksindiğimi hissettim. Aynı duyguyu izleyicinin de hissedeceğini ve bu tartışmadan çok rahatsız olacağını umuyorum.”

    Mrs. Miller rolünde Viola Davis
    Filmdeki bulmacanın en beklenmedik parçası, çocuk siyah öğrenci Donald’ın annesi Mrs. Miller karakteridir. Rahibe Aloysius’un ısrarı üzerine St. Nicholas kilisesine gelir ve oğlunun kurtuluşu ile ilgili ısrarlı yaklaşımlarıyla Aloysius’u şaşırtır. Shanley’in bu rol için tercihi, “Antwone Fisher” adlı filmdeki performansıyla Bağımsız Ruh Ödülü’ne aday gösterilen Tony ödüllü oyuncu Viola Davis’ten yana oldu.

    Mrs. Miller karakterinin filmde uzunca bir sahne dışında fazla rolü olmadığı halde Rahibe Aloysius ile karşı karşıya geldiği sahne, filmdeki öykünün doruk noktasıdır. Mrs. Miller’in son derece karmaşık bir şüpheler ağı yaratmasından sonra Rahibe Aloysius’un değişimi başlayacaktır.

    Mrs. Miller rolünde oynayan Viola Davis bu karakter için şöyle bir yorum yapıyor: “Aslında onun davranışı her zaman dilimi için insani bir davranıştır. Herşeyden önce oğlunu kurtarmaya çalışan bir annedir. Ancak bu durum karşısında ‘Tamam, rahip bir eşcinsel olabilir. Bu durumu anlayamıyorum ama ilgilenmiyorum’ diyerek onu bir köşeye atmaz. Onu eşcinsel olmasına rağmen sevebileceğine ve kabul edebileceğine karar verecektir. Üstelik çok fazla bilgi sahibi olmadığı halde… Açıkçası Mrs. Miller karakterinin birçok açıdan bu öyküdeki diğer karakterlerin hepsinden daha fazla cesur olduğunu düşünüyorum.”

    Viola Davis sözlerine şöyle devam ediyor: “Mrs. Miller’ın gündelik hayatı cehennemden farksızdır. Kocasının oğlunu her gün dövdüğünü seyreden Mrs. Miller, oğlunu bu Katolik okuluna gönderebilmek için gereken parayı adeta tırnaklarıyla kazanarak güç bela kazanmaktadır. Dolayısıyla cehennem gibi hayatındaki tek mutluluk kaynağı, oğluna duyduğu sevgisidir. Rahibe Aloysius’tan telefon geldiğinde azıcık mutluluğunun bile darmadağın olacağından korkar.”

    Portresini çizdiği Mrs. Miller karakterini değerlendirirken 1964 yılındaki kültürel ortamın da mutlaka kayda alınması gerektiğini ifade eden Viola Davis, sözlerine şöyle devam ediyor:
    “1964 yılında eşcinsel kimlikli bir siyah çocuğun önünde çok fazla seçenek yoktur. Cinselliği konusunda da karmaşa bulunan siyah bir genç çocuğun önünde ne kadar seçenek olabilir ki? Mrs. Miller bu nedenle devasa engellerle mücadele etmek zorundadır. Kocasının oğullarını dövmesi, hatta ondan nefret ediyor olması, başka okulların çocuğu istememesi gibi engellerle boğuşur.Oğlunu bu okula yerleştirmişken ve çocuk orada kabul görmüşken Rahibe Aloysius’un varlığını tehdit olarak görür. Çünkü ondan duyduğu tek söz, ‘Senin çocuğunu mahvedeceğim’ sözüdür. Rahibe Aloysius’un haklılığını kanıtlamak için herkesin hayatını mahvedebilecek kadar acımasız birisi olduğunu düşünür.”

    Rahibe Aloysius karakterini de yorumlayan Viola Davis, “Aslında o da kendince haklıdır. Hayatı boyunca herhangi bir konuda adım atmak için tek doğru ve tek yanlış davranış olduğuna inanarak yaşamıştır. Yaşamanın başka seçenekleri olduğunu bilmez. Bu nedenle kendi doğrularına ve ilkelerine sıkı sıkıya sarılır. Farklı davranışlar ölmekle eşdeğerdir. Son aşamada çözülmesinin sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. Rahibe Aloysius için değişmek çok zordur. Ancak şüphe duymak, bilinmeyene yolculuk yapmak da kötü bir şey değildir. Aloysius’un değişimi böyle başlar.”

    “Doubt-Şüphe”yi Ortaya Çıkartmak: Tasarımlar
    “Doubt”u tiyatro sahnesinin sınırlı ortamından çıkartıp beyazperdenin daha akıcı, üç boyutlu enerjisine açarken John Patrick Shanley’in belirli bir stilistik vizyonu vardı. Filmini minimalist yaklaşımla çekerken aynı zamanda görsel açıdan son derece zengin görünmesini istiyordu.

