Züleyha'ca...

Aşk dedim düştüm yoluna…
Düştüm yalınayak aşkın yoluna...
Bir garip seyyahım şimdi alemde,
Fikrim sensin,maksudum sen,
Her dem zikrimde...
Bir "hû"sesi yükseldi göğe,
Bir "hû" sesi aşkın dilinden,
Bırakma beni ya hû
Aşksız bırakma!
Aşk diye diye geldim kapına…

Çöl rüzgarlarına bıraktı kendini…
Üzerinde boyunca uzanan düz beyaz bir elbise,bir beyaz örtü başında…
Öne eğikti başı,mahcuptu,yüzü yoktu kaldıracak.
Çölün sıcak kumlarında ilerliyordu yalınayak...

"Yetmedi mi?" diyordu…
"Sarayı altüst ettin,sevdiğin zindanlara girdi senin yüzünden.
Halkın dedikodusuna kaynak oldun.Günahın bulaştı onlarca insana!
Onca masumun hakkına girdin.
Senin yüzünden ağlıyor çocuklar,mutsuz kadınlar.
Sensin sebep havanın kararmasına.
Başımıza taş yağarsa yine senin yüzündendir.

Sen aşkın katili,nefsinin esiri…
Aşka günah yüklemek istedin,olmadı.Bilmeden bu yaptığın aşkı öldürmeye çalışmaktı.
Aşk bakidir,zarar veremez ona hiçbir fani.Aşk korudu kendini.
Ya bunca halkın hakkı,sevdiğinin hakkı,aşkın hakkı…"

Ayağını yakan sıcak kumlara aldırmadan yürüyordu.
Gözlerinden akan sıcacık yaşlar süzülürken yanağından:
"Yetmedi mi? " diyordu.
Mahcuptu,başını yerden kaldıramıyordu.
Durakladı.
Bir deli rüzgarla kucaklaştı, kokladı.
O’nun kokusuydu bu,sevdiğinin kokusu.
Tekrar tekrar doldurdu ciğerlerini,ciğerleri patlasa umrunda olmazdı.
Deli bir özlemle rüzgarı kucakladı.

"Ey gözdeki perdeyi kaldıran mübarek koku!
Ey sevdiğimin kokusunu taşıyan rüzgar!
Gir ve aç gönlümdeki perdeyi!
Göster bana görünmeyeni.
Böyle deli esme yüreğimde, yüreğim yangın yeri…
Körükleme bağrımdaki ateşi!…
Ey mübarek koku!Dol içime,savur ‘ben’den ‘ben’i…"

Dizlerinin üzerine çöktü çölün orta yerinde.Takati kalmamıştı.
Kirliydi üzerindeki elbise,elbisede yaşamboyu biriktirdiği günahların izi vardı.
Sürünüyordu etekleri yerde,çekiştiriyordu ardından yürüdükçe.
Elbisesi cisminden ağırdı.

"Su ve ateş…
Biri yıkar,diğeri yakar…
Çamura bulanmış ruhumu temizlemeye yetmez ırmaklar…

Yak beni ey Râb, yandır!
Şu kum zerrecikleri tüm varlıklarıyla sana boyun eğmiş, nasılda yanıp kavrulmaktalar çöl sıcaklarında.
Parçalanmaktalar her gün zerre zerre…
Günahkar ayakların basmasına izin veriyorlar üstlerine sırf sevgilinin rızası olsun diye…
Günah yükü ağır,yarışamam rüzgarda uçuşan kum taneleriyle.
Kalkamam...
Belki yanarsam küllerimle savrulurum sam yelinde…
Aşkınla yak beni,ateşe ver!"

Korkunç bir gök gürültüsü kapladı ortalığı.Yavaşça doğruldu.
Gökten ateşler düşüyordu sanki yere. Ne yana adım atsa alev alıyordu.
Ateş çemberi sarmıştı yüreğini.Yanmak istiyordu,temizlenmek…

’Aşk’ diyordu,’aşk’ı istiyordu.
Aşk çemberiyle kuşatılmıştı.
Ateşi aşka,aşkı ateşe dönüşüyordu.

"Ey rabbim aşkını yağdır!"

Kısa bir sessizlik.Bulutlar sokuldu birbirlerine sonra, birkaç damla düştü gözlerine.
Süreklileşti akabinde damlalar, süzüldüler yanaklarından yere.
Rahmet yağıyordu, aşk yağıyordu.Günahlara mağfiret yağıyordu.
Sırılsıklam ıslanmıştı.Elbisesi yapışmıştı vücuduna,beyaz elbisesi sarmıştı bedenini kefen gibi.
Elleri açıktı,ellerine dolan yağmurlar parmaklarının arasından boşalıyordu.
Kapalıydı gözleri,yüzünden damlalar süzülüyordu.
Rüzgar uçurdu başındaki örtüyü.Uzun siyah saçları döküldü başından aşağı …
Savruldu saçları yağmurun altında, yapıştı yüzüne gözüne.
Açıldı dumanlı gözleri yavaşça.

Birkez daha doldurdu ciğerlerini bu temiz ve latif yar kokusuyla.
Birkez daha yüzüne gözüne sürdü rüzgarı, doyamadığı yârin yerine..
Sonra yavaşça toprağa koydu alnını...
Toprağın ellerinde dağıldı siyah saçları...

"Yağmurlar kalsın benden geriye
Göğe bakıp bakıp beni an diye!"

Bir külçe gibi yığıldı olduğu yerde.
Kumlara bulandı eli yüzü.
Yavaş yavaş karıştı toprağa,toprak ona.
Aşkla dönüyordu aslına,bağrındaki yarasıyla.
Yüreğindeki kor yangınıyla.
Sırlarıyla dönüyordu, suçlarıyla.
Toprak örtecek üzerini, saklayacaktı.

"Aşk!" dedi,
"Ey rabbim aşkını yağdır!"

Ve üzerine aşk yağdı…


Fatma BAYLAN