Bu iddianın ne kadar safsata olduğu, şu hakikatlerin ışığı ile açıkça ortaya çıkar: Evvela, Kur’ân-ı Kerim’de oruç, gün olarak değil, ay olarak farz kılınmıştır. Yirmi dokuz, yahut otuz gün denmemiş, şehr-i Ramazan (Ramazan ayı) ( Bakara Sûresi, 185) diye buyrulmuştur. Kaldı ki, Kur’ân-ı Kerim’de rakam yok, harf vardır. Yani, oruç için, üç diye bir rakam verilmemiştir ki, sinek onun önüne bir nokta koymakla üçü otuz yapmış olsun.
Diğer taraftan, Cebrâil Aleyhisselâm’ın Resulüllah Efendimizi (asm.) Medine’de bulamaması diye bir şey düşünülemez. Zira, Cebrâil (as.) her şeyi bilen ve gören Allah’ın (cc.) elçisidir. O, binlerce yıldızda bir anda bulunup, Allah’ın emirlerini meleklere tebliğ ettiği gibi, aynı anda Arş-ı A’zam’da Rabbine secde eden ve yine aynı anda Resulüllah’a vahiy tebliğ eden büyük bir melektir. Vahiy tebliği için o, belli bir mekâna değil, doğrudan Resulüllah Efendimizin yanına gelirdi.
Farz-ı muhâl olarak, Cebrâil’in (as.) Peygamber Efendimizi (asm.) bulamadığı bir an için düşünülse dahi, o an, her şeyi bilen, her yerde, ilmiyle, kudretiyle hazır ve nâzır olan Allah, elbette o emin elçisini ikaz buyurur ve Resulüllah Efendimizin (asm.) yerini haber verirdi.
Mehmet Kırkıncı