Sinema
REVOLUTIONARY ROAD HAYALLERİN PEŞİNDE Revolutionary Road 2009   Konuyu açan: alptraum   İlk Mesaj: 01-04-2009 (07:27)   Son Mesaj: 01-04-2009 (07:27)    Cevap: 0    Gösterim: 2574  

    01-04-2009

    REVOLUTIONARY ROAD HAYALLERİN PEŞİNDE Revolutionary Road 2009

    Yönetmen: Sam Mendes REVOLUTIONARY ROAD HAYALLERİN PEŞİNDE Revolutionary Road 2009 Filminden Resimler Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Kathy Bates, Michael Shannon, David Harbour, Kathryn Hahn, Zoe Kazan Senaryo: Justin Haythe ...

    Film Puani: 0 üye puan vermiştir / 10.00


    Yönetmen: Sam Mendes
    REVOLUTIONARY ROAD HAYALLERİN PEŞİNDE Revolutionary Road 2009 Filminden Resimler Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Kathy Bates, Michael Shannon, David Harbour, Kathryn Hahn, Zoe Kazan
    Senaryo: Justin Haythe (Richard Yates’in aynı adlı romanından)
    Yapımcılar: Scott Rudin, Sam Mendes, Bobby Cohen, John Hart
    Görüntü Yönetmeni: Roger Deakins
    Prodüksiyon Tasarımı: Kristi Zea,
    Kostüm Tasarımı: Albert Wolsky
    Kurgu: Tariq Anwar,
    Set Dekoratörü: Debra Schutt,
    Özgün Müzik: Thomas Newton
    DreamWorks Pictures

    VİZYON TARİHİ
    06.02.2009

    PRODÜKSİYON NOTLARI:

    “REVOLUTIONARY ROAD – Hayallerin Peşinde” Yılın en iyi dram filmi, yönetmeni(Mendes),kadın(Winslet) ve erkek(DiCaprio) oyuncusu dallarında Altın Küre ödülüne aday gösterilmiştir. ABD Sinema Oyuncuları Derneği üyeleri de filmi yılın en iyi kadın oyuncusu(Winslet) dalındaki ödüllerine aday göstermişlerdir.


    Richard Yates’in aynı adlı kitabından uyarlanan “Revolutionary Road – Hayallerin Peşinde”, Frank ve April Wheeler çiftinin (Leonardo DiCaprio – Kate Winslet) bakış açısından Amerikan evlilik kurumunun etkileyici bir portresini çizer. Yates’in 1950’ler Amerika’sında geçen öyküsünde modern ilişkilerde yansımasını bulmuş bir soru gündeme getirilir: İki insan birbirinden ayrılmak zorunda kalmaksızın sıradan hayat düzeninden kopmayı başarabilir mi?
    Frank ile April, kendilerini her zaman çok özel, farklı görmüşler; hayatı yüksek ideallerine uygun şekilde yaşamaya hazır ve istekli olmuşlardır. Bu nedenle lüks evlerin sıralandığı bir cadde olan Revolutionary Road’daki yeni evlerine taşındıklarında kendilerini çevreleyen durağan ortamdan bağımsızlıklarını gururla ilan ederler. O dönemin toplumsal sınırlarını belirleyen tuzaklara asla düşmemeye kararlıdırlar.


    Ancak Wheeler çifti kendilerini hiç beklemedikleri bir durumun tam içinde bulur: Frank Wheeler rutin bir işi olduğu için sinirleri günden güne bozulan yetişkin bir erkeğe dönüşürken April de istek ve tutkularını bastırmaya çalışan mutsuz bir ev kadını olup çıkar. Sonuç ise tıpkı diğerleri gibi hayallerini kaybetmiş tipik bir Amerikan ailesidir.
    Kaderlerinin gidişatını değiştirme isteğiyle yanıp tutuşan April, herşeye yeniden başlamak için cesur bir plan geliştirir. Connecticut eyaletinin konforunu arkalarında bırakıp Paris’in bilinmeyen dünyasına gideceklerdir. Ancak planı uygulamaya koyunca Frank ile April’in artık birbirine zıt iki ayrı kutupta olduğu ortaya çıkar. Birisi elindeki herşeyi geride bırakıp her ne pahasına olursa olsun kaçmak isterken, diğeri sahip oldukları herşeyi korumaktan yanadır. Üstelik uzlaşma şansları da yok gibidir.
    DreamWorks Pictures’ın sunduğu “Revolutionary Road – Hayallerin Peşinde”nin yönetmenliğini “American Beauty – Amerikan Güzeli”deki çalışmasıyla Oscar ödülünü kucaklayan Sam Mendes üstlendi. Senaryosunu Justin Haythe’in yazdığı filmin yapımcılığını John N. Hart, Scott Rudin, Sam Mendes ve Bobby Cohen gerçekleştirdi. Başrollerinde Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Kathy Bates, Michael Shannon, Kathryn Hahn ve David Harbour kamera karşısına geçti.

    PRODÜKSiYON BİLGİLERİ
    “Kitabımın büyük oranda anti-kent romanı şeklinde algılanması beni hayal kırıklığına uğrattı. Kitabımı yazarken ben bir iddiada bulundum ve konformizmin bu ülkede genel bir ihtirasa dönüştüğünü söyledim. Sadece kentleri çevreleyen lüks konutlarda değil, ülkenin her yerindeki insanların her ne pahasına olursa olsun güvenlik duygusuna çaresizce sarıldığını anlatmaya çalıştım. Burada seçtiğim yer sadece bir örnekti. Çünkü bu ülkede 1776 yılında açılan gelişme yolunun 50’li yıllardaki konformizm tutkusuyla çıkmaz yola saplandığını düşünüyorum.”


