Bebeği hastaneden alıp eve geldiğinizde başlayan tatlı telâş, eve yayılan mis gibi bebek kokusu, beyaz sabunla yıkanıp kurutulan minik çamaşırlar; bütün hâmile anne adayları için en çok arzu edilen durum olmasına rağmen doğumdan çıkan annenin ruh hâli çoğu zaman umduğu gibi olmaz.
Birbirini kovalayan uykusuz geceler, neden ağladığı belli olmayan bir bebek, bebeğin bakımı için sarf edilen fizikî enerji ve sonuç olarak eli ayağına dolaşmış bir ev… Ortam bu şekilde iken, annenin de yeni duruma uyum sağlaması güçleşir.
9 aylık bir süre boyunca, bedenen yapılan yatırımın âniden sona ermesinin verdiği yorgunluk ve vücudun salgıladığı hormonların birden değişim göstermesi; genetik meyli de olan çoğu kadın için “Postpartum” da denilen “Doğum Sonrası” depresyonu kaçınılmaz bir hâl alır.
Lohusalık dönemi ve bu dönemi takip eden ilk bir yıl, çocuğun sağlıklı gelişimi için hayatın en önemli, en kritik dönemidir.
Bu dönemde, hem anne, hem de bebek için en büyük tehlike; bu rahatsızlığın kapıda bekliyor olmasıdır. Çünkü anne depresyona girdiğinde bebeğin en önemli ihtiyacı olan sevgi ve ilgiyi verme konusunda isteksiz olacak, bebeğinden gelen mesajları ise, onun bir ifade şekli olarak değil de, uzaklaşılması gereken bir gürültü olarak algılayacaktır. Fizîkî yakınlık gerektiren emzirme seansları, bebek için en önemli haz duygusu iken anne için durum tam tersi olarak yaşanacaktır.
Bu durum ise, bebeğin ömür boyu taşıyacağı “Allâh’a îmân”ı da içeren temel güven duygusunun gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir.
Bu tip bir olumsuzlukla karşılaşmamak için annenin yakın çevresinden (anneanne, babaanne, baba… vb.) bir kişinin bebek bakımını üstlenmesi, bebek her ağladığında ilgi ile yanında bulunup, ihtiyaçlarına duyarlı bir şekilde cevap vermesi gerekir.
Bakımını sağlayan bir yetişkinle kuracağı düzenli bir alışveriş ilişkisi, bebeğin kendisini önemsenmeye değer bir fert olarak algılamasını ve ileride de insanlarla kurduğu ilişkilerin tümünde model olarak diğer kişilere de güvenebilmesini sağlar.
Annedeki bu rûhî bunalım hâli, tedâvi edilmediğinde ve durum, bebeğe yansıdığında bebek de depresyon tehdidi ile karşı karşıya kalır.
Sanıldığının aksine, depresyon sadece yetişkinlerde görülen bir hastalık değildir; 3-6 aylık bebeklerde dahî görülebilir. Bebeklik döneminde depresyonun en çok âile ortamından mahrum, çocuk yetiştirme yurtlarında görülmesi ise durumun anne sevgisi ve ilgisi ile ne kadar yakından alâkalı olduğunun bir ispatıdır.
Bebekte görülen depresyonun en belirgin özellikleri ise gastrointestinal problemler, göz kontağı kurmada ve oyun oynamada isteksizlik, iştahsızlık ve uykuya dalamamaktır.
Annede veya bebekte bu bahsedilen problemler fark edildiğinde, vakit kaybetmeden bir uzmandan yardım alınması, âilenin ve çocuğun uzun vâdede mutluluğuna katkıda bulunacaktır.
Doğumun ardından annenin duygusal şikâyetleri, her zaman depresyon boyutuna ulaşmasa da mutlaka her doğum yapan kadında duygusal hassâsiyet hâli meydana gelir.
Yeni anne, olaylar karşısında gereğinden fazla duyarlılık gösterebilir, bulunduğu gergin ortamlar arttıkça sütü azalır ve stresi çoğalır.