    Yönetmen bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle açıklıyor: “Karakterleri çevreleyen ortamın katı, keskin ve etkileyici olmasını istedim. Böyle katı bir ortamda karakterlerin insani yanı gerçek anlamda ortaya çıkacaktı. Filmin fiziksel çevresini drama boyutunu, gerilimi ve duyguları güçlendirmenin bir şekli olarak kullandım. Kameranın tek tek her hareketinin doğru bir sebebi olmalı, öykü anlatımına veya karakterlere katkı yapmalıydı. Filmin tasarımındaki herşey, karakterlerin söylediği, düşündüğü ve hissettiği şeyleri yansıtmak için var olmalıydı.”

    Shanley’e göre, “Doubt-Şüphe”nin çekimlerinin mutlaka Bronx’ta çalışan sınıfların yaşadığı mekanlarda yapılması gerekiyordu. Filmini tiyatro oyununa ilk etapta esin kaynağı olan Katolik çevrelerde çekmek istediğini ifade eden Shanley, “Bu bir New York öyküsüdür. Bu nedenle doğup büyüdüğüm mekanlara geri dönüp oralarda çekmek istedim. Böylece başka hiçbir ortamda kopya edemeyeceğim dokuya ve zenginliğe ulaşma fırsatını buldum” diyor.

    Filmde sözü edilen St. Nicholas kilisesi ve cemaat okuluyla ilgili görüntüler, New York kentinin farklı mekanlarında yapılan çekimlerin birleştirilmesiyle oluşturuldu. İç mekan çekimlerinin büyük bölümü, Bronx’taki Mount St. Vincent Koleji’nde gerçekleştirildi. Seçilen bu mekanın özelliği, Sisters of Charity (Yardımsever Rahibeler) adlı kuruluş tarafından New York’ta kurulan ilk kız koleji olmasıydı.

    Okulun dış mekanlarıyla ilgili çekimler ise, Shanley’in çocukluk yıllarında okuduğu Parkchester kesimindeki St. Anthony’s okulunda gerçekleştirildi. Kilisenin dış mekan çekimleri de, yine Bronx’ta bulunan St. Augustine kilisesinde yapıldı. Sınıflarla ilgili çekimler, bugün Brooklyn Yetişkinler Öğrenim Merkezi olarak bilinen eski Kız Lisesi’nde filme alındı. Ayrıca kilise avlusu, bahçe ve rahibelerin yemek odası gibi mekanlar, St. Luke kilisesinde hayata geçirildi. Mahzen katı, jimnastik salonu ve öğle yemeği sahneleri ise, Yonkers’taki St. Mark’s Lutheran Okulu’nda çekildi.

    Özellikle St. Nicholas kilisesindeki çekimlerde ilham kaynağını mevsim değişiminden aldığını söyleyen Shanley, bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle özetliyor:
    “Bu filmin konusu sonbahar üzerinedir. Burada sonbahar derken sadece yılın bu mevsimini değil, belirli bir çağın sonbaharını kastediyorum. Bir zamanlar parlak ve yeşil olan fikirler artık kahverengiye dönüşmüş ve toprağa düşmüştür. Yepyeni bir çağın taze fikirleriyle yer değiştirmek üzeredirler. Bu yeni bir kültürün gelişidir. Bunu özellikle iç mekan sahnelerinde sürprizli renk kullanımıyla vurguladık.”

    Bu yaklaşımın film karelerine uygulanması için Shanley, yedi kez Oscar adaylığı alan görüntü yönetmeni Roger Deakins ile işbirliği yaptı. Görüntü yönetmenliğini üstlenen Roger Deakins, filmin “yönünü kaybetme” ambiansına dayalı ortamını yaratmak için keskin ve sert açıları başarılı şekilde birleştirdi.

    Deakins’in yaklaşımlarıyla ilgili olarak Shanley’in yorumu şöyle: “Roger Deakins sadece bugünün en iyi kameramanlarından birisi değildir. Son derece saf bir estetik anlayışı vardır. Kamera hareketlerine de sonuna kadar hakimdir. ‘Doubt-Şüphe’yi yaparken bunlar benim için çok önemliydi.Görüntü yönetmenim görsel açıdan neyi ifade etmek istediğimi çok iyi anladı. Işıklandırma ve kamera hareketi gibi konularda zekice yaklaşımlarıyla işimi kolaylaştırmasını bildi.”
    Pre-prodüksiyon aşamasında Shanley’in Deakins’ten çok önemli bir isteği vardı. Kilise içerisinde geçen sahnelerde bile izleyicinin kilise ve okul dışındaki ortamın farkında olmasını istiyordu. Bunun özellikle Rahibe Aloysius ile Peder Flynn arasında geçen sahnelerde önemli olduğunu söyleyen Roger Deakins, yönetmenin isteğini yerine getirmek için neler yaptığını şöyle anlatıyor:
    “Dış dünyaya kapalı kilise ortamına dışarıdan süzülen doğal dünyayı yansıtmamı istedi. Pencerede uçuşan yapraklardan tutun da yağmura ve içeriye süzülen güneş ışığına kadar doğal unsurların gücünü izleyicinin hissetmesini talep ediyordu. Ayrıca karakterlerin bunlara karşı verdiği içgüdüsül tepkileri yansıtmanın bir yolunu bulmam gerekliydi. Shanley’in bu fikrini etkileyici buldum.”