    Richard Yates, Ploughshares Söyleşisi 1992
    1961 yılında Richard Yates’in tutku yüklü kitabı “Revolutionary Road” edebiyat dünyasını sarstı. Kitapta anlatılan öykünün iki ana karakteri, büyük hayalleri olan ve birbirini çok seven Frank ve April Wheeler çiftiydi. Okurların çok sevdiği bu iki karakter sayesinde evliliğin doğası; çağdaş toplumda kadınlarla erkeklerin rolleri; genç kuşağın idealist özlemleri bağlamında aile, iş ve sorumluluk gibi kavramların uzlaştırılması olasılığı gibi konularda ateşli tartışmalar başlatıldı/yapıldı. Frank ve April çifti, evliliklerini yeniden canlandırmanın çaresini Paris’in özgürleştirici ortamına taşınmakta buluyorlardı. Ancak birlikte geliştirdikleri bu plan, hayallerinin ve korkularının artık ne kadar farklı olduğunu ortaya çıkarırken genç çift arasındaki çatışmanın dozunu daha da artırıyordu.


    Sözkonusu kitap, sessiz sedasız şekilde yüzyılın en etkileyici kitaplarından birisi oldu. Pulitzer ödüllü yazar Richard Ford, kitapla ilgili yazdığı eleştiri yazısında “Revolutionary Road”ın okurları arasında “gizli bir tokalaşma” olduğunu; okurların bilgiyi paylaştığını, günümüzde her yazarın hayalinin böyle paylaşıma açık bir kitabı yaratmak olduğu yorumunu yapmıştı.
    Kitapta Amerika’da 2. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış orta sınıf insanların yepyeni bir yaşama başladığı çok özel bir dönem anlatılırken ailelerin varoluş sebebinin sadece mülkiyet sahibi olmaya, güvende hissetmeye odaklandığı yanı sıra mutluluk ve konformizm arayışında olduğu anlatılıyordu. O dönemi kapsıyor olmasına rağmen kitap her dönem için evrensel ve geçerli bir ikilemi; tutku dolu gençlik idealleriyle insan ilişkilerinin ödün vermeye ve uzlaşmaya dayalı yapısı arasındaki savaşı gündeme getirdi. Roman hiçbir zaman çok geniş popülariteye ulaşamamış olsa da, 20. yüzyıl Amerikan yazarlarının çoğunu derinden etkileyecek şekilde dipten dibe bir etki yaptı.
    Yates’in usta işi çalışmasının beyazperdeye gelmesi uzun bir serüven sonucu gerçekleşebildi. Kitabın ilk yayınlandığı günlerde aralarında John Frankenheimer’ın da olduğu çok sayıda yönetmen ilgilenmişti. Ancak o yıllarda ortaya kapsamlı bir senaryo hiç çıkmadı. Richard Yates o günlerde kitabın film haklarını sadece 15.000 dolara Albert S.Ruddy’e satmıştı. Albert Ruddy “The Godfather-Baba” ve “Million Dollar Baby”le iki kez yılın en iyi film yapımcısı Oscar’ını kazanmıştı.Ruddy bu projeyi sonradan Patrick O’Neal’e devretti. Bu arada Richard Yates kendi yazdığı kitabın film haklarını geri alabilmek için çok uğraştı. Kitabını temel alan senaryoyu kendisi yazmayı çok istiyordu ama O’Neal her defasında bu talebi geri çevirdiği için Yates bu amacına hiç ulaşamadan 1992 yılında vefat etti.
    Richard Yates’in sağlığında yapmayı çok istediği “Revolutionary Road-Hayallerin Peşinde” filmi şimdi beyazperdeyle tanışıyor. Amerikan yaşam tarzına yönelik sivri ve keskin gözlemleriyle tanınan Sam Mendes’in yönettiği filmin başrollerinde Leonardo DiCaprio ile Kate Winslet kamera karşısına geçtiler. Frank ile April arasındaki büyük aşk ve kırılma olgularına odaklanan Sam Mendes, evlilik yaşamının dürüst bir portresini çizerken Wheeler çiftinin öyküsüne kendi vizyonunu getirdi.


    ROMAN VE UYARLAMA
    Richard Yates’in ilk kitabı olan “Revolutionary Road-Hayallerin Peşinde” yayınlandığında yazar henüz 35 yaşındaydı. Bu çalışması sayesinde hemen edebiyat dünyasının spot ışıklarına çıkmayı başardı. Yayınlanışından kısa süre sonra diğer yazarlar, kitabın gücü üzerine soluk kesici övgüler ve methiyeler yazdılar. Örneğin Tennesse Williams kitap için, “Dobra, direkt, yoğun ve capcanlı… Eğer bir çağdaş Amerikan başyapıtı için daha fazlası gerektiğini söyleyen varsa onların neyi istediğinden emin değilim” yorumunu yaptı. Kurt Vonnegut da kitabı, “Günümüzün ‘Muhteşem Gatsby’si” sözleriyle göklere çıkardı. Aynı şekilde William Styron’un eleştiri yazısında “Klasik olmayı hak eden sağlam, ironik ve çok güzel bir kitap” tanımlaması vardı.
    Edebiyat dünyasının öndegelen isimleri Yates’i Fitzgerald ile kıyasladılar. Bu kıyaslamanın temelinde Yates’in kendi çağının güncesini tutabilecek sağduyuya ve algıya sahip olması vardı. 30’lu yıllardaki “Jazz Çağı”nda Fitzgerald ne yaptıysa, Yates de 50’li yılların “Endişe Çağı”nın özlemleri, hırsları ve evlilik kaosunu gündeme taşıyarak aynısını yapmıştı. Zaman geçtikçe “Digital Çağ”ın başlangıcını çağrıştıran yapısıyla roman daha önemli hale gelerek adeta tarihi belgeye/tutanağa dönüştü. Amerikan aile yapısında kadınların değişen rolünü, güçlenmesini ele alan; toplumda giderek artan konformizm eğilimini anlatan kitap, her dönemde geçerli olabilen kışkırtıcı bir çalışma olarak tanındı.