Bu durum, zaman zaman kaçınılmaz olmasına rağmen yakın çevre tarafından verilecek mânevî destek ve anlayışlı bir ortam, böyle bir sıkıntıdan en iyi korunma şeklidir.
Tuba Sökmen
Birbirini kovalayan uykusuz geceler, neden ağladığı belli olmayan bir bebek, bebeğin bakımı için sarf edilen fizikî enerji ve sonuç olarak eli ayağına dolaşmış bir ev… Ortam bu şekilde iken, annenin de yeni duruma uyum sağlaması güçleşir.
9 aylık bir süre boyunca, bedenen yapılan yatırımın âniden sona ermesinin verdiği yorgunluk ve vücudun salgıladığı hormonların birden değişim göstermesi; genetik meyli de olan çoğu kadın için “Postpartum” da denilen “Doğum Sonrası” depresyonu kaçınılmaz bir hâl alır.
Lohusalık dönemi ve bu dönemi takip eden ilk bir yıl, çocuğun sağlıklı gelişimi için hayatın en önemli, en kritik dönemidir.
Bu dönemde, hem anne, hem de bebek için en büyük tehlike; bu rahatsızlığın kapıda bekliyor olmasıdır. Çünkü anne depresyona girdiğinde bebeğin en önemli ihtiyacı olan sevgi ve ilgiyi verme konusunda isteksiz olacak, bebeğinden gelen mesajları ise, onun bir ifade şekli olarak değil de, uzaklaşılması gereken bir gürültü olarak algılayacaktır. Fizîkî yakınlık gerektiren emzirme seansları, bebek için en önemli haz duygusu iken anne için durum tam tersi olarak yaşanacaktır.
Bu durum ise, bebeğin ömür boyu taşıyacağı “Allâh’a îmân”ı da içeren temel güven duygusunun gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir.
Bu tip bir olumsuzlukla karşılaşmamak için annenin yakın çevresinden (anneanne, babaanne, baba… vb.) bir kişinin bebek bakımını üstlenmesi, bebek her ağladığında ilgi ile yanında bulunup, ihtiyaçlarına duyarlı bir şekilde cevap vermesi gerekir.
Bakımını sağlayan bir yetişkinle kuracağı düzenli bir alışveriş ilişkisi, bebeğin kendisini önemsenmeye değer bir fert olarak algılamasını ve ileride de insanlarla kurduğu ilişkilerin tümünde model olarak diğer kişilere de güvenebilmesini sağlar.
Annedeki bu rûhî bunalım hâli, tedâvi edilmediğinde ve durum, bebeğe yansıdığında bebek de depresyon tehdidi ile karşı karşıya kalır.
Sanıldığının aksine, depresyon sadece yetişkinlerde görülen bir hastalık değildir; 3-6 aylık bebeklerde dahî görülebilir. Bebeklik döneminde depresyonun en çok âile ortamından mahrum, çocuk yetiştirme yurtlarında görülmesi ise durumun anne sevgisi ve ilgisi ile ne kadar yakından alâkalı olduğunun bir ispatıdır.
Bebekte görülen depresyonun en belirgin özellikleri ise gastrointestinal problemler, göz kontağı kurmada ve oyun oynamada isteksizlik, iştahsızlık ve uykuya dalamamaktır.
Annede veya bebekte bu bahsedilen problemler fark edildiğinde, vakit kaybetmeden bir uzmandan yardım alınması, âilenin ve çocuğun uzun vâdede mutluluğuna katkıda bulunacaktır.
Doğumun ardından annenin duygusal şikâyetleri, her zaman depresyon boyutuna ulaşmasa da mutlaka her doğum yapan kadında duygusal hassâsiyet hâli meydana gelir.
Yeni anne, olaylar karşısında gereğinden fazla duyarlılık gösterebilir, bulunduğu gergin ortamlar arttıkça sütü azalır ve stresi çoğalır.
Bu durum, zaman zaman kaçınılmaz olmasına rağmen yakın çevre tarafından verilecek mânevî destek ve anlayışlı bir ortam, böyle bir sıkıntıdan en iyi korunma şeklidir.
Tuba Sökmen