Yönetmen: Clint Eastwood
SAHTEKAR - The Changeling Filminden Resimler Oyuncular: Angelina Jolie, John Malkovich, Jeffrey Donovan, Jason Butler Harner, Amy Ryan
Senaryo: J. Michael Straczynski
Yapımcılar: Clint Eastwood, Brian Grazer, Ron Howard, Robert Lorenz
Görüntü Yönetmeni: Tom Stern,
Prodüksiyon Tasarımı: James J. Murakami
Kostüm Tasarımı: Deborah Hopper,
Kurgu: Joel Cox, Gary Roach
Sanat Yönetmeni: Patrick M. Sullivan,
Özgün Müzik: Clint Eastwood
Imagine Entertainment – Universal Pictures / UIP Filmcilik
VİZYON TARİHİ
30.01.2009
PRODÜKSİYON NOTLARI:
Yönetmenliğini Clint Eastwood’un (Million Dollar Baby, Unforgiven, Letters from Iwo Jima) üstlendiği “Changeling”de esrarengiz şekilde ortadan kaybolan oğlunu bulmaya çalışırken Los Angeles şehrinin yozlaşmış kamu düzenini sonsuza kadar değiştiren bir annenin onurlu mücadelesi anlatılır. Başrollerinde Angelina Jolie (The Good Shepherd, A Mighty Heart, Girl Interrupted ile John Malkovich’in (Dangerous Liaisons, Beowulf, Burn After Reading) oynadığı filmde, teslim olmayı asla kabul etmeyen yapısıyla yozlaşmıy polis departmanını dize getirirken yasalar önünde kadınlarla erkeklere eşit haklar verilmesini sağlayan Christine Collins adlı annenin yetkililere karşı verdiği inanılmaz mücadeleye tanık olacağız.
Filmin Konusu
Los Angeles, Mart 1928: Genellikle çalışan sınıftan insanların oturduğu banliyö kesimlerinden birindeyiz. Telefon operatörü olarak çalışan ekar anne Christine Collins (Oscar ödüllü Angelina Jolie), güzel bir cumartesi sabahında işe gitmek üzere evden ayrılırken dokuz yaşındaki oğlu Walter ile vedalaşır. Akşam evine döndüğünde her ebeveynin en büyük kabusuyla yüzyüze gelir: Biricik oğlu ortadan kaybolmuştur.
Polis tarafından çok yoğun bir arama çalışması başlatılır. Ancak küçük Walter hiçbir iz bırakmadan ortadan yok olmuştur. Aradan beş ay geçtikten sonra polisten haber gelir. Christine’in oğlu olduğunu iddia eden bir çocuk bulunmuştur. İtibarını kurtarmak isteyen polis, anne ile oğlunun kavuşmasını medya önünde bir halkla ilişkiler etkinliği şeklinde organize etmek istemektedir. Yüzlerce polis, gazeteci, fotoğrafçı arasında adeta serseme dönen Christine, getirilen çocuğu evine almaya ikna olur. Ancak yüreğinin derinliğinde o çocuğun Walter olmadığını bilmektedir.
Konunun araştırılması için yetkilileri zorlayınca Los Angeles’ta o dönem geçerli olan yasakların, kadınların mevcut sisteme meydan okumasına izin vermediğini, kadınların kendi hikayelerini anlatamayacaklarını öğrenir. Çaresiz kalan Christine, aradığı desteği aktivist rahip Briegleb’de (John Malkovich) bulur. Rahip Briegleb oğlunu bulma mücadelesinde Christine’e yardımcı olacaktır.
Akıl sağlığını bile sorgulayan polise karşı direnirken peri masalı gibi mutlu sonlara susamış kamuoyu desteğini arkasına alan Christine aradığı cevapları bulmak için herşeyi yapmaya hazırdır. Aramasını sürdürürken yozlaşma sonucunda polis devletine dönüşen Los Angeles otoriteleri tarafından sistematik şekilde aşağılanan ve bir köşeye atılan yoksul insanların kahramanı haline gelir. Kadınlara eşit haklar verilmeyen bir dönemde tek bir kadının amansız mücadelesi oğlunu bulmadan sona ermeyecektir.
Universal Pictures’ın sunduğu “Changeling”in yönetmenliğini Clint Eastwood üstlendi. Senaryosunu J. Michael Straczynski’nin kaleme aldığı filmin yapımcılığını Imagine Entertainment’ın Oscar ödüllü ortakları Brian Grazer (American Gangster, Cinderella Man, A Beautiful Mind) ile Ron Howard’ın (Frost/Nixon, Cinderella Man) yanısıra Oscar adayı yapımcı Robert Lorenz gerçekleştirdi.
Kaybolan oğlunu bulabilmek için yasal sistem ile büyük mücadeleye girişen acılı anne Christine Collins rolünde Angelina Jolie’nin oynadığı filmde, ona yardımcı olan aktivist rahip Briegleb rolünde John Malkovich kamera karşısına geçti. İki ünlü oyuncuya şu oyuncular eşlik ettiler:
Bir Annenin Sevgisinden Miras Kalanlar: Christine Collins Anılıyor
Los Angeles’ın hızla geliştiği 20’li yıllarda kent tarihine damgasını vuran çok önemli yolsuzluk olayları ve cinayetler yaşandı. Bir kısmı örtbas edilen bu olaylar arasında Roscoe “Fatty” Arbuckle’ın tecavüze uğraması; 1921 yılında genç yıldız adayı Virginia Rappe’in öldürülmesi davası; 1926’da evangelist Aimee Semple McPherson’un kaçırılması olayı; 1947’de The Black Dahlia cinayeti başı çekiyordu. Ardarda patlak veren skandallar kentte huzursuzluk yaratırken politik yetkilileri de zora soktu.
Ancak çalışan sınıftan bir kadının, kaybolan oğlunu bulmak için verdiği büyük mücadele bugüne kadar çok az hatırlanmıştı. Christine Collins’in karşısına çıkan sayısız engele rağmen oğlunu bulma yolunda verdiği büyük mücadele, aradan 80 yıl geçtikten sonra Hollywood’un en ünlü film yapımcılarının gündemine geldi. Bunda eski bir gazetecinin Collins’in o günlerde verdiği hukuk savaşını 80 yıl sonra gün ışığına çıkartmasının büyük payı vardı.
Los Angeles Belediye Binası’nın yeraltındaki odalarında tozlu arşivler vardır. Kentte 100 yıldır olup biten bütün işlerin arşivi burada korunur. Bunlar arasında Christine Collins davasıyla ilgili binlerce sayfalık doküman önemli yer tutmaktadır. Belgelere bakıldığında Collins’in dokuz yaşındaki oğlu Walter’ın ortadan kaybolmasından itibaren gerçekleşen karmaşık dava süreciyle ilgili detaylar ve Los Angeles Polis Departmanının bu dava süresince uyguladığı yozlaşmış mekanizmaların izleri görülebilir.
Eski bir gazeteci olan senaryo yazarı J. Michael Straczynski, bundan birkaç yıl önce politik mekanizmayı yerin dibine geçiren işçi sınıfından bir kadının şaşırtıcı öyküsünü yazmıştı. Straczynski’nin yasısı başta Los Angeles Times, The Herald Examiner ve Time olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yayınlandı. Bu yazıyı yazarken Straczynski’nin elinde çok sayıda kaynak vardı ama en önemli kaynağına eski bir dostundan gelen telefon sayesinde ulaştı.
Gerisini Straczynski’nin kendisinden dinleyelim: “Belediyede çalışan bir arkadaşım beni arayarak eski belgeleri yakmaya başladıklarını, çöp yakma fırınına konulmadan önce bakmamı istediği bazı belgeler olduğunu söyledi. Hemen belediye binasına gittim. Christine Colins davasıyla ilgili olarak Belediye Meclisi’nin bazı eski belgeleri olduğunu gördüm. Tanıkların ifadelerini okumaya başladığımda, ‘Olmaz böyle şey… Ortada büyük bir hata var’ diye düşündüm. Ancak belgeler ateşe verilmeden önce okuduğum detaylar benim için yeterliydi.”
Los Angeles’ta 1928 yılında despotik bir politik yapılanma sözkonusuydu. Kenti pençesine alan bu yapılanmanın başını Belediye Başkanı George E. Cryer ile “İki Silahlı” lakabıyla tanınan Polis Şefi James E. Davis çekiyordu. Davis’in lakabı fotoğrafçılara adeta bir silahşör gibi iki silahla poz vermesinden geliyordu. Bu ikilinin yönetimi tüm kentin terörize edilmesi için yeterliydi.
Ancak kentteki despatik kanunlar, Los Angeles’ın banliyölerinden birisinde yaşayan Christine Collins adlı bir bekar annenin dokuz yaşındaki oğlunun kaybolmasıyla birlikte çözülmeye başladı. Aylarca süren arama çalışması sonuçsuz kaldı. Polis hiçbir kanıt bulamayınca itibarı iyice sarsıldı. Kaçırma olayına ilişkin sağlam bir kanıt bulunması yönünde kamuoyunun baskısı giderek artıyordu.