    Romanının dikkat çekmesine rağmen Yates’in kendisi bu başarının tadını ömrü boyunca hiç çıkaramadı. Kitaplarındaki karakterler gibi alkolizm, depresyon ve zor ilişkilerle boğuşup durdu. Doku ve organlar arasında hava kalması (anfizem) hastalığından öldüğünde sadece 66 yaşındaydı.
    Yates’in yapıtları bugün hala okurlarının yüreğinde canlı kaldığı gibi Richard Ford, Nick Hornby, Joan Didion, David Hare, Kate Atkinson, Stewart O’Nan ve Sebastian Faulks gibi günümüz edebiyat ustalarından aldığı olumlu övgülerle “Revolutionary Road-Hayallerin Peşinde”nin etkisi devam etmektedir.



    Richard Yates hakkında yazılan ilk biyografiyi 2003 yılında kaleme alan Blake Bailey, “Revolutionary Road-Hayallerin Peşinde”nin edebiyat dünyasındaki yerini şu sözlerle yorumluyor:
    “Bu kitabın sadece bir Amerikan evliliğinden daha fazlasını anlattığına inanıyorum. İnsan olmanın ne anlama geldiğiyle ilgili temel konuların hepsi kitapta var. Bu kitapta herşeyden önce insanın kendisini tanıması, kendisine karşı dürüst olması, kendi sınırlarıyla yüzleşmesi ve limitlerine rağmen mutluluk yolunu bulmaya çalışması anlatılır. Yates’in dediği gibi, ‘Bu hayatta yapılabilecek en kötü şey yalanı yaşamak zorunda kalmaktır.”
    “Revolutionary Road-Hayallerin Peşinde”yi çevreleyen duygular bu derece yoğun olunca böyle bir romandan uyarlamayı üstlenecek senaryo yazarı bulmak hiç kolay olmayacaktı. Film yapımcılarının bu konuda çıktığı zorlu yolculuk, Justin Haythe ile yapılan anlaşmayla noktalandı. Pieter Jan Brugge ile birlikte yazdığı “The Clearing” adlı gerilim filmindeki çalışmasıyla tanınan Justin Haythe sadece bir senaryo yazarı değil, aynı zamanda “The Honeymoon” adlı ilk romanıyla Man Booker ödülü almış başarılı bir kitap yazarıydı.


    Frank ile April’in öyküsünü beyazperdede etkileyici şekilde sunmanın çeşitli güçlükleri vardı. Bunların başında da onları romantize etmeden sunmak geliyordu. Toplumun kadın ve erkeklerle ilgili önyargılarına karşı dik duruşlarını, korku ve umutlarını sözcükler ve hareketlerle yansıtmalarına izin verecek bir senaryo yapısı gerekliydi.
    Justin Haythe’ye göre öykünün odak noktasında Wheeler çiftinin inançları vardır. Kendilerinin çok özel, farklı olduklarına inanırlar. Oysa bunların hepsi, karşılarına çıkan zorluklarla darmadağın olacak birer illüzyondan ibarettir. Amerikan toplumunda hızla gelişen tüketim kültürünün etkisinden uzak olduklarına inandıkları halde diğer komşu ve arkadaşları gibi onlar da tüketim kültürünün tuzağına düşeceklerdir.
    Justin Haythe bu konudaki düşüncesini şu sözlerle dile getiriyor: “Bence Frank ile April’in aşkını bu kadar heyecan verici kılan, başlangıçta çevrelerindeki hiç kimseye benzemedikleri düşüncesine sahip oluşlarıdır. Ancak farkında bile olmadan tüketim toplumunun esiri haline gelirler. Sonra bir gün April, Frank’i karşısına alır ve, ‘Bak biz de herkes gibi olmaya başladık. Artık hayatımızda birşeyleri değiştirmeliyiz. Buradan gidelim. Paris’e taşınalım. Orada kendimizi kurtaralım’ diyerek planını açıklar. Ancak onların büyük kaçışı asla gerçekleşmez.”


    Justin Haythe sözlerini şöyle sürdürüyor: “Aslında Paris onlar için gerçekleşmemiş bir fantezi olarak kalır. Çünkü April hamiledir. Bu da ikisi arasındaki ilişkiyi rotasından çıkaran dinamikleri Frank’in yeniden gözden geçirmesine yol açar. Paris artık cesaretin ve potansiyelin sembolü olarak kalmıştır. Çocuk doğduktan sonra kendi kurdukları tüketime dayalı hayatın esiri haline gelecekleri için Paris hayali asla gerçekleşmeyecektir. Bu kitapta şu sorunun yöneltildiğine inanıyorum: Eğer her zaman olmak istediğiniz bir insan olma şansı karşınıza çıkmış olsaydı, öyle birisi olduğunuzu göstermek için öncelikle hangi yönünü sergilerdiniz?”
    Sam Mendes Devreye Giriyor
    Senaryo yazarının bulunmasından sonra David Yates’in şiirsel keskinliğini yakalayabilecek bir yönetmen bulmak gündeme geldi. Yapımcılar bu noktada Oscar ödüllü yönetmen Sam Mendes’e yöneldiler. İngiliz kökenli olduğu için Amerikan hayatının dokusuna dışarıdan farklı gözle bakmayı her dönem başaran Sam Mendes’in bugüne kadar imzasını attığı filmler arasında “American Beauty – Amerikan Güzeli”, “The Road to Perdition” ve “Jarhead” vardı.