    Karakterler ve periyod/dönem detaylarını canlı kılmayı hedefleyen Shanley, filmin çekileceği setlerin düzenlenmesi görevini Oscar adayı prodüksiyon tasarımcısı David Gropman’a verdi. Set tasarımları ve renkler konusunda güçlü fikirleri olan David Gropman, filmin setlerinin olağanüstü kreatif şekilde hayata geçirilmesi gibi zor bir görevi üstlendi.

    David Gropman film için uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor: “Shanley’in ne istediği konusunda net öngörüleri vardı. Düşündüğü renk paletleri net olarak ortadaydı. O döneme ve mekanlara sadık kalınmasını; aynı zamanda keskin ve çarpıcı görüntüler sunulmasını istiyordu. Dış mekanlardaki ana fikir, Parkchester bölgesini çevreleyen organik renkleri kullanmak şeklindeydi. Buna karşılık kamera iç mekanlara girdiğinde Shanley’in isteği, izleyiciyi o döneme ve çarpışan fikirlerin dünyasına çekecek renk şemaları getirmekti. Örneğin filmin büyük kısmının geçtiği Rahibe Aloysius’un ofisinde gerçek anlamda zengin yeşil renk kullandık. Shanley sürekli olarak bu renk üzerinde durmamız gerektiğini söylüyordu. Sonuçta ortaya drama boyutunu güçlendiren çarpıcı bir yeşil renk çıktı. Yeşil aynı zamanda insanın soluk almasını sağlayan bir renktir. Karakterlerin karşılıklı etkileşimine ekstra yoğunluk getirdiği için Shanley’in bu konudaki yaklaşımının doğru olduğunu düşünüyorum.”

    Shanley’in tasarım ilkelerinin odak noktasında “şüphe” unsurunu izleyici üzerinde sürekli güçlendirme konsepti vardı. Gropman bu ilkeyi şu sözlerle açıklıyor: “Beklenmeyen renkler kullanışımızın sebebi budur. Shanley’in bu konudaki temel yaklaşımı, herhangi bir odaya girişte izleyicinin o odadan ne beklemesi gerektiği konusunda fikri olmamasıydı. Beklenmeyen renkleri izleyiciyi güven ve kesinlik duygusundan uzak tutmanın yöntemi olarak kullandık ki, filmin özünde bu güvensizlik duygusu vardı.”

    Sonraki aşamada Oscar ödüllü besteci Howard Shore devreye girdi ve filmin duygusal açıdan zengin müziğinin hazırlanmasında Shanley ile işbirliği yaptı. Shanley müzikler konusunda nasıl bir yaklaşım istediğini şu sözlerle açıklıyor:
    “Howard Shore belki de en zor işini bu filmde yaptı. Kendisinden izleyiciye güçlü duygular hissettirecek müzikler hazırlamasını istedim. Ancak bu, onlara ne hissetmesi gerektiği söylenmeden yapılmalıydı. Olağanüstü zorluklarla dolu bir görevdi ama Howard Shore eldeki öykünün tüm unsurlarını dikkate almak suretiyle ustaca bir iş çıkarttı.”

    Howard Shore ise uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle dile getiriyor: “Shanley ile yaptığımız ilk görüşmelerde filmin duygusal çizgisini müzik aracılığıyla geliştirmek üzerine konuştuk. Karakterler arasındaki tematik ilişkileri müzik ile yansıtmak istiyorduk. Bence, Shanley’in senaryoyu yazarken hissettiği duyguların aynası olacak bir beste yaratmak çok önemliydi. Bestelerimi yaparken herşeyden önce Shanley’in neler hissettiğini anlamaya, onun fikirlerini seslere dönüştürmeye çalıştım.”

    Müzikleri hazırlarken doğal dünyayı hiç aklından çıkartmadığını belirten Howard Shore sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu filmin büyük karakterleri arasında iklim ve rüzgar da vardır. Burada sözünü ettiğim değişim rüzgarı ve yaklaşan fırtınalardır. Bu nedenle çevresel sesleri şekillendirebilmek için orkestrasyon unsurunu kullandım.”

    Howard Shore sözlerini şöyle noktalıyor: “Shanley ile birlikte odaklandığımız konu, filmin görsel stilini yansıtan etkileyici minimalizme ulaşmak oldu. Görüntü yönetimi, renk paleti, ışıklandırma ve kurguyla uyumlu olması için oda müziği yaklaşımını kullandık. Shanley’in bu konudaki ana düşüncesi, öyküyü anlatmak için asla çok fazla güç kullanmamak şeklindeydi. Bu durum müzik boyutunda da geçerliydi. Shanley ile çalışmak çok heyecan vericiydi. Fikirleri güçlü olduğu için besteler de güçlü oldu.”