Sonunda Illionis eyaletine bağlı DeKalb şehrinde Walter olduğu iddia edilen bir çocuk ortaya çıkınca herkes derin bir soluk aldı. Mektuplar ve fotoğraflar gitti geldi. Yetkililer kayıp çocuk davasının artık çözümlendiğine inanıyordu. Collins çocuğu eve getirmek için gereken parayı zar zor buldu. Hemen harekete geçen Los Angeles Polis Departmanı, endişeli anne ile bulunan çocuğunun kavuşmasının gazeteler tarafından görüntülenmesi için kamuya açık bir organizasyon düzenledi.
Polis Departmanı yetkilileri bu kavuşma sahnesi aracılığıyla son dönemde polis üzerinde yoğunlaşan kara bulutları ve baskıları dağıtmayı umuyordu. Kentte ardarda patlak veren rüşvet skandalları sonucunda polisin kaybolan itibarı böylelikle yeniden yükseltilecekti.
Yalnız bir problem vardı: Christine’in oğlu olduğu iddiasıyla eve getirilen çocuk Walter değildi.
Collins daha ilk andan itibaren bu çocuğun kendi çocuğu olmadığına dair bildirimde bulunmaya başladı. Ancak genç kadının ısrarlı dilekçeleri her defasında Yüzbaşı J.J. Jones tarafından geri çevrildi. Kent Konseyi kayıtlarında da görüldüğü gibi en azından birkaç hafta süreyle o çocukla beraber yaşamayı denemesi isteniyordu. Kafası karışan Christine Collins bunu kabul etti.
Böylece dava kapandı.
Aradan üç hafta geçtikten sonra “Walter”ı belediyeye geri getiren Christine Collins, kim ne derse desin bu çocuğun kendi çocuğu olmadığında ısrarlı davranmaya başladı. Attığı adımların hiç kimse tarafından sorgulanmasına alışkın olmayan Yüzbaşı Jones, özellikle bir kadının direnişiyle karşılaşmaktan hiç hoşlanmamıştı. Yanlış çocuğu getirdiklerini kabul etmeye niyeti yoktu. Polis Şefi Davis’in de katı desteğini arkasına alınca Christine Collins’i harcamaya karar verdi ve üzüntülü anneyi akıl hastanesine kapattırdı. Collins o andan itibaren beş gün boyunca psikiyatri servisinde beş korkutucu gün yaşamak zorunda kaldı. Bu uygulama ceza kanununun 12. maddesine dayandırılarak yapılmıştı. Özellikle kadınlar için uygulanan bu maddeye göre, topluma uyumsuz olduğu görülenler herhangi bir yasal süreç gerekmeden hapishaneye atılabiliyor veya yerel psikiyatri servislerine gönderilebiliyordu.
Walter olduğu iddiasıyla getirilen çocuk ise aslında gerçek adı Arthur Hutchens olan 12 yaşında bir çocuktu. Favori film yıldızı Tom Mix ile tanışma umuduyla Hollywood’a gitme hayalleriyle evinden kaçmıştı. Illionis’teki bir yol üstü kafe’sinde çocuğu gören polisler, Los Angeles’te kaybolan çocukla şaşırtıcı benzerliğini fark edince haince bir plan düzenlemeye karar verdiler. Los Angeles’a otobüs bileti parasının Christine Collins tarafından ödeneceğini, orada bir evi ve odası olacağını duyan çocuk, polisin düşündüğü bu plana katılmayı kabul etti. Ancak bu kararı verirken attığı adım sayesinde Los Angeles sakinlerinin güvenlik ve düzen anlayışını sonsuza kadar değiştirecek bir olaylar zincirinin startını vermek üzere olduğunu bilemezdi.
Straczynski için bu dava ilk bakışta son derece şaşırtıcıydı. Davanın detaylarını daha çok irdeleyince giderek ilginç bir olay haline geldi. Bir yıl boyunca konuyu derinlemesine araştırdı. Christine Collins’in kaybolan çocuğunu çevreleyen esrar perdesini kaldırmak için verdiği yedi yıllık mücadeleyle ilgili detayları tek tek kazıyarak bulmaya çalıştı.
Straczynski’nin ulaştığı veriler çok daha rahatsız edici gerçekleri göz önüne seriyordu. Christine Collins’in kaybolan çocuğuyla ilgili tozlu arşiv dosyalarının arka planında paralel bir dava daha vardı. Bu da Gordon Northcott adlı bir çocuk katilinin örtbas edilmiş faaliyetleriyle ilgiliydi. Küçük Walter Collins’i öldürdüğünü önce kabul etmiş, sonra inkar etmişti. Ayrıca o dönemde görev yapan Los Angeles polis yetkililerinin orantısız şiddet ve güç kullanımıyla ilgili veriler de karşısına çıkmıştı.
1935 yılında dünyaya veda eden Christine Collins, oğlunun başına ne geldiğini bilemeden öldü. Ondan geriye kalan mirasın ne kadar güçlü olduğunu Straczynski şu sözlerle yorumluyor:
“Christine Collins’in oğlunun başına tam olarak ne olduğunu bulma tutkusu çok güçlüydü. Başına her ne gelirse gelsin bu tutkusundan asla vazgeçmedi. Oğlunun başına geleni bulabilmek için verdiği mücadeleyi hiç bırakmadı. Başka birisi olsaydı bunca zorluk karşısında yılarak geri çekilebilirdi ama o mücadelesini asla durdurmadı. Collins’in verdiği savaşım sayesinde eyaletin yasal sisteminde iyileşme sağlandı ki, en çok da bu nedenle filmi ona ithaf etmek istedim.”
Straczynski sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu senaryoyu yazarken çok sade ve basit bir amacım vardı: Christine Collins’in yaptığı işi onore etmek… Yaşadığı olayları olabildiğince dürüst şekilde anlatmak istedim. İnancını asla kaybetmeyerek oğlunu aramaya devam etmesini onurlandırmayı hedefledim. Karşısına çıkan her yetkiliye tek soru soruyordu: ‘Oğlum nerede?’ İşte bu soru Los Angeles kentinin yapısını alt üst etmeye yetti. Mücadelesi sonucunda oğlunu bulamadı ama kente daha dürüst, daha çağdaş bir yasal düzenin hakim olmasını sağladı.”
PRODÜKSİYON HAKKINDA
Eastwood, Imagine ve Jolie işbirliği: “Changeling”e yeşil ışık yakılıyor
Senaryosunu tamamlayan Straczynski’nin bundan sonraki ilk adımı, projeyi hayata geçirecek film yapımcılarını bulmak oldu. Ayrıca Christine Collins’in onurlu mücadelesini taçlandıracak kadın oyuncuyu bulmak da aynı derecede önem taşıyordu. Aradığı herşeyi Clint Eastwood – Imagine Entertainment – Angelina Jolie üçlüsünde bulduğunda ondan mutlusu yoktu. Daha önceki senaryo çalışmalarının büyük bölümü televizyon için yapılmış bilimkurgular şeklinde filme çekilen Straczynski için bu çok büyük bir gurur dakikasıydı. “Changeling” onun uzun metrajlı ilk film senaryosu olacaktı.
Christine Collins’in gerçek olgulara dayalı şok edici öyküsü, Oscar ödüllü iki yapımcı Brian Grazer ile Ron Howard’ın dikkatini çekmişti. Ortak sahibi oldukları Imagine Entertainment yapım şirketi bünyesinde bugüne kadar “American Gangster”, “A Beatiful Mind”, “Cinderella Man”, “Friday Night Lights” ve “Apollo 13” gibi birbirinden başarılı gerçek yaşam öykülerini beyazperdeye taşıyan Brian Grazer ile Ron Howard, kaybolan oğlunu bulmak için kamu otoritelerine kafa tutan annenin öyküsüne sıcak bakıyorlardı.
“Gerçek öyküden yola çıkarak film yapmanın heyecan dolu yönleri vardır” diyor Brian Grazer, “Ele alınan konu hoşuma gitti. Özellikle de bu olayı çevreleyen kültürel yapıyı büyüleyici ve dehşet verici buldum. Ancak beni kesinlikle cezbetti. Bu öyküye yön veren gerçek olguların duygusal derinliği olduğunu düşünerek projeye imzamı atmaya karar verdim.”