    Mendes daha önce kitabı okumamıştı ama karısı Kate Winslet sayesinde romandan haberdar oldu. Haythe’in yolladığı senaryoyu alan Kate Winslet, kocasına yönetmenliği üstlenmesini teklif etti. Gerisini Sam Mendes’in kendisinden dinleyelim: “Kate ile kitap üzerinde konuştukça etki alanına daha çok girdim. Kitabı okurken bu kitaptan inanılmaz ve müthiş bir film yapılabileceğini fark ettim. Son derece heyecan verici çağdaş bir film çıkabilirdi. Kitabın her satırında o kadar çok bilgelik vardı ki, böyle bir yapıtın daha geniş izleyici kesimleri karşısına çıkma zamanının geldiğini hissettim.”
    Evlilik kurumunun net portresini çizdiği için kitaptaki materyali cazip bulduğunu ifade eden Sam Mendes, bu konudaki düşüncelerini şu sözlerle açıklıyor:
    “Kitapta en şefkat dolu ve en çalkantılı anlarıyla evlilik olgusunun saf bir portresi vardı. Romantizmin dinamiklerinin özgürleştirici olduğu ölçüde kimi zaman insafsız ve haksız da olabileceği keşfediliyordu. Bu öyküde benim gördüğüm, evliliğin aslında detaylarda yattığını keşfetme potansiyeline sahip olmasıydı. Zorlu dönemeçleri, kırılganlığı,inciticiliği, acımasızlığı ve duygusallığıyla evlilik olgusu anlatılıyordu. Bazen iki kişi birlikte olmak isteyebilir, beraber olmaları gerektiğini hissedebilir ama o ilişkinin mutlaka yürüyeceği anlamına gelmez. İzleyicinin Frank ve April ile ilgili duyguları da bu nedenle çelişkili ve gizemlidir. Tıpkı genel olarak ilişkilerle ilgili duygularımızda olduğu gibi…”


    “Revolutionary Road”un oyuncu kadrosu en baştan itibaren Mendes’in aklındaydı. Frank ve April rolleri için Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet’i düşünüyordu. Evli bir çiftin şefkat duygularıyla illüzyonlarını aynı anda yansıtabileceklerine inandığı için bu tercihi yaptığını söyleyen Sam Mendes, bu kararının gerekçesini şu sözlerle açıklıyor:
    “Leo ile Kate, ikisinin de 20 yaşında olduğu ‘Titanic’ günlerinden beri tanışıyorlar. Birbirlerinin eksik ve kusurlarını bildikleri için tanışmıyormuş gibi davranamazlar. İkisi arasında dürüstlük, karşılıklı destek ve birbirlerini test etme duyguları var. Daha da önemlisi, ikisi kamera karşısına geçtiği zaman iki artı ikinin beş ettiğini görebilirsiniz. İkisi kamera önüne geçince bambaşka bir şey doğar.”


    Frank Wheeler rolünde Leonardo DiCaprio
    Frank Wheeler karakteri, Amerikan edebiyatının en karmaşık karakterleri arasında yer alır. Henüz 29 yaşında olduğu halde çok sayıda iş başarmıştır. Columbia Üniversitesi’nden mezun olmuş, askerliğini yaptıktan sonra Knox’taki işinde merdivenleri hızla tırmanmıştır. En önemli kararlarını “herşeyden önce insan olmak” temelinde verir. Kendi değerini arkadaşlarına, komşularına, iş arkadaşlarına ve özellikle de April’e kanıtlamaya çalışır. Frank’in en büyük korkusu, satış elemanı olan babasının düştüğü tuzağın aynısına düşme korkusudur. Çok sevdiği karısı April’in çelişkilerini dile getirmesi üzerine sersemlemesi bu yüzdendir. April’i kırılgan kalbiyle sevmektedir. Ancak karısı onu yeni bir başlangıç için zorladıkça şu anda bildiği hayata doğru geri çekilir. Yolları o andan itibaren ayrılmıştır.”



    Üç kez Oscar adaylığı alan Leonardo DiCaprio bugüne kadar çok farklı rollerde kamera karşısına geçmişti. Oynadığı önemli filmler arasında Edward Zwick’in “Blood Diamond”, Martin Scorsese’nin “The Aviator” ve Lasse Hallstrom’un “What’s Eating Gilbert Grape” gibi yapımları vardı. Bunca farklı rolde oynamasına rağmen “Revolutionary Road”da ilk kez baba ve koca rolünde kamera karşısına geçen Leonardo DiCaprio, Frank karakterinin karizmasını, cesaretini ve başarısızlık korkusunu ön plana çıkaran bir oyun ortaya koydu.
    Kendisini bu filme çeken etkenleri, hem romandaki hem de senaryodaki öykünün karmaşıklığı olarak sıralayan Leonardo DiCaprio, “İki baş karakterin kahramansı havadan bu kadar uzak olduğu, günün sonunda zafer kazanmadığı bir kitap ve senaryo hiç okumamıştım. Bu filmin iki baş karakteri sadece birşeyleri yürütmek için çaresizce çırpınan; hayatın nasıl olması gerektiği konusunda kendi inançlarının mücadelesini veren iki insandır” yorumunu yapıyor.



    Ayrıca filmin konusunun 50’li yıllarda geçmesini de cazip bulduğunu söyleyen ünlü aktör, bu konudaki gözlemlerini ise şu sözlerle dile getiriyor: “50’li yıllara dönüp baktığımızda bugünden ne kadar farklı ve tuhaf olduğunu görürüz. Ancak aynı zamanda bugünle bağlantısı da vardır. Şu anda sahip olduğumuz birçok kavramın kökeni o günlerdeydi. Amerikan rüyasının ne olduğu, aile kurumunun ne yapması gerektiği, Amerikan yaşam tarzının ne anlama geldiği, aile bireylerinin birbirlerine nasıl davranması ve nasıl tepki vermesi gerektiği gibi kavramların başlangıç noktası oradaydı.”
    Leonardo DiCaprio sözlerini şöyle noktalıyor: “Ayrıca bir evliliğin karmaşık yapısının derinliğine inilmesi de hoşuma gitti. Frank ile April arasındaki dinamikler o kadar güçlü ve gerçekçidir ki, kendinizi bu samimi ilişkinin çözülmesini izleyen davetsiz misafir gibi hissediyorsunuz. İkisi arasındaki ilişki çıkmaza girerken birbirlerine ne kadar çok aşık olduklarını ve enerji verdiklerini de görüyorsunuz. Ta ki hayatta hepimizin içine düştüğü gerçeklerle yüz yüze kalıncaya kadar… Tüm bu nedenlerden dolayı filmde bir ilişkinin gerçekten tam kapsamlı psikolojik portresinin çizildiğini düşünüyorum.”
    April Wheeler rolünde Kate Winslet
    April Wheeler karakteri, kadınların hayallerinin nadiren gün ışığına çıktığı bir dönemde kendi hayallerine bağlı kalmasını bilen genç ve idealist bir kadındır. New York’ta gelecek vaad eden idealist bir oyuncudur. Ailesini çok sevdiği halde annesi gibi olmak istemez. Çünkü kadınlara biçilen ev kadını kimliğine tepki duymaktadır. 1950’li yılların sonundaki birçok kadın gibi hayattan daha fazlasını ister.
    April’in bu yöndeki büyük arzusu Paris’te yepyeni bir yaşam hayal etmesine yol açar. Orada yaşadıkları takdirde kocasını desteklemekle kalmayıp kendi beklentilerini de doyurabilecektir. Paris kentinde olağanüstü bir potansiyel olduğunu düşünür. Tanıdığı birçok kadın için kabul görmeyen fırsatlarla dopdolu bir kente gitmeyi bu yüzden ister.
    Yaşadığı yerden kaçıp gitmek, kabuğundan çıkmak, çok sevdiği kocasının geleceğinin büyüklüğüne inanmak, April’in dünyasının olmazsa olmazları haline gelmiştir. Bu durum beklenmedik hamilelikle birlikte darmadağın olur. Kocasıyla beraber mutluluğunu restore etmenin bir yolunu bulmak, geleceğe yönelik inancını sağlam tutmak için mücadele verirken kendisini tuzağa düşmüş hisseden April’in çelik gibi sağlam yapısı bir anda kırılganlığa açık hale gelmiştir.
    April rolünde kamera karşısına geçen Kate Winslet’in bugüne kadar Oscar adayı olduğu performansları arasında “Iris” adlı filmde oynadığı genç Iris Murdoch rolü; “Eternal Sunshine of the Spotless Mind”daki kurnaz Clementine rolü ve “Little Children”daki genç anne Sarah Pierce rolü var. Bu filmdeki April rolü sayesinde yepyeni alanlara açılan Kate Winslet, her ne pahasına olursa olsun uzlaşmak istemeyen hayat dolu ve capcanlı bir genç kadının portresini çizdi. Kocasıyla birlikte konformizm normları dışında çok özel bir hayat yaşamak isteyen April karakterine hayat verdi.


    April rolünün Kate Winslet’e çok uygun olduğunu söyleyen Sam Mendes, “Kate bugüne kadar daima hümanist ve sıcak yapısını koruyan karmaşık ve çelişkili karakterleri oynadı. Bu yüzden April karakterinin gerektirdiği ince çizgide kolayca yürüyebileceğini ve bu karakterin ne yaptığını izleyicinin anlamasına yardımcı olacağını hissettim” diyor.
    April rolünde kamera karşısına geçen Kate Winslet, portresini çizdiği bu karakteri şu sözlerle yorumluyor: “April hayattan çok fazla şey isteyen bir kadındır. Yaşadığı dönemdeki birçok kadın gibi değildir. Sıradan ve tekdüze bir hayatı istemez. Frank ile tanışınca onun ‘macera, heyecan ve düşünce dünyasını’ temsil ettiğini düşünür. Aradığı tam olarak böyle bir erkektir. Kendisini taparcasına sevebilecek yetenekli erkek Frank’tir. Bu görkemli romantizmi beraber yaşamaya başlarlar. Ancak aniden hamile kalır. Artık bir anne adayı ve ev kadınıdır. Tüm hayalleri çok gerilerde kalmış gibidir. Oysa arzuları devam etmektedir ve evliliği de onu durduramayacaktır. Hayatının hep aynı monotonlukta gideceği düşüncesine bile katlanamaz.”
    Kate Winslet sözlerine şöyle devam ediyor: “Bunlar bir araya gelince April’in Paris planlarını gündeme getirdiğini görürüz. Ancak bu plan yüzünden Frank ile artık farklı patikalarda yürüdükleri ortaya çıkar. April kocasına Paris teklifini yaparken ilişkilerinin eski haline döneceğini ummaktadır. Çünkü evlilik yoluna çıkarken belli bir amaçları vardır. O birkaç günlük sürede eski tutku dolu hayallerine geri döner. Bu dönem April için dönüşüm dönemi olur. Uzun süredir ilk defa olarak evliliğinde gerçek bir rol oynamaktadır. Evliliklerde karı-kocaya biçilen geleneksel rollerin dışına çıkmıştır.”
    Ancak April’in Paris umutları ve Frank ile ilişkisini yenileme düşüncesi, yeni bir çocuğun daha yolda olduğunu öğrenmesiyle birlikte iyice raydan çıkar. Kendisi de bir anne olduğu için April karakterini anlamaya çalıştığını söyleyen Kate Winslet’in bu konudaki yorumu şöyle:
    “April’in verdiği tepkileri anlamaya çalıştım. Ondaki tepkilerin çoğunun kaynağında o dönemin sınırlı seçenekleri vardır. Bir anne olarak benim asla yapmayacağım tercihleri yapar. Ancak bence April karakterinin en trajik yanı, eğer kendisini açma şansına sahip olsaydı ve Paris’e gidip daha özgür olabilseydi bunun sonucunda çok farklı bir anne olabilecekti. Trajik olan bence budur.”


    Bayan Givings rolünde Kathy Bates
    “Revolutionary Road-Hayallerin Peşinde”de Frank ve April Wheeler çiftinin çevresinde çok sayıda komşu vardır. Bunların hepsinin daha iyi bir hayat için kendilerine özgü gizli özlemleri olduğunu görürüz. Komşular arasında anahtar konumda olan ise Bayan Givings karakteridir. Müşterilerine Amerikan rüyasını satan bir emlakçıdır. Kendi ailesindeki krizi gizleyerek sahte bir mutluluk görüntüsü vermeye çalışır.
    Film yapımcılarının bu rol için tercihi, “Misery” adlı filmdeki rolüyle Oscar kazanan; “Primary Colors” ve “About Schmidt” adlı filmlerdeki performansıyla da Oscar adaylığı alan Kathy Bates’tan yana oldu.
    Yönetmen Sam Mendes, Kathy Bates’ın oyunuyla ilgili gözlemini şu sözlerle dile getiriyor: “Kathy’nin oyun tarzıyla Bayan Givings karakteri çok neşeli bir kadın olarak ortaya çıktı. Ama aynı zamanda insanın yüreğini sızlatan bir karakter oldu. Bayan Givings karakteri, hayatının güzel organize edilmiş olmasını isteyen bir kadındır ama oğlunun durumu nedeniyle bu isteğini başaramaz.”
    Kathy Bates ise üstlendiği karakteri şu sözlerle yorumluyor: “Bayan Givings’i gerçekten çok çarpıcı bir karakter olarak değerlendiriyorum. Dıştan bakınca insanlara ev satan pırıl pırıl ve girişken bir kadındır ama iç dünyasında olağanüstü büyük acılar vardır. Ayrıca Justin Haythe’ın orijinal kitaba sadık kalmasını çok sevdim. Filmde anlatılan öykü ve karakterlerin hepsi, kitap sayfalarından fırlamış gibiydi.”
    Kathy Bates sözlerini şöyle noktalıyor: “Bayan Givings’in kusursuz bir ev düzeni özlemini, oğlu John’un beyinsel özürlü olmasının engellediğini görürüz. Oğlunun bu durumu Wheeler çiftiyle yedikleri akşam yemeğindeki berbat duruma yol açar. Oğluyla ilgili duygularını tamamen ortadan kaldırdığı farklı bir gerçeklik içerisinde yaşamaktadır. Beyinsel özürlü oğlunu zeki bir matematikçi gibi algılamak ister. Bu yüzden de oğlunun varlığının Wheeler çiftiyle yenilen yemekte herşeyi nasıl bozacağını fark edemez. Bayan Givings’in niyetleri doğrudur ama yanlış yöne sapmıştır.”


    John Givings rolünde Michael Shannon
    “Revolutionary Road-Hayallerin Peşinde”nin en korkunç sahnelerini borçlu olduğumuz karakter, Bayan Givings’in beyinsel özürlü oğlu John Givings’tir. Aslında o kadar zekidir ki, yemek sırasında Wheeler çiftinin görünen yüzeyinin ardındaki gerçeği sezinler. O evlilikteki gerilimi hissetmiştir. Onların konformizmini ve kaçış duygusunu sorgulamaya başlayarak ikisine de “evcilik oynamanın’ kişisel maliyeti üzerine kışkırtıcı soruları yöneltir.
    Yönetmen Sam Mendes, bu karakteri değerlendirirken şu yorumu yapıyor: “Edebiyat dünyasında sık sık rastlandığı üzere gerçeği söyleyen, “Kralın Çıplak olduğunu” tek söyleyebilen kişi öykünün delisi olur. John Givings karakteri burada Frank ile April arasındaki ayrılığı açığa çıkaran kişidir.”
    Filmde John Givings rolünde, son olarak Sidney Lumet imzalı “Before the Devil Knows You’re Dead” adlı filmde Philip Seymour Hoffman ve Ethan Hawke’a karşı izlediğimiz Michael Shannon oynadı.
    Portresini çizdiği John karakterinin öyküdeki en büyüleyici temalardan birisini gündeme taşıdığını söyleyen Michael Shannon, bu karakteri şu sözlerle tanımlıyor: “Kitabı okumuş insanların çoğunun John karakteri için ‘aslında hepsinden akıllı’ yorumu yaptığını öğrendim. Bu karakterin özelliği, hangi hayat tarzının çılgın olduğu, hangisinin olmadığı gibi konuları gündeme taşımasıdır.”
    Leonardo DiCaprio ise, Shannon’un oyun tarzıyla ilgili şöyle bir yorum yapıyor: “Shannon üstlendiği role müthiş enerji getirdi ve Frank ile April arasındaki ateşleyici güç oldu. Frank ile April’in gittiği yerlerde hiç kimse onlara gerçeği söylemez. Herkes yüzlerinde mutlu bir gülümsemeyle onları dinler. Herşey pırıl pırıl gibidir. O akşam yemeğinde John Givings ortaya çıkar ve gerçeği temsil eder.”


    Shep ve Milly Campbell çifti rollerinde David Harbour ile Kathryn Hahn
    Filmde, Wheeler çiftinin komşusu ve en yakın arkadaşları olan Shep ve Milly Campbell çifti de, bu evliliğin bir başka yönünü ortaya çıkar. Bu da, Wheeler çiftinin diğer çiftlerle kurduğu ortaklıkların getirdiği sosyal boyuttur ve karmaşaya katkıda bulunur. Campbell çifti, Wheeler çiftini açıkça takdir etmekte, hatta kıskanmaktadır. Aynı zamanda Wheeler çiftine adeta bir ayna tutarak, Wheeler çiftinin olmayı istemediği herşeyi yansıtmış olurlar.
    Wheeler ve Campbell çiftlerinin görünüşte ortak birçok paydası olmasına rağmen Frank ile April’in düşüncesine göre Campbell’lerin kuru, tekdüze ve değişmeyen bir evliliği vardır. Bu çiftin kendilerine benzemediğini düşünürler. Oysa kaderleri giderek iç içe geçecektir. Özellikle de Shep’in April’e karşı duyduğu derin hayranlığı kaybetmesinden itibaren…
    Sam Mendes’in Campbell çiftiyle ilgili yorumu şöyle: “Shep ile Milly’nin filmdeki en ilginç parçalardan birisi olduğunu söyleyebilirim. Çünkü Wheeler çiftiyle tanışmalarından itibaren onların dostluğu sayesinde hayatlarına anlam geldiğini, daha heyecan verici olduğunu hissederler. Tam onlara alışmışken Frank ile April bomba haberi verirler: Yaşadıkları yerden ayrılacak ve Paris’e gideceklerdir. Bu da paylaştıkları herşeyi geride bırakacakları anlamına gelmektedir. Bu durum Campbell çiftini temelden sarsar/yıkar. Yates’in küçük detayları büyük bir depreme dönüştürürken bir evliliğin yansımalarını komşular, arkadaşlar ve toplum aracılığıyla keşfe çıkmaya dayalı yazım tarzını çok seviyorum.”


    “Revolutionary Road-Hayallerin Peşinde”de Shep Campbell rolünde son olarak “Quantum of Solace” adlı James Bond filminde izlediğimiz Tiyatro Oscar’ı Tony’i kazanmış ödüllü aktör David Harbour kamera karşısına geçti. Shep’in eşi Milly Campbell’in portresini ise, Will Ferrell komedisi “Step Brothers”taki rolüyle tanınan Broadway yıldızı Kathryn Hahn çizdi.


    Maureen rolünde Zoe Kazan
    Frank Wheeler evde öfkeli olduğu bir günün öğleden sonrasında sekreteri Maureen ile buluşmak suretiyle April’e ihanet girişiminde bulunur. New York’lu masum bir genç kız olan Maureen, Frank’in etkisi altında kalmıştır. Karısının yüksek beklentilerini karşılayamayan Frank için farklı bir arayışı temsil eder.
    Sam Mendes bu rol için 23 yaşındaki genç oyuncu Zoe Kazan’ı tercih etti. Ünlü film yönetmeni Elia Kazan’ın torunu olan Zoe Kazan, bugüne kadar tiyatro alanında ödüllü çok sayıda oyunda yer alırken sinema filmlerinde önemli işlere damgasını vurmuştu.
    Filmin kadrosundaki diğer tüm oyuncular gibi Yates’in yapıtını çok sevdiğini söyleyen Zoe Kazan, kitapla ilgili düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor:
    “Bence bu, davranışlarının nasıl olması gerektiği konusunda sorunlar yaşayan çağdaş erkek ve kadınların yüz yüze kaldığı bir krizdir. Günümüz insanının ne yapması gerektiğini tam olarak bilemediğini düşünüyorum. Standartlar nelerdir? Kurallar nelerdir? Bu soruların kesin yanıtı yok. Maureen’e gelince, bence bu kentin kurallarını kendince yorumlamaya çalışan yalnız bir genç kızdır. Onda bir tür masumiyet ve tatlılık vardır. Ayrıca insani iletişime gerçek anlamda ihtiyaç duyar. Attığı her adımı yüreğinin sesini dinleyerek atar ki, bu kadar kırılgan olmasının sebebi budur.”
    Karakterleri Detaylar Aracılığıyla Vermek: “Revolutionary Road-Hayallerin Peşinde”nin Tasarımları

    Oyuncu kadrosunun belirlenmesinin ardından sıra filmin teknik görünümüne geldi. Sam Mendes’in bu konudaki isteği, karakterlerin evlilikle ilgili çelişkileri üzerinde odaklanırken Richard Yates’in kitabında detaylandırdığı 1955 yılının konformist Amerika’sının portresini çizmekti. Buradaki ana fikir, farklılık duygusu uyandıran bir ortam yaratırken aynı zamanda sanki bir adım ötedeymiş havası sağlamaktı. Bunu da iyi döşenmiş ama klostrofobi duygusu veren evler, lüks ofis binalarıyla dolu ruhsuz bir şehir, komşularla martini içerek geçirilen rahatsız ve dikenüstünde akşamlar gibi detaylarla oluşturacaktı.


    Sam Mendes bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle açıklıyor: “Yarattığımız dünyaya insanların ‘oooh’, ‘aaah’ demesini istemedim. Benim amacım herhangi bir vurgulama yapmadan o döneme sadece bir pencere açmaktan ibaretti. Frank ile April’in açıkça kaybolup gittiği gerçekçi bir çevre yaratmaya önem verdim. Frank karakterinin şehrin ortasında yalnız ve çok yalnız olduğu duygusunu vurgulamak istedim. Eşzamanlı olarak da April’in kent dışındaki evde yalnızlığını vurguladım. Film boyunca görsel bir karşıtlık olduğunu hissedeceksiniz. Frank insan kalabalıkları arasında yalnızken April de kent dışındaki evde yalnızdır. Bu vurgulamalar, öykünün ana temasının ortaya çıkmasına yardımcı oldu.”


    Sam Mendes amacına varmak için birbirinden yetenekli kamera arkası ekipleriyle işbirliği yaptı. Filmin görüntü yönetmenliğini 7 kez Oscar adayı görüntü yönetmeni Roger Deakins’e verirken, prodüksiyon tasarımlarını Oscar adayı prodüksiyon tasarımcısı Kristi Zea’ya emanet etti. Kostüm tasarımlarını ise, 2 defa Oscar kazanan, 6 defa da adaylık alan Albert Wolksy üstlendi.
    Görüntü yönetmeni Roger Deakins’in uyguladığı ana strateji, setteki aktörler arasında gelişen derin yakınlığın sergilenmesine yol açacak tarzda minimal stil oldu. Bunu da çok fazla ışıklandırmaya yer vermeden hayata geçirdi.
    Deakins’in en zor anlarda bile lirizm getirmesinden memnun olduğunu belirten Sam Mendes, görüntü yönetmeninin çalışmasını, “Büyük görüntü yönetmenlerinden birisi olan Rager Deakins’i izlemek bazen zordur. Kocaman bir kamerayla küçücük bir mutfağa dalmaktan çekinmez. Ancak iç mekanların verdiği klostrofobi duygusunu yakalamakta üstüne yoktur. Deakins’in bu yaklaşımını Wheeler çiftinin yaşadığı evden Knox binasına kadar her yerde görebiliriz” sözleriyle özetliyor.


    Roger Deakins’in yaptığı görüntüleme çalışmasının bir başka sonucu da, prodüksiyon tasarımcısı Kristi Zea’nın tasarım çalışmaları üzerinde sinerjik etki bırakması oldu. Bugüne kadar aralarında “Sıkı Dostlar-Goodfellas” adlı filmdeki arka sokak ve “Kuzuların Sessizliği-The Silence of the Lambs” adlı filmdeki Hannibal Lecter’ın kapatıldığı yüksek güvenlikli hücre gibi gibi unutulmaz setler kuran Kristi Zea, Roger Deakins’le ortak çalışmasından fazlasıyla memnun kaldı.



    Başlangıçtan itibaren Sam Mendes ile yakın işbirliği halinde çalıştıklarını söyleyen Kristi Zea, “Filmin görsel altyapısını yaratmak için 1950’li yıllara ait fotoğrafları inceledik. Sam Mendes görsel akış konusunda olağanüstü yapıcı bir yönetmendi. Önüne bir fotoğraf koyduğumda düşüncesini hemen söylüyordu ki, benim istediğim tam olarak böyle bir çalışmaydı” diyor.
    “Revolutionary Road-Hayallerin Peşinde”nin çekimleri, Yates’in kitabında sözü edilen Connecticut eyaletindeki lüks banliyö semtlerinde gerçekleştirildi. Darien bölgesinde yapılan geniş çaplı araştırmada iki tane ev bulundu. Arka arkaya konuşlanmış olan bu evler, Wheeler ve Campbell çiftlerinin yaşadığı evler için uygun görünüme sahipti. Her ikisi de 50’li yılların mimari yapısına göre inşa edilmişti. Ancak prodüksiyon standartlarına göre epeyce zayıf kaldıkları için bu evlerde bazı set düzenlemeleri yapıldı.


    Kristi Zea her iki evi de iyice elden geçirerek Wheeler ve Campbell çiftleri için bazı kişisel detaylar ekleme yoluna gitti. Mutfak dolaplarından duvar kağıtlarına ve pencere perdelerine kadar her alanda yapılan bu düzenlemelerde en ince detaylara bile özen gösterildi.


    Oyuncu performansı ile tasarımın ağ gibi birbirine sarıldığına dikkat çeken Kristi Zea, uyguladığı tasarım anlayışını şu sözlerle açıklıyor: “Özellikle Wheeler çiftinin evini düzenlerken Frank ile April’in ruhsal durumunun aynası olsun istedim. Filmin başlangıcında huzurlu bir görünüm vardır. Bu nedenle nötral bir palet olduğunu görürüz. Ancak sonradan ilişkideki çözülmeyi fark edersiniz. O andan itibaren evde bir ihmal edilmişlik duygusu vardır ki, April’in ruhsal durumunu yansıtır. Campbell çiftinin evi ise tam bir kontrast oluşturur. Evin her tarafı rengarenktir, küçük biblolar ve bira bardakları gibi ıvır vızırla doludur. Wheeler çiftinin eviyle gerçek anlamda tezat oluşturur.”
    Filmdeki ev, apartman ve ofis tasarımlarında devreye giren dekor uzmanı Tommy Allen, 50’li yıllardan kalmış vintaj ürünlere ulaşmak için ülkeyi baştanbaşa dolaştı. O yıllara özgü çim biçme makineleri, otantik ruj kutusu gibi malzemeleri topladı. Ayrıca vintaj otomobillere de yer verildi. Bunlar arasında Frank Wheeler’ın 1954 model Buick arabasıyla Shep’in kamyoneti başı çekiyordu. Ayrıca tren müzesinden o döneme ait trenler alınarak istasyona getirildi.


    50’li yılların giyim anlayışı geri geliyor
    Sam Mendes ile üçüncü kez işbirliği yapan kostüm tasarımcısı Albert Worksy, “Revolutionary Road-Hayallerin Peşinde”nin giysi düzenlemelerini yaparken karakterler üzerinde odaklandığını belirterek şunları söylüyor;
    “New York iş dünyası ile 50’li yılların lüks banliyölerindeki ortamı oluştururken giysilerin ön plana çıkması kaçınılmazdı. Bu konu aynı zamanda karakterlerin bulunduğu zaman ve mekana göre de değişkenlik gösterdi. Aslında o dönemi bir fantezi gibi sunabilirdik ama biz gerçekçi olmasına karar verdik.”
    Leonardo DiCaprio’nun oynadığı Frank Wheeler karakterinin giyim tarzını belirlerken ev ve iş hayatı arasında farklılığa gittiğini söyleyen Albert Wolksy, “Frank Wheeler evde genellikle tişörtlere dayalı rahat bir giyim tarzı sergiler. Buna karşılık Knox binasındaki ofisinde o dönemin çalışma etiğine uygun olarak resmi görünümlü takım elbise giyer, kravat ve şapka takar. Leonardo DiCaprio’ya daha önce onun üzerinde hiç görmediğimiz kıyafetleri giydirmek çok ilginç oldu.”


    Oscar adayı saç ve makyaj tasarımcısı Alan D’Angerio ile işbirliği yapan Wolksy, April Wheeler’in içinde bulunduğu çelişkileri yansıtacak saç ve makyaj stillerine ağırlık verdi. Bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle özetliyor: “April karakterinin dünyaya bakış açısını temel alınca ‘rastlantısal zarafet’ diyebileciğimiz bir tarzı ön plana çıkardık. Klasik sarışın bomba stilinin April için uygun olmayacağını düşündük. Oturup saatlerce saçını başını düzeltecek ve makyaj yapacak bir kadın değildi. Anlık olarak uyguladığı küçük makyaj hileleriyle zarif görünümünü sağlıyordu;elde ediyordu.”
    Richard Yates’in kitabındaki dünyayı daha da kapsamlı şekilde sunmak isteyen Sam Mendes, kurgu editörü Tariq Anwar ve besteci Thomas Newman ile işbirliği yaptı. Yönetmen daha önce Oscar ödülünü kucakladığı “American Beauty”de her ikisiyle de birlikte çalışmıştı.