Gerçek olgulardan yola çıkan böyle materyaller konusunda yönetmen / yapımcı Clint Eastwood’un da aynı hassasiyete sahip olduğunu bilen Grazer ile Howard, opsiyonladıkları senaryo üzerinde tartışmak üzere onu aradılar. “Berlin’e yaptığım yolculuk sırasında senaryoyu yanıma aldım. Uçakta geri dönerken okudum ve çok hoşuma gitti. Kısa sürede Brian ile Ron’u arayıp, ‘Evet bu filmi yapalım’ dedim. Onlar da, ‘Senaryoyu Angelina Jolie de beğendi ve yapmak istiyor’ şeklinde cevap verdiler. Bu çok harikaydı. Angelina’nın çalışmalarını çok seviyordum. Herşey bu kadar çabuk oldu” diyor Eastwood…
Clint Eastwood’un yıllardır birlikte çalıştığı prodüksiyon partneri Rob Lorenz de senaryoyu beğenenler arasındaydı. “Senaryonun 15 sayfasını okuduktan sonra sayfaları geriye çevirip acaba gerçekten bu yaşanmış bir öykü mü diye bakmak üzereyken ilginç bir durumla karşılaştım. Straczynski senaryoyu sunarken gerçekten zekice bir iş yaparak her 15-20 sayfada bir araya haber kupürlerinin fotokopilerini yerleştirmiş. Böylece herşeyin gerçek olduğunu sürekli hatırlıyorsunuz. Ancak bence asıl büyüleyici olan yanı, daha önce böyle bir öykünün hiç anlatılmamış olmasıydı.”
Imagine Entertainment’ın ortakları Brian Grazer ve Ron Howard ile derhal bağlantı kuran Clint Eastwood ile Rob Lorenz, inanılmaz olaylar serisinden ilgi çekici bir film yapmak için hazırlıklara başladılar. Bu noktada gündeme Oscar ödüllü Angelina Jolie’nin ismi geldi. Hayatının en büyük misyonu oğlunu bulmak olan bekar anne Christine Rollins rolünde oynaması neredeyse kesinleşmek üzereydi.
Ortada ilgi çekici bir öykü ve yüksek kalibreli film ekibi vardı ama Angelina Jolie herşeye rağmen oğlu kaçırılan anne rolünü üstlenmekte biraz tereddüt ediyordu. Aslında kararsızlığının anlaşılabilir bir sebebi vardı. Daha kısa süre önce yine gerçek bir olaydan yola çıkılan “A Mighty Heart” adlı filmde kamera karşısına geçmiş ve orada da kaçırıldıktan sonra idam edilen gazeteci Daniel Pearl’in eşi Mariane Pearl’in yürek burkan portresini çizmişti. Üstüste iki kez acılı rolde oynamak istemiyordu ama senaryoyu okuyup seçenekleri keşfetmeye istekli gözüküyordu.
Straczynski’nin getirdiği yorumu görünce fikrinin değiştiğini kaydeden Angelina Jolie, senaryoyla ve üstlendiği karakterle ilgili olarak şu yorumu yapıyor:
“Olağanüstü bir öyküydü. Okurken elimden bırakamadım. Christine Collins’in karşısına çıkan engelleri gördükçe, ‘Nolur vazgeçme, devam et’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bence Christine Collins takdir edilmesi gereken bir kadındır. Ancak oyuncu olarak bakınca böyle bir öyküde oynamak istemediğimi hissettim. Çocuğu kaçırılmış bir kadını konu alan bir filmde oynamak istemiyordum. Böyle bir rolün kendi çevremdeki dünyama bazı etkiler getirebileceğini düşündüm. Ancak Christine’in yüzyüze geldiği engeller karşısında gösterdiği direnç çok hoşuma gitti. Özellikle de iktidardakilerin yozlaşmasını sergilemesi nedeniyle bu öyküye bağlandığımı hissettim. Bence günümüz için de geçerli bir konuydu.”
Polisler, Rahipler ve Seri Katiller
Yönetmen, yapımcı ve baş aktörün kesinleşmesinin ardından yeni bir aşamaya geçen Clint Eastwood ve diğer film yapımcıları, Christine Collins’in yaşadığı 1920’li ve 1930’lar dünyasında çevresini saran kadın ve erkek karakterleri oynayacak oyuncu arayışına giriştiler. Christine Collins’in verdiği büyük mücadelede yoluna çıkan engeller kadar destekçileri de vardı. Bu roller için deneyimli oyuncularla bağlantı kuruldu.
Christine’e en büyük desteği veren Rahip Briegleb’in en önemli özelliği, kendisini kent yönetimindeki, hatta film endüstrisindeki yozlaşmaya karşı konumlandıran korkusuz bir aktivist olmasıydı. Kentin politik mekanizması konusunda derin bilgi sahibi olduğu için Christine’e önemli yardımlarda bulunan bu karakterin portresini ünlü aktör John Malkovich çizdi.
Christine Collins rolünde oynayan Angelina Jolie, üstlendiği karakter üzerinde Rahip Briegleb’in etkisi konusunda şu yorumu yapıyor:
“İkisi arasında harika bir dostluk vardır. Rahip Briegleb’in genç kadına sürekli yardım ettiğini, ona birşeyler öğretmeye çalıştığını görürüz. Christine’in dik durma çabasına destek olur. Örneğin filmin bir sahnesinde onu karşısına alıp, ‘Sen deli değilsin ve bu insanlar iyi insanlar değil… Onların otorite olması, saygı göstermen gerektiği anlamına gelmez. Onları sorgulamasın’ dediğini duyarız. Kısacası genç kadının kendi sesini bulması için her türlü desteği yapar.”
Rahip Briegleb rolünü üstlenen John Malkovich’in yorumu ise şöyle: “Tam bir aktivist olan Rahip Briegleb için bugünün çağdaş adalet şovalyesi diyebiliriz. Adaletsiz davranan makamlara karşı baskılı mücadelesini medya üzerinden yürütür. Kendine ait bir radyo programı vardır. Konuşmalarını radyodan yapar ve vaazlarını da oradan verir. Los Angeles Polis Departmanı üzerine sürekli spot ışığı tutar gibidir. Polislerin hatalı uygulamalarını radyodan eleştirir.”
John Malkovich sözlerini şöyle sürdürüyor: “1920’li yıllarda Los Angeles Polis Departmanı tam bir yozlaşma yaşıyordu. Şiddet ve rüşvet her yerdeydi. Rahip Briegleb böyle bir ortamda adaletin peşinde koşan bir adamdı. Böyle yapmakla popülerliğini kaybediyor ve tehlikeli hale geliyordu ama yine de adalet arayışına hız kesmeden devam ediyordu. Kimbilir belki de polislerin Walter davasına hızlı çözüm bulma telaşı biraz da Briegleb’in yaptığı muhalefetten kaynaklanıyordu. Çocuğunu arayan anneye yanlış çocuk verdiklerini bile bile böyle bir yola başvurmalarının temelinde ‘İşte çabuk çözdük’ telaşı vardı.”
Geoff Pierson’un portresini çizdiği efsanevi savunma avukatı S.S. Hahn, Collin davasını üstlenmek suretiyle gelecekte “12. Madde” yaptırımlarını tersine çevirecek sürecin tohumlarını atmıştı. Los Angeles’ın öndegelen ailelerinden birisinin oğlu olan S.S. Kahn’ın bıraktığı politik miras bugüne kadar uzandı. Hahn ailesinin 20’li yıllar sonrasındaki kuşakları arasında eski L.A. County Danışmanı Kenneth Hahn ile günümüz belediye başkanlarından James Hahn yer aldı.
Kendisinin olmayan bir çocuğu kabullenmesi için baskı yapan Los Angeles Polis Departmanı’na bağlı Polis Yüzbaşı J.J. Jones rolünde Jeffrey Donovan kamera karşısına geçti. Deneyimli aktörün oynadığı karakterle ilgili gözlemleri şöyle:
“Gerçekten yaşamış bir insana dayalı bir karakteri oynama fırsatı karşısında büyülendim. Ancak beni asıl büyüleyen şey, Yüzbaşı Jones’un sahip olduğu geniş yetkilerdi. Christine’e yaptığı kötülüğün boyutlarına akıl sır erdiremedim. Christine’i akıl hastanesine attırmaya kalkıştığı sahne hakkında Angelina Jolie ile konuştum. Bunların hepsi kamu kayıtlarında vardı. Bir insanın başka bir insanı herhangi bir suç bile isnat etmeden akıl hastanesine gönderebilecek yetkilerle donatılmasına inanamıyorum. Herşey Yüzbaşı Jones’un parmaklarının ucundaydı ve istediği herşeyi yapabiliyordu.”
Walter Collins’in ortadan kaybolması konusu çözümsüz kaldığı halde bu davaya paralel giden bir başka soruşturma gündeme geldi. Gordon Stewart Northcott adlı karizmatik çocuk katilinin karmaşık hikayesi, Northcott ile Christine Collins arasındaki psikolojik kedi-fare oyununun yıllarca sürmesine yol açtı.
1928 yılında Gordon Northcott’un (Jason Butler Harner) 15 yaşındaki yeğeni Sanford Clark, polisi amcasının Kaliforniya’daki tavuk çiftliğine yönlendirmişti. Dedektif Lester Ybarra (Michael Kelly) yönetiminde çiftliğe giden polis memurları, orada baltayla öldürüldükten sonra gömülen çocuk cesetleri ortaya çıkarttılar. Sanford orada öldürülen çocuklardan birisinin de küçük Walter olduğuna yemin ediyordu ama gerçek bugüne kadar sis perdesi ardında kaldı.
Northcott’un “cinayet çiftliği”nde yaşananlarla ilgili olarak sonradan yapılan soruşturmada düzinelerce küçük çocuğun esrarengiz şekilde ortadan kayboluşuyla ilgili sırlar kısmen çözülmüş oldu. 24 yaşındaki Northcott’un annesi Sarah ile birlikte hareket ederek çocukları kaçırdığı, işkence ettikten sonra öldürdüğü ortaya çıktı. Suçlamaları kabul eden seri katil bir süre sonra dört çocuğu öldürmek suçuyla hapse atıldı ama gerçek sayının daha fazla olduğu tahmin edildi. Narsist yapısı olan Gordon Northcott mahkeme boyunca küçük Walter’ın kaderiyle ilgili olarak çelişkili beyanlarda bulunarak kafaları karıştırdı. Bir süre sonra da Kaliforniya eyaleti yasalarına göre idam edildi. Annesine de San Quentin Hapishanesinde ömür boyu hapis cezası verildi.
Gordon Northcott rolünde kamera karşısına geçen Jason Butler Harner, psikopat ruhlu bir çocuk katilini oynamanın zorluğuna rağmen teklifi kabul ettiğini belirterek rolüyle ilgili şu yorumu yapıyor:
“Gordon mahkeme salonunda Christine’i ilk gördüğü andan itibaren onunla kedi-fare oyunu oynamaya başlar. Christine’i görüp tanıdığı anda sanki onu önceden tanıyormuş gibi davranır. Çünkü genç kadını gazete manşetlerinde görmüştür. Kendisi de gazete manşetlerinde olduğu için Christine onun gözünde ruh ikizi gibidir. Daha doğrusu Gordon Northcott’un algılaması böyledir.”
1920’lerin Los Angeles’ını Yeniden Yaratmak: Mekanlar ve Tasarım
Oyuncu kadrosunun tamamlanmasının ardından yönetmen ve yapımcıları başka bir zorluk bekliyordu: Los Angeles şehrini bundan 80 yıl önceki haliyle yeniden hayal ederek yaratmak…
Yönetmenlik kariyerinde 30’dan fazla film olan Clint Eastwood’un çalışma tarzının en önemli özelliği, çekim konusunda ustalaşırken oyunculuktan gelme bir yönetmen olmasının avantajını kullanmasıydı. Aktörlerin yönetmenden ne istediğini bildiği için tercihlerini aktör bazlı yapmasıyla tanınıyordu. Sonuçta “Changeling”in çekim süreci, oyuncu kadrosunun memnun kaldığı bir süreç oldu.
“Bir yönetmen olarak yaptığım herşeyde bir aktörün tercihlerini baz alırım. Bu yıllar süren bir öğrenme sürecidir. Bir çekimi önceden ne kadar planlarsanız planlayın, ortaya çıkacak ürünün ne olacağını tam olarak bilemezsiniz. Ya sizi memnun edecek, ya da yerin dibine batıracaktır. Bu nedenle kamera arkası çalışmasının daima belli bir heyecanı vardır” diyor Clint Eastwood…
Mekanlar
Küçük Walter’in ortadan kaybolduğu sahneden başlayarak Christine’in sisteme karşı verdiği savaşa kadar her sahnede Los Angeles şehri başlıbaşına bir arka plan işlevi gördü. Christine’in işe gitmek üzere ayrıldığı orta karar varoş evindeki mutlu aile görüntüsünden itibaren yüzlerce göstericinin belediye binası önünde toplanarak gösteri yaptığı kalabalık sahneye kadar her sahnede Güney Kaliforniya’nın kendine özgü özelliklerinin ön plana çıkması gerekiyordu.
1920’li ve 1930’lu yıllarla ilgili mekanların benzerini yapabilmek için yoğun ve kapsamlı bir araştırma süreci başlatıldı. Yapılan ilk mekan taramalarında eski binaların artık yerinde olmadığı, eski caddelerin yerini süper otoyolların aldığı, çevresel ortamın değiştiği ortaya çıktı. Artık var olmayan mekanlar arasında Chinatown’ın doğusunda Collins ailesinin yaşadığı ev de yer alıyordu. Sözkonusu bölge, 80 yıl önce çekilmiş fotoğraflarla kıyaslandığında artık tanınmayacak durumdaydı.
Günümüzün modern Los Angeles’ında eski yılları görselleştirme görevini prodüksiyon tasarımcısı James Murakami ile mekan menejeri Patrick Mignano üstlendi. Daha önce “Letters from Iwo Jima” adlı filmde Clint Eastwood ve görüntü yönetmeni Stern ile birlikte çalışan Murakami, yönetmenin estetik anlayışını ve görüntü yönetmeninin stilini yakından biliyordu.
Murakami ve ekibinin önünde gerçek anlamda zorlu bir görev vardı. 1920’li yıllar Los Angeles’ını yeniden yaratırken özellikle San Dimas, San Bernadino ve Pasadena’daki artık kullanılmayan varoş mekanlarını keşfetmeleri gerekiyordu. Universal Stüdyoları bünyesinde inşa edilen Los Angeles Belediyesi setlerini tamamlayıcı nitelik taşıyan mekan çekimlerinde sanat departmanı önemli işlev gördü. Bu arada görsel efektler süpervizörü Michael Owens da devreye girerek bazı efekt zenginleştirmeleri yaptı. Şehrin o dönemdeki ufuk çizgisi ve kırmızı tramvaylar gibi arka plan görünümleri efektlerle yaratıldı.
Collins ailesinin 1920’li yıllarda yaşadığı evin iç ve dış mekan çekimleri, Los Angeles’ın 35 mil kadar doğusundaki San Dimas’a bağlı Olde Town bölgesinde gerçekleştirildi. Prodüksiyon tasarımcısı James Murakami bu konuda yapılan çalışmayı şu sözlerle tanımlıyor:
“San Dimas bölgesinde uygun mekanlar bulduğumuz için çok şanslıydık. Kasabanın o bölümünde çok az şey değişmişti. Çektiğimiz bazı ham görüntüleri izledikten sonra ne kadar güzel olduğunu anladık. Her şeyi mümkün olduğunca sade şekilde çekmeye çalıştık. Rahatlık sağlamak için renkleri bilerek yumuşattık. Set dekorasyonu departmanımız, tüm ayrıntılara büyük dikkat göstermek suretiyle her seti ve her mekanı kanlı canlı hale getirmeyi başardı.”
O dönemdeki Los Angeles şehrinde tramvay servisinin de büyük önemi vardı. Pasadena bölgesinden gelip şehri boydan boya geçerek Santa Monica plajına inen kırmızı renkli tramvaylar, bölgenin zengin tarihin parçası olduğu gibi filmin öykü akışı açısından da hayati önem taşıyordu. Filmde kullanılan kırmızı tramvaylar motor desteğiyle donatılarak çekimler sırasında Pasadena ve Los Angeles caddelerinde hareket etmesi sağlandı.
Los Angeles’ın yıllar içinde değişen görünümünden bahseden Clint Eastwood, eski günleri şu sözlerle anımsıyor: “Rob ve diğerlerinden yaşça büyük olduğum için avantajım var. Zamanla değişen birçok detayın eski halini anımsıyorum. 50’li yıllarda Los Angeles’a ilk geldiğim günlerde şehrin görünümü oldukça farklıydı. O günlerde her yerde kırmızı tramvaylar vardı. O dönem çok popülerdiler.”
Los Angeles’ın 75 mil kuzeyinde çekim yapan film ekipleri, bu bölgedeki küçük bir çiftlikte Northcott’un ürkütücü tavuk çiftliğiyle ilgili sahneleri gerçekleştirdiler. Tasarımın nasıl yapılacağı konusunda fikir sahibi olmak isteyen Murakami ve ekibi, gerçek cinayetlerin yaşandığı orijinal tavuk çiftliğine bir yolculuk yaptı.
Deneyimli tasarımcı bu geziyle ilgili izlenimlerini şu sözlerle dile getiriyor: “O çiftlikte bulunmak ürkütücü bir deneyim oldu. Ancak ekibimin topografik yapıyı ve yerleşim düzenini görerek olayı anlayabilmesi için gerekliydi. O dönemden kalan gazete haberi fotoğraflarını kullanarak çiftliği yeniden yarattık.”
SAHTEKAR - The Changeling Filminden Resimler Oyuncular: Angelina Jolie, John Malkovich, Jeffrey Donovan, Jason Butler Harner, Amy Ryan
Senaryo: J. Michael Straczynski
Yapımcılar: Clint Eastwood, Brian Grazer, Ron Howard, Robert Lorenz
Görüntü Yönetmeni: Tom Stern,
Prodüksiyon Tasarımı: James J. Murakami
Kostüm Tasarımı: Deborah Hopper,
Kurgu: Joel Cox, Gary Roach
Sanat Yönetmeni: Patrick M. Sullivan,
Özgün Müzik: Clint Eastwood
Imagine Entertainment – Universal Pictures / UIP Filmcilik
VİZYON TARİHİ
30.01.2009
PRODÜKSİYON NOTLARI:
Yönetmenliğini Clint Eastwood’un (Million Dollar Baby, Unforgiven, Letters from Iwo Jima) üstlendiği “Changeling”de esrarengiz şekilde ortadan kaybolan oğlunu bulmaya çalışırken Los Angeles şehrinin yozlaşmış kamu düzenini sonsuza kadar değiştiren bir annenin onurlu mücadelesi anlatılır. Başrollerinde Angelina Jolie (The Good Shepherd, A Mighty Heart, Girl Interrupted ile John Malkovich’in (Dangerous Liaisons, Beowulf, Burn After Reading) oynadığı filmde, teslim olmayı asla kabul etmeyen yapısıyla yozlaşmıy polis departmanını dize getirirken yasalar önünde kadınlarla erkeklere eşit haklar verilmesini sağlayan Christine Collins adlı annenin yetkililere karşı verdiği inanılmaz mücadeleye tanık olacağız.
Filmin Konusu
Los Angeles, Mart 1928: Genellikle çalışan sınıftan insanların oturduğu banliyö kesimlerinden birindeyiz. Telefon operatörü olarak çalışan ekar anne Christine Collins (Oscar ödüllü Angelina Jolie), güzel bir cumartesi sabahında işe gitmek üzere evden ayrılırken dokuz yaşındaki oğlu Walter ile vedalaşır. Akşam evine döndüğünde her ebeveynin en büyük kabusuyla yüzyüze gelir: Biricik oğlu ortadan kaybolmuştur.
Polis tarafından çok yoğun bir arama çalışması başlatılır. Ancak küçük Walter hiçbir iz bırakmadan ortadan yok olmuştur. Aradan beş ay geçtikten sonra polisten haber gelir. Christine’in oğlu olduğunu iddia eden bir çocuk bulunmuştur. İtibarını kurtarmak isteyen polis, anne ile oğlunun kavuşmasını medya önünde bir halkla ilişkiler etkinliği şeklinde organize etmek istemektedir. Yüzlerce polis, gazeteci, fotoğrafçı arasında adeta serseme dönen Christine, getirilen çocuğu evine almaya ikna olur. Ancak yüreğinin derinliğinde o çocuğun Walter olmadığını bilmektedir.
Konunun araştırılması için yetkilileri zorlayınca Los Angeles’ta o dönem geçerli olan yasakların, kadınların mevcut sisteme meydan okumasına izin vermediğini, kadınların kendi hikayelerini anlatamayacaklarını öğrenir. Çaresiz kalan Christine, aradığı desteği aktivist rahip Briegleb’de (John Malkovich) bulur. Rahip Briegleb oğlunu bulma mücadelesinde Christine’e yardımcı olacaktır.
Akıl sağlığını bile sorgulayan polise karşı direnirken peri masalı gibi mutlu sonlara susamış kamuoyu desteğini arkasına alan Christine aradığı cevapları bulmak için herşeyi yapmaya hazırdır. Aramasını sürdürürken yozlaşma sonucunda polis devletine dönüşen Los Angeles otoriteleri tarafından sistematik şekilde aşağılanan ve bir köşeye atılan yoksul insanların kahramanı haline gelir. Kadınlara eşit haklar verilmeyen bir dönemde tek bir kadının amansız mücadelesi oğlunu bulmadan sona ermeyecektir.
Universal Pictures’ın sunduğu “Changeling”in yönetmenliğini Clint Eastwood üstlendi. Senaryosunu J. Michael Straczynski’nin kaleme aldığı filmin yapımcılığını Imagine Entertainment’ın Oscar ödüllü ortakları Brian Grazer (American Gangster, Cinderella Man, A Beautiful Mind) ile Ron Howard’ın (Frost/Nixon, Cinderella Man) yanısıra Oscar adayı yapımcı Robert Lorenz gerçekleştirdi.
Kaybolan oğlunu bulabilmek için yasal sistem ile büyük mücadeleye girişen acılı anne Christine Collins rolünde Angelina Jolie’nin oynadığı filmde, ona yardımcı olan aktivist rahip Briegleb rolünde John Malkovich kamera karşısına geçti. İki ünlü oyuncuya şu oyuncular eşlik ettiler:
- Küçük Walter’ın bulunması görevine tayin edilinceye kadar Los Angeles Polis Departmanı’nın ön hazırlık soruşturması bölüm başkanlığını yapan Yüzbaşı J.J. Jones rolünde Jeffrey Donovan;
- Walter’ın ortadan kaybolmasıyla başka bir cinayet olayının bağlantısını keşfeden Dedektif Lester Ybarra rolünde Michael Kelly;
- Los Angeles Polis Departmanı’nın rüşvet işlerine bulaşmış bölümünün başkanı Polis Şefi James E. Davis rolünde Colm Feore;
- Walter’ın ortadan kaybolmasıyla ilgili ipuçlarına sahip olabileceği tahmin edilen seri katil Gordon Northcott rolünde Jason Butler Harner;
- Christine’in psikiyatri kliniğine kapatılması sırasında ona yardımcı olan kadın mahkum arkadaşı Carol Dexter rolünde Amy Ryan.
Bir Annenin Sevgisinden Miras Kalanlar: Christine Collins Anılıyor
Los Angeles’ın hızla geliştiği 20’li yıllarda kent tarihine damgasını vuran çok önemli yolsuzluk olayları ve cinayetler yaşandı. Bir kısmı örtbas edilen bu olaylar arasında Roscoe “Fatty” Arbuckle’ın tecavüze uğraması; 1921 yılında genç yıldız adayı Virginia Rappe’in öldürülmesi davası; 1926’da evangelist Aimee Semple McPherson’un kaçırılması olayı; 1947’de The Black Dahlia cinayeti başı çekiyordu. Ardarda patlak veren skandallar kentte huzursuzluk yaratırken politik yetkilileri de zora soktu.
Ancak çalışan sınıftan bir kadının, kaybolan oğlunu bulmak için verdiği büyük mücadele bugüne kadar çok az hatırlanmıştı. Christine Collins’in karşısına çıkan sayısız engele rağmen oğlunu bulma yolunda verdiği büyük mücadele, aradan 80 yıl geçtikten sonra Hollywood’un en ünlü film yapımcılarının gündemine geldi. Bunda eski bir gazetecinin Collins’in o günlerde verdiği hukuk savaşını 80 yıl sonra gün ışığına çıkartmasının büyük payı vardı.
Los Angeles Belediye Binası’nın yeraltındaki odalarında tozlu arşivler vardır. Kentte 100 yıldır olup biten bütün işlerin arşivi burada korunur. Bunlar arasında Christine Collins davasıyla ilgili binlerce sayfalık doküman önemli yer tutmaktadır. Belgelere bakıldığında Collins’in dokuz yaşındaki oğlu Walter’ın ortadan kaybolmasından itibaren gerçekleşen karmaşık dava süreciyle ilgili detaylar ve Los Angeles Polis Departmanının bu dava süresince uyguladığı yozlaşmış mekanizmaların izleri görülebilir.
Eski bir gazeteci olan senaryo yazarı J. Michael Straczynski, bundan birkaç yıl önce politik mekanizmayı yerin dibine geçiren işçi sınıfından bir kadının şaşırtıcı öyküsünü yazmıştı. Straczynski’nin yasısı başta Los Angeles Times, The Herald Examiner ve Time olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yayınlandı. Bu yazıyı yazarken Straczynski’nin elinde çok sayıda kaynak vardı ama en önemli kaynağına eski bir dostundan gelen telefon sayesinde ulaştı.
Gerisini Straczynski’nin kendisinden dinleyelim: “Belediyede çalışan bir arkadaşım beni arayarak eski belgeleri yakmaya başladıklarını, çöp yakma fırınına konulmadan önce bakmamı istediği bazı belgeler olduğunu söyledi. Hemen belediye binasına gittim. Christine Colins davasıyla ilgili olarak Belediye Meclisi’nin bazı eski belgeleri olduğunu gördüm. Tanıkların ifadelerini okumaya başladığımda, ‘Olmaz böyle şey… Ortada büyük bir hata var’ diye düşündüm. Ancak belgeler ateşe verilmeden önce okuduğum detaylar benim için yeterliydi.”
Los Angeles’ta 1928 yılında despotik bir politik yapılanma sözkonusuydu. Kenti pençesine alan bu yapılanmanın başını Belediye Başkanı George E. Cryer ile “İki Silahlı” lakabıyla tanınan Polis Şefi James E. Davis çekiyordu. Davis’in lakabı fotoğrafçılara adeta bir silahşör gibi iki silahla poz vermesinden geliyordu. Bu ikilinin yönetimi tüm kentin terörize edilmesi için yeterliydi.
Ancak kentteki despatik kanunlar, Los Angeles’ın banliyölerinden birisinde yaşayan Christine Collins adlı bir bekar annenin dokuz yaşındaki oğlunun kaybolmasıyla birlikte çözülmeye başladı. Aylarca süren arama çalışması sonuçsuz kaldı. Polis hiçbir kanıt bulamayınca itibarı iyice sarsıldı. Kaçırma olayına ilişkin sağlam bir kanıt bulunması yönünde kamuoyunun baskısı giderek artıyordu.
Sonunda Illionis eyaletine bağlı DeKalb şehrinde Walter olduğu iddia edilen bir çocuk ortaya çıkınca herkes derin bir soluk aldı. Mektuplar ve fotoğraflar gitti geldi. Yetkililer kayıp çocuk davasının artık çözümlendiğine inanıyordu. Collins çocuğu eve getirmek için gereken parayı zar zor buldu. Hemen harekete geçen Los Angeles Polis Departmanı, endişeli anne ile bulunan çocuğunun kavuşmasının gazeteler tarafından görüntülenmesi için kamuya açık bir organizasyon düzenledi.
Polis Departmanı yetkilileri bu kavuşma sahnesi aracılığıyla son dönemde polis üzerinde yoğunlaşan kara bulutları ve baskıları dağıtmayı umuyordu. Kentte ardarda patlak veren rüşvet skandalları sonucunda polisin kaybolan itibarı böylelikle yeniden yükseltilecekti.
Yalnız bir problem vardı: Christine’in oğlu olduğu iddiasıyla eve getirilen çocuk Walter değildi.
Collins daha ilk andan itibaren bu çocuğun kendi çocuğu olmadığına dair bildirimde bulunmaya başladı. Ancak genç kadının ısrarlı dilekçeleri her defasında Yüzbaşı J.J. Jones tarafından geri çevrildi. Kent Konseyi kayıtlarında da görüldüğü gibi en azından birkaç hafta süreyle o çocukla beraber yaşamayı denemesi isteniyordu. Kafası karışan Christine Collins bunu kabul etti.
Böylece dava kapandı.
Aradan üç hafta geçtikten sonra “Walter”ı belediyeye geri getiren Christine Collins, kim ne derse desin bu çocuğun kendi çocuğu olmadığında ısrarlı davranmaya başladı. Attığı adımların hiç kimse tarafından sorgulanmasına alışkın olmayan Yüzbaşı Jones, özellikle bir kadının direnişiyle karşılaşmaktan hiç hoşlanmamıştı. Yanlış çocuğu getirdiklerini kabul etmeye niyeti yoktu. Polis Şefi Davis’in de katı desteğini arkasına alınca Christine Collins’i harcamaya karar verdi ve üzüntülü anneyi akıl hastanesine kapattırdı. Collins o andan itibaren beş gün boyunca psikiyatri servisinde beş korkutucu gün yaşamak zorunda kaldı. Bu uygulama ceza kanununun 12. maddesine dayandırılarak yapılmıştı. Özellikle kadınlar için uygulanan bu maddeye göre, topluma uyumsuz olduğu görülenler herhangi bir yasal süreç gerekmeden hapishaneye atılabiliyor veya yerel psikiyatri servislerine gönderilebiliyordu.
Walter olduğu iddiasıyla getirilen çocuk ise aslında gerçek adı Arthur Hutchens olan 12 yaşında bir çocuktu. Favori film yıldızı Tom Mix ile tanışma umuduyla Hollywood’a gitme hayalleriyle evinden kaçmıştı. Illionis’teki bir yol üstü kafe’sinde çocuğu gören polisler, Los Angeles’te kaybolan çocukla şaşırtıcı benzerliğini fark edince haince bir plan düzenlemeye karar verdiler. Los Angeles’a otobüs bileti parasının Christine Collins tarafından ödeneceğini, orada bir evi ve odası olacağını duyan çocuk, polisin düşündüğü bu plana katılmayı kabul etti. Ancak bu kararı verirken attığı adım sayesinde Los Angeles sakinlerinin güvenlik ve düzen anlayışını sonsuza kadar değiştirecek bir olaylar zincirinin startını vermek üzere olduğunu bilemezdi.
Straczynski için bu dava ilk bakışta son derece şaşırtıcıydı. Davanın detaylarını daha çok irdeleyince giderek ilginç bir olay haline geldi. Bir yıl boyunca konuyu derinlemesine araştırdı. Christine Collins’in kaybolan çocuğunu çevreleyen esrar perdesini kaldırmak için verdiği yedi yıllık mücadeleyle ilgili detayları tek tek kazıyarak bulmaya çalıştı.
Straczynski’nin ulaştığı veriler çok daha rahatsız edici gerçekleri göz önüne seriyordu. Christine Collins’in kaybolan çocuğuyla ilgili tozlu arşiv dosyalarının arka planında paralel bir dava daha vardı. Bu da Gordon Northcott adlı bir çocuk katilinin örtbas edilmiş faaliyetleriyle ilgiliydi. Küçük Walter Collins’i öldürdüğünü önce kabul etmiş, sonra inkar etmişti. Ayrıca o dönemde görev yapan Los Angeles polis yetkililerinin orantısız şiddet ve güç kullanımıyla ilgili veriler de karşısına çıkmıştı.
1935 yılında dünyaya veda eden Christine Collins, oğlunun başına ne geldiğini bilemeden öldü. Ondan geriye kalan mirasın ne kadar güçlü olduğunu Straczynski şu sözlerle yorumluyor:
“Christine Collins’in oğlunun başına tam olarak ne olduğunu bulma tutkusu çok güçlüydü. Başına her ne gelirse gelsin bu tutkusundan asla vazgeçmedi. Oğlunun başına geleni bulabilmek için verdiği mücadeleyi hiç bırakmadı. Başka birisi olsaydı bunca zorluk karşısında yılarak geri çekilebilirdi ama o mücadelesini asla durdurmadı. Collins’in verdiği savaşım sayesinde eyaletin yasal sisteminde iyileşme sağlandı ki, en çok da bu nedenle filmi ona ithaf etmek istedim.”
Straczynski sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu senaryoyu yazarken çok sade ve basit bir amacım vardı: Christine Collins’in yaptığı işi onore etmek… Yaşadığı olayları olabildiğince dürüst şekilde anlatmak istedim. İnancını asla kaybetmeyerek oğlunu aramaya devam etmesini onurlandırmayı hedefledim. Karşısına çıkan her yetkiliye tek soru soruyordu: ‘Oğlum nerede?’ İşte bu soru Los Angeles kentinin yapısını alt üst etmeye yetti. Mücadelesi sonucunda oğlunu bulamadı ama kente daha dürüst, daha çağdaş bir yasal düzenin hakim olmasını sağladı.”
PRODÜKSİYON HAKKINDA
Eastwood, Imagine ve Jolie işbirliği: “Changeling”e yeşil ışık yakılıyor
Senaryosunu tamamlayan Straczynski’nin bundan sonraki ilk adımı, projeyi hayata geçirecek film yapımcılarını bulmak oldu. Ayrıca Christine Collins’in onurlu mücadelesini taçlandıracak kadın oyuncuyu bulmak da aynı derecede önem taşıyordu. Aradığı herşeyi Clint Eastwood – Imagine Entertainment – Angelina Jolie üçlüsünde bulduğunda ondan mutlusu yoktu. Daha önceki senaryo çalışmalarının büyük bölümü televizyon için yapılmış bilimkurgular şeklinde filme çekilen Straczynski için bu çok büyük bir gurur dakikasıydı. “Changeling” onun uzun metrajlı ilk film senaryosu olacaktı.
Christine Collins’in gerçek olgulara dayalı şok edici öyküsü, Oscar ödüllü iki yapımcı Brian Grazer ile Ron Howard’ın dikkatini çekmişti. Ortak sahibi oldukları Imagine Entertainment yapım şirketi bünyesinde bugüne kadar “American Gangster”, “A Beatiful Mind”, “Cinderella Man”, “Friday Night Lights” ve “Apollo 13” gibi birbirinden başarılı gerçek yaşam öykülerini beyazperdeye taşıyan Brian Grazer ile Ron Howard, kaybolan oğlunu bulmak için kamu otoritelerine kafa tutan annenin öyküsüne sıcak bakıyorlardı.
“Gerçek öyküden yola çıkarak film yapmanın heyecan dolu yönleri vardır” diyor Brian Grazer, “Ele alınan konu hoşuma gitti. Özellikle de bu olayı çevreleyen kültürel yapıyı büyüleyici ve dehşet verici buldum. Ancak beni kesinlikle cezbetti. Bu öyküye yön veren gerçek olguların duygusal derinliği olduğunu düşünerek projeye imzamı atmaya karar verdim.”
Gerçek olgulardan yola çıkan böyle materyaller konusunda yönetmen / yapımcı Clint Eastwood’un da aynı hassasiyete sahip olduğunu bilen Grazer ile Howard, opsiyonladıkları senaryo üzerinde tartışmak üzere onu aradılar. “Berlin’e yaptığım yolculuk sırasında senaryoyu yanıma aldım. Uçakta geri dönerken okudum ve çok hoşuma gitti. Kısa sürede Brian ile Ron’u arayıp, ‘Evet bu filmi yapalım’ dedim. Onlar da, ‘Senaryoyu Angelina Jolie de beğendi ve yapmak istiyor’ şeklinde cevap verdiler. Bu çok harikaydı. Angelina’nın çalışmalarını çok seviyordum. Herşey bu kadar çabuk oldu” diyor Eastwood…
Clint Eastwood’un yıllardır birlikte çalıştığı prodüksiyon partneri Rob Lorenz de senaryoyu beğenenler arasındaydı. “Senaryonun 15 sayfasını okuduktan sonra sayfaları geriye çevirip acaba gerçekten bu yaşanmış bir öykü mü diye bakmak üzereyken ilginç bir durumla karşılaştım. Straczynski senaryoyu sunarken gerçekten zekice bir iş yaparak her 15-20 sayfada bir araya haber kupürlerinin fotokopilerini yerleştirmiş. Böylece herşeyin gerçek olduğunu sürekli hatırlıyorsunuz. Ancak bence asıl büyüleyici olan yanı, daha önce böyle bir öykünün hiç anlatılmamış olmasıydı.”
Imagine Entertainment’ın ortakları Brian Grazer ve Ron Howard ile derhal bağlantı kuran Clint Eastwood ile Rob Lorenz, inanılmaz olaylar serisinden ilgi çekici bir film yapmak için hazırlıklara başladılar. Bu noktada gündeme Oscar ödüllü Angelina Jolie’nin ismi geldi. Hayatının en büyük misyonu oğlunu bulmak olan bekar anne Christine Rollins rolünde oynaması neredeyse kesinleşmek üzereydi.
Ortada ilgi çekici bir öykü ve yüksek kalibreli film ekibi vardı ama Angelina Jolie herşeye rağmen oğlu kaçırılan anne rolünü üstlenmekte biraz tereddüt ediyordu. Aslında kararsızlığının anlaşılabilir bir sebebi vardı. Daha kısa süre önce yine gerçek bir olaydan yola çıkılan “A Mighty Heart” adlı filmde kamera karşısına geçmiş ve orada da kaçırıldıktan sonra idam edilen gazeteci Daniel Pearl’in eşi Mariane Pearl’in yürek burkan portresini çizmişti. Üstüste iki kez acılı rolde oynamak istemiyordu ama senaryoyu okuyup seçenekleri keşfetmeye istekli gözüküyordu.
Straczynski’nin getirdiği yorumu görünce fikrinin değiştiğini kaydeden Angelina Jolie, senaryoyla ve üstlendiği karakterle ilgili olarak şu yorumu yapıyor:
“Olağanüstü bir öyküydü. Okurken elimden bırakamadım. Christine Collins’in karşısına çıkan engelleri gördükçe, ‘Nolur vazgeçme, devam et’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bence Christine Collins takdir edilmesi gereken bir kadındır. Ancak oyuncu olarak bakınca böyle bir öyküde oynamak istemediğimi hissettim. Çocuğu kaçırılmış bir kadını konu alan bir filmde oynamak istemiyordum. Böyle bir rolün kendi çevremdeki dünyama bazı etkiler getirebileceğini düşündüm. Ancak Christine’in yüzyüze geldiği engeller karşısında gösterdiği direnç çok hoşuma gitti. Özellikle de iktidardakilerin yozlaşmasını sergilemesi nedeniyle bu öyküye bağlandığımı hissettim. Bence günümüz için de geçerli bir konuydu.”
Polisler, Rahipler ve Seri Katiller
Yönetmen, yapımcı ve baş aktörün kesinleşmesinin ardından yeni bir aşamaya geçen Clint Eastwood ve diğer film yapımcıları, Christine Collins’in yaşadığı 1920’li ve 1930’lar dünyasında çevresini saran kadın ve erkek karakterleri oynayacak oyuncu arayışına giriştiler. Christine Collins’in verdiği büyük mücadelede yoluna çıkan engeller kadar destekçileri de vardı. Bu roller için deneyimli oyuncularla bağlantı kuruldu.
Christine’e en büyük desteği veren Rahip Briegleb’in en önemli özelliği, kendisini kent yönetimindeki, hatta film endüstrisindeki yozlaşmaya karşı konumlandıran korkusuz bir aktivist olmasıydı. Kentin politik mekanizması konusunda derin bilgi sahibi olduğu için Christine’e önemli yardımlarda bulunan bu karakterin portresini ünlü aktör John Malkovich çizdi.
Christine Collins rolünde oynayan Angelina Jolie, üstlendiği karakter üzerinde Rahip Briegleb’in etkisi konusunda şu yorumu yapıyor:
“İkisi arasında harika bir dostluk vardır. Rahip Briegleb’in genç kadına sürekli yardım ettiğini, ona birşeyler öğretmeye çalıştığını görürüz. Christine’in dik durma çabasına destek olur. Örneğin filmin bir sahnesinde onu karşısına alıp, ‘Sen deli değilsin ve bu insanlar iyi insanlar değil… Onların otorite olması, saygı göstermen gerektiği anlamına gelmez. Onları sorgulamasın’ dediğini duyarız. Kısacası genç kadının kendi sesini bulması için her türlü desteği yapar.”
Rahip Briegleb rolünü üstlenen John Malkovich’in yorumu ise şöyle: “Tam bir aktivist olan Rahip Briegleb için bugünün çağdaş adalet şovalyesi diyebiliriz. Adaletsiz davranan makamlara karşı baskılı mücadelesini medya üzerinden yürütür. Kendine ait bir radyo programı vardır. Konuşmalarını radyodan yapar ve vaazlarını da oradan verir. Los Angeles Polis Departmanı üzerine sürekli spot ışığı tutar gibidir. Polislerin hatalı uygulamalarını radyodan eleştirir.”
John Malkovich sözlerini şöyle sürdürüyor: “1920’li yıllarda Los Angeles Polis Departmanı tam bir yozlaşma yaşıyordu. Şiddet ve rüşvet her yerdeydi. Rahip Briegleb böyle bir ortamda adaletin peşinde koşan bir adamdı. Böyle yapmakla popülerliğini kaybediyor ve tehlikeli hale geliyordu ama yine de adalet arayışına hız kesmeden devam ediyordu. Kimbilir belki de polislerin Walter davasına hızlı çözüm bulma telaşı biraz da Briegleb’in yaptığı muhalefetten kaynaklanıyordu. Çocuğunu arayan anneye yanlış çocuk verdiklerini bile bile böyle bir yola başvurmalarının temelinde ‘İşte çabuk çözdük’ telaşı vardı.”
Geoff Pierson’un portresini çizdiği efsanevi savunma avukatı S.S. Hahn, Collin davasını üstlenmek suretiyle gelecekte “12. Madde” yaptırımlarını tersine çevirecek sürecin tohumlarını atmıştı. Los Angeles’ın öndegelen ailelerinden birisinin oğlu olan S.S. Kahn’ın bıraktığı politik miras bugüne kadar uzandı. Hahn ailesinin 20’li yıllar sonrasındaki kuşakları arasında eski L.A. County Danışmanı Kenneth Hahn ile günümüz belediye başkanlarından James Hahn yer aldı.
Kendisinin olmayan bir çocuğu kabullenmesi için baskı yapan Los Angeles Polis Departmanı’na bağlı Polis Yüzbaşı J.J. Jones rolünde Jeffrey Donovan kamera karşısına geçti. Deneyimli aktörün oynadığı karakterle ilgili gözlemleri şöyle:
“Gerçekten yaşamış bir insana dayalı bir karakteri oynama fırsatı karşısında büyülendim. Ancak beni asıl büyüleyen şey, Yüzbaşı Jones’un sahip olduğu geniş yetkilerdi. Christine’e yaptığı kötülüğün boyutlarına akıl sır erdiremedim. Christine’i akıl hastanesine attırmaya kalkıştığı sahne hakkında Angelina Jolie ile konuştum. Bunların hepsi kamu kayıtlarında vardı. Bir insanın başka bir insanı herhangi bir suç bile isnat etmeden akıl hastanesine gönderebilecek yetkilerle donatılmasına inanamıyorum. Herşey Yüzbaşı Jones’un parmaklarının ucundaydı ve istediği herşeyi yapabiliyordu.”
Walter Collins’in ortadan kaybolması konusu çözümsüz kaldığı halde bu davaya paralel giden bir başka soruşturma gündeme geldi. Gordon Stewart Northcott adlı karizmatik çocuk katilinin karmaşık hikayesi, Northcott ile Christine Collins arasındaki psikolojik kedi-fare oyununun yıllarca sürmesine yol açtı.
1928 yılında Gordon Northcott’un (Jason Butler Harner) 15 yaşındaki yeğeni Sanford Clark, polisi amcasının Kaliforniya’daki tavuk çiftliğine yönlendirmişti. Dedektif Lester Ybarra (Michael Kelly) yönetiminde çiftliğe giden polis memurları, orada baltayla öldürüldükten sonra gömülen çocuk cesetleri ortaya çıkarttılar. Sanford orada öldürülen çocuklardan birisinin de küçük Walter olduğuna yemin ediyordu ama gerçek bugüne kadar sis perdesi ardında kaldı.
Northcott’un “cinayet çiftliği”nde yaşananlarla ilgili olarak sonradan yapılan soruşturmada düzinelerce küçük çocuğun esrarengiz şekilde ortadan kayboluşuyla ilgili sırlar kısmen çözülmüş oldu. 24 yaşındaki Northcott’un annesi Sarah ile birlikte hareket ederek çocukları kaçırdığı, işkence ettikten sonra öldürdüğü ortaya çıktı. Suçlamaları kabul eden seri katil bir süre sonra dört çocuğu öldürmek suçuyla hapse atıldı ama gerçek sayının daha fazla olduğu tahmin edildi. Narsist yapısı olan Gordon Northcott mahkeme boyunca küçük Walter’ın kaderiyle ilgili olarak çelişkili beyanlarda bulunarak kafaları karıştırdı. Bir süre sonra da Kaliforniya eyaleti yasalarına göre idam edildi. Annesine de San Quentin Hapishanesinde ömür boyu hapis cezası verildi.
Gordon Northcott rolünde kamera karşısına geçen Jason Butler Harner, psikopat ruhlu bir çocuk katilini oynamanın zorluğuna rağmen teklifi kabul ettiğini belirterek rolüyle ilgili şu yorumu yapıyor:
“Gordon mahkeme salonunda Christine’i ilk gördüğü andan itibaren onunla kedi-fare oyunu oynamaya başlar. Christine’i görüp tanıdığı anda sanki onu önceden tanıyormuş gibi davranır. Çünkü genç kadını gazete manşetlerinde görmüştür. Kendisi de gazete manşetlerinde olduğu için Christine onun gözünde ruh ikizi gibidir. Daha doğrusu Gordon Northcott’un algılaması böyledir.”
1920’lerin Los Angeles’ını Yeniden Yaratmak: Mekanlar ve Tasarım
Oyuncu kadrosunun tamamlanmasının ardından yönetmen ve yapımcıları başka bir zorluk bekliyordu: Los Angeles şehrini bundan 80 yıl önceki haliyle yeniden hayal ederek yaratmak…
Yönetmenlik kariyerinde 30’dan fazla film olan Clint Eastwood’un çalışma tarzının en önemli özelliği, çekim konusunda ustalaşırken oyunculuktan gelme bir yönetmen olmasının avantajını kullanmasıydı. Aktörlerin yönetmenden ne istediğini bildiği için tercihlerini aktör bazlı yapmasıyla tanınıyordu. Sonuçta “Changeling”in çekim süreci, oyuncu kadrosunun memnun kaldığı bir süreç oldu.
“Bir yönetmen olarak yaptığım herşeyde bir aktörün tercihlerini baz alırım. Bu yıllar süren bir öğrenme sürecidir. Bir çekimi önceden ne kadar planlarsanız planlayın, ortaya çıkacak ürünün ne olacağını tam olarak bilemezsiniz. Ya sizi memnun edecek, ya da yerin dibine batıracaktır. Bu nedenle kamera arkası çalışmasının daima belli bir heyecanı vardır” diyor Clint Eastwood…
Mekanlar
Küçük Walter’in ortadan kaybolduğu sahneden başlayarak Christine’in sisteme karşı verdiği savaşa kadar her sahnede Los Angeles şehri başlıbaşına bir arka plan işlevi gördü. Christine’in işe gitmek üzere ayrıldığı orta karar varoş evindeki mutlu aile görüntüsünden itibaren yüzlerce göstericinin belediye binası önünde toplanarak gösteri yaptığı kalabalık sahneye kadar her sahnede Güney Kaliforniya’nın kendine özgü özelliklerinin ön plana çıkması gerekiyordu.
1920’li ve 1930’lu yıllarla ilgili mekanların benzerini yapabilmek için yoğun ve kapsamlı bir araştırma süreci başlatıldı. Yapılan ilk mekan taramalarında eski binaların artık yerinde olmadığı, eski caddelerin yerini süper otoyolların aldığı, çevresel ortamın değiştiği ortaya çıktı. Artık var olmayan mekanlar arasında Chinatown’ın doğusunda Collins ailesinin yaşadığı ev de yer alıyordu. Sözkonusu bölge, 80 yıl önce çekilmiş fotoğraflarla kıyaslandığında artık tanınmayacak durumdaydı.
Günümüzün modern Los Angeles’ında eski yılları görselleştirme görevini prodüksiyon tasarımcısı James Murakami ile mekan menejeri Patrick Mignano üstlendi. Daha önce “Letters from Iwo Jima” adlı filmde Clint Eastwood ve görüntü yönetmeni Stern ile birlikte çalışan Murakami, yönetmenin estetik anlayışını ve görüntü yönetmeninin stilini yakından biliyordu.
Murakami ve ekibinin önünde gerçek anlamda zorlu bir görev vardı. 1920’li yıllar Los Angeles’ını yeniden yaratırken özellikle San Dimas, San Bernadino ve Pasadena’daki artık kullanılmayan varoş mekanlarını keşfetmeleri gerekiyordu. Universal Stüdyoları bünyesinde inşa edilen Los Angeles Belediyesi setlerini tamamlayıcı nitelik taşıyan mekan çekimlerinde sanat departmanı önemli işlev gördü. Bu arada görsel efektler süpervizörü Michael Owens da devreye girerek bazı efekt zenginleştirmeleri yaptı. Şehrin o dönemdeki ufuk çizgisi ve kırmızı tramvaylar gibi arka plan görünümleri efektlerle yaratıldı.
Collins ailesinin 1920’li yıllarda yaşadığı evin iç ve dış mekan çekimleri, Los Angeles’ın 35 mil kadar doğusundaki San Dimas’a bağlı Olde Town bölgesinde gerçekleştirildi. Prodüksiyon tasarımcısı James Murakami bu konuda yapılan çalışmayı şu sözlerle tanımlıyor:
“San Dimas bölgesinde uygun mekanlar bulduğumuz için çok şanslıydık. Kasabanın o bölümünde çok az şey değişmişti. Çektiğimiz bazı ham görüntüleri izledikten sonra ne kadar güzel olduğunu anladık. Her şeyi mümkün olduğunca sade şekilde çekmeye çalıştık. Rahatlık sağlamak için renkleri bilerek yumuşattık. Set dekorasyonu departmanımız, tüm ayrıntılara büyük dikkat göstermek suretiyle her seti ve her mekanı kanlı canlı hale getirmeyi başardı.”
O dönemdeki Los Angeles şehrinde tramvay servisinin de büyük önemi vardı. Pasadena bölgesinden gelip şehri boydan boya geçerek Santa Monica plajına inen kırmızı renkli tramvaylar, bölgenin zengin tarihin parçası olduğu gibi filmin öykü akışı açısından da hayati önem taşıyordu. Filmde kullanılan kırmızı tramvaylar motor desteğiyle donatılarak çekimler sırasında Pasadena ve Los Angeles caddelerinde hareket etmesi sağlandı.
Los Angeles’ın yıllar içinde değişen görünümünden bahseden Clint Eastwood, eski günleri şu sözlerle anımsıyor: “Rob ve diğerlerinden yaşça büyük olduğum için avantajım var. Zamanla değişen birçok detayın eski halini anımsıyorum. 50’li yıllarda Los Angeles’a ilk geldiğim günlerde şehrin görünümü oldukça farklıydı. O günlerde her yerde kırmızı tramvaylar vardı. O dönem çok popülerdiler.”
Los Angeles’ın 75 mil kuzeyinde çekim yapan film ekipleri, bu bölgedeki küçük bir çiftlikte Northcott’un ürkütücü tavuk çiftliğiyle ilgili sahneleri gerçekleştirdiler. Tasarımın nasıl yapılacağı konusunda fikir sahibi olmak isteyen Murakami ve ekibi, gerçek cinayetlerin yaşandığı orijinal tavuk çiftliğine bir yolculuk yaptı.
Deneyimli tasarımcı bu geziyle ilgili izlenimlerini şu sözlerle dile getiriyor: “O çiftlikte bulunmak ürkütücü bir deneyim oldu. Ancak ekibimin topografik yapıyı ve yerleşim düzenini görerek olayı anlayabilmesi için gerekliydi. O dönemden kalan gazete haberi fotoğraflarını kullanarak çiftliği yeniden yarattık